Fatih Altaylı

Derviş siyasetin jokeri oldu

10 Haziran 2002
<B>MHP </B>çekilir mi, çekilmez mi, hükümet ne olur, ne olmaz? Hafta sonu bu tartışma ile geçti.

Durum henüz net değil.

Ama görülüyor ki, AB meselesi AKP dışındaki muhalefetin de goygoyuyla, tam bir iç politika meselesi haline geliyor.

Gelmeli mi?

Bence mahzuru yok.

Seçim bir AB referandumu olarak yapılabilir.

ANAP, CHP, DSP, AKP AB’den yana.

MHP AB’ye karşı.

DYP ve SP ise ‘ne idüğü flu’.

MHP çekilir ve bir seçim havasına girilirse, solda iki isim önem kazanacak.

Biri İsmail Cem, diğeri Kemal Derviş.

Post Ecevit dönemde DSP diye bir partinin kalabilmesi için tek formül var.

Başına İsmail Cem’in geçmesi.

Haklı veya haksız bu halk Cem’i seviyor.

Ecevit’in kişisel oyu artık olmayacağına göre, DSP seçime başında İsmail Cem’le girerse mevcudiyetini korur.

Aksi halde DSP biter.

Kemal Derviş ise ‘kendi farkında olamasa da’ çok önemli bir siyasi figür.

Ve altında yüzde 5 ila yüzde 10 arası bir oy potansiyeli ile dolaşıyor.

Bu şu demek; Derviş’in gireceği parti oyunu en az 5, en çok 10 puan artırır.

Üstelik Derviş’in bu artışı sağlamak için ‘genel başkanlık’ sıfatına da ihtiyacı yok.

Varlığı yeter.

CHP’nin oyu ‘kendi kendine’ artarken, Kemal Derviş’in CHP’ye girmesi bu partiyi uçurur.

Siyaseti bilenler, ‘Deniz Baykal Kemal Derviş’i kahvaltıda yer’ diyorlar ama ben o kanaatte değilim.

Derviş çok akıllı ve şimdiye dek kimse yiyemedi.

Tam aksine ‘yiyen’ oldu.

Belki de, Derviş’in CHP’ye girmesindeki tek engel de bu.

CHP Derviş jokerini alıp kullanmazsa, DSP İsmail Cem-Kemal Derviş ikilisiyle ‘çift okey’e dönebilir.

Ben gidişattan memnunum.

Halkın ‘çok istediği’ AB önünde durulmayacağı ortaya çıktı. MHP bile ‘şerefli bir ricat’ peşinde.

Günler güzel şeylere gebe.

Muhabir kılıklı teröristler


UZAN Grubu’nun açtığı binlerce davadan bir bölümü için ifade vermek üzere cuma günü Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na gittim.

Savcılıkta ifade veriyorum, kapıda bir ‘şerefsiz’, elinde fotoğraf makinesi, gazeteci kisvesinde ‘çaktırmadan’ içeriyi dinliyor.

Yakalandı, uzaklaştırıldı. Sözde gazeteciymiş.

İşim bitti kapıya indim.

Karşımda 5 adet kamera. Ve bir grup adam.

Tamamı Uzanlar’ın.

‘Bir açıklama’ istediler. Yaptım.

‘Gazeteci olarak yerel ve uluslararası dolandırıcılarla, kara paracılarla, hortumcularla mücadelemi sürdürüyorum’ dedim.

Uzaklaşıyorum, birisi kamerasını sırtıma indirdi.

Zaten ‘arızalı’ sırtım, acıyla döndüm.

‘Ne yapıyorsun?’ dedim.

‘Abi emir kuluyuz’ dedi.

Acınacak halde bir zavallı.

‘Canın sağ olsun’ dedim, otomobile yöneldim.

Bu arada kameraman kılıklı badigardlar tarafından tartaklanıyorum sürekli.

Kapıyı açtırmıyorlar.

Birisi mikrofonu uzattı.

‘Bu yazıları yazmak için emir mi aldınız?’ dedi.

‘Evet’ dedim. ‘Emir aldım.’

Patron köpeğinin yüzü güldü.

‘Emir aldım. Babam bana ‘Oğlum, insanların kanını sömüren alçaklarla mücadele edeceksen bu mesleğe gir. Şerefsizlerle kavga edeceksen bu mesleği yap. Bir baba olarak sana bunu emrediyorum’ demişti. Bu emri hayatımın sonuna kadar unutmayacağım’ diye devam edince gülücüğü kayboldu.

Zaten o sırada saldırıya polisler müdahale etti ve otomobilime binip uzaklaştım.

Ama bilsinler ki, beni yıldıramazlar.

Mesnetsiz binlerce dava da açsalar, beni her gün mahkemelere gidip ifade vermek zorunda bıraksalar da, devam ederim.

Karşımdakinin adı, serveti, ruhunun ne kadar aşağılık olabileceği beni hiç ilgilendirmez.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Can malın yongası yapılmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Uzanlar'ın danışmanı, Sportif A.Ş.'de

8 Haziran 2002
<B>GALATASARAY'</B>ın Başkanı Sevgili <B>Özhan Canaydın, </B>kendinden önceki bütün yönetimleri hep acımasızca suçladı. İş bilmemekle, Galatasaray'ın parasını heba etmekle itham etti. Ama kadere bakın ki, kendisi de aynı şeyi daha ilk işinde yaptı. Metz'in 2 milyon 250 bin dolara razı olduğu, Mondragon'a da 700 bin dolar verince bitecek işi, ‘‘Metz'e 1.5'tan fazla vermeyin’’ deyince anlaşma uzadı ve Beşiktaş devreye girdi. Sonunda Metz'e 3 milyon 250, Mondragon'a da senelik 1 milyon dolar verildi. Bu transferde gecikmenin bedeli 4 yıl için 2 milyon 200 bin dolar. Spor yöneticiliğinde böyle şeyler olur deyip, çok da üstünde durmayalım. Ama Canaydın'ın yaptığı bir başka ‘‘büyük hata’’ var ki, üzerinde durmamak olmaz.

Galatasaray'ın borsaya da açık bir şirketi var. Galatasaray Sportif A.Ş.

Bu şirket, Galatasaray'ın en büyük kazanç kapısı. Ve binlerce küçük ortağı olan bir şirket. Bu şirketin yeni yönetim kurulu geçtiğimiz günlerde atandı.

Ve yönetimde yeni bir isim var.

Ateş Ünal Erzen. Uzan Grubu'nun danışmanı. Geçmişte Uzanlar adına Galatasaray Başkanlığı'na talip olmuş bir isim. Diyeceksiniz ki, ‘‘Ne olmuş?’’

Olan bir şey yok ama Sportif A.Ş., Uzanlar'a ait Mavi Reklam adlı şirketle mahkemelik.

Çünkü Telsim'le yapılan sözleşme gereği Sortif A.Ş., Uzanlar'dan yaklaşık 1 milyon dolar alacaklı.

Uzanlar bu parayı vermediği için olay mahkemede.

Sportif A.Ş. bu dava için 300 bin dolarlık mahkeme harcını bile ödedi.

Ve mahkemede Galatasaray'ın karşısında olan kişilerin ‘‘adamı’’, Galatasaray'ın şirketinde yönetici.

Galatasaray Allah korusun o davayı kaybederse, Özhan Canaydın bu konuyu açıklamakta biraz zorlanabilir diye düşünüyorum.

Ateş Ünal Erzen, Canaydın'ın sınıf arkadaşıymış.

Olabilir.

Kendi şirketinin yönetime alabilir.

Ama Galatasaray Sportif A.Ş., arkadaşları ‘‘istihdam’’ yeri olamaz.

Hele böylesi bir pozisyonda.

En büyük tehlike Çiller


TANSU Çiller hiç ama hiç akıllanmayacak gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin en önemli meselesini ‘‘tek gündem maddesi’’ yaparak bir toplantı düzenliyor.

Parti liderlerini davet ediyor.

Tansu Çiller cayırtıyı basıyor:

‘‘Başbakan gelmezse gelmem, gelirsem de hükümet meselesini konuşurum.’’

Bunun adı hiçbir şey değilse, siyasi nezaketsizliktir. Bu ülkenin en üst kurumunun başındaki insan, devleti simgeleyen kişi, bir toplantı ve çağrı yapıyor. Meclis'e zar zor kapağı atmış, geçmişi başarısızlık dolu bir siyasetçi, toplantıya katılmak için şartlar öne sürüyor.

Yetmiyor, bir de kendine göre ‘‘gündem’’ belirlemeye çalışıyor. Türkiye'nin bütün partileri orada Türkiye'nin önündeki on yılları etkileyecek hayati bir meseleyi konuşuyorlar, Tansu Çiller ‘‘Acaba yaz bitmeden başbakanlık koltuğuna tekrar oturabilir miyim?’’ hesabı içinde bu önemli toplantıyı sabote etmeye çalışıyor. Türkiye'deki çeşitli siyasi akımları veya düşünceleri Türkiye açısından ‘‘tehdit’’ gibi göstermeye çalışanlar bilsinler ki, Türkiye Cumhuriyeti açısından en büyük tehdit Tansu Çiller'in tavrıdır.

Üstelik de ‘‘düşüncesiyle’’ değil, ‘‘düşüncesizliğiyle’’.

Pişmanlık dilekçesi


KIZIMA ve bana beddua eden ‘‘okur’’ kimliğini açıkladı. Bir ‘‘pişmanlık’’ faksıyla.

Bakın ne yazmış:

‘‘2 gün önce size bir faks gönderdim ve sonra düşündüm. Biraz da olsa pişmanım. İzmit doğumluyum ama babamlar Trabzon'dan gelmişler. Beni de Trabzonlu sayabilirsiniz. Hiçbir zaman ırkçı olmadım. Kendimi bir dünya insanı olarak görüyorum. Türklüğümle gurur duyarım ama bunu öne çıkarmadım hiç. Bir Emin Çölaşan gibi Türk Milli Takımı neden lacivert eşofman giydi diye düşünmem. Bana çok saçma gelir renklerle uğraşmak. Almanya'nın sınır kapısına ‘Ne mutlu Almanım diyene' yazsalar ne hissederim diye düşünürüm hep. Ya da ‘Bir Alman dünyaya bedeldir'. Yok böyle şey. Ben, Şenol Güneş'e insan olarak destek veriyorum. Brezilya'ya yenilmek ayıp değil.

.....

Sizi her yerde izlemeye devam ediyorum. Akşam Cine 5'teki programınızda, kızımın yediğini bile haram ettiler, dediniz. O faksı yazan bendim. Ve kendi kızımı düşündüm. Bana da deselerdi çok ama çok ağırıma giderdi. Çok duygulanmıştım. İşyerine gelince hemen gazetemi okurum. Sabahın o saatinde galiba biraz ağır oldu. Hakkım belki yoktur. Varsa da kızınıza helal olsun. Size de. İnşallah temenniniz çıkar ve
Şenol Güneş başarılı olur. Cengiz Öztürk-Wuppertal-Deutschland.’’

Okurum önce yazıp yollamış, sonra düşünmüş.

Keşke önce düşünüp, sonra yollasaydı. Yine de canı sağolsun.

Bu yazı, bana olayı unutturdu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Zirvedekiler, kendi altlarına aldıkları adamlar üzerinden egolarını tatmin etmeye kalkışmadıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Devredilmemek istenen hangi egemenlik

7 Haziran 2002
<B>AVRUPA </B>Birliği'ne <B>‘‘karşı çıkan’’ </B>ama bunu <B>‘‘açık açık’’ </B>söylemekten imtina eden çevrelerin sığındığı önemli bir kozları var: ‘‘Ulusal egemenliğin devri.’’

Avrupa Birliği'ne girersek egemenliğimizi devredecekmişiz, biz bu egemenliği ne pahasına kazanmışız, AB yanlıları bunun farkında mıymış!

Ben bu ‘‘bahaneye’’ gülüyorum.

Çünkü bu bahane arkasına sığınanların devrine karşı çıktıkları şey, ulusal egemenlik falan değil.

Onlar Türkiye'de ‘‘hukuksuzluk’’ nedeniyle elde ettikleri ‘‘bireysel egemenlikleri’’ veya ‘‘standart dışı hukukumuz’’ nedeniyle var olan ‘‘kurumsal egemenlikleri’’ elden gidecek diye korkuyorlar.

Eğer hukukumuza bir Avrupa Birliği normu gelirse, Türkiye'de kimi ‘‘bürokratların’’ egemenlik alanı daralacak.

‘‘Kimilerinin’’ söz hakları azalacak.

Hatta kimilerinin hiç kalmayacak.

Herkes ‘‘hukuki çerçevesine’’ çekilmek zorunda kalacak.

Eldeki ‘‘bireysel veya kurumsal’’ egemenlikler elden gidecek.

Yıllardır ince ince oyularak kazanılan ‘‘hinterland’’lar elden gidecek, en azından ‘‘daralacak’’.

Yetkiler ‘‘yasayla’’ sınırlanacak.

‘‘Güç odakları’’ oluşamayacak.

Avrupa Birliği'nden ‘‘korkanların’’ söyleyemedikleri asıl gerekçe bu.

Ulusal egemenlikten kastettikleri, aslında ‘‘ulusa egemenlik’’.

O nedenle ‘‘ulus’’ çok istese de, Avrupa Birliği'ni isteme hakkını kullanamıyor.

Kullandırtmıyorlar.

Kimsenin şüphesi olmasın ki, kolay kolay da kullandırtmayacaklar.

Çünkü onların ulusal egemenlik dedikleri, kendi egemenlikleri.

Kolay kolay devretmezler.

Sezer koltuğu doldurmaya başladı

CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer giderek görevine ısınıyor.

Son Kazakistan gezisinde bunun izlerini gördük.

‘‘Çekingen ve içe kapanık’’ adam gidiyor, yerine ‘‘dirayetli ve sözünü bilen’’ bir adam gelmeye başlıyor.

En azından intiba bu yönde.

Değişim olumlu.

İhtiyaç duyulan adam bu.

Avrupa Birliği için liderler zirvesi de Sezer'in bu yöndeki değişimini gösteriyor. Sezer hem toplantıyı düzenliyor, hem de bütün ‘‘zorlamalara rağmen’’ çerçeveyi belirliyor.

Çiller'in ‘‘şımarıklıklarına’’ zirveyi kurban etmiyor.

Tavrını net koyuyor.

Sezer'in giderek koltuğunu doldurduğunu izliyorum.

Çok da ‘‘keyif’’ alıyorum.

Kalmayan Müzik

KÜLTÜR Bakanı İstemihan Talay yine yapacağını yaptı. Kalan Müzik'in ‘‘yapımcı belgesi’’ iptal ediliyor.

Oysa ‘‘gerçek anlamda’’ kültür hizmeti veren ender yapımcılardan biriydi Kalan Müzik ve patronu Hasan Saltık.

Satmayacağını bile bile kıyıda köşede kalmış müzikleri bulup çıkardı. Unutulmaya yüz tutmuş, yerel, bölgesel ezgileri topladı.

Bugün arşivimde çocuklarım için saklamaya değer 10 CD'den en az 3'ü onun delicesine yaptıklarıydı. Ve anlamsız bir biçimde belgesi iptal ediliyor. Neymiş, yayınladığı bir CD'de Kültür Bakanlığı ile yaptığı sözleşmeye bağlı kalmamış.

Ceza:

Belge iptali.

Olacak iş değil.

Sözleşmeyi iptal edersin. Cezası varsa uygularsın. Tazminatı varsa alırsın ama belge iptali ne demek.

Bayındırlık Bakanlığı ile iş yapan yüzlerce firma var.

Hepsi bakanlıkla davalık. Bir tanesinin bile belgesi iptal edilmiyor.

Müzik yapımcısının günahı ne.

Kültür Bakanlığı sözleşme ihlaline tepki gösterip, hakkını aramakta haklıdır. Ama gerçek bir ‘‘yayıncının’’ belgesini iptal etmek yakışıksızdır.

Bir yandan Kopenhag kriterleri diyoruz. Diğer yandan böyle haltlar yiyoruz.

Yazık!..

Hani suçtu Süleyman Bey

ESKİ cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı Sezer'in düzenlediği zirveden ‘‘Bir şey çıkmaz’’ diyor. Bunu da açık açık beyan ediyor. Zaten ‘‘bir şey çıksa’’ Demirel hasedinden çatlar. Hatırlıyorum da, yıllar önce Demirel böyle bir zirve düzenlemiş ve bu zirveden hiçbir sonuç çıkmayınca ben de bir televizyonda ‘‘Zirveden zırva çıktı’’ demiştim. Demirel de bu sözümü Cumhurbaşkanı'na hakaret olarak algılayıp RTÜK'e şikáyet etmişti ve televizyon kanalı 1 gün kapatılmıştı. Şimdi de ben Demirel'i aynı gerekçeyle RTÜK'e şikáyet ediyorum. Sıra Demirel'in en azından 1 gün kapatılmasında.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kendi üç günlük ihtiraslarımız için çocuklarımızın geleceğine ipotek koymadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Jacquet'nin yanıtı Şenol'a yakışır

6 Haziran 2002
<B>‘‘KÖR fanatizm’’ </B>ve <B>‘‘bölücülük’’ </B>bu olsa gerek. Türkiye'de her şeyi eleştirmek serbest, <B>Şenol Güneş'</B>i eleştirmek yasak. Küfür kıyamet fakslar, telefonlar.

Bir de pek çoğunda, ‘‘Trabzonlu olduğu için yazıyorsunuz’’ ibareleri.

Eleştirdiğim ya da övdüğüm kimsenin nereli olduğuna hayatımda bakmadım.

Hatta hemşericilik denen aptalca ‘‘bölücülükten’’ hep nefret ettim.

Daha da ötesi, herkese randevu verdiğim halde, söze ‘‘Ben sizin hemşerinizim’’ diye başlayanla inadına görüşmedim.

Benim için doğduğu, büyüdüğü ya da nüfusa kayıtlı olduğu yer neresi olursa olsun, bu ülkede herkes ‘‘bendendir’’.

Eğer söz konusu olan bir teknik direktörse, Şenol Güneş de, Fatih Terim de, Mustafa Denizli de benim için birdir. 20 küsur yıldır tanıdığım Fatih Terim'i, dostum Mustafa Denizli'yi de eleştiririm. Onları eleştirdiğim zaman Adanalılar veya Çeşmeliler ayağa kalkmazlar.

En azından eleştirilerimi ‘‘bölgesel ayrımcılığa’’ bağlamazlar.

Bazı Karadenizli dostlarımızın da bunu artık öğrenmesi gerekiyor.

Şenol'u Karadenizli olduğu için eleştirmiyoruz. Hata yaptığı için eleştiriyoruz. Eğer eleştiriyi Karadenizli olmaya bağlarsanız, o zaman eleştirenler de, Şenol Güneş'in o göreve getirilmesini Karadenizli olmasına bağlarlar ki, iş içinden çıkılmaz bir ‘‘bölgecilik’’ haline gelir.

Bu ‘‘bölücülerin’’ yanı sıra iyi niyetle yaklaşan bazıları da ‘‘Takımımız daha elenmedi. Niye eleştiriyorsunuz’’ diyorlar.

‘‘Hazırlık döneminde Şenol'un görevden alınmasını tartışmayalım’’ diye yazan benim, ama artık eleştiri yapmak zorundayız ki, doğruyu bulmaya çalışalım. Bu mantıkla hükümeti de eleştirmemek lazım. Öyle ya, onlar da görev başındalar hálá. Ayrıca görev sırasında eleştirilmek kötü değildir. Hele hele futbolda hiç.

Geçen Dünya Kupası'nda Fransızların Teknik Direktörü Aimee Jacquet hem kupa öncesi, hem kupa sırasında sürekli ağır biçimde eleştirildi.

Yanıtını kupayı kaldırarak verdi. İnşallah Şenol Hoca'nın bize yanıtı da aynı olur.

NOT: Tam yazıyı bitirmiştim ki, Hıncal Uluç'un Şenol Güneş'i eleştirdiği için saldırıya uğradığını öğrendim. Yukarıdaki yazıda kullandığım yumuşak üslubu geri alıyorum. Bundan böyle bunlara anlamaları muhtemel bir dilden yazacağım.

Bu yanlışın müeyyidesi ne?


HÜRRİYET ‘‘Yanlış Tahliye Yargıçtan Döndü’’ başlığını attı dün.

Ortada bir yanlış varsa, bir de ‘‘yanlış yapan’’ olmalı değil mi?

Peki bu hatayı kim yaptı?

4 tecavüz, 2 cinayet suçlusunu ‘‘yanlışlıkla’’ salıveren kim?

Bir zahmet onu da söylerler mi?

Ve tabii böyle bir yanlışı yapana ne gibi bir müeyyide uygulanacağını da.

Öyle ya ‘‘vatandaş’’ en küçük bir ‘‘yanlış’’ yapsa yargı yakasına yapışıyor.

Oysa vatandaş, ‘‘hukuk’’ bilmediği için yanlışının cezalandırılması sırasında daha bir tolerans görmesi lazım.

Fakat bu olayda yanlışı yapan bir ‘‘hukukçu’’. O ‘‘hukukçu’’ya ne ceza verilecek, Türkiye'yi rezil etmenin ‘‘bedelini’’ hangi cezayla ödeyecek.

Sevgili Hikmet Sami Türk, bir yanıtınız olacak mı?

Turistin şikáyeti polisten


İNGİLİZ Channel 4 televizyonunda bir haber program. Konu Türkiye.

Tam turizm sezonunun başında, Türkiye anıları anlatılıyor.

İlk konuşanlar iki Hollandalı kadın:

‘‘Bir gün sokakta yürürken yanımızda bir otomobil durdu ve içindeki iki kişi bizi zorla otomobile bindirmeye çalıştı. Ellerinden zor kurtulduk. Plakalarını alıp polise şikáyet ettik. Hayatımızda duymadığımız bir yanıtla karşılaştık. Türk polis bize güldü ve ‘Onları yakalarsak ne yapmamızı istersiniz?' diye sordu. Çok aptalcaydı.’’

Ardından bir İngiliz:

‘‘Sarhoş bir halde Türk polisi tarafından gözaltına alındım. Belki hak etmiştim bilemiyorum ama gözaltına alındığım sırada üzerimde bulunan kolyem ve kulağımdan çıkarılan küpem bir daha geri verilmedi. Çok üzüldüm.’’

Bir diğeri, pasaportsuz geldiği için Türkiye’ye alınmamış olmaktan şikáyet etti ama pek de haklı değildi doğrusu.

Fakat genel olarak şikáyetler polistendi.

Biz polisimize alışığız ama turistler değil.

Eğer turizm ülkesi olacaksak, polisimizin de, turiste tavır konusunda biraz eğitilmesi gerekiyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hemşericiliğin de, aslında bölücülük olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Güneş kendini Scolari zannetti

5 Haziran 2002
<B>ŞENOL Güneş</B> çıkmış kendini savunuyor ve hakeme çatıyor. <br><br>Ben <B>Güneş'</B>in yerinde olsam, hakeme teşekkür ederdim. Maç sonrasında kendisini tek hedef olmaktan kurtardı diye.

Koskoca milli takımı emanet ettiğimiz adamın savunmasını dinlediniz mi?

Bütün millet ‘‘enayi’’, bir o uyanık. Hepimizi kandıracak.

Yıldıray Baştürk savunma yapmadığı için orta saha aksıyormuş, o yüzden Yıldıray'ı çıkarmış, İlhan Mansız'ı almış.

Akıl akıl, gel paçama takıl. Böyle bir durumda biraz aklı olan, oyuna İlhan Mansız'ı değil, Ergün Penbe'yi alır.

Ama Güneş o kadar ‘‘şuur kaybı’’ içinde ki, ne dediğini bile bilmiyor.

İlhan'ı alacaksan, Hakan'ın yerine alırsın. Çünkü zaten boğulmuş. Şenol bir an kendini Brezilya'nın teknik direktörü zannetmiş olmalı.

Çünkü Scolari'ye ‘‘Türk takımından kimi çıkarmak istersin?’’ diye sorsalar, o da Şenol Güneş'in yaptığını yapardı.

Brezilya maçı aslında bilinen bir gerçeği gösterdi.

Her elbisenin bir bedeni var.

Ve her elbise herkese olmuyor.

Brezilya-Türkiye maçında elbise iki kişiye bol geldi.

Biri Şenol Güneş, diğeri hakem Kim Efendi.

Güneş, Türkiye 2. Ligi'nde teknik direktör olsa ilah olur.

Ama Dünya Kupası finalinde oynayan güçlü bir Türkiye'ye malzemeci bile olamaz.

Hakem Kim Efendi de öyle.

Halı sahada süper maç yönetebiliyor diye ev sahibi ülkenin hakemi olarak bu turnuvaya verilmiş.

İki dünya devinin maçını yönetmek de ona ağır geldi.

İnşallah bu büyük beden elbiselerin içinden kayıp kupa dışına düşen bizim takım olmaz.

SPK, Beşiktaş'ı izlemiş


SERMAYE Piyasası Kurulu Başkanı Doğan Cansızlar ile konuştum.

Transfer döneminde kulüpleri yakın takibe aldıklarını söyledi.

‘‘Sadece Beşiktaş'ı değil, Galatasaray'ı da izliyoruz’’ dedi.

Ben de ‘‘Galatasaray'ın transfer harcamaları şirket gelirinden yapılmıyor. Beşiktaş'ta ise harcamalar da şirketin kasasından çıkıyor’’ dedim. SPK Başkanı, Mondragon olayı ile ilgili olarak Beşiktaş'ın ‘‘gerektiği’’ gibi davrandığını, bütün yazışmaları ve girişimleri SPK'ya bildirdiğini söyledi.

Bütün bu işlemler ‘‘usulüne uygun’’ yapılmış. Ayrıca Metz'in şirketinden de teyitler alınmış ve ‘‘soruşturma konusu’’ olabilecek hiçbir unsura rastlanmamış. Cansızlar, Beşiktaş hisselerinde yükselme olduğu gün işlem hacimlerini de incelemiş ve ‘‘kayda değer’’ bir hacim ve para değişimi olmadığını görmüş. Yani sorun yok. Doğan Cansızlar, kulüplerin borsaya girmesinden çok memnun.

‘‘İyi oldu. Kuru kuru şirket takip etmiyoruz. Sporu da takip ediyoruz. Bu yatırımcıların da borsaya olan ilgisini artıracak bir durum oldu. Hem de daha geniş bir kitle borsa kurallarını ve borsayı öğreniyor. Bunun uzun vadede sermaye piyasalarının gelişmesine de katkısı olacak’’ dedi.

Sonbahara da Fenerbahçe geliyor.

Tabii izin alabilirlerse.

O da gelince ortalık iyice şenlenecek.

Üstelik kulüpler ‘‘zil’’ olduğu için kendi kendilerine spekülasyon da yapamıyorlar.

Kolay yolu mu seçelim


SEVGİLİ Can Kıraç, bir rica faksı yollamış.

‘‘Ne zaman adam oluruz’’ köşesini kaldırmamı istiyor.

‘‘75 yaşıma girdim. Yaşanacak yıllarımın azaldığını bildiğim için, ‘adam olacağımız' günlere bir an önce kavuşmayı bekleyenlerden biriydim.

Ancak senin özenle kafalarımıza sokmaya çalıştığın
‘Ne zaman adam oluruz?' uyarılarını okudukça bu umudumun kaybolduğunu görüyor ve büyük bir yeise kapılıyorum.

Bütün uyarılara rağmen
‘adam olmamaya' direndiğimiz, ‘adam olmamayı' bir yaşam biçimi sayan ortamda yaşamayı kural haline soktuğumuz için, lütfen, köşenizdeki ‘Ne zaman adam oluruz?' uyarılarına bir son veriniz!

‘Adam olmadan' ve hatta ‘Avrupa Birliği'ne katılmadan da yaşayabileceğimiz umudunu bizden esirgemeyiniz. Gözlerinden öpen, Galatasaraylı ağabeyin.’’

Belki haklı.Kolay yolu seçmemizi istiyor.

Ama seçmeyeceğiz.

Can Kıraç, 75 yıl boyunca nasıl seçmediyse. Son nefesimize kadar adam olma umudunu taşıyacağız. Adam olmak bir hedef değil, bir süreç olduğu için.

Rivaldo'ya ceza gelmesin


YENİ kurallar gereği video görüntüler ceza kararlarında etkili olunca Rivaldo'ya ‘‘hakemi yanıltmaktan’’ ceza gelecek. Kim Efendi'yi yanıltmak için cin olmaya gerek yoktu aslında, ama Rivaldo cinlik yaptı. Fakat şimdi Rivaldo'nun ceza alması bizim işimize gelmiyor. Çünkü bizim için en iyisi, Brezilya'nın kalan iki maçını da kazanması.

Öyle olunca Çin'e karşı 2 farktan öte bir galibiyet ve Kosta Rika ile beraberlik veya Kosta Rika'yı yenip, Çin'le berabere kalmak bile bize yetiyor. Sonuçta biz bu gruptan Şenol'a rağmen çıkacağız da, sonrasında bu Şenol'la ne olacak, düşünmek bile istemiyorum.

Okura bak


BİR ‘‘aşağılık ruh’’un yazdığını aktarayım da, kimlerle uğraşıyoruz anlayın.

‘‘Alçak’’ Almanya'dan yazıyor:

‘‘Hürriyet Gazetesi'ne her gün 1 Euro veriyorum tam 22 yıldır. Almanya'da Hürriyet okuruyum.

Sana düşen pay haram olsun. Kızının boğazından geçmesin.

Şenol Güneş kadar taş düşsün başına.’’

Bakar mısınız ‘‘aşağılık’’ düzeyine.

1 Euro vermiş, bana sövme hakkını satın almış.

Alsın, itirazım yok.

Peki kızımdan sana ne ‘‘şerefsiz’’.

Adını bile yazmaktan korkan ‘‘alçak’’.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


En kolay yolun, en iyi yol olduğuna her zaman inanmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Şenes Erzik, bu hakemi ne yapacaksın?

4 Haziran 2002
<B>‘EN usta’ </B>futbol yazarı <B>Doğan Koloğlu,</B> iki ay önce <B>‘‘Bizim grupta çok hakem oyunu olabilir’’ </B>diye uyarmıştı. Ben de bu uyarıları, Cine 5'teki Başka Yerde Yok programımda FIFA Hakem Komitesi Başkanı Şenes Erzik'e sormuştum.

Sevgili Erzik'in yanıtı kısaydı:

‘‘Dünya Kupası'nda hakem oyunu olacak! Bana rağmen!.. Mümkün değil.’’

Erzik,
bu ülkenin yetiştirdiği önemli futbol adamlarından biridir ve sözüne güvenirim ama ‘‘Erzik'e rağmen’’ bir şeyler olmuyorsa, bizimkine ‘‘büyük şanssızlık’’ denebilir ancak.

Çünkü tarihin en ‘‘iğrenç’’ hakemlerinden birine, en önemli maçımızda çattık.

Önce ilk yarıda savunmamızı sarı kartlarla öyle bir donattı ki, ellerini ayaklarını bağladı.

Brezilya'ya ise ‘‘aynı’’ pozisyonlarda ‘‘uyarı’’ bile yapmadı.

Sonrasında kullandığımız bütün serbest vuruşlarda baraj ihlallerine göz yumdu.

Bu ihlallere göz yummadığı anlarda bile kullanması gereken sarı kartları kullanmadı.

Ve nihayetinde bir faulü de ceza alanı dışından içine taşıyarak ‘‘öldürücü darbe’’yi vurdu.

Dünya kupaları tarihinde bir maçın sonucuna bu kadar etki eden bir başka hakem olmamıştır.

Ve bu etki bir ‘‘komplo’’nun parçası değilse, adını bile anmak istemediğim Koreli bir daha bu kupada maç yönetemez.

Eğer yönetirse, Koloğlu haklı çıkıyor demektir.

K. Hakan'ı takımdan atın


BÜTÜN uyarılar haklı çıktı. Türk Milli Takımı'nın kupanın en fazla kart, hatta kırmızı kart gören takımı olacağını söyledik hep.

Ve hem Şenol'u, hem de oyuncuları uyardık.

Boşa uyarmışız.

Alpay'ınki pozisyon gereği olabilir ama ya Hakan Ünsal'a ne demeli?

Tipik Hakan Ünsal.

Galatasaray'dan ‘‘kovulmasına’’ neden olan tavırlarını, Dünya Kupası'nda da sürdürdü.

Şimdi herhalde mutludur.

Bence bavulunu eline verip, Türkiye'ye yollamak, ahlaklı sporu sağlamak açısından en doğrusu.

Ya Şenol Güneş.

Yıldıray
ile Hasan, Brezilya savunmasını hallaç pamuğu gibi atarken, Yıldıray'ı oyundan aldı.

Dáhi teknik direktör ya, bir acayiplik yapacak.

Çok başarılı oldu.

Bu değişiklik sayesinde Brezilya savunmada rahatladı ve ikinci yarı hücuma çıkamayan Cafu, bu değişiklikten sonra tekrar bizim ceza alanına gelmeye başladı. Penaltıya da o neden oldu zaten.

Rüştü'nün hatasına gelince.

Bu adamın zaafı belli. Tek zaafı geri pasları oyuna sokmaktaki beceriksizliği.

O zaman bu durumlarda mecbur kalmadıkça pas vermeyeceksin.

Verdiler. Olan da oldu.

Ama hálá kaybolmuş bir şey yok. Hele hele o kırmızı kartlar olmasaydı, hiçbir şey olmamış gibi yolumuza devam edebilirdik.

Yine de bu takım her iki rakibini yener.

Tabii Şenol Güneş izin verirse.

Peker'in mektubu ve yorumlarım


SEDAT Peker mektup yollamış. Diyor ki: ‘‘Hakkımda yazdığınız yazıları hiçbir zaman keyifle okumadım.’’

Çok üzüldüm.

Halbuki ben de hep ‘‘Sedat'çığım bunu okusa da keyiflense’’ diye yazarım.

Vah vah vah. Ne yapsam acaba?..

‘‘Şahsınıza karşı kaba tavırlarda bulunmamaya hep özen gösterdim’’ diye de eklemiş.

Allah'ı var doğru.

Hatta birkaç kez aracılarla beni yemeğe falan davet etti. Gülüp geçtim.

‘‘Düşüncelerinizi yazmanızda hiçbir sorun yok’’ diyor Peker.

Anlayışına teşekkür ederim. Çok da demokrat doğrusu.

‘‘Ama yazı diziniz çok da mantıklı değil’’ diye yorumu da koymuş.

Nereyi mantıksız bulduysa hemen düzelteyim.

‘‘İnternet sitesinin açılışına gelenleri arayarak Sedat Peker'in gecesi olduğunu biliyor muydunuz diye sormanıza bence gerek yok’’ diye buyuruyor Sedat Peker.

Oysa ben kimseyi aramıyorum. Geceye gidenler beni arayıp, ‘‘Sedat Peker'in gecesi olduğunu bilmiyordum’’ diyorlar nedense. Ve Sedat Peker diyor ki: ‘‘Son bir yıldır o sitenin benim olduğunu beni tanıyanlar ve beni tanıyanları tanıyan herkes biliyordu.’’ Eeeeee, ben yapayım?

Peker şöyle noktalıyor:

‘‘Oraya gelenlerin ne kadar adam olduğuna kamuoyu onlara sevgi ve saygılarını göstererek zaten karar vermiştir.’’ İşte Peker'in en haklı olduğu yer. Kamuoyu o geceye katılanlarla ilgili kararını gerçekten verdi. Tabii ben de.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


En tecrübeliler, en tecrübesizler gibi davranmayınca.
Yazının Devamını Oku

Ünlü, bunları bilmiyordur

3 Haziran 2002
<B>GEÇEN </B>yıl Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü bazı <B>‘‘kayrılmış’’ </B>firmalarla yeni bir şans oyunu işine girmek üzereyken olaydaki <B>‘‘çarpıklıkları’’ </B>yazmış ve ihalenin iptalini sağlamıştım. Ortada çok büyük bir rezalet vardı.

O olayda kabak Spor Toto Teşkilat Müdürü Erdenay Oflas'ın başında patlamış ve Oflas görevden alınmıştı.

Ancak anlıyorum ki, Erdenay Oflas o işte sadece ‘‘kurban’’ edilmiş ve olayla uzak yakın ilişkisi yok.

Ve iş Gençlik ve Spor Genel Müdürü Kemal Mutlu'ya kadar gidiyor.

Çünkü o zaman iptal edilen ihale, sessiz sedasız yapıldı ve ihaleye tek bir firma katılarak işi aldı.

Ve ihaleyi yapıp işi veren de Spor Toto Teşkilat Müdürü Kemal Boslu.

Peki Kemal Boslu kim?

Erdenay Oflas'ın görevden alınmasına neden olan müfettiş raporlarını hazırlayan adam.

Önce Erdenay Oflas'ı görevden aldırıyor.

Sonra Kemal Mutlu tarafından aynı yere ‘‘vekaleten’’ oturtuluyor.

Ve Oflas'ın yapmadığı işi yaparak ‘‘ihaleyi veriyor’’.

Kime?

Reklam Departmanı Limited Şirketi'ne.

Peki Reklam Departmanı Ltd. kim?

Geçen sefer ihaleyi tam alırken, bizim yazılarla işi bozulan Medya 2000'in uzantısı.

Üstelik bu kez şartnamede işi alan firma lehine ‘‘düzeltmeler’’ de yapılmış.

Yani iş ‘‘ballı börek’’ olmuş.

Olayda başka bağlantılar da var.

Şirketin avukatı Mirza Doğan, aynı zamanda Kemal Mutlu'nun başında olduğu GSGM'nin de Disiplin Kurulu üyesi ve Mutlu'nun arkadaşı.

Sevgili Fikret Ünlü.

Bakanım.

Bütün bu olan bitenden haberiniz var mı?

Zannederim ki yok.

Bir internet sitesinde sizi övdüler diye bütün bunlara göz yumacağınızı zannetmiyorum.

Ama daha size çoook sunacaklarım var.

Yeter ki, gereğini yapacağınıza dair küçük bir ışık göreyim.

Sinek ufak, mide bulandırır


HİKÁYE eski ama modifikasyonlar yeni. Bana da Galatasaraylı dostlar yollamış.

Meşhur kahve ve sinek hikáyemiz aslında.

İngiliz'in kahvesine sinek düşmüş, kahveyi bırakıp gitmiş.

Amerikalı'nın kahvesine sinek düşmüş, sineği çıkarmış, kahveyi içmiş.

Çinli'nin kahvesine sinek düşmüş, sineği yemiş, kahveyi dökmüş.

Kuşatma altındaki Filistinli'nin kahvesine sinek düşmüş, sineği yemiş, kahveyi içmiş.

İsrailli'nin kahvesine sinek düşmüş, sineği Çinli'ye, kahveyi Amerikalı'ya satmış, güvenliğinin tehlikede olduğunu söyleyerek bağırmaya başlamış. Filistinli'yi kahvesine sinek atmakla itham etmiş. Suriye, Hizbullah ve İran'ı kitle sinek silahları yapmakla itham etmiş. Kahvesine dönük bu saldırıyı Filistin terörüne, İnsan Hakları'na karşı saldırıya, anti semitizme, soykırıma bağlamış. Arafat'tan sineklerin uçuşuna son vermesini ve özellikle de kahvelere konmalarını önlemesini istemiş. West Bank'i ve Gazze'yi yeniden işgal etmiş. Amerika'dan askeri yardım ve yeniden kahve alabilmek için 100 yılı ödemesiz, 1 milyar dolarlık borç istemiş. Olayın geçtiği kafeye de, ‘‘Hayat boyu bedava kahve verirseniz sizi dava etmem’’ demiş.

Faturalara dikkat


BAZI okurların Telsim hatlı telefonlardan şikáyeti var. İlginç bir şikáyet.

Telsim'den gelen ayrıntılı faturaları inceledikleri zaman 0535 ve 0536 ile başlayan pek çok numarayı aradıklarını görmüşler ve şaşırmışlar.

Çünkü bu numaralara sahip tanıdıkları kimse yokmuş.

Bir okurum biraz daha ileri gidip, bu numaralardan bazılarını aramış ve Urfa'nın Siverek İlçesi'nde bir köye ulaşmış.

Köyün adı Destek Köyü.

Köylüler, kendilerine sürekli olarak tanımadıkları kişilerden sesli mesajlar geldiğini ve bunlardan kendilerinin de rahatsız olduklarını söylemişler.

Bu okurum durumu Telsim'e bir şikáyet dilekçesiyle bildirmiş.

Ancak kimse cevap verme lütfunda bulunmamış.

Ve 200 küsur milyonluk faturasını ödemek zorunda kalmış.

Telsim'iniz var ise haberiniz olsun.

Uyanık olun.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Zekáyı eleştirmek, aptallara kalmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Hani ayıptı!

1 Haziran 2002
<B>BAŞBAKAN'</B>ın <B>‘‘sağlık sorunlarını’’ </B>ilk olarak bundan 1.5 yıl önce masaya yatırdığım ve <B>‘‘Başbakan'ın hastalığı ne?’’ </B>başlığıyla Teke Tek yaptığım gün Türk basınının <B>‘‘mümtaz’’ </B>kalemleri salvo halinde saldırdılar. ‘‘Bir Başbakan'ın sağlık durumu televizyonlarda konuşulur mu?’’

Oysa o akşam programa katılan doktorlar, ki aralarında bir de eski sağlık bakanı vardı, Başbakan'da başlangıç safhasında ‘‘parkinson’’ teşhisini koydular.

Daha sonra da defalarca Başbakan'ın sağlık sorunlarıyla ilgili yazılar yazdım. Her seferinde aynı koro bana çattı:

‘‘Başbakan'ın sağlık durumu tartışılır mı?’’

Hatta sevgili başyazarım Oktay Ekşi, bir yazı işleri toplantısında ‘‘Ayıp ediyorsun’’ dedi.

Ben de, ‘‘Oktay Abi, asıl ayıp olan bu durumda ülkeyi yönetmeye çalışmak’’ dedim.

Geçen yıl şubat krizi sonrasında da Başbakan'a, ‘‘Hazır kriz varken çekiliniz. Yarın öbür gün sağlık sorunlarınız nedeniyle yeni bir krize neden olmayın. Bir krizde iki kuş vuralım’’ dedim.

Koro yine ‘‘Terbiyesiz’’ diye bana salladı.

Şimdi bakıyorum da, o gün bana ‘‘Başbakan'ın sağlık durumu tartışılır mı?’’ diye ‘‘fırça’’ atanlar, benim söylediklerimi çok da ‘‘sert’’ bir tonda söylüyor, bir yandan ‘‘Tartışılır mı hiç’’ dedikleri Başbakan'ın sağlık durumunu tartışıyorlar, diğer yandan da ‘‘Çekil’’ diye akıl veriyorlar. Ben de gülerek izliyorum.

Bu ülkede ‘‘öngörülü olmanın’’ suç olduğunu öğrenen ve atasözünde bile ‘‘erken öten horozu kesen’’ bir ülkede ötmeye çalışan biri olarak.

Acımasız bir anı: Mustafa Amca ve Ayşe Teyze


BEN çocukken bizim mahallede bir Ayşe Teyze vardı. Ve haliyle bir de kocası: Mustafa Amca.

Mahalle halkı, Mustafa Amca'yı çok severdi.

Namuslu, sevecen, iyi bir adamdı.

Ayşe Teyze ise hep Mustafa Amca'nın yanındaydı.

Annemler kabul günlerinde dedikodu yaparken, Mustafa Amca'nın Fatma Teyze'nin sözünden çıkmadığını, Mustafa Amca'yı eşinin yönettiğini söylerlerdi.

Ama biz çocuklar, hep Mustafa Amca'yı evin reisi bilirdik.

Çünkü sokakta önde hep o yürürdü.

Ayşe Teyze ise yanında ama az arkasındaydı hep.

Ve sürekli el ele gezerlerdi.

Birbirlerini sevdikleri çok belliydi.

Sonra bir gün Mustafa Amca mahalleye muhtar oldu.

Biz çocuklar çok sevindik. Çünkü ne zaman muhtarlığa gitsek bize şeker, gofret, çikolata verirdi.

Ama mahalle esnafı çok kızdı. Çünkü çocukların alışverişini engeller olmuştu.

Muhtara karşı birleştiler ve sonunda Mustafa Amca muhtarlığı bıraktı.

Aradan yıllar geçti, Mustafa Amca tonton bir ihtiyar oldu. Bu arada mahalle muhtarları esnafı haraca kestiği ve mahalleliye kan kusturduğu için, yaşına başına bakılmadan Mustafa Amca yine mahalle muhtarı yapıldı.

Hiç değilse efendi adamdı Mustafa Amca.

Mustafa Amca, iyi kötü bir muhtarlık yaptı yıllar boyunca.

Bazen işini aksatıyordu ama daha iyi bir muhtar adayı da yoktu mahallede.

Muhtarlığa Ayşe Teyze ile geliyor, işi beraber yapıyor, idare ediyorlardı.

Sonra bir gün Mustafa Amca muhtarlığa gelemez oldu.

Muhtarlık hep kapalıydı.

Bir şey mi oldu diye panikledi mahalle halkı.

Ayşe Teyze, paniği giderdi.

Mustafa Amca evdeydi.

Muhtarlık işlerini evden yürütecekti.

Nüfus sureti, ikametgáh ilmuhaberi ihtiyacı olan Ayşe Teyze'ye gidiyor, o da evde Mustafa Amca'ya mühürlettirip evrakı geri veriyordu.

Sonra bir gün mahallede panik yaşandı.

Mustafa Amca'nın evine polis baskın yaptı.

Muhtarın evinde polisin ne aradığını anlayamadık çocuk aklımızla.

Sonra bir de cenaze arabası geldi.

Ne oluyordu acaba?

Biz çocuklar meseleyi çözemedik.

Sonra acı haberi öğrendik.

Aslında Muhtar Mustafa Amca, aylar önce Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu.

Ama Ayşe Teyze, Mustafa Amca'yı o kadar çok seviyordu ki, ondan ayrılamamış, öldüğüne inanmamıştı. Ve bizi de eşinin yaşadığına inandırmıştı.

Komşuların şüphelenmesiyle polis eve girince olay ortaya çıkmıştı.

Ayşe Teyze evde aylarca öyle yaşamış ve hepimizi de Mustafa Amca'nın hayatta olduğuna inandırmıştı.

Ayşe Teyze'yi de, Mustafa Amca'yı da hiç unutmadım.

Aralarındaki sevgiyi hep saygıyla andım.

Sonu biraz acı olsa da...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bazıları oy uğruna, bu ülke için can verenlerden daha milliyetçi kesilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku