31 Temmuz 2004
<B>TMSF </B>Başkanı <B>Ahmet Ertürk </B>aradı. Uzun uzun konuştuk. Kendisine Çukurova Grubu ile yapılacak anlaşmanın sakıncalarını anlattım. Gördüm ki, bazılarının o da farkında.
Fakat Ertürk’ün derdi başka. Diyor ki: ‘Fatih Bey, bir önceki anlaşma 15 yıl. Kim öle kim kala anlaşması. Şimdi bir vadeyi kısaltıyoruz. 2 yıl içinde parayı alacağız. Haklısınız, ana parada da geri düşüş var ama bankanın geçmişte uyguladığı faizleri de bir miktar düşürüyoruz. Bizim derdimiz hızlanmak, hızlı tahsilat.’
Ahmet Ertürk’e diyorum ki: ‘Ahmet Bey, bakın geçen yıl için iki taksit ödemeleri vardı. Pamukbank için 14 milyon dolar, Yapı Kredi için 114 milyon dolar. 14’ü ödediler, ama Yapı Kredi için 114’ü ödeyemediler. Karşılığında kendilerine geri satılmak kaydıyla 99 milyon dolarlık Turkcell hissesi verdiler. Bunu kabul ederek Bankalar Kanunu’na aykırı işlem yaptınız. Bu yıl ödemeleri gereken 114’ü ise kaynattılar. Bunları ödeyemeyen, 5 milyar doları nereden bulup ödeyecek? Biliyorum ki, siz bizim cebimizden ne kadar indirim yapsanız da bu parayı ödeyemeyecekler. Zaman kazanmaya çalışıyorlar. Ayrıca da bunlar borç rakamında geçen yıl mutabıktılar da bu yıl niye indirim yapılıyor? Bankadan kredi alıp zora düşen ‘namuslu’ sanayicinin veya memurun faizinde geriye dönük indirim yapılıyor mu?’
Ertürk, ‘Ödeyeceklerini umuyorum. Ödemeleri hepimiz için iyi olur’ diyor.
‘Peki ya ödemezlerse?’ diye soruyorum.
‘Eski anlaşmaya geri dönülür’ diyor.
Ne güzel değil mi? Kaybedecek hiçbir şeyiniz yok. Yani anlaşma var diye tahakkuk etmiş 114 milyon doları ödeme. Sonra ödeyemezsen aynı koşullarda devam et.
Üstelik de anlaşmayla ilgili ne bir ön ödeme, ne bir teminat var.
Sadece bir káğıt.
Hiçbir cezai madde de yok. Anlaşma değil piyango bileti. Ya çıkarsa...
Ertürk’le epey konuştuk.
Anladım ki, Ertürk’ünki sadece iyi niyetli bir beklenti.
‘Ben bu anlaşmanın yürüyeceğine kefil değilim. Sadece yürümesini arzuluyorum. Çünkü bu paraya ihtiyacımız var’ dedi.
Bence de. Bu paraya ihtiyacımız var. Ve bu para çok hızla tahsil edilebilir.
Üstelik de hiçbir çalışanın kılına zarar gelmeden. Tabii bütün amaç Mehmet Emin Karamehmet’i korumak ve kollamak değilse.
Tren yolu hálá en iyisi
HIZLANDIRILMIŞ tren kazası, demiryollarına karşı ilgiyi azaltmış.
Son derece sakıncalı bir durum. Çünkü hálá ve her şeye rağmen demiryolları, Türkiye’nin kurtuluşu ve karayollarından çok çok daha güvenli.
Son derece öfkelendiğimiz demiryolu kazasında 38 yurttaşımızı yitirdik. Oysa karayollarında neredeyse her gün bu sayıda yurttaşımız can veriyor.
Kazalar bizi demiryollarından soğutmasın. Tam aksine, daha hızlı ama daha güvenli demiyolculuğu için çalışmaya devam edelim.
NOT: Bu yazı üç gün önce yazıldı, ama yer sıkıntısından bir türlü yayınlanamadı. Bu yazının beklediği süre içinde Türkiye’de trafik kazalarında tam 150 kişi öldü.
Para yoksa bunları kim alıyor?
ÖNCEKİ gün Koç Grubu’nun, gazete yöneticileri ve bazı yazarlarla birlikte olduğu geleneksel dönem sonu yemeğindeydik.
Geçen yıl aynı zamanlarda beraber olduğumuz Mustafa Koç ve grubun CEO’su Bülend Özaydınlı gidişattan hoşnut olduklarını söylemişlerdi.
Bu yıl da aynı şeyi tekrarladılar. Grup yüzde 70’lere yaklaşan bir büyüme içindeydi.
Makro ekonomik göstergelerden hoşnuttular ve cari açıktaki büyümenin sorun teşkil etmediğini düşünüyorlardı.
Biz de Türkiye’nin bu en büyük grubunun tepe yönetimine şunu sorduk:
‘İyi de, bu gelişmeler halka ne zaman yansıyacak?’
Özaydınlı güldü. Aynı soruyu grubun bayileriyle yaptıkları toplantılarda da sormuşlar.
‘Bize bu soruyu soran bayilerimiz, kendilerine mal yetiştiremediğimiz için sitem ediyorlardı. Ben de onlara şu soruyu sordum: Madem vatandaşa yansıyan bir şey yok. Siz bunca malı kime satıyorsunuz?’
Galiba ekonomideki gelişmeler, toplumun yüzde 40’lık bölümüne yansımaya başladı.
Geri kalan yüzde 60’a yansıması ise bir hayli vakit alacak gibi.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Saçmalamaktansa konuşmamanın daha akıllıca olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2004
<B>TAMER Karadağlı’</B>nın da içinde bulunduğu skandalla beraber erkekleri anlamakta çektiğim güçlüğü bir kez daha anladım. Bir erkek veya bir kadın evliyken de bir başkasına áşık olabilir. Anlarım. Aşk yüce bir duygudur. Kapılıp gidersin ve evliliğini bitirirsin. Saygı duyarım.
Ama evliyken param veya şöhretim ya da her ikisi birden var diye 18’lik bir yeniyetme, damızlık bir aygır gibi oradan oraya koşmayı anlamam. Hele hele memleketteki herkesi halletmiş gibi bir de 100 dolarlık fahişelerle beraber olmayı hiç anlamam.
Ama ne yazık ki etrafta bunlardan çok var. Bir tarafının kılı ağarmış, kelli felli saygın adamlar seksi bir skor meselesine döndürmüş, ortalıkta dolaşıp duruyorlar.
Mutlular mı?
Hayır!
Yaptıklarının büyük başarı olduğunu düşünüyorlar mı?
Asla!
Ama yapıyorlar. Çünkü aslında bu şekilde komplekslerinden kurtuluyorlar.
Ve yaptıkları matah bir işmiş gibi anlatıyorlar..
Ama ben bu erkeklere kızmıyorum.
Kabahat bunların eşlerinde.
İşte Tamer Karadağlı’nın eşi. ‘Kocası komploya kurban gitmiş, destek olacakmış.’
Benim bildiğim bu işin adı komplo değil başka bir şey ya neyse.
İşte bu gibi kadınlar yüzünden erkekler kendilerini bir şey zannediyorlar.
Kocan otelde iki fahişeye sahip olacak, sen de kocana sahip çıkacaksın.
Aferin. Başın göğe erecek.
Ey kadınlar, bu gibi adamların vurun kıçına tekmeyi.
Ve siz TBMM’deki kadınlar. Pek çok kadın böylesi rezilliklere ekonomik nedenlerle katlanıyor.
Boşanma durumunda bu tip erkeklerin servetlerinin yarısını kadına bırakmasına imkan sağlayacak yasaları çıkartmak için uğraşın, bakın bakalım ‘kocasına sahip çıkan’ kadın kalıyor mu?
Gerçi bu kadar ‘erkek’ bir Meclis’te zor ya, neyse.
Çukurova’yı batıranlar anlaşmayı savunuyor
ÇUKUROVA yazılarına başlayınca, Çukurova’nın gazetesinden yaylım ateş de başladı.
Ekonomi sayfalarında yazan iki yazar bana ‘sallamışlar’.
Biri meslektaşım. Yazılarına saygı duyarım.
Diğeri ise akademisyen bir bankacı. Çukurova’nın ‘batan’ veya zor duruma düşen bankalarının yönetim kurulu üyesi ve danışmanı. Yani ‘fos’ bir adam. Bankayı batırmış, şimdi de yeni anlaşma için ‘çok iyi’ diye utanmadan yazıyor..
Tabii ki iyi ama Çukurova Grubu için. Yani o bankacıyı ‘zengin’ eden patron için.
Oysa yeni anlaşma ‘kamu’ açısından ‘rezalet’, fakat Mehmet Emin Karamehmet açısından ‘süper’. Çukurova’nın patronu Karamehmet’in sorunlarına ‘ilaç’ bir anlaşma.
Sadece Pamukbank’ta 1 milyar doları aşan bir kıyak.
Üstüne üstlük TMSF’nin kasası bir anda Mehmet Emin Karamehmet’in ‘şahsi kasası’ haline geliyor. Karamehmet’in borçları, ödemeleri, yükümlülükleri bir anda TMSF’nin yükümlülükleri haline geliyor.
Hal böyle olunca da maaşını Karamehmet’ten alan bankacı yazarlar anlaşmayı savunuyorlar.
Zaten aksini yapsalar şaşmak lazım.
TMSF Başkanı’na vicdan uyarısı
BU yazımı TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’e hitaben yazmak istiyorum.
Sevgili Ertürk, başkanı olduğun kurumda koltuğa oturduğun zaman önceki dönemde yapılmış pek çok anlaşmayı kucağınızda buldunuz. Bu anlaşmalarla ilgili ne düşündüğünüzü üç aşağı beş yukarı biliyorum.
Şimdi siz de bir anlaşma yapmaya hazırlanıyorsunuz.
Eğer bu milletin hakkına saygınız varsa bir kez daha düşünün.
Sizce bu anlaşma adil mi?
Koç’un, Sabancı’nın, Zorlu’nun, Şahenk’in bu ülkede emeğiyle, hakkıyla, kimseyi soymadan, kimsenin parasına el uzatmadan iş yapan ve on binlerce kişiye iş veren yatırımcıları düşünün.
Bunlardan herhangi birine açıktan, havadan 1 milyar dolar verdiniz mi?
Vestel bu yıl 1 milyar dolar ihracat yapmak için çalıştı, didindi, uğraştı.
Eminim ki, bu kadar ihracattan eline kalsa kalsa 40-50 milyon dolar bir para kalır kalmaz.
Siz Vestel’in çalışıp didinip 25 yıl boyunca ihracat yaparak kazanacağı parayı bir kalemde kıyak olarak Çukurova’ya veriyorsunuz.
Bunu vicdanınız alıyor mu?
Aynı şey saydığım ‘namuslu’ grupların tümü için geçerli.
Ben de Turkcell’in, BMC’nin, Akşam’ın yaşamasını istiyorum.
Bu değerlerin korunmasını aklım alır.
Ama siz bu değerleri korumuyorsunuz.
Siz Mehmet Emin Karamehmet’i koruyorsunuz. Bu yaptığınız işlemden kárlı çıkacak olan ve bankasının kaynaklarını kötüye kullanmış olmaktan dolayı hiçbir ceza görmeyecek olan tek kişi Mehmet Emin Karamehmet’tir.
Sakın bana devletin kasasına hızlı bir biçimde para sokacağız demeyin.
Hepimiz biliyoruz ki, bu para gelmeyecek. Üstelik de bu parayı devlete kazandırmanın çok hızlı ve güvenilir yolları var.
Bu yaptığınız işlemin hesabını çocuklarınıza verebilecek misiniz Sevgili Ertürk.
Bir düşünün.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Eşini aldatan erkekler, eşlerinin kendilerini aldatması durumunda ne hissedeceklerini düşünüp ona göre davrandığı zaman.
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2004
<B>ÇUKUROVA </B>Grubu, BDDK ya da TMSF ile <B>‘yeni’</B> bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmanın kokusu daha önce çıkmıştı ve ben de TMSF Başkanı’na ‘6.2 milyar dolar borçları var. Bu kadar borcu bu kadar kısa sürede nasıl ödeyecekler?’ diye sormuştum.
Yanıt makul gibiydi. Ertürk, ‘Vade kısalacağı için faizler geriye doğru yürüyecek. Haliyle borç miktarı da o kadar olmayacak’ demişti.
Ne yazık ki, geriye yürüyen sadece faizler olmadı.
Çukurova Grubu Pamukbank’ın içini boşaltmış ve benzer bir şeyi Yapı Kredi’de de gerçekleştirmişti. O dönem Pamukbank’a el konmuş, Yapı Kredi’nin de yönetimine BDDK temsilcileri atanmıştı.
Şimdi o güne dönelim ve Çukurova Grubu’nun BDDK ile anlaşarak kabul ettiği borç rakamını bir görelim.
BDDK ve Çukurova Grubu’nun mutabık kaldığı anlaşmaya göre bankaya el konulduğu tarihte Çukurova Grubu’nun Pamukbank’a 2 milyar 822 milyon dolar borcu vardı. Bankanın elinde ise o günkü değeri 264 milyon dolan Turkcell hissesi bulunmaktaydı. BDDK bankaya el koyunca ‘anlaşılmaz’ bir kararla bu hisseleri Çukurova Grubu’na vermiş ve hisselerin bedelini de alacaklara kaydetmişti. Böylece devletin Çukurova’dan alacağı miktar 3 milyar 86 milyon dolara yükselmişti. (Ben o dönemde bu hisse devrini de eleştirmiştim.)
Varılan anlaşmaya göre Çukurova Grubu Pamukbank’tan kaynaklanan 3 milyar doları aşkın borcunu devlete 15 yılda geri ödeyecekti. Ve bu süre içinde libor artı yüzde yarım faiz uygulanacaktı.
Bu durum da başlı başına bir komediydi çünkü devlet bu parayı yüzde 8’i bulan reel faizle kapatıyor ve Çukurova Grubu’nu finanse ediyordu.
Bu ‘ballı’ anlaşmaya rağmen Çukurova Grubu ‘doymak’ bilmedi.
Ve bir buçuk yıl sonra yeni bir anlaşma için masaya oturdu.
Vadeyi kısaltmak istiyordu.
TMSF de Çukurova’nın oyununa geldi. Ama ne geliş.
15 yıl vade 13 aya indirildi. Ve faizlerden indirim yapıldı.
Fakat yıllık libor artı yüzde yarım yani yaklaşık yüzde 3 olarak eklenen faiz, yıllık yüzde 7,5 olarak geri çekildi.
Ve varılan anlaşmaya göre Çukurova 13 ay içinde ana para olarak 2 milyar 65 milyon dolar, faizler dahil 2 milyar 100 milyon dolar ödeyecek.
Anlayacağınız vade kısalırken sadece faiz değil ana para da kısaldı. 3 milyar 86 milyon lira olan anapara borcu 2 milyar 65 milyon dolara indi.
Çukurova Grubu’na devletten 1 yıl içinde 1 milyar 21 milyon dolarlık bir ek kıyak yapıldı. İşin komiği bana sorarsanız bu anlaşma da yürümeyecek.
Çukurova Grubu en geç Nisan 2005’te daha da indirimli yeni bir anlaşma için BDDK’nın karşısına oturacak.
Bu arada da Çukurova’nın iştirakleri devlet tarafından finanse edilecek.
Üstelik bu sadece Pamukbank’la ilgili olan bölüm. Benzer bir kazık da Yapı Kredi’den geliyor ama onu da başka bir güne bırakalım.
Ey Türk halkı, yine soyuluyorsun haberin olsun...
Aynen Uzan olayında olduğu gibi ben uyarmaya devam edeceğim.
Eğriye eğri doğruya doğru
BAŞBAKAN Erdoğan’ı eleştiren önceki günkü yazımdan sonra yüzlerce mesaj geldi.
‘Bak sonunda sen de hükümetin ne olduğunu anladın’ diye.
Garip bir milletiz. Bir şeye ya külliyen karşı olmamız gerekiyor, ya da külliyen yandaş.
Herkesin beğenilecek ve eleştirilecek yanları olduğunu kabul edemiyoruz.
Ya toptan kötü, ya toptan iyi.
Ama şunu herkes bilsin ki, bir yazı benim bu hükümetin ‘doğru’ yaptıklarına karşı çıkacağım anlamına gelmez.
Aksine, hükümetin doğrularını desteklemeye devam edeceğim ve bu hükümetin pek çok alanda çok olumlu işler yaptığına inanıyorum.
Beğendiğim ve bazıları çok kızsa da ‘güvendiğim’ Başbakan Erdoğan’ı söylediği ‘gereksiz ve yanlış’ bir cümle yüzünden mahkum etmem.
Eleştiririm. Ama doğrularını desteklemeyi sürdürürüm. Tabii yanlışına yanlış demeyi de.
Çünkü ben hükümetleri değil, Türkiye’nin geleceğini destekliyorum. Turgut Özal’dan bu yana gördüğüm en iyi başbakanın doğrularına desteğim sürecek. Beğenseniz de, beğenmeyip ‘Satılmış, alçak, şerefsiz’ deseniz de.
NOT: Başbakan Erdoğan’ın İran gezisi sırasında gazetecilerle girdiği sıcak diyalog, gerginlikten kaynaklanan çıkışından kendisinin de rahatsız olduğunu gösteriyor. Hepimiz adına olumlu bir gelişme.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Çocuklarımıza bırakacağımız en güzel geleceğin toplumsal barış içinde yaşamak olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2004
<B>TREN </B>kazasının ardından <B>‘Mangalda kül bırakmayan’</B> köşe yazarlarının pek çoğu <B>‘Hızlandırılmış tren’</B> seferleri başladığında konuyla ilgili dişe dokunur bir şey yazmadılar. Bilim adamlarının veya yolcuların feryatlarından yola çıkan sert yorumlar yapmadılar. Tren meselesi onlara ‘yeterince ciddi’ gelmedi.
Yıllarca demiryolu konularını yazan ben bile bu konuda ‘gerekeni yazmamış’ olduğumu görüyorum.
İlk deneme seferine katılan muhabir arkadaşlarımın bana aktardığı izlenimleri bile yeterince değerlendiremedim doğrusu.
Ama bazı yurttaşlar, ciddi bir duyarlılık, ciddi bir bilinçli yurttaş tavrı göstermişler.
Bunlardan biri Mine Kanatlı.
Kanatlı, TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman’a 8 Temmuz 2004 günü noter kanalıyla bir ‘ihbarname’ yolluyor. Ve bakın ihbarnamede ne diyor:
‘...Can güvenliği açısından ben ve benim gibi düşünen yolculara her an devrilme korkusu yaşatıldı... Restoran yolcuları tam anlamıyla 5.5-6 büyüklüğünde bir depremin korkusunu yaşadı.
..Rötar yapmamak için yapılan süratlerde dahi viraj alırken savrulan trenlere böylesine sürat yaptırmak CANA KASITTIR... Böyle bir seyahat olacağını bilseydim, ben kendi adıma bu trene binmezdim..’
Ve Mine Kanatlı şöyle bitiriyor ihbarnamesini:
‘Bu ihbarnameme kulak verilmesini rica ediyorum. Verilmediği takdirde size bir daha noter kanalı ile göndereceğim evrak ihbarname değil İHTARNAME olacak ve gereken kanuni işlemler yapılacaktır.’
Genel Müdür Karaman’a yollanan bu ihbarname Eskişehir 5. Noterliği’nde 12666 yevmiye numarası ile kayıtlı.
Ama Mine Hanım’ın ihtarnamesine gerek kalmadı.
38 canlık bir ihtarname şu an önlerinde.
Azı ödemeyen çoğu öder mi?
TMSF Başkanı, gerçekten çok beğendiğim bürokrat Ahmet Ertürk, bugünlerde Çukurova Grubu ile ‘yeni’ anlaşmayı imzalayacaklarını söylüyor. Bu anlaşmadaki ‘saçmalıklara’ önümüzdeki günlerde değineceğim.
Ancak 31 Ocak 2003 yılında Çukurova Grubu ile imzalanmış olan ve şimdi değiştirilmeye çalışılan bir anlaşma vardı.
Bu anlaşmaya göre Çukurova Grubu, batık Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası’na olan borçlarından ötürü devlete geçen yıl 240 milyon dolar ödemek zorundaydı.
Peki kaç lira ödedi?
Söyleyeyim, 28 milyon dolar. Yani ödemesi gerekenin neredeyse 10’da biri.
Bir de 99 milyon dolarlık Turkcell hissesini rehin etti. Tabii ‘Geri alım garantisi’ ile. Bu durumun Bankalar Kanunu’na aykırılığını yazmıyorum bile.
Bu yıl ödemesi gereken ve tahakkuk eden 114 milyon dolarlık taksidi ise ‘yeni anlaşmayı’ bahane ederek ödemedi.
Sevgili Ertürk, şimdi sana soruyorum, geçmişteki anlaşmadan doğan borcunun sadece yüzde 10’unu ödeyen birine nasıl güveniyorsun?
1 yıl sonra yeni anlaşmaya da uyulmadığını görünce borcu tekrar indirip yeni bir anlaşma mı yapacaksınız?
Bu tezgaha nasıl göz yumuyorsun?
Yağmadan mal kaçırır gibi anlaşma imzalamak devlet geleneğinde var mı?
Basın uyuyor. Gazeteler uyuyor.
Sen de mi uyuyorsun!
Hızlı tahsilat maskeli soygun
BENİM dünkü yazıma İstanbul Milletvekili Emin Şirin’den bir destek geldi.
‘Fatih Bey, evet hoşgeldiniz. Gündemdeki pek çok konuyla ilgili olarak yazacağınız yazıları ben de merakla bekliyorum. Basının görevini yapmadığını söylüyorsunuz. Milletvekili olarak biz de fazla bir şey yapamıyoruz. Bizim elimizdeki tek araç soru önergeleri. Önergelere cevap vermemenin ise müeyyidesi yok. Gelen cevapların önemli bir kısmı da bilinen resmi görüşleri tekrarlamaktan ibaret..’
Ve Emin Şirin, hiçbir ekonomi yazarı ve sayfası tarafından sorulmayan sorulardan birkaçını soruyor.
‘Altı küsur milyar dolarlık borç ana paraya 15 sene müddetle libor artı yarım yani yüzde 2 civarında faiz eklenerek bulunmuştur. Sonra TMSF dönüyor, yüzde 2 faiz uygulayarak bulduğu borç miktarını ödeme süresi iki seneye indi diye senelik yüzde 11 ile iskonto etti. Yani devletin alacağına uyguladığı faiz yüzde 2, çabuk ödeneceği için uygulanan iskonta yıllık yüzde 11. Bu nasıl iş!’
Emin Şirin, paranın kaynağı ile ilgili olarak da kaygılarını dile getirmiş.
‘Paranın kaynağı kim? Çukurova paranın kaynağına borcunu zamanında ödeyemezse paranın esas kaynağı Turkcell, Digiturk ve daha bir sürü kritik şirketin sahibi olacak. Paranın kaynağı ile ilgili güvenlik araştırması yapıldı mı? RTÜK’ten görüş alındı mı? Yoksa paranın kaynağını Çukurova’ya başta Abdüllatif Şener olmak üzere hükümet mehsupları tanıştırdı diye güvenlik araştırmasından imtina mı edildi?’
AKP adayı olarak Meclis’e giren İstanbul Milletvekili Şirin’in ‘basit’ soruları bunlar.
Bende ise epeydir biriktirdiğim çok daha detaylı ve milletin parasının nasıl peşkeş çeldiğini ve çekileceğini gösteren çok daha detaylı bilgiler var.
Aleni bir soygunun, kamuoyuna ‘Devletin alacağını tahsil ediyoruz’ diyerek ‘hayırlı bir iş’ gibi gösterilmesi kanıma dokunuyor.
Benim gazetem dahil, ekonomi servislerinin bu soygunu görmezden gelmesi ya da anlayamamış olması beni üzüyor.
Bu işe sonuna kadar karşı çıkacağım. Belki yine bazıları buna ‘medya kavgası’ diyecek. Aynen Uzan olayında olduğu gibi.
Vız gelir tırıs gider.
Haydi bakalım. Bu soygunu yapabilecekler mi?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hırsıza yapılan iyiliğin, namusluya verilen ceza olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2004
<B>TREN </B>kazasının ardından <B>‘Mangalda kül bırakmayan’</B> köşe yazarlarının pek çoğu <B>‘Hızlandırılmış tren’</B> seferleri başladığında konuyla ilgili dişe dokunur bir şey yazmadılar. Bilim adamlarının veya yolcuların feryatlarından yola çıkan sert yorumlar yapmadılar. Tren meselesi onlara ‘yeterince ciddi’ gelmedi.
Yıllarca demiryolu konularını yazan ben bile bu konuda ‘gerekeni yazmamış’ olduğumu görüyorum.
İlk deneme seferine katılan muhabir arkadaşlarımın bana aktardığı izlenimleri bile yeterince değerlendiremedim doğrusu.
Ama bazı yurttaşlar, ciddi bir duyarlılık, ciddi bir bilinçli yurttaş tavrı göstermişler.
Bunlardan biri Mine Kanatlı.
Kanatlı, TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman’a 8 Temmuz 2004 günü noter kanalıyla bir ‘ihbarname’ yolluyor. Ve bakın ihbarnamede ne diyor:
‘...Can güvenliği açısından ben ve benim gibi düşünen yolculara her an devrilme korkusu yaşatıldı... Restoran yolcuları tam anlamıyla 5.5-6 büyüklüğünde bir depremin korkusunu yaşadı.
..Rötar yapmamak için yapılan süratlerde dahi viraj alırken savrulan trenlere böylesine sürat yaptırmak CANA KASITTIR... Böyle bir seyahat olacağını bilseydim, ben kendi adıma bu trene binmezdim..’
Ve Mine Kanatlı şöyle bitiriyor ihbarnamesini:
‘Bu ihbarnameme kulak verilmesini rica ediyorum. Verilmediği takdirde size bir daha noter kanalı ile göndereceğim evrak ihbarname değil İHTARNAME olacak ve gereken kanuni işlemler yapılacaktır.’
Genel Müdür Karaman’a yollanan bu ihbarname Eskişehir 5. Noterliği’nde 12666 yevmiye numarası ile kayıtlı.
Ama Mine Hanım’ın ihtarnamesine gerek kalmadı.
38 canlık bir ihtarname şu an önlerinde.
Azı ödemeyen çoğu öder mi?
TMSF Başkanı, gerçekten çok beğendiğim bürokrat Ahmet Ertürk, bugünlerde Çukurova Grubu ile ‘yeni’ anlaşmayı imzalayacaklarını söylüyor. Bu anlaşmadaki ‘saçmalıklara’ önümüzdeki günlerde değineceğim.
Ancak 31 Ocak 2003 yılında Çukurova Grubu ile imzalanmış olan ve şimdi değiştirilmeye çalışılan bir anlaşma vardı.
Bu anlaşmaya göre Çukurova Grubu, batık Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası’na olan borçlarından ötürü devlete geçen yıl 240 milyon dolar ödemek zorundaydı.
Peki kaç lira ödedi?
Söyleyeyim, 28 milyon dolar. Yani ödemesi gerekenin neredeyse 10’da biri.
Bir de 99 milyon dolarlık Turkcell hissesini rehin etti. Tabii ‘Geri alım garantisi’ ile. Bu durumun Bankalar Kanunu’na aykırılığını yazmıyorum bile.
Bu yıl ödemesi gereken ve tahakkuk eden 114 milyon dolarlık taksidi ise ‘yeni anlaşmayı’ bahane ederek ödemedi.
Sevgili Ertürk, şimdi sana soruyorum, geçmişteki anlaşmadan doğan borcunun sadece yüzde 10’unu ödeyen birine nasıl güveniyorsun?
1 yıl sonra yeni anlaşmaya da uyulmadığını görünce borcu tekrar indirip yeni bir anlaşma mı yapacaksınız?
Bu tezgaha nasıl göz yumuyorsun?
Yağmadan mal kaçırır gibi anlaşma imzalamak devlet geleneğinde var mı?
Basın uyuyor. Gazeteler uyuyor.
Sen de mi uyuyorsun!
Hızlı tahsilat maskeli soygun
BENİM dünkü yazıma İstanbul Milletvekili Emin Şirin’den bir destek geldi.
‘Fatih Bey, evet hoşgeldiniz. Gündemdeki pek çok konuyla ilgili olarak yazacağınız yazıları ben de merakla bekliyorum. Basının görevini yapmadığını söylüyorsunuz. Milletvekili olarak biz de fazla bir şey yapamıyoruz. Bizim elimizdeki tek araç soru önergeleri. Önergelere cevap vermemenin ise müeyyidesi yok. Gelen cevapların önemli bir kısmı da bilinen resmi görüşleri tekrarlamaktan ibaret..’
Ve Emin Şirin, hiçbir ekonomi yazarı ve sayfası tarafından sorulmayan sorulardan birkaçını soruyor.
‘Altı küsur milyar dolarlık borç ana paraya 15 sene müddetle libor artı yarım yani yüzde 2 civarında faiz eklenerek bulunmuştur. Sonra TMSF dönüyor, yüzde 2 faiz uygulayarak bulduğu borç miktarını ödeme süresi iki seneye indi diye senelik yüzde 11 ile iskonto etti. Yani devletin alacağına uyguladığı faiz yüzde 2, çabuk ödeneceği için uygulanan iskonta yıllık yüzde 11. Bu nasıl iş!’
Emin Şirin, paranın kaynağı ile ilgili olarak da kaygılarını dile getirmiş.
‘Paranın kaynağı kim? Çukurova paranın kaynağına borcunu zamanında ödeyemezse paranın esas kaynağı Turkcell, Digiturk ve daha bir sürü kritik şirketin sahibi olacak. Paranın kaynağı ile ilgili güvenlik araştırması yapıldı mı? RTÜK’ten görüş alındı mı? Yoksa paranın kaynağını Çukurova’ya başta Abdüllatif Şener olmak üzere hükümet mehsupları tanıştırdı diye güvenlik araştırmasından imtina mı edildi?’
AKP adayı olarak Meclis’e giren İstanbul Milletvekili Şirin’in ‘basit’ soruları bunlar.
Bende ise epeydir biriktirdiğim çok daha detaylı ve milletin parasının nasıl peşkeş çeldiğini ve çekileceğini gösteren çok daha detaylı bilgiler var.
Aleni bir soygunun, kamuoyuna ‘Devletin alacağını tahsil ediyoruz’ diyerek ‘hayırlı bir iş’ gibi gösterilmesi kanıma dokunuyor.
Benim gazetem dahil, ekonomi servislerinin bu soygunu görmezden gelmesi ya da anlayamamış olması beni üzüyor.
Bu işe sonuna kadar karşı çıkacağım. Belki yine bazıları buna ‘medya kavgası’ diyecek. Aynen Uzan olayında olduğu gibi.
Vız gelir tırıs gider.
Haydi bakalım. Bu soygunu yapabilecekler mi?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hırsıza yapılan iyiliğin, namusluya verilen ceza olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku 27 Temmuz 2004
<B>HOŞBULDUK.</B> Yazmadan geçen 10 gün insanı <B>‘hasta’</B> ediyor. <br><br>Zor dayandım. Gerçi ilk günlerde gazetelere bakınca bir eksiklik hissetmedim. Manşetlere taşınan konular, bu köşenin okurlarının günler, haftalar önce tanıştıkları mevzulardı.
THY’nin uçak ihalesi konuşuluyordu, biz haftalar önce yazmıştık.
Futbol Federasyonu seçimleri de bu köşede günler önce yazılmıştı.
Gündeme düşen daha pek çok konu, bu köşenin ‘geçmişinde’ kaldığı için çok sıkılmadım.
Ama önce Çukurova Grubu’nun TMSF ile yaptığı ön anlaşma, ardından tren kazası ile ilgili iki satır yazamamak beni sıktı.
Çünkü her iki konuda da ‘basın’ın görevini yapmadığını görüyordum.
Tren kazasıyla ilgili bugün bir şeyler yazacağım. Ama Çukurova Grubu ile BDDK arasında ‘yenilenen’ anlaşma bugüne sığacak gibi değil.
Çünkü kamuoyu kandırılıyor, kamuoyu bir yana Başbakan kandırılıyor. Ve resmi açıklamaları, sunulan belgeleri gazete sayfalarına koymayı gazetecilik zannedenler alkış tutuyor.
Ekonomi yazarları, ekonomi servislerinin yöneticileri, halkın parasının, bu ülkenin parasının bir kez daha peşkeş çekilmesine seyirci kalıyor, hatta alkış tutuyorlar.
Yarından itibaren bu rezaletin boyutunu yazacağım.
Ve ekonomi yazarları, bakalım o zaman ne diyecekler?
Neyse, sinirlenmeyi bırakalım da, bıraktığımız yerden devam edelim.
Schröder o soruya nasıl yanıt verirdi?
BİR tren kazası oldu. Çok canımız yandı. Kaza bu. Her yerde olur.
İnsan hatasıymış.
Elbette insan hatasıdır. Biri bir ‘eşeklik’ yapacak ki, kaza olsun.
Fizik kuralları veya doğa kuralları ile idari kararlar ters düşünce böyle oluyor.
Hızlı treni bir bütün değil de, hızlı gitmeyi başaran güçlü lokomotiften ibaret zanneden ‘kafa’ ile kazayı ucuz bile atlattık.
Benim yazacağım, kazada kimin suçlu, kimin güçlü olduğu değil.
Bana bu kazadan sonra en ağır gelen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrı oldu.
Kazanın ardından, bir muhabir, çok da doğru bir soru sorarak, ‘Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi?’ dedi.
Çünkü bizim de aralarına girmeye çalıştığımız Batılı ülkelerde böyle bir kazanın ardından TCDD Müdürü hemen, Ulaştırma Bakanı da takiben istifa eder.
Muhabir arkadaşımız da bunu sordu.
Başbakan’da müthiş bir öfke...
Ve muhabiri payladı. Basına çattı.
Ayıp etti, haddini aştı demeyeceğim. Bence Erdoğan bu soruya cevap veriş biçimiyle tarihi bir fırsatı kaçırdı.
Ve benim gözümde ‘sıradan Türk politikacısı’ sınıfına indi.
Çünkü Erdoğan, göreve başladığı günden beri benim için Batılı meslektaşları gibi hareket etmeye çalışan, modern bir lider olma arzusunda bir siyasetçi gibi görünüyordu. Çizdiği imaj buydu.
O yanıtla bu imaj yerle bir oldu. Oysa Tayyip Erdoğan’ın ‘samimi pozlar’ verdiği Avrupalı liderlerden birine böyle bir sual sorulsaydı, yanıtı ‘Sen hangi gazetedensin. Haddini bil’ olmazdı.
Tam aksine, ‘Soruşturma yapılacak. Sorumlular bulunacak ve hangi düzeyde olursa olsun gereği yapılacaktır’ diye bir yanıt verilir ve büyük bir ihtimalle bunun gereği de yapılırdı. Ancak Tayyip Erdoğan böylesine basit bir yanıtı vereceğine, ‘megalomani histerisine’ girmiş şarklı bir lider yanıtı verdi: ‘Haddini bil.’
Başbakan Erdoğan yatağa yattığı zaman bu yanıtı bir düşünsün. Eğer ‘Yanlış konuştuk. Keşke demeseydim’ diyorsa umut var demektir. Yok eğer hálá ‘Haddini bildirdim’ diye düşünmeye devam ediyorsa geçmiş olsun.
Çünkü siyaset tarihi, ‘haddini bilmemiş siyasetçiler mezarlığıdır’.
Ha bir eksik, ha bir fazla...
Akbin, Gürsoy ve Hagi
GALATASARAY kötü yönetilmeye devam ediyor. Son olarak Ayhan Akbin’e karşı tavır alınca, Teknik Direktör Hagi ile Ergun Gürsoy’un açıldığını duydum. Gelin bakalım Ayhan Akbin kim? Ayhan Akbin, benim sevgili kardeşim, yönetim kurulu üyesi Ali Gürsoy’un arkadaşı.
Baba Ergun Gürsoy, Ayhan Akbin’i kötülüklerden koruması için oğlu Ali’ye arkadaş olarak tutmuştu.
Tecrübeli Ayhan, Ali’nin eğlenirken hata yapmasını önlüyordu. Bu bir profesyonel arkadaşlık ilişkisiydi. Galatasaray Başkanı Canaydın ise oğlu gibi sevdiği asistanı Ali’nin Akbin’le olan arkadaşlığına çok kızıyor, ‘Sana yakışmıyor’ diye sık sık uyarıyordu. Daha sonra Ali Gürsoy, babasıyla birlikte yönetime girdi. Ayhan Akbin de Florya’ya kapağı attı. Menajer olacak dedikoduları yapılıyordu. Galatasaray’da herkes bu durumu hayretle karşıladı. Akbin’in Galatasaray gibi ‘Avrupalı’ bir kulüpte menajerlik yapamayacağı biliniyordu. Akbin’in adı konmamış menajerliği hayret dolu bakışlar altında sürdü. Çünkü Akbin, futbolu bıraktıktan sonra spor değil, magazin basınının malzemesi olmuş yakışıklı, çapkın bir adamdı. Böyle birini bırakın Hagi’nin, Başkan Canaydın’ın kabul etmesi mümkün değildi. Ancak Başkan, Gürsoy’un hatırına olsa gerek katlandı. Fakat Hagi dayanamadı. Sonunda patladı. Ve Ergun Gürsoy için Akbin, Galatasaray’dan daha önemli olmalı ki, Akbin’in tarafını tuttu. Galatasaray için ‘yeterli’ olan Hagi, Akbin’e karşı çıkınca birden ‘tu kaka’ yapıldı. Galatasaray’da bu yıl daha neler göreceğiz bilmiyorum, ama alaturkalıkta ve Galatasaray’ın ilkelerini yerle bir etmekte sınır tanımayacaklar gibi görünüyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Gazeteciler kendilerine verilen bilginin arkasındaki gerçekleri de araştırmaya başladıkları zaman.
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2004
<B>SABAH </B>Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni<B> Ergun Babahan, </B>Sabah’taki işleyişi anlatıyor kendince. Onlarda editoryal bağımsızlık varmış. Ancak her nedense son bir yıl içerisinde hedef aldıkları bir kişi ve iki grubun tamamı Sabah’ın kiracısının medya dışı işlerdeki rakipleri. Unit Grup ve Enka hakkında ağır ithamlarda bulunuyorlar. Her ne hikmetse bu iki grup enerji sektöründe Turgay Ciner’in rakipleri. Ve Sabah Gazetesi sık sık bunları hedef alan haberler yapıyor. Cıngıllıoğlu Ailesi’ni ise Sabah’a talip olacakları yolunda dedikodular çıkınca karalıyorlar. Dün de Digitürk ihalesini Doğan Grubu değil de, Digitürk aldı diye kına yakmışlardı. Oysa Doğan Grubu bu ihaleye teklif vermek için değil, Türkiye Birinci Ligi fırsatçılar tarafından bedavaya satılmasın diye girmişti. Çünkü kirli bir oyunun farkındaydık, bu nedenle meydanı boş bırakamazdık. Nitekim bir gün önce ihaleye girmeyeceğini söyleyen Çukurova Grubu, Doğan Grubu sayesinde ihaleye girmek zorunda kaldı. Sabah Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni gazete okurlarını saf zannetmesin.
Köprü polisi rahatlamış olmalı
İKİ yıl önce Kanal D Haber’in başına geçtiğim zaman bir karar aldım ve bunu bu köşede sizlerle paylaştım. Kanal D Haber, intihar haberlerini ve daha da önemlisi intihar girişimlerini yayınlamayacaktı.
Çünkü psikolog ve sosyologlarla yaptığım görüşmelerde, intihar haberlerinin özendirici olduğunu öğrenmiştim.
Bizim bu kararımız kimilerince eleştirildi.
Ancak biz inat ettik ve intihar haberlerini yayınlamadık. İntihar girişimlerine hiç yüz vermedik.
Ve şimdi sonuçlarını hep birlikte alıyoruz.
Şöyle bir geriye dönüp hatırlayın, Show Haber’in müthiş reytingler yaptığı günlere dönün.
Neredeyse her gün canlı yayında intihar haberleri veriliyor, boğaz köprülerinde her gün onlarca kişi sıraya dizilip kameraların kendisine gelmesini bekliyordu.
Ve şimdiye bakın.
Boğaz köprülerinde intihar girişiminde bulunan neredeyse kimse yok. Arada bir elbette ki, kendini köprüden bırakanlar oluyor, ama artık salya sümük isteklerini yaptırmaya çalışan intiharcılar kalmadı.
Medyanın doğru davranmasının sonuçlarını göstermesi bakımından bence önemli.
İçinizde o günleri ‘arayan’ var mı?
Araştırmanın önünde AKP engeli
YİMPAŞ’la ilgili yazımdan sonra CHP İstanbul Milletvekili Bilhun Tamaylıgil aradı.
Tamaylıgil’le yaklaşık 5 ay önce konuşmuştuk.
‘İslami sermaye’ olarak bilinen ve özü yasadışı para toplamaya dayanan sermaye yapısıyla kurularak, on binlerce vatandaşı mağdur eden şirketlerle ilgili Meclis’e bir araştırma önergesi vermişti. Bilhun Hanım, o önergeyi hatırlattı.
Tamaylıgil ve arkadaşlarının verdiği araştırma önergesi halen gündemde 2. sırada bekliyormuş.
Önergenin 20.05.2004 tarihinde AKP Grubu’nun da kabulü ile gündeme alınması söz konusu olmuş, ancak aynı gün AKP Grup Başkanvekilleri kendilerinin de aynı yönde bir araştırma önergesi vereceklerini ve iki önergenin bir hafta sonra birlikte görüşülmesini talep etmişler. CHP tarafı ‘uyumlu çalışma prensibi’ içinde bir haftalık süreyi beklemeyi kabul etmiş. Ancak o tarihten sonra bu konu başlığında AKP’den herhangi bir talep gelmemiş.
İlginç...
Çünkü AKP’nin üst düzeyinde bu tip holdinglerden büyük rahatsızlık duyulduğunu biliyorum.
En yetkili ağızlar, defalarca bu konudaki rahatsızlıklarını dile getirdiler ve bir şeyler yapmanın gerekliliğinden söz ettiler.
Vatandaşın mağduriyetini önleyecek böylesine önemli bir konuda AKP’nin, Meclis’in harekete geçmesini engellemesini anlamak mümkün değil.
Vardır elbet bir ‘bildikleri, tanıdıkları’.
Zonklama sürüyor
BAZI meslektaşlarımız her gün, düzenli olarak AKP iktidarına ve genel olarak siyasete ağır biçimde yüklenen, hatta zaman zaman söven yazılar kaleme alıyorlar.
AKP’den hoşnut değilseniz, siyasetten zaten nefret ediyorsanız bu yazılar hoşunuza gidiyor.
Ama bu yazılar Türkiye’nin derdine derman olmuyor.
Ne kısa, ne de uzun vadede çözüm getiriyor.
Tam aksine çözümsüzlüğü, kamplaşmayı, inatlaşmayı körüklüyor.
Ve temelde hiçbir işe yaramıyor. Sadece yazanın kendisinin önemli bir iş yaptığını zannetmesine, okuyanın da birkaç dakikalığına rahatlamasına neden oluyor. Aynen aktaracağım fıkradaki gibi:
‘Bir cumartesi sabahı iki genç kadın golf oynuyorlar. Sarışın olan topu dikiyor ve öyle bir vuruyor ki, havada kurşun gibi uçan top bir sonraki delikte vuruş yapmaya hazırlanan bir adama hızla isabet ediyor.
Kadınlar dehşet içinde adamın yanına koşuyorlar.
İsabet alan erkek, iki elini bacaklarının arasında birleştirmiş kıvranıyor.
Topa vuran sarışın, adamın yanına gidiyor ve özür dileyerek, ‘Lütfen izin verin size yardım edeyim. Fizik tedavi uzmanıyım ve çektiğiniz acıyı azaltabilirim’ diyor.
Adam ‘Yoo gerek yok’ diyor, ama kadın ısrarlı: ‘Merak etmeyin, birkaç dakika içinde eskisinden iyi olursunuz.’
Adam, ‘Önemli değil. Birkaç dakika içinde acısı geçer’ falan diye geveliyor, ama kadının ısrarları karşısında ‘Peki tamam’ diyor.
Bunun üzerine kadın, yumuşak hareketlerle adamın ellerini birbirinden ayırıyor ve iki yanına sarkıtıyor.
Sonra adamı çimlere yatırıyor. Pantolonunun kemerini açıp elini içeri sokuyor ve masaja başlıyor.
Birkaç dakika sonra adama soruyor: ‘Şimdi nasıl hissediyorsunuz?’
‘Harika’ diyor adam, ‘Harika hissediyorum, ama başparmağım hálá fena halde zonkluyor.’
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Çalışma arkadaşlarımıza verdiğimiz önem derecesinde onların da bizi önemsediğini idrak edebildiğimiz zaman.
İZİN
Sevgili okurlar, bu yılki iznimin bir bölümünü kullanmak için gidiyorum. Köşe 10 gün kapalı. Kusura bakmayın.
Yazının Devamını Oku 16 Temmuz 2004
İLK kez bir başbakan, Yüce Divan’lık oldu. Yanında da bir dönemin ‘önemli’ isimleri. Umarım bir dönemin hesabı iyi sorulur. Çünkü özellikle Güneş Taner’le ilgili yıllarca kafamızda oluşan soru işaretlerinin yanıtlanması lazım. Karamehmet, Uzan ve Korkmaz Yiğit gibi çetrefilli işlerde Güneş Taner hep vardı. Bu arada bu aklama paklama işleriyle ilgili olarak Burak Elmas güzel bir fıkra yollamış. Onu da nakledeyim. Memleketin birinde 3 kez camiye gitmeyeni idam ediyorlarmış. Ama idam edilmeden önce 3 dileğini yerine getiriyorlarmış. Vatandaşın biri de 3 kez camiye gitmemiş ve yakalanmış. İdam edilmeden önce sormuşlar: ‘1. dileğin ne?’ Adam: ‘Vezirin karısıyla yatağa gireceğim’ demiş. Vezir ‘Olmaz’ dese de padişah, ‘Mecbur’ demiş ve adam vezirin karısıyla beraber olmuş. Adam 2. dilek olarak padişahın karısıyla beraber olmak istemiş. Bu sefer padişah ‘Hayır’ demiş, ama herkes itiraz edince mecburkalmış. ‘Son dileğin ne?’ sorusundan sonra adam, bir vezire, birpadişaha bakmaya başlamış. Vezir bakmış ki, namus elden gidecek. ‘Ben bunu sanki camide gördüm gibi geldi’ deyince padişah da: ‘Ne gibisi lan! Yanımda kılıyordu.’Ahmet Yıldırım, Okan’a adamlık dersi versinGEÇEN hafta Okan Buruk’un sözlerini gazetelerde okuyunca çok üzüldüm. Gencecik çocukların, gittikleri camiaya yaranmak için ‘Yalan’ söylemeleri beni hep üzüyor. Okan, Beşiktaş’ı tercih ettiğini söylüyor ve Galatasaray’a sallıyor. Çünkü yeni camiasına yaranacak. Herkes bilsin ki, bu tip adamlardan kimseye hayır gelmez. Üstelik de Okan Buruk, doğru söylemiyor. İşin aslı şu. Inter Kulübü, bu yıl Okan’ı kiralayabileceğini Galatasaray’a bildirdi. Galatasaray yönetimi konuyu tartıştı ve Inter’e, ‘Emre ile beraber kiralarsanız olur. Tek başına Okan’la ilgilenmiyoruz’ yanıtını verdi. Inter Kulübü de Emre’yi vermeyince Galatasaray, Okan’ı almadı. İyi de yaptı; çünkü ihtiyacı yoktu ve üstüne üstlük Galatasaray taraftarı Okan yüzünden kaçan şampiyonluğu unutmamıştı. Okan da Beşiktaş’a geldi. Gelir gelmez de Galatasaray’a sallamaya başladı. Tabii adamlık kolay değil. Okan, bunun için yeni takım arkadaşı ve eski takım arkadaşı Ahmet Yıldırım’dan ders almalı. Ahmet Yıldırım, Beşiktaş’a transfer olduğunda Beşiktaşlı bir yönetici Ahmet’e ‘Büyük bir camiaya geldin’ diye başlayan bir nutuk atmaya yelteniyor. Ahmet Yıldırım kibarca yanıtlıyor: ‘Merak etmeyin efendim. Ben büyük camianın ne demek olduğunu iyi bilirim. Galatasaray’dan geliyorum.’Biliyorum ki, Ahmet yarın başka kulübe gitse, Beşiktaş için de aynı şeyleri söyler. Tabii Okan da... Deja vuAVUSTURYA polisi, Alaattin Çakıcı’yı yakalayınca sormuş: ‘Ne iş yaparsın?’Çakıcı yanıtlamış: ‘Kaçarım, yakalanırım, kaçarım, yakalanırım.’Şaka gibi ama Çakıcı bir kez daha kaçtı ve bir kez daha yakalandı. Çakıcı Türkiye’de ‘araziye uyduktan’ sonra ilk kez Milano’da, Duomo Meydanı’nda eller cebinde dolaşırken görülmüştü. Ardından Viyana’ya gitti. Orada da son derece rahat hareket ediyordu. Türkiye ile iletişimi de kopmamıştı. Yakınlarının telefonları dinlendiği için Türkiye’ye Avusturya’daki bir GSM şebekesinin SİM’ini yollamıştı ve yakınları kendisiyle bu telefonla temas kuruyorlardı. Böylece dinlenme ihtimalini de ortadan kaldırmıştı. Ancak Türkiye’nin kendisini yakalayamayacağından o kadar emindi ki, yurtdışında rahatça dolaşıyordu. Çakıcı’nın üzerinde bu kez de bir yeşil pasaport var.Yani eski bir filmi tekrar izliyor gibiyiz. Geçen sefer yakalandığında Çakıcı’nın pasaportu kırmızı, yani diplomatikti. Pasaportun Çakıcı’ya kimin tarafından sağlandığı, o zaman bu köşede yazılmış ve ciddi bir kıyamet kopmuştu. Çakıcı’nın kırmızı pasaportunu, bir MİT görevlisinin temin ettiğini yazmıştım. Bu kez pasaport yeşil. Demek ki, Çakıcı’nın devlet içindeki bağlantılarında zayıflama var. Şimdi Çakıcı, Türkiye’ye iade edilecek. Sonrasında yine aynı film. Bu iş artık komediye döndü. Hep birlikte gülüyoruz. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Karnı tok olduğu halde gözü aç olanların hiçbir zaman mutlu olamayacaklarını anladığımız zaman.
button
Yazının Devamını Oku