Fatih Altaylı

Kaldı 270 dakika

19 Haziran 2002
<B>MİLLİ </B>Takımımız Dünya Şampiyonluğu yolunda dakikaları <B>‘eritiyor’</B>. Geçen hafta ‘Kaldı 360 dakika’ demiştik.

Dün Japonya’yı yendiğimiz maçın son düdüğüyle birlikte artık önümüzde sadece ‘270 dakikalık’ bir yol kaldı.

Japonya karşısındaki futbolumuza ‘iyi, kötü, vasat’ diyecekler çıkabilir.

Benim bu maçta oynanan futbolla ilgili yorumum ise ancak ‘Gerektiği gibi oynadık’ olabilir.

Şenol Güneş ‘eksantrik ve yaratıcı’ teknik direktör olma sevdasına kapılmadan, Emre Aşık’ın yerine Alpay, Emre Belözoğlu’nun yerine de Ergun’u sahaya sürdü.

Yüzde yüz doğruydu.

Bu yüzden de sırıtmadı.

Alpay bir-iki küçük hata dışında Emre’yi aratmadı.

Ergun ağır yükün altında bocalasa da idare etti.

Hakan Şükür turnuvanın başından beri ‘en iyi’ topunu oynadı.

Hasan Şaş ise iki handikapla sahadaydı.

Biri ‘starlaşma’ dürtüsü, diğeri ise ‘yakın markaj’.

Hasan ‘büyüklüğünü’ kanıtlamak için, ‘imkánsızı’ başarmaya kalktıkça hata yaptı.

İkinci yarıda markaj azalınca ve ‘kendi gibi’ oynamaya başlayınca‘yaratıcı’ oldu ama tam da o sıralarda Şenol Güneş tarafından oyundan alındı.

Şenol’un bu maçtaki ‘tek’ ama ‘büyük’ hatası da bu oldu zaten.

Japonya’nın ‘baskılı’ oynamış olması kimseyi aldatmasın.

Maçın tamamında ‘kontrol’ bizim çocuklardaydı.

Oyunu ‘istediğimiz gibi’ oynattık.

Çünkü tecrübeliydik.

Şimdi kaldı 270 dakika.

Bundan sonrasında ‘iyi kasan’ kazanır.

Türk Milli Takımı’nın nüvesini oluşturan Galatasaray, Avrupa’nın ‘en iyi kasan’ takımı olduğuna göre pek sorun olmayacak.

Ben Şenol’un yerinde olsam, biraz da penaltı çalıştırırım.

Kim bilir belki de kupa öyle gelecek..

Ama ondan önceki hedef kalan dakika sayısını 180’e indirmek.

Senegal’in Fransa’yı yendiğine bakmayın.

Futbol öyle bir oyun değil.

Şampiyonu yenen şampiyon olmuyor.

Öyle olsa, Fenerbahçe Avrupa Şampiyonu olurdu.

Japonya’yı yenen ülkenin başbakanına bak


JAPONYA’yı yenmişiz, millet kanal kanal dolaşıp ‘coşku’ arıyor. Bütün televizyonlar ‘meydanlardan’ naklen yayın yaparak, ortak coşkuyu körüklüyorlar.

Ben de elimde ‘uzaktan kumanda’, ‘mutlu’ Türkleri izleyerek eğleniyorum.

Tam o sırada NTV’de ‘coşkulu yayın’ kesiliyor ve karşımda Bülent Ecevit.

İçim kararıyor.

Unuttuğum, unutmaya çalıştığım tablo karşımda.

Bir tarafta teknolojide, ekonomide, gelişmişlikte, milli gelirde ve milli giderde yanına yaklaşamayacağımız Japonya’yı deviren çocuklarımız ve buna sevinen insanlar, diğer yanda ise ‘Neden Japonya gibi olamıyoruz?’ sorusunun yanıtı. Bütün kanallarda ‘coşku’, NTV’de ‘karamsarlık’.

Bir tarafta ‘dinamik’ Türkiye yayını, diğer tarafta bu yayını kesip araya sızan ‘bitik siyaset’ manzarası.

Biz Şenol Güneş’e kızıyoruz, ‘Bu milli takımı taşıyamıyor’ diye, peki sizce Başbakanımız, bırakın bu ülkeyi, ‘kendini taşıyabiliyor mu?’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Uluslararası dolandırıcılar, parlamenter dokunulmazlığı peşinde koşmadıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Askeri lise sınavında fırsat eşitsizliği

18 Haziran 2002
<B>BİR </B>yakını askeri lise sınavına giren okurum, müthiş bir <B>‘adaletsizliğe’ </B>dikkat çekiyor. Size sınava giren iki öğrencinin doğru ve yanlış yanıt sayılarını vereceğim önce:

Öğrenci A’nın Türkçe’de 22 doğru, 6 yanlışı, Sosyal Bilgiler’de 3 doğru, 11 yanlışı, Matematik’te 11 doğru, 14 yanlışı ve Fen Bilimleri’nde 11 doğru, 14 yanlışı var.

Öğrenci B’nin ise Türkçe’de 25 doğru, 5 yanlışı, Sosyal’de 9 doğru, 3 yanlışı, Matematik’te 23 doğru, 4 yanlışı ve Fen Bilimleri’nde 12 doğru, 7 yanlışı var.

Yani öğrenci A’nın yaklaşık 36 net doğrusu, öğrenci B’nin yaklaşık 64 net doğrusu var.

Sizce bu durumda sınavı hangisi kazanır?

Öğrenci B diyenler yanıldılar.

Çünkü sınav sonrasında gelen yanıtta öğrenci A’nın 80,749 puan alarak Kara ve Hava Liseleri’ni kazandığı bildiriliyor.

Öğrenci B ise çok daha başarılı olmasına rağmen 76,791 puan alıyor ve astsubay hazırlama okulunu bile kazanamıyor.

Peki gerekçe ne?

Sınava giren öğrenci A’nın babası da asker.

Bu nedenle öğrenci A’ya sınavda ‘ek puan’ veriliyor.

B’nin babası ise bir ‘mühendis’, yani ‘ek puanlık’ bir durumu yok.

Okurum soruyor:

‘Benim oğluma da ÖSS’de mühendislik fakültelerine girmek isterse ek puan verilecek mi?’

Pek zannetmiyorum. Ama bu durumun Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan ‘eşitlik’ ilkesine pek de uygun olduğunu düşünmüyorum.

Çünkü burada net bir biçimde, ‘Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz’ diye yazıyor.

Anayasal düzeni korumayı kendine görev edinmiş bir kurumun, Anayasa’ya aykırı iş yapıyor olması doğrusu bana ilginç geldi.

Ameliyat


HİKÁYE THY Hannover Müdürü Sevgili Metin Kalyoncu’dan.

Yaşlı adam ameliyat olacakmış.

Ameliyatı cerrah olan oğlunun yapması için ısrar etmiş.

Çok daha uzman doktorlar olduğu halde, bu ısrarın nedenini soranlara ise ‘Onun bu ameliyatı çok iyi yapmasını sağlayacak formülü biliyorum’ diyormuş.

Ameliyat günü gelmiş ve ameliyathaneye giderken oğlunu yanına çağırmış ve şöyle demiş:

- Oğlum, zor bir ameliyat biliyorum. Bana bir şey olursa sakın üzülme. Zaten gelmeden annenle de konuştuk. Eğer bana bir şey olursa, eşyalarını alıp sizin yanınıza yerleşmesine karar verdik. Seninle ve geliniyle daha mutlu olur.

O nedenle rahat ol.

Ağır bir sahtekárlık


ÖSS’de sahtekárlık yaparken yakalanan ‘öğretmen’ çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakılmış.

Büyük olasılıkla, çok küçük bir ceza ile kurtulacak, hapse bile girmeyecek.

Çünkü ‘kız kılığına’ girerek başkasının yerine sınava girmesi ‘pek de önemli’ sayılmayacak basit bir sahtekárlık muamelesi görecek.

Oysa iş hiç de öyle değil.

Bu ‘sahtekár’ aslında on binlerce kişinin hayatını ‘etkilemeye’ çalışırken yakalandı.

Öyle ya, bu kişi yakalanmayıp başarılı olsa, sınav sonuçları baştan sona değişecek, herkesin yeri kayacak ve binlerce genç mağdur olacaktı.

Bir sahtekárlık, binlerce kişinin hayatını değiştirecekti.

Bu kadar geniş kitleleri etkileyecek bir sahtekárlığın ‘basit’ bir sahtecilik olayı gibi yargılanması ve buna dayanılarak da ‘elini kolunu sallayarak’ adaletten kurtulması, doğrusu kanıma dokundu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Babalar Günü de Anneler Günü kadar ihtişamlı kutlandığında. (Bu köşeyi özel amaçlara alet ettiğim için özür dilerim.)
Yazının Devamını Oku

Bir ülkenin geleceği Azrail'e bırakılır mı?

17 Haziran 2002
<B>YUNAN </B>hükümetine sunulan Türkiye raporu, doğru tespitler içeriyor.Ecevit'e ‘‘bir şey’’ olması halinde Türkiye'de ‘‘kaos ortamı’’ oluşabilir diyen bir rapor.

Yunanlı komşularımız, Türkiye'nin geleceği konusunda bizden daha duyarlı davranmışlar. Çünkü Türkiye bu yönde bir ‘‘tespit’’ yapma gereğini bile duymuyor.

Yazgısını Ecevit'in yazgısına bağlamış, geleceğini Azrail'e emanet etmiş bir durumda.

Ecevit ve eşi ise ‘‘koltuktan musallaya’’ felsefesi içinde.

Kendilerinden sonra ne olacağı umurlarında değil.

Ama Türkiye'nin bunu umarsaması gerekiyor.

Ve bir an önce önlem alması.

Ecevit'in sağlığını ‘‘ilk olarak’’ tartışmaya açan gazeteci olduğum için ‘‘ağır’’ eleştirilere maruz kaldım. ‘‘Terbiyesiz’’ oldum, ‘‘densiz’’ oldum, ‘‘saygısız’’ oldum.

Başyazarımız Oktay Ekşi bile bu konudaki yazılarımı ‘‘onaylamadığını’’ söyledi.

Aradan zaman geçti.

Ecevit'in sağlığı artık milli takım kadar konuştuğumuz bir konu.

Sadece biz değil, dünya konuşuyor.

‘‘Ecevit'ten sonra ne olacak?’’

Seçime kadar Ecevit'in ölmeyeceğinin garantisi ne?

‘‘Zamanında’’ yapılacak bir seçime kadar Bülent Bey, en azından ‘‘hukuken’’, ‘‘bir şekilde’’ yaşatılacak mı?

Böyle bir şey olamayacağına, en azından olmaması gerektiğine göre, neden şimdiden ‘‘pozisyonlar’’ alınmıyor.

Türkiye'nin umudu olan ve umut olmaya ‘‘yakışan’’ Derviş'i niye bekletiyoruz?

Halkın gözünde DSP Genel Başkanı olmaya en layık isim olan İsmail Cem'in genel başkan adaylığını açıklamak ‘‘Azrail’’e mi kalacak?

Seçime gitmek için ille Ecevit sonrası ‘‘kaosunu’’ yaşamalı mıyız?

Neden karşıdan bize doğru gelen trenin üzerine tam gaz gitmeyi tercih ediyoruz.

Şebinkarahisarlıların damadı olmak, Ecevit'i ve ülkeyi kurtarmaya yetecek mi?

Biz ‘‘deli’’ miyiz?

Azrail'in keyfine emanet ettiğimiz bu ülkeye yazık değil mi?

Yine Uzanlar yine Bakan'a şantaj


UZAN Ailesi'ne ait medya kuruluşlarından Star Gazetesi yine bir bakanı ‘‘hedef tahtasına’’ koydu.

Daha önce kendilerine ‘‘baraj ihalesi’’ almalarını engelleyen ve Çukurova Elektrik ve Kepez Elektrik'e ‘‘müfettiş’’ yollayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ı ellerindeki gazete yoluyla ‘‘yıpratma’’ya çalışan Uzan Ailesi, şimdi de Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ü hedef aldı.

Türk'ün ‘‘hedefe’’ koyulmasının nedeni ise Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilen bir ‘‘soru önergesini’’ yanıtlamış olması.

Benim Uzan Ailesi'nin ‘‘ilginç işlerini’’ konu alan yazılarım üzerine, yaklaşık 7-8 ay önce İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı Meclis'e bu konuda pek çok yazılı soru önergesi vermişti.

Bunlardan Adalet Bakanı'nın yanıtlaması istemiyle verilen soru önergesi ‘‘Uzanlar ve şirketleri hakkında açılmış davaları ve bu davaların akıbetini’’ soruyordu. Bu soru önergelerini veren İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı, bir süre önce zamansız bir şekilde ‘‘öldü’’.

Adalet Bakanı Türk, rahmetli İsmail Aydınlı'nın verdiği soru önergelerini geçen hafta yanıtladı.

Bakan Türk, Anayasa'nın verdiği emir doğrultusunda ‘‘işini’’ yapmış ve Türkiye'deki mahkemelerden Uzanlar'la ilgili davaların dökümünü istemişti.

Bu dökümün ‘‘ele geçen’’ bölümü Meclis'te açıklandı.

Hayli kabarık bu dosyanın açıklanması Uzanlar'ın hoşuna gitmedi.

Ve hemen Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ü ‘‘hedef tahtasına’’, yani gazetelerinin manşetine koydular. Türk'ün bir yolsuzluğu, bir rezilliği olmadığı için de, görevden dolayı yaptığı işleri, sanki birer hataymış gibi kamuoyuna duyurmaya, Bakan'ı yıpratmaya başladılar.

O gün bugündür Bakan Türk, neredeyse her gün Star'ın sürmanşetinde.

Uzanlar'ın bugüne kadar işlerini nasıl yürüttüklerinin canlı bir simgesi olarak, Star'ın hedef tahtasında.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Şantaja boyun eğenin, şantajcı kadar alçak olduğunu unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

MHP’li bakanın kadroları

15 Haziran 2002
<B>DEVLET </B>Bakanı MHP’li <B>Tunca Toskay,</B> son dönemlerde <B>‘bürokrat yeme makinesi’ </B>gibi çalıştı.‘Ülküsüne’ uymayanı postaladı.

Hatta Kürşat Tüzmen gibi başarılı adamlar bile onun ‘değirmeninde’ öğütüldüler. Tunca Toskay’ın değirmeni bir yandan adam öğütürken, bir yandan da ‘yüzde yüz Tunca malı’ ürünleri piyasaya sunmuyor değil. Anlayacağınız, bürokratları işsiz bırakan Devlet Bakanı Tunca Toskay kendi eş dost ve akrabalarını iş sahibi yapıyor. Hem de kendisiyle ilgili kurumlarda. Mesela ablasının kızı Yüksel Kulluk Hanımefendi 5 aydan beri İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri’nde çalışıyor. Hem de ‘Fuar Teşvik’ bölümünde. Peki Tunca Toskay’ın ‘yeğeni’ fuarcı mı? Hayır. Eczacı... Eczacı ama ‘ne iş olsa yapan’ eczacılardan anlaşılan. Benim de ‘dayım’ bakan olsa, ben de ne iş olsa yaparım..Olay bu kadarla bitmiyor.

Bakan Toskay bir anlamda İş ve İşçi Bulma Kurumu gibi.

Bir başka akrabası, Alp Esi Beyefendi de, İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’nde ‘araştırmacı’ olarak işe girmiş.

Peki Alp Esi’nin asıl işi ne?

Bilinmiyor. Çünkü ortaokul mezunu. Rivayet bir ara badigardlık yaptığı yolunda. Şimdi araştırmacı.

Allah bilir ne araştırıyor.

Tunca Toskay’ın akrabası Alp Esi’nin ‘eşi’ de 3 ay önce Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde sekreter olarak işe başlamış.

Onun da eğitim durumu eşi ile aynı.

Dış Ticaret’in bağlı olduğu Bakan ‘özerk’ kuruluşlar olan ihracatçı birliklerini ‘akraba istihdam birlikleri’ olarak kullanıyor.

Sonra da MHP ‘Hükümetten çekiliriz’ diye tehdit savuruyor.

İnanmayın.

Bu kadar ‘geniş bir aile’ ile hiçbir yerden çekilemezler.

Çekilseler bile hayli vakit alır.

Onurun riski


FUTBOLCULARIMIZ Milli Takım hakkında eleştiriler yapan gazetecilere öfkeliler.

Terbiye sınırını aşan bir öfke.

Bazen gazeteciler de futbolculara karşı ‘terbiye sınırını’ aştıkları için ‘genç çocuklara’ kızamıyorum ama yine de ‘yakışıksız bir tavır’ içinde olduklarını söylemek lazım.

Her şeyden önce ‘aşırı’ bir ‘alınganlık’ içindeler. Çünkü onlara bir şey söyleyen yok. Şenol Güneş’in ‘taktik’ hataları eleştiriliyor. Bundan daha normal bir şey de yok. Rüştü ise internet sitesinde ‘Bir gecede vatan haini olmak ya da bir gecede ulusal kahraman olmak. Türkiye’de yaşıyorsanız bu mümkün’ diye yazmış. Doğru bir tespit. Ama yaptıkları işin ‘karakteri’ bu.

Kişi başına yıllık ortalama gelirin 2000 dolar seviyesinde olduğu bir ülkede yılda birkaç milyon dolar para kazanıyorsanız, Dünya Kupası’nda bir üst tura çıkma primi olarak 75 bin doları, yani ortalama bir Türk’ün 35 yıllık toplam gelirini 3 maçta cebe indiriyorsanız böyle bir riskle de karşı karşıya olursunuz.

Bu ‘bizim gibi’ toplumların kaderidir. Ama buna karşılık futbol hayatınız boyunca hiç kimse size ‘Yıllık geliriniz üzerinden kaç para vergi ödediniz?’ gibi sualler sormaz. Hatta sıradan vatandaşa kapalı pek çok kapı size açılır.

Sevgili Rüştü kardeşim bilir mi bilmem ama ‘ulusal kahraman’ olmak tam da böyle bir iştir.

Gece taarruzu ‘zaferle’ noktalanırsa ordu komutanı ertesi sabah ‘kahraman asker’ olarak nişan takar.

Ordu yenilirse komutanın ertesi sabah takacağı nişan değil, ‘yağlı ilmek’tir.

Kahraman olma onuru ile hain olma riski ne yazık ki bazen birbirine bu kadar yakındır. Hele hele futbol gibi ‘basit’ bir oyuna, oyundan çok öte ‘anlamlar’ yüklenen ülkelerde.

Kupa almayı bilenler


‘KUPAYA 360 dakika var’ diye yazınca bazıları ‘Yine salladın’ dediler. Daha önce de ‘sallamıştım’ ama o sefer UEFA Kupası gelmişti. Bugün de sahada aynı takım var. Hagi’nin yerinde Yıldıray, Taffarel’in yerinde Rüştü ve Ömer. Gerisi UEFA Kupası’nı kaldıran kadro. Yani bu işi bilenler.

O yüzden ‘olmaz’ demeyin.

Olmaz olmaz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bakanlar söyledikleri doğruların arkasında durmaktan korkmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Siyaset değil söylenti krizi

14 Haziran 2002
<B>DOLARIN </B>yükselişi ve piyasalardaki tedirginliği sadece siyasetteki <B>‘kargaşaya’ </B>bağlayanlar var. Bunlar büyük yanılgı içindeler.

Çünkü tek neden ‘siyaset’ değil.

Tam aksine, ‘bazı bankaların’ durumlarının ‘ortaya çıkması’ nedeniyle piyasalarda tedirgin bir bekleyiş yaşandı.

BDDK içinde sert tartışmalar oldu.

Çok büyük bir özel sektör grubu ‘gitti geldi’.

Ve sonunda sular ‘şimdilik kaydıyla’ da olsa duruldu.

Siyasette de aynı durgunluk olursa, kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Kaldı 360 dakika

ŞENOL Güneş’e rağmen ikinci turdayız. Kupayı kaldırdığımız güne kadar ‘Şenol Güneş’e rağmen’ diye yazmaya devam edeceğiz.

Kupayı kaldırmayı başarırsak, her şey unutulacak.

Ama artık ‘kupayı istiyoruz’.

Çünkü rakiplerimizin büyük bölümü ilk turda elendiler ve kalanlar arasında Türkiye’nin yenemeyeceği takım yok.

Bir Brezilya diyebilirdik ama onu bile yenebilecek güçte olduğumuzu ilk maçta test ettik.

Şenol Güneş yine hatalar yaptı.

Şenol hep bir maç önceyi oynuyor.

Geçen maç oyundan alması gereken Yıldıray’ı ve Tugay’ı bu maçta oyundan aldı.

Oysa bu ikili oyundan alındığı zaman, topa basacak teknik adam ihtiyacımızın zirvede olduğu andı.

Oyundan alınması gereken oyuncu Hakan Şükür’dü ama Şenol almadı.

Onu da bir dahaki maça alır artık.

Savunmada ise birbirini iyi tanıyan ve Avrupa’nın en iyi forvetlerine kafa tutmuş Bülent-Emre ikilisini oynatmayı en sonunda ‘akıl etmiş’ olması önemli bir gelişmeydi.

Dünya Kupası’nda her gün üç gol atıyormuşçasına ‘tepkisiz’ goller atan Hasan Şaş, kupanın en iyi 11’inde.

Maçın da en iyisi. Ve bence şu ana kadar turnuvanın da en iyisi.

Her tur kendi fiyatına 1 milyon, bonservis fiyatına da 5 milyon dolar koyarak ilerliyor.

Finale çıkarsak Hasan Şaş, 5-6 milyon dolarlık adam olur.

Bonservisi ise 40 milyon doları bulur.

Galatasaray’ın bu muhteşem adama yıllık 2.5 milyon dolar verip sözleşme yapması şart.

Yoksa gider.

Artık Türkiye, şampiyonluk adaylarından biri.

Ve bu iş hayal değil.

Artık tek tek düşünülecek 4 adet 90 dakika var.

Galatasaray, UEFA Kupası’nda ilerlerken, yine aynı şeyi yazmıştım ve bana gülmüşlerdi.

Kopenhag dönüşü ben gülüyordum.

Şimdi de aynı şey olabilir.

Şenol’a rağmen veya Şenol’la birlikte şampiyon olabiliriz.

O takımın yarısı bunun mümkün olduğunu deneyimle biliyor.

Öyleyse neden olmasın?

Ayaklarınız konuşsun

SOYUNMA odasında futbolcular basına küfretmişler. Ayıp etmişler.

Eleştiremeyecek miyiz? Ya da onların kötülüğü için mi eleştiriyoruz?

Hakan Şükür, gazeteciler hakkında ağır konuşuyormuş.

Çenesi değil, ayakları konuşsun. O zaman daha çok dinlenir sözü. Biz onların başarısını istemiyor muyuz zannediyorlar. Dün bir genç yanıma geldi.

‘Fatih Abi, bu maçı kazanmamızı istemiyorum. Şenol hak etmediği bir başarının sahibi olacak’ dedi.

Kızdım.

‘Bu maçı ve bu kupayı kazanmayı isteyeceksin. Ama bu maçı kazandık diye Şenol’un hatalarını da görmezden gelmeyeceksin. Doğru olan budur’ dedim. Ama bazı spor yazarları, başta Ömer Üründül, bitiş düdüğüyle birlikte 180 derece döndüler.

Güldüm onlara. Sonuçlar doğruları değiştirmez.

Bunu hiç unutmayalım.

Uluç beni anlamamış

HINCAL Uluç bana kızmış. ‘Ben geri zekálı demedim. Geri zekálılıktır dedim’ diye kendini savunuyor ve beni okuduğunu anlamamakla itham ediyor. Ben ‘lı’ veya ‘lılık’ ayırt etmiyorum. Diyorum ki: ‘Geri zekálılık bir hastalıktır. Zihinsel engelli olma durumudur. Bu bir eleştiri veya bir hakaret olarak kullanılamaz. İster isim olsun, ister sıfat.’ Bilmem anlatabildim mi Hıncal Abi?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ahlaksız adamlar papaz karısı becermekle övünmediği, bu rezalet matah bir durummuş gibi gösterilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Genel Başkan Cem Genel Sekreter İbo

13 Haziran 2002
<B>NE </B>dediysek o. <B>Cem Uzan </B>siyasete giriyormuş. <br><br>Son <B>‘‘konseri’’</B>nde açıkladı. Herhalde ‘‘adamı’’ İbrahim Tatlıses ile birlikte girecek.

Tatlıses'e verdi parayı, ‘‘aldı’’ kanalına.

Fakat oy konusu zor çamaşır.

Parayı basarsa onu da alır mı acaba?

Parti kuracak diye konuşanlar var.

Cem Uzan'ı tanıyanlar diyorlar ki, ‘‘Parti kurmaz. Bir partiye girer’’.

İyi de hangi parti onu kabul edecek?

Yine Cem Uzan'ı tanıyanlar diyor ki, ‘‘Elindeki medyayı kullanır. Hem parasal, hem de medya desteği verir. Gerekirse karalar. Elindeki belgelerle tehdit eder. Tehdide en açık parti genel başkanı hangisi ise onun partisine girer’’.

Bilemem.

Ama Türkiye'de siyaset henüz bu kadar ‘‘batmadı’’.

ABD'de yargılan, dünyanın pek çok şirketinin ‘‘dolandırıcılıkla suçladığı’’, yabancı basında adı ‘‘dolandırıcıya’’ çıkmış biri eğer Türkiye'de siyasete girer ve bir parti onu ‘‘menfaat’’ karşılığı kabul ederse durum gerçekten ‘‘berbat’’ demektir.

Bu arada Cem Uzan siyasete gireceğini ‘‘baba ocağı’’ Adapazarı'nda açıkladı.

Ben aylardır burada, bu gelişi yazıyordum.

İşin ilginci, ‘‘medya etiği’’ konusunda mangalda kül bırakmayan internet sitelerinin hiçbirinde bu konuda bir ‘‘eleştirici’’ göremiyorum.

Korkuyorlar mı, yoksa bir göbek bağı mı var anlamadım ama ‘‘Türkiye'de bir Berlusconi olmamalı’’ diye yırtınan internetin ‘‘azgınları’’, İbrahim Tatlıses destekli ‘‘Sarışın Berlusconi’’ye ilişmemeyi tercih ediyorlar.

Cem Uzan kardeşimiz Türk siyasetine giriyor.

Bir taşla birçok kuş vuracak.

Öncelikle ‘‘dokunulmazlık zırhı’’na kavuşacak.

Kimbilir belki iktidar partisinin milletvekili olacak ve hükümette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak o çok istediği ‘‘baraj ihalelerini’’ kendi şirketine verecek.

Bir bakan olarak hükümetteki ağırlığını kullanarak SPK'nın hakkındaki suç duyurularını engelleyecek.

Hakkında sürmekte olan onlarca dava birdenbire ‘‘duracak’’.

Ve hükümette arkadaşı olan Adalet Bakanı sayesinde yeni davaların da önünü kesecek.

Türk siyasetine Cem Uzan geliyor.

Hem de ‘‘saz heyetiyle’’ birlikte.

Hayırlı olsun...

Ekmeğin KDV'sini bilmeyen siyasetçi


SİYASET erbabı saz heyeti lideri Cem Uzan, son konserinde Adapazarı pazarında ‘‘don satan pazarcı’’ üslubuyla bağırıyor:

‘‘Ey ahali, vatandaşın yediği ekmeğin KDV'si yüzde 8, gazetenin yüzde 1. Olur mu böyle adaletsizlik?’’

Gazetesi de bu ‘‘cehaleti’’ manşet yapıyor.

Canım benim.

Cahilim benim.

Cem Uzan hayatında ekmek mi almış, Türk malı ekmek mi yemiş ki bilsin ekmeğin KDV'sini.

Ama çevresinde de adam yok ki kulağına eğilip fısıldasın, ‘‘Cem Bey, ekmeğin KDV'si yüzde 8 değil, yüzde 1. Böyle konuşursanız rezil olursunuz’’ diye.

Ve Cem bağırıyor:

‘‘Ekmeğin KDV'si yüzde 8 olur mu?’’

Olmaz ‘‘yerli’’ Berlusconi, olmaz.

Sen dedin diye, yüzde 1 olan KDV yüzde 8 olmaz.

NOT: Zannederim bu yazı üzerine, sarışın yakışıklı siyasetçinin konser metinlerini yazan kişinin görevine son verilecektir.

Korkak MHP


MHP'liler ‘‘sevgi’’ dolu fakslar göndermişler. AB'nin Türkiye için doğru olmadığını savunuyorlar.

Ve diyorlar ki, ‘‘Delikanlı olmayan sensin’’.

Yok arkadaşlar.

Ben delikanlıyım.

Ben MHP'nin AB karşıtı olmasına bir şey demiyorum. Diyemem de.

Çünkü MHP çıkıp da, ‘‘AB karşıtıyım’’ demiyor ki.

Asena gibi kıvırtıyor. Nez gibi çalkalıyor.

Çıkıp bağıra bağıra, ‘‘Biz AB'ye karşıyız’’ demeye yüreği yetmiyor.

Ben bunu eleştiriyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Sporcunun aptal, hantal ve ahlaksızını adam yerine koymadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

MHP delikanlı olsun

12 Haziran 2002
<B>MHP'</B>nin karın ağrısı var ama <B>‘‘Bağırsaklarımda gaz var’’ </B>diyemiyor. Halbuki durum ‘‘sıkışık’’.

Eğilip bükülüyor, kıvranıyor.

Soranlara ‘‘Başım ağrıyor’’, ‘‘Kuşum ağrıyor’’ diyor.

Ama böyle söyleyerek, hem kendisine, hem de ülkeye yönelik tedaviyi engelliyor.

Yanlış bilgilerle, yanlış teşhis konuluyor, yanlış tedavi uygulanıyor.

Oysa MHP'nin karın ağrısı var ve nedeni belli.

‘‘Hazımsızlık.’’

Avrupa Birliği'ne girmek için yapılması gerekenler, MHP'nin midesine oturuyor.

‘‘İktidar’’ uğruna mideden geçse, bağırsakta kalıyor.

Kalınca da sancı yapıyor.

Oysa Devlet Bahçeli çıksa meydanlara, aynı Başbuğ'u Türkeş'in ‘‘Ne mozaiği ulan, başlatmayın mozaiğinizden’’ dediği gün takındığı tavırla, ‘‘Ne Avrupa Birliği kardeşim. Biz Avrupa Birliği falan istemiyoruz. Apo'yu da elimizden gelse şuracıkta asarız’’ dese rahatlayacak.

Ama diyemiyor.

Diyemedikçe de kıvranıyor.

İşin kötüsü, biz de onlarla beraber kıvranıyoruz.

Kızmayın, sahip çıkın


MESUT Yılmaz, Avrupa Birliği'ni ‘‘iç politika malzemesi yapmakla’’ ve ‘‘AB yandaşlığını kullanmakla’’ suçlanıyor.

Doğru, Mesut Yılmaz, AB meselesini iç politika malzemesi olarak kullanıyor.

Fakat bundan şikáyet etmeye kimin hakkı var ki?

Eğer AB meselesine sahip çıkmak iç politikada ‘‘avantaj sağlayan’’ bir unsursa, Mesut Yılmaz'ı suçlayacaklarına, bu kozu onun elinden almak için meseleye en az Yılmaz kadar sahip çıksınlar.

Yok eğer değilse, Mesut Yılmaz'ı kendisine oy kaybettiren ‘‘AB enayiliği’’ ile baş başa bıraksınlar.

Toplumun yüzde 70'inin istediği bir gelişmeyi, ANAP'ın tekeline bırakmak, çok büyük bir siyasi akılsızlık değil de ne?

Saçmalıklar


KÜRTÇE isimler rezaleti yüzünden Fransız Le Matin'e de konu olduk.

Muhabir, ‘‘Öfkeli Türk yetkililer’’ diyerek, isimlere açılan davaların komikliğinden söz ediyor.

Aslında rezil oluyoruz. Sibel Can ise mayolu bir fotoğrafıyla bu sayede Fransa'da da gazeteleri süsledi. Olayın tek kárlısı o.

Bu yetmezmiş gibi, şimdi de Hülya Avşar, üzerinde ay yıldız bulunan balonlara ayağıyla vurdu diye soruşturuluyor.

Büyük bir ihtimalle onun hakkında da dava açılacak.

Böylece o da Sibel Can gibi uluslararası şöhrete ulaşabilecek.

Çünkü eminim ki, bu da haber olur.

Bu arada geçen gün asarken bayrak elimden kayıp yere düştü. O yetmezse, üzerinde ay yıldız bulunan çay tabağını kırdım. Bunlar için de birer dava rica ediyorum.

Ben de Avrupa'ya açılacağım da.

Şampiyon Brezilya


GALATASARAYLI kardeşim Ahmet Cemil bir hesap yapmış.

Diyor ki: ‘‘Brezilya kupayı en son 1994 yılında kazanmıştı. Ondan önce de 1970'te. Bu ikisini toplayınca sonuç 3964 ediyor.

Almanya kupayı en son 1990'da kazandı. Ondan önce de 1974'te. 1990 ile 1974'ü toplayınca da sonuç 3964.

Arjantin en son Dünya Kupası'nı 1986'da kazandı. Bir önceki şampiyonluğu ise 1978'deydi. Bu yılların toplamı da 3964.

Bu hesapla içinde bulunduğumuz 2002 yılını 3964'ten çıkarırsak, bu yıl şampiyon olacak takımın hangisi olacağını bulabiliriz.

3964'ten 2002 çıkınca geriye kalıyor 1962. Demek ki, 1962 yılında şampiyon olan takım bu yıl da olacak. 1962'nin şampiyonu kim?

Brezilya.’’

Hesap bu. Yerse...

Tekvando kursuna gidiyorum


İYİMSER dostlar ‘‘Çin'i farklı yeneriz. Kosta Rika da Brezilya'ya yenilir, üst tura çıkarız’’ diyorlar.

Olmaz olmaz. Olabilir. Ama biz Çin'i yenemeyiz. Biz bu ‘‘baş’’la kimseyi yenemeyiz.

Bizim kazanabilmemiz için rakiplerin bize yenilmesi lazım.

Yani biz Çin'i yenemeyiz ama Çin bize yenilirse amenna..

Bu arada hakemlere de artık sövmeyelim.

Koreli bizi yaktı ama Kosta Rika maçında Zimbabveli yan hakem olmasaydı, 5'lik olmamız işten değildi. Hakem yüzünden verdiğimiz 1 puanı, bir başka hakem sayesinde geri aldık.

Kosta Rika kalecisinin tek bir kurtarış dahi yapmadığı maçta bizim takımın en yararlı oyuncusu hakemdi.
Şenol Güneş hakkında ise tek kelime yazmıyorum. Çünkü tekvando kursuna yazıldım. Şenol hakkında yazı yazmaya hazırlanıyorum

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Gazeteciler dışlanma korkusuyla gerçekleri yazamaz hale gelmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Meydanlardaki Anadolu çocuğu

11 Haziran 2002
<B>YENİ </B>bir siyasetçi adayımız var ya, hani şu Anadolu'yu bir grup sanatçıyla birlikte karış karış gezen. Sarışın, yakışıklı, güzel çocuk. Meydanlarda konuşuyor, siyaset yapıyor.

Onun hazırlanmış ama okuyamadığı bir konuşma metni geçti elime.

Bakarsınız haftaya Adana Konseri'nde bu metni okur:

‘‘Merhaba ey hemşerilerim,

Size Karayipler'den selam getirdim.

Şimdi siz bana soracaksınız, ‘Karayipler'den buraya nasıl geldin?' diye.


(Kalabalıktan ‘Nasıl geldin?' sesleri yükselir.)

Çok kolay oldu.

Son olarak aldığım 50 milyon dolar değerindeki Global Express özel uçağımla geldim.


Tabii siz garibanlar hiç özel uçak görmemişsinizdir..

(Kalabalıktan ‘Görmedik' sesleri gelir.)

Anlatayım. İçi ceylan derisidir. Halıları kadifedir. Yatağı, banyosu bile vardır. Müthiştir.

(Kalabalıktan ‘Yakışır abimize' sesleri yükselir.)

Ya Sevgili Adanalılar işte ben buraya bu uçakla geldim.

Neden bununla geldim. Çünkü bu adi iktidar Karayipler'den Adana'ya direkt sefer koymamıştır da ondan.

Ama zannetmeyin ki, buraya kadar o uçakla gelebildim. Onunla Şakir Paşa'ya geldim.

Siz diyeceksiniz ki, peki oradan buraya nasıl geldin.

(Kalabalık sorar: ‘Nasıl geldin?')

Anlatayım. Oradan buraya da şu arkada duran helikopterle geldim.

Siz bilmezsiniz, o helikopter de en az 4 milyon dolar eder. Ama zaten ben işe de onunla giderim.

Neden onunla giderim. Çünkü bu ülkenin iktidarı yolları bozmuştur ve onarmamıştır da ondan.

Sevgili Adanalılar, birazdan size İbo ve diğer dostlarım konser verecek. Gerçi ben daha önce radyolarımda çalan DJ'leri ‘Bu radyoda ayı işi müzikler çalınmayacak' diye kovardım ama şimdi onları seviyorum.

Peki ben konserden sonra ne yapacağım biliyor musunuz?

Anlatayım, benim 50-60 milyon dolar değerinde gariban işi bir teknem var. Az sonra aha bu helikopterime binip, doğrudan tekneme gideceğim. Ve bu sorumsuz iktidar yüzünden kirlenen Türk sahillerinde denize giremeyeceğim için Yunan sahillerine gideceğim.

Bakın şu benim fedakárlığıma sevgili Adanalılar.’’

(Kalabalıktan alkış sesleri yükselir. Herkes bu müthiş fedakárlığa minnet duymaktadır. Arkadan bir saz sesi yükselir. Yanık bir ses böğürmeye başlar. Kalabalık yıkılır. Sarışın, yakışıklı çocuk el sallayarak kameralara gülümser.)

Bu arada bazı vatandaşlar, bazı korumalar tarafından dövülmektedir.

Çünkü onlar kalabalığa uymamış ve sarışın, güzel çocuğu alkışlamak yerine soru sormuşlardır. Basit bir soru:

‘‘Kardeş uçağın, yatın, helikopterin, konserlerin iyi de kaç para vergi verdin son 10 senede?’’

Turistlere F 16 karşılaması


ANTALYA'dan turizmci bir okurum, önemli bir derdini aktarıyor.

Gerçekten önemli.

Okurumun derdi, Hava Kuvvetlerimize ait savaş uçaklarının Antalya ve Alanya üzerinde yaptığı ‘‘alçak eğitim’’ uçuşları.

Okurum şöyle diyor:

‘‘Gözbebeğimiz Silahlı Kuvvetlerimize ait jetler her ne hikmetse eğitim uçuşlarını plajlarımızın hemen üzerinde, yüksek hızda ve müthiş bir gürültü ile gerçekleştiriyorlar. Bu uçuşların nedenini turist misafirlerimize anlatmakta hayli güçlük çekiyoruz. Bu sezon bu hadise üç dört kez tekrarlandı. Hangi akla hizmetle turist dolu plajların üzerinde pike yaparak alçak uçuşa geçiliyor.’’

Turizmci okurun tespiti son derece doğru. Türkiye'ye gelen turist zaten tedirgin.

Bir yanda aklının bir köşesinde Güneydoğu'daki olaylar. Diğer tarafta Irak'a operasyon söylentisi.

Aşağıda İsrail-Filistin.

Kıbrıs zaten dünyanın gündeminde.

Adam tam bunları unutup, ‘‘Bu Türkiye iyi yermiş. Söylenenlere kanmamak lazım’’ diyecek, 200 desibelle üzerine pike yapan uçağın gürültüsüyle şezlongdan fırlıyor.

Olacak şey değil.

Hava Kuvvetleri'nin bu konuda biraz daha dikkatli olması gerek.

Çarşamba günü İstanbul üzerinde alçak uçuş yapan iki jet, ki galiba F 4'tü, beni bile koltuktan hoplattı.

Plajdaki turistin ne hale geldiğini tahmin etmek güç değil.

Eğer Hava Kuvvetleri bu işi ‘‘turistlere animasyon olsun’’ diye yapıyorsa, iyi yapmıyor haberleri olsun.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Fikri ile zikri bir olan, sadece Derviş olmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku