Fatih Altaylı

Cep to Cem Partisi'nin programı

12 Temmuz 2002
<B>TÜRK </B>siyasetinin yeni yıldızı doğdu. Adı <B>Cem</B>. O dünya çapında meşhur ailenin bir ferdi. New York'ta dolandırıcılık suçlamasıyla yargılananlardan biri.

Genç, yakışıklı, teatral yeteneği alt düzeyde, belagati zayıf, pek de itimat telkin etmeyen ifadeli bir adam.

Ama müthiş etkileyici.

Çünkü ‘‘parası var’’.

Parasının etkileyiciliği sayesinde siyasete girişini, ‘‘kiraladığı’’ televizyonlardan ‘‘naklen’’ duyurdu.

Bu genç çocuğun partisini ve programını merak ettiğim için oturdum izledim.

Anlaşılan pek parası kalmamış ki, sadece kısa bir konuşma süresi için kanalları kiralayabilmiş.

O nedenle sadece biraz oyunculuk yaptı.

Partisinin programından falan söz edemedi.

Ben de dün programla ilgili bilgi istemek için partinin genel merkezini aradım.

Telefona önce bir bilgisayar yanıt verdi:

‘‘Genç Parti'ye hoş geldiniz. Az sonra operatör sizinle ilgilenecek.’’

Gerçekten de operatör benimle ilgilendi.

‘‘Buyrin Cep to Cem Party.’’

‘‘İyi günler kızım, ben genel başkanınızla görüşmek istiyorum.’’

‘‘Efeniiim...’’

‘‘Genel başkan, genel başkan...’’

‘‘Şu anda öyle biri yok...’’

‘‘Ne zaman olur...’’

‘‘Bilmiyoruz efenim...’’

‘‘Peki bana bir başka yetkili bağlayın.’’

‘‘Şu anda yetkili kimse yok.’’

‘‘Partinizde yetkili kimse yok mu?’’

‘‘Partide vardır herhalde. Şu an burada bağlayacağım kimse yok.’’

‘‘Birini bağla kızım.’’

‘‘Efenim kimse yok.’’

‘‘Haa, siz orada yalnızsınız. Sıkılmıyor musunuz?’’

‘‘Biraz sıkılıyorum.’’

‘‘Genç bir partisiniz. Yok mu bu partinin sizi eğlendirecek gençleri...’’

Kıkırdamalar ve ardından bir öneri: ‘‘Efendim siz en iyisi telefonunuzu bırakın. Biz sizi arayalım.’’

‘‘Kızım ben evli barklı adamım. Seni eğlendiremem...’’

‘‘Yok hayır onun için demedim. Yetkili bir olunca arayalım.’’

Telefonumu verdim. Kız ‘‘Adınız’’diye sordu.

‘‘Vermeyeyim kızım. Bence mahzuru yok ama benle konuştun diye seni de kovarlar’’ deyip kapattım.

Ve sonrasında bir başka kaynaktan partinin programını ele geçirdim.

Çok çarpıcı yönleri var.

Partinin genel merkezi net değil. Star televizyonu, Star gazetesi ve Star 2 arasında bir yerde. Yazın yatta. Yat ise Motorola'nın haczinden kurtulabileceği bir yerde.

Genel başkan ise net. Ezeli ve ebedi genel başkan Cem Uzan.

Genel başkan olmanın koşulu ise açıkça yazılmış: ‘‘Parayı veren düdüğü çalar.’’

Programın en güzel tarafı ekonomi ile ilgili yaklaşımları.

Dış borçlar için şöyle yazmışlar: ‘‘Dış borçlar genel başkanımızın prensipleri dahilinde, daha önce Motorola ve Nokia'ya ödendiği gibi ödenecektir. Alacaklılara bilekten tutulmuş yumruk şeklinde hazırlanmış dış borç senetleri verilecektir. Vadeleri ise yıldız yılı 10 bin olacaktır.’’

Programda iç borç konusu daha da net: ‘‘İç borçları öderken de, genel başkanımızın geçmiş tecrübelerinden faydalanılacak ve iç piyasaya da 'BBNA' senetleri sürülecektir. BBNA için Borcum Borç Nah Alırsın senedi diyenler ise Star televizyonunda ve gazetelerimizde karalanacaktır. Bunun dışında genel borç ödemelerinde Uzan Grubu'nun şimdiye kadar uyguladığı ödememe politikası parti politikası haline gelecektir.’’

Cep to Cem Parti'nin Hazine politikası da gayet iyi. Parti programında yazdığı şekliyle aynen şöyle: ‘‘Hazine doğrudan Uzan Grubu'nun muhasebesine bağlanacaktır. Böylelikle Hazine şimdiye kadar ulaşamadığı bir kaynakla bütünleşecektir. Hazine kaynaklarının kendini bilmez bürokratlarca heba edilmesini engellemek için, bu kaynaklar doğrudan Uzan Ailesi'nin banka hesaplarına aktarılacaktır.’’

Bu müthiş partinin programı hakkındaki bilgileri aktarmaya devam edeceğiz.

Tarih onu iyi anmayacak

10 gün önce ‘‘şerefiyle’’ bırakıp gitse tarihe ‘‘altın harflerle’’ yazılacak bir adam, Türkiye'yi defalarca felakete sürükleyen ‘‘inadı’’ yüzünden tarihe ‘‘teneke’’ harflerle yazılma şansını bile kaybediyor.

Bülent Ecevit, Türk tarihinin ‘‘en karanlık’’ ve ‘‘en kötü şöhretli’’ unsurlarından biri olarak okutulacak benim ve sizin çocuklarınıza.

Şöyle denilecek:

‘‘Kişisel ihtirasları ve eşiyle birlikte içine düştüğü psikolojik sorunlar nedeniyle Türkiye'yi bir kez darbeye götürmüş, iki kez Avrupa Birliği gibi ülkenin makus talihini değiştirecek kapıdan çevirmiş, kendinden ve eşinden başka kimseyi sevmeyen, bencil, dostu olmayan, aşırı ihtiraslı, sağlıksız, hasta politikacı. Onun yüzdünden Türkiye tarihinin en ağır ekonomik bunalımlarını yaşamıştır. Bu bunalımlardan çıkılmasını şahsi ihtirasları nedeniyle engellemiş, işe yarar herkesle yollarını ayırmış, dalkavuklardan başkasıyla mutlu olmamıştır.’’

Şaka yapmıyorum.

Kitaplar belki bu kadar açık yazmayacak ama kızım Zeynep büyüyüp bana ‘‘Kimmiş bu Bülent Ecevit?’’ diye sorduğunda bunları söyleyeceğim.

Hatta buraya yazamadığım başka şeyler de ekleyeceğim.

Ve Bülent Ecevit emin olsun ki, sadece ben değil, on binlerce baba ve anne çocuklarına Bülent Ecevit'i böyle anlatacaklar.

Bir zamanlar umudumuz olan ‘‘Karaoğlan’’ için içimizde kalan son sevgi ve saygı kırıntıları da artık kalmadı.

Ona ‘‘acıyamıyorum’’ bile. Çünkü acınan acınılacak hale düşürüyor hepimizi.

Artık Bülent Ecevit bu ülkenin üzerinde bir ‘‘ihtiras yükü’’.

Ve bu ülkeye artık daha fazla zarar vermemeli.

Gitmeli...

Bir ülkeyi kendiyle beraber öldürmeden...

Acilen...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Halkın beklentisinin önünde durulmayacağını anlamamızı çevremizdeki yalaka taifesi bile engelleyemediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Fazla naz áşık usandırırdı

11 Temmuz 2002
<B>İSMAİL Cem </B>ve <B>Kemal Derviş'</B>in <B>‘‘katılımları’’ </B>geciktikçe, <B>‘‘yeni oluşum’’</B> duraklıyor. Eğer bu katılım ‘‘daha da’’ gecikirse, duraklama bitecek, gerileme başlayacak.

DSP'den istifalarla ortaya çıkma sinyalleri veren yeni oluşum, Türkiye'nin uzun zamandır aradığı ‘‘umudu’’ veren bir hareket olarak başladı.

Öyle ki, aslında bir kriz ve bunalım nedeni olması gereken istifalar, tam tersi bir etki yaptı.

Bu etki öylesine güçlü oldu ki, seçim ve hükümet bunalımı nedeniyle değer kazanması gereken dolar değer kaybetti.

Hazine'nin en zor itfası, sorunsuz aşıldı.

Siyasi istikrarsızlık, ekonomik istikrar getirdi.

Çünkü hiçbir şey ‘‘mevcut durumdan daha kötü’’ olamazdı.

Gitmemekte inat eden ‘‘hasta’’ bir Başbakan'ı götürecek, MHP tarafından tıkanmış bir Avrupa Birliği yolunu açacak her türlü girişim, toplumdan ‘‘olumlu’’ tepki alacaktı.

Hele hele bu girişim, toplumun güvenip inandığı iki isme siyasette yükselme yolunu da açınca iş ‘‘tadından yenmez’’ hale gelmişti.

Bu yüzden piyasalar ve halk, kriz nedenini, gelecek için umut nedeni saydı.

Bu umut hálá taze.

İsmail Cem ve Kemal Derviş de ‘‘fazla uzatmadan’’ bu harekete katılırlarsa, müthiş bir toplumsal hareketi de başlatmış olacaklar. Fakat başta İsmail Cem olmak üzere, zamanın yitirilmesi olumsuz sonuçlar doğuracaktır.

İsmail Cem'in ‘‘hemen’’, Kemal Derviş'in ise ‘‘ekonomiye zarar vermeyecek’’ bir zamanlamayla bu harekete katılması, umutları körükler.

Aksi takdirde, başlayacak düşüşü Kemal Derviş bile durduramaz.

Bu hareket ‘‘kısa vadede’’ Türkiye'nin büyük şansıdır.

Harcayıp harcamamak ise bu ikilinin elinde.

Başbakansız da oluyor hükümetsiz de


ECEVİT, Türkiye'ye ve dünyaya her gün yeni ‘‘dersler’’ veriyor, her gün yeni bir şeyler öğretiyor.

Ecevit aylardır verdiği ilk derste, tüm dünyaya bir ülkenin ‘‘başbakansız’’ da iyi kötü idare edilebileceğini gösterdi.

Ortalıkta bir başbakan yoktu ve işler bir şekilde yürüyordu. Güvenilir bir ekonomi bakanı, ‘‘sağlıksız’’ bir başbakandan daha gerekli bir unsurdu.

Bu dersi aldık.

Şimdi ikinci dersimizi alıyoruz.

Olmayan bir parti iktidar ortağı, olmayan bir partinin genel başkanı da başbakan olabilirmiş.

Ecevit bunu da kanıtladı.

Çünkü DSP artık yok.

Elbette bir tabelası, bir adı var ama ne içi var, ne de tabanı.

Buna rağmen parlamentonun en fazla sandalyeye sahip partisi, başbakanlığı bu partinin genel başkanına bırakabiliyor.

1. parti bu tavrıyla, ‘‘Bu partiyi ciddiye almıyoruz’’ demeye getiriyor, ama olmayan partinin lideri de bu durumu kabulleniyor.

Ecevit yürüyemiyor ama gördüğünüz gibi çok önemli dersler veriyor. Fakat ne yazık ki, kendisi hiç ama hiç ders almıyor.

Rahşan Hanım'ın gözündeki asansör


RAHŞAN Ecevit'in gözüne girmek de çok kolay, oradan düşmek de.

Biraz ‘‘yalakalık’’, biraz ‘‘bağlılık gösterisi’’ sizi hemen tırmandırır.

Bir bakış, bir mimik, bir tek kelime ise tepetaklak düşmenize neden olabilir.

Önceki gün Hüsamettin Özkan'ın koltuğunu kapan Şükrü Sina Gürel, bir dönem aileye en yakın ve en sevilen isimken, eşinden boşanıp Fransız elçiliğinde çalışan bir hanımla evlendiği için gözden düşmüş, aileden uzaklaşmıştı.

Ancak Hüsamettin Özkan'ı indiren asansör, Gürel'i çıkardı.

Çünkü Özkan inerken, yaptığı ‘‘Ecevitçi’’ çıkışla asansöre binmeye hak kazandı.

Ancak kimse Rahşan Hanım'a güvenip ‘‘gelecek’’ bina etmesin.

Çünkü siyaset mezarlığı, Rahşan Hanım'ın gözünden düşüp ölenlerle dolu.

Gözde kalan tek bir kişi bile yok.

Madalya Ulusoy'un hakkı


FUTBOL Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy'u seversiniz veya sevmezsiniz.

O, kişinin kendi bileceği iştir.

Ama dünya üçüncüsü olmuş bir takıma ‘‘Devlet Üstün Hizmet Madalyası’’ veriyorsanız, bu takıma kendini vakfetmiş bir federasyon başkanını bu onurdan mahrum edemezsiniz.

Ederseniz, ‘‘ayıp etmiş’’ olursunuz.

Sevgi başkadır, yapılan işe saygı başka.

Ulusoy, başardığı işle saygıyı hak etmiş bir adamdır.

Sonsuz enerji


HÜSAMETTİN Özkan'ın başlattığı ve Cem-Derviş ikilisine devretmeye hazır olduğu ‘‘hareket’’in tek handikabı, toplumda yarattığı ‘‘heyecan’’.

Bu heyecan o kadar büyük ki, sadece DSP değil bir süre sonra Meclis'te temsil edilsin edilmesin, sistemdeki bütün partiler bu hareketten rahatsız olmaya başlayacaklar.

Bu rahatsızlık aynı zamanda hareketin ‘‘motoru’’ da olacak.

Halkın nefret ettiği partilerin bu harekete karşı büyüyen nefretleri, halkın bu harekete sahip çıkmasını sağlayacak.

Yani aslında pozitif anlamda bir kısırdöngü yakalanmış gibi.

Bir anlamda kendi enerjisini kendi yaratan sonsuz bir enerji kaynağı.

Umarız iyi değerlendirilir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Magandalara uvertürlük yapanlar, siyasette ikbal aramadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Ecevit, Cem fırsatını kaçırdı

10 Temmuz 2002
<B>ECEVİT'</B>te biraz <B>‘‘izan’’ </B>kalmış olsaydı, işler bu hale gelmeden, sorunu <B>‘‘tereyağından kıl çeker’’ </B>gibi çözebilirdi.



KENDİ işini kendi takip etmek isteyen Cem Uzan'ın politikaya gireceğini burada yazdım. Ben mi aklına getirdim bilemem ama iş ciddiye bindi. İbrahim Tatlıses'in alt kadrosundan politikaya atılan Cem Uzan, bugün sahne alacak ve ‘‘Ben de politikada yerimi alıyorum’’ diyecek.

Bu artık biliniyor. Bilinmeyen ise partinin adı. Bana ulaşan pek çok öneri var.

Sıralayayım:

Yazının Devamını Oku

Laf ağızdan çıktı bir kere

9 Temmuz 2002
<B>BİR </B>erken seçimin kaçınılmaz hale geldiğini, bu köşede çok önce yazdık. Bu ülkede geleceğini tahmin için falcı olmaya gerek yok.

‘‘İş’’ kendini gösteriyor zaten.

Bahçeli de, çok kızdığı Derviş'in izinden gitti ve ‘‘Seçim’’ dedi.

Artık dönüş zor.

Seçim lafı da aynen af lafı gibidir. Ağızdan çıktı mı, beklenti yaratır.

Bir daha tüpe girmeyen diş macunu gibidir.

Bundan sonra ‘‘erken erken’’ veya ‘‘geç erken’’ mutlaka bir erken seçim olacak.

Doğrusu da bu: Seçim olmalı.

Ama mevcut ‘‘Seçim Yasası’’ ile seçime gitmek ne getirecek? Büyük çoğunluğa göre, hiçbir şey.

O zaman yeni seçim yasaları gerek. Parlamento hızla yeni seçim yasalarını çıkarmalı.

Ancak son Anayasa değişikliği ile parlamentoda çoğunluğu elinde tutanların seçim yasalarını seçime az bir süre kala kendi lehlerine değiştirmelerini engellemek için bir düzenleme yapıldı.

Buna göre seçim yasalarında yapılacak değişiklikler, bir yıl sonra yürürlüğe girecek. Yani değişikliğin üzerinden 1 yıl geçmeden yapılacak seçimlerde yeni yasa uygulanmayacak.

Eğer bir erken seçim olursa, bir değişiklik yapılsa bile mevcut yasaya göre yapılacak.

Ancak bu seçim buna dahil değil. Çünkü bir ‘‘istisna’’ maddesi ile ilk yapılacak seçim bunun dışında tutuldu.

Eğer seçim işi ‘‘ciddi’’ ise yasa değişikliği için imkán var.

Bahçeli, Rahşan Hanım'ın gözüne girer


BAHÇELİ'nin ‘‘erken seçim’’ manevrasının arkasında hükümeti ‘‘ele geçirme’’ planı yatıyor. Ecevit'siz hükümet senaryolarında ‘‘başrol’’de olmamak Bahçeli'yi rahatsız etti.

Aslında çok da ciddi olmayan ‘‘dedikodular’’ Bahçeli'nin tepkisine neden oldu.

Ecevit'in yanında uslu duran Bahçeli, ‘‘Ecevit yoksa, niye başbakanlığı başkasına kaptırayım’’ diyerek harekete geçti.

Hükümet yıkılacak. MHP birinci parti olacak. Başbakanlık Bahçeli'ye verilecek. Sonra da Bahçeli başbakanlığında erken seçime gidilecek veya gidilmeyecek.

Bahçeli'nin çıkışı bu anlama geliyor. Ve Bahçeli ‘‘bilerek’’ veya ‘‘bilmeyerek’’ Ecevit'e destek çıkıyor. ‘‘Ecevit yoksa, başbakanlığı başkasına bırakmam’’ diyor. Bu durum da dengeler açısından Ecevitler'in ekmeğine yağ sürüyor.

Rahşan Hanım'ın gözünde Hüsamettin Özkan'dan boşalan yeri, bu çıkışı ile Devlet Bahçeli alabilir gibime geliyor.

Yeni parti bugün kuruluyor


RAHŞAN ve Bülent Ecevit, istemeden de olsa ‘‘Düğümü’’ çözdüler.

Bu ‘‘İkilinin’’ ‘‘Bizcil’’ tavrının ülkeyi tıkadığı bir noktada, tıkanmayı gidermeye çalışan Hüsamettin Özkan'a cephe almaları, tıkanmanın önünü açan etken oldu.

Özkan, ‘‘Baba’’ gibi sevdiği Ecevit tarafından gözden çıkarılınca, DSP de ‘‘Erken boşalma’’ sorunu yaşandı.

23 milletvekili peşpeşe gittiler.

Dün konuştuğum ‘‘İstifacı’’ milletvekili ve bakanlar bu sayının kısa sürede 50'yi bulacağını öne sürdüler.

İstifa etmesi beklenenler arasında İsmail Cem ve Kemal Derviş gibi ‘‘Önderliğe’’ yatkın isimler de var.

İstemihan Talay, bugün itibariyle Meclis'te grup kurmaya yönelik adımları atmaya başlayacaklarını söyledi.

Bu arada pekçok bağımsız milletvekili de, bu yeni ‘‘Oluşum’’a katılmakta ‘‘Hevesli’’ görünüyorlar.

Hatta içlerinde ‘‘Türkiye'nin önünü açacak ve 4 eğilimi buluşturacak’’ yeni bir ruhun doğduğunu ileri sürenler dahi var.

Türk siyasetinde yeni bir sayfa açılıyor.

Bu sayfayı istemeden açanlar ise Ecevitler oldu.

‘‘Hırpalanmadan çekilmeyi bilirim’’ diyerek ‘‘Durumun vahametini kavramaktan uzak’’ olduğunu kanıtlayan Ecevit artık ‘‘Tarih’’.

Üstelik hırpalanacak kadar bir önemi bile yok gibi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Fare giremediği deliğe, arkasına bağladığı kabakla girmeye çalışmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Eski smokin var eski dost yok

8 Temmuz 2002
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>günlerde yazdım, <B>‘‘Bülent Ecevit'i siyasette sırtlayan bütün dostları, yol ve dava arkadaşları, Bülent Bey'e küskün öldüler’’</B> diye. Gerçekten de bakarsanız Bülent Ecevit'in ne partisinde ne de özel hayatında bir tek ‘‘eski dost’’u yok.

Her konuda ‘‘tutumlu’’ olan Bülent Ecevit çifti, dost konusunda son derece müsrif.

40 yıllık gece elbiseleri ve smokinleri sandıkta saklayıp atmayan Ecevit çifti, dostlarını ise pek saklayamıyorlar.

Şimdi sıra geldi Hüsamettin Özkan'a...

Ecevit'in sağ kolu, bastonu, badigardı, gölgesi Hüsamettin Özkan Ecevitler tarafından ‘‘persona non grata’’ yani istenmeyen adam ilan edildi.

11 yıldır her an Ecevitler'in yanında olan, bu ‘‘fazla’’ yakınlık nedeniyle alay konusu olup, bizim Serdar Turgut'un diline düşen Özkan, şimdi ‘‘uzaklaştırılıyor’’.

Fakat işin ilginci Ecevitler Özkan'ı ‘‘ittikçe’’ Özkan ‘‘büyüyor’’.

Ecevitler'e göre Özkan'ın hatası hastalığında Ecevit'e sahip çıkmamak.

Oysa Özkan'ın tavrı baştan beri ne. Hep, ‘‘Ecevit bitince ben de siyaseti bırakacağım. Ben Ecevit için buradayım’’ diyordu.

Şimdi Ecevit ‘‘bitik’’ ama Ecevitler bunun farkında değil.

Özkan ise farkında. Ve Ecevit'in artık ülkeye zarar verdiğinin de farkında.

Bu yüzden de kendini Rahşan Hanım'ın altına ‘‘halı gibi’’ serenlerin boy hedefi.

Ama Rahşan Ecevit ve ‘‘halıları’’ bir şeyin farkında değil. Hedef olmak Özkan'a yarıyor, Rahşan'a değil.

Fakat bir şey kesin ki, Ecevitler bir kez daha bir ‘‘dost’’la yollarını ayırıyorlar.

Fakat bu kez ‘‘küskün giden’’ karşı taraf olmayacak gibi...

Sendeleyelim ama bir bebek gibi


YİNE ‘‘yalpalamaya’’ ve ‘‘saçmalamaya’’ başlayan Türk siyasetinde son günlerin tek ‘‘doğru lakırdısı’’ Tansu Çiller'den geldi. Çiller ‘‘kaçan AB treni’’ni yakalamak için bir öneri getirdi.

‘‘Meclisi açalım ve AB için çalıştıralım.’’

Son derece doğru bir teklif.

Ecevit'in sağlığı, DSP içi kavga, koalisyonda uyumsuzluk gibi nedenlerle ‘‘bozulan moraller’’ ve ‘‘sarsılan dengeler’’ hepimizin gündemini ‘‘olumsuz’’ hale getirdi.

Yapmaya, ilerlemeye, büyümeye, yeni hedeflere koşmaya değil, aynen Ecevit gibi ‘‘ayakta durmaya’’ çalışıyoruz.

Türkiye sendeliyor. Ama büyümeye çalışan, geleceğe koşan bir bebek gibi değil, düşmemeye, ölmemeye çalışan bir ‘‘ihtiyar’’ gibi. Oysa bir bebeğin sendeleyerek yürümesi umut vericidir. Bir ihtiyarınki ise umut kırıcı. Biri her gün gelişir, düzelir, diğeri ise her gün daha kötüye gider.

Türkiye'nin sendelemelerini ‘‘umut verici’’ hale getirmenin tek yolu ise gündemi Avrupa Birliği'ne endekslemek.

Kavgalar olsun, tartışmalar, çekişmeler olsun.

Ama bir büyük Avrupalı Türkiye için.

Ayakta durmaya çalışan zavallı bir ülke için değil.

Üç büyükler çekilmeli


ÜÇ büyüklerin basketbol ve voleybol liglerinden çekilme kararı ‘‘son derece doğru’’ ama ‘‘geç kalmış’’ bir karar. Özellikle de basketbolda.

Türkiye'de basketbol liginde müessese ve kulüp takımları var.

Bunlardan ilki, tanıtımlarını yapmak ve medyada yer alabilmek için takım kuruyor, hem sosyal sorumluluklarını yerine getiriyor, hem de tanıtım yapıyorlar.

Reklam bütçelerinin bir bölümünü de buraya aktarıyorlar.

Kulüplerin ise tanınmak gibi bir derdi yok. Zaten gereğinden fazla tanınmış haldeler. Onlar sadece spor yapmak, yaptırmak ve sporu sevdirmek derdindeler.

Fakat bunu yapamıyorlar.

Çünkü ‘‘paraları yok’’.

Basketboldan bir gelir olmadığı için futboldan gelen paralar buraya aktarılıyor.

Ancak bu durumun sürmesi mümkün değil. Çünkü UEFA ve FİFA futbolun ekonomik gücünü arttırmak için ve futbolun finans havuzunu boşaltmamak için futboldan gelen paraların futbol dışına gitmemesi amacıyla yeni kriterler getiriyor. Bu durumda kulüpler futboldan gelen parayı başka yerlere aktaramayacaklar. O zaman da bu şubelerine para bulamayacaklar. Bu durum özellikle Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel'e defalarca aktarıldı.

Ancak Demirel sırtını müessese kulüplerine dayadığı için ‘‘kös dinledi’’.

Şimdi yumurta kapıya dayandı.

Herkeste bir panik. Çare? Elbette var. Ama bulmak isteyene.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hak sadece değirmende değil, yargıda da olduğunda.
Yazının Devamını Oku

Şükran veya nefret

6 Temmuz 2002
<B>‘AVRUPA Birliği treni kaçarsa yanarız’ </B>demeye getirmiş <B>Kemal Derviş.<br><br></B>Çok haklı. Gerçekten yanarız.

AB'ye iş, para yardımı, kredi falan diye bakmayın.

AB'nin Türkiye için asıl önemi, getireceği yasal düzen.

Türkiye'nin bugün ekonomide, eğitimde, insan haklarında Batı standardını yakalayamamasının en önemli nedeni, ‘‘hukuk sistemi’’.

Çağdaşlaşması, güncelleşmesi gereken binlerce yasa var.

Bu yasaları yapması gereken Meclis'in çalışma ve daha da ötesi ‘‘düşünme’’ temposu ortada.

Bu hızla biz 10 bin yılında aynı düzene kavuşabiliriz.

Oysa AB'ye girmek demek, her alanda bu ‘‘hukuk standardını’’ kabul etmek demek.

8 bin yılda belki yapacağımız düzenlemeleri, bir anda elde etmek demek.

Bu Meclis ve bugünkü liderler, kesinlikle tarihe geçecekler.

Ya bizi Avrupa Birliği'ne soktukları için ‘‘şükranla’’, ya da bizi Avrupa'dan kopardıkları için ‘‘nefretle’’ anılacaklar.

Karar onların.

Haber televizyonları


SİYASİLERİN yıllardır uğraşıp batıramadığı Türkiye'yi kimin batıracağı belli oldu.

Türkiye'yi ‘‘haberciler’’ batıracak.

Daha doğrusu ‘‘sorumsuz haberciler’’den olacak sonumuz.

Önceki gün borsa ve döviz tepetaklak oluyor.

Gerekçe bir internet sitesinin ‘‘yalan’’ haberi.

Dün yine Derviş'e atfedilen bir söz yüzünden ‘‘piyasa’’ denilen rezalet allak bullak.

Sonumuz habercilerden olacak galiba.

Haber televizyonları gelmezden evvel rahattık.

Borsa bizim için akşam haberlerinin sonunda verilen iki kelimeydi.

Döviz fiyatlarını da akşam duyardık. Duymamışsak sabah okurduk.

Faiz oranları ise hiç umurumuzda değildi.

Bankada üç kuruşumuz var ise vadesi dolunca faizini hatırlardık.

Haber televizyonları kuruldu mertlik bozuldu.

Sabah karga dolar almadan, bizde bir telaş başlıyor.

Yeşil oklar yukarı, kırmızı oklar aşağı.

Dolar, mark, şimdi de Euro sürekli gözümüzün önünde.

Borsa zaten ‘‘hayatımız’’.

İniyor çıkıyor, bizim gözümüz ekranda.

Borsada paramız olmasa bile heyecanlanıyoruz.

‘‘Bak bak düşüyor.’’

Sana ne be kardeşim. Milyon dolarlık portföylerin mi var?

Yok ama heyecan müthiş. Oklar kırmızıya dönünce bir panik.

Arada heyecanlı ses tonuyla konuşan iki de ‘‘çocuk’’ ekrana çıkıp ‘‘Piyasalar bilmem kimin demecinden tedirgin’’ dedi mi seyreyle gümbürtüyü.

87 yaşındaki anneannem arıyor, ‘‘Oğlum yandık, borsa düşüyormuş’’ diyor.

‘‘Anneanne sana ne? Üç aylığı borsaya mı yatırdın’’ diyorum, kızıyor.

‘‘Aaa, sen de beni beğenmedin. Düşmesi kötüymüş. Niye düşsün’’ diye fırça atıyor.

Sabah sabah programları dolduracak şey bulamayan ‘‘ekonomi editörleri’’ içimizi dışımızı borsa, faiz, dövizle dolduruyorlar.

Emin olun, ‘‘haber televizyonları’’ öncesinde ekonomimiz bu kadar kötü değildi.

Şimdi hem ekonomimiz, hem de asabımız bozuluyor.

Ekran köşesindeki o küçük oklar, bize batıyor.

Ne kadar devam, o kadar para


MECLİS'teki devamlılık oranları açıklandı. Meclis'e en fazla ‘‘devam eden’’ milletvekilleri, iktidar partilerine mensup.

Birinci sırada DSP var.

Onu MHP ve ANAP takip ediyor.

Muhalefet ise ‘‘devamsızlık’’ rekoru kırmış.

Bu arada en ‘‘devamlı’’ DSP'nin devamlılık oranı bile yüzde 50'yi aşmıyor.

Muhalefetin devam oranı ise yüzde 10'ların altında.

Yani ‘‘işe en çok giden’’, gitmesi gereken günlerin yarısında gitmemiş.

Muhalefette ise bu oran, on günde bir.

Bizi temsil etmek için bizden yetki alanlar ve bizim vergilerimizle maaşlandırılanlar işe gitmiyor.

Acaba siz haftanın üç günü işe gitmesiniz veya işe 10 günde bir gitseniz, patronlarınız size ne der hiç düşündünüz mü?

Hatta patron olsanız bile, işinize bu kadar devamsızlık yaparsanız, işiniz batmaz mı?

Ama bizim temsilcilerimizin umurunda değil.

Meclis zaten yılın üç ayı tatil.

Geri kalanı da ‘‘kafadan’’ tatil.

‘‘Devamsızlıkları’’ maaştan kessek biraz akıllanırlar mı acaba?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Makamlar insanları değil, insanlar makamları yücelttiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Parkinson bulaşıcı hastalıkmış

5 Temmuz 2002
<B>DOĞRU </B>Yol Partisi ile <B>‘‘aynı fikri’’ </B>paylaştığım pek ender olmuştur. Ama bu kez galiba paylaşıyorum. Ecevit'in ısrarı ve çözümsüzlük ‘‘ara rejim’’ olasılığını güçlendiriyor.

Bundan önce de TÜSİAD'ın seçimden ‘‘korkmasının’’, bir ara rejim tellallığı olacağını yazmıştım.

Çünkü ‘‘gerekli’’ bir seçimden kaçmak demokrasinin önünü tıkar, tıkanan demokrasiler ise kendilerine ‘‘ara yollar’’ arar.

Şimdi de demokrasinin önünü Ecevit ‘‘bizzat’’ tıkıyor. Partisi neredeyse marjinal partilerin oy oranına gerilemiş. Sağlık durumu ortada. Türkiye'nin en aktif başbakana ihtiyacı olduğu sırada ‘‘yarı mobilize’’ bir Başbakan.

Sevgimiz, saygımız ayrı ama sonuç olarak işini yapamayan bir adam. Ve sokağa çıkıp sorsanız ‘‘gitmesin’’ diyecek insan bulamazsınız.

Türkiye'nin ‘‘yolunda giden’’ bir ekonomik programı varken ve ülke ‘‘krizden’’ yavaş yavaş da olsa uzaklaşırken önünün tıkanması kabul edilebilir gibi bir durum değil. Ecevit artık toplumun güvenini kaybetmiş, ‘‘hasta’’ bir adam. Yarın çıkıp bir saatte 10 kıtalık şiir ezberlese, üzerine trapezde gösteri yapsa boş.

Ve Ecevit'in hastalığı ‘‘sári’’.

Sisteme de bulaşıyor.

Demokrasiyi, ekonomiyi hızla hasta ediyor. Aynı Ecevit gibi, sistem de ‘‘yürüyemez’’ hale geliyor.

Ecevit, bundan 22 yıl önce ülkeyi darbeye götüren inadını artık bırakmalı. Bundan sonraki sayılı günlerinde ülkeyi seçime hazırlamalı. Seçim yasaları hazırlanırken, bir yandan da AB için gerekli yasal düzenlemeleri ‘‘ne pahasına olursa olsun’’ yapmalı.

Hiç değilse arkasından konuşurken, ‘‘Hasta masta, adam Türkiye'yi AB'ye sokmuştu’’ diye anlatacak imkánı sağlamalı. Aksi takdirde toplumsal talebin önünde kimse duramaz. Parlamentodaki ‘‘seçim kanunlarıyla’’ sağlanmış sayılar da buna dahil.

Şampiyonlar hızlı büyür

DÜNYA
Şampiyonluğu'nun Brezilya'daki yansımaları Türkiye'dekinden farklı değil. Japan Times Gazetesi, şampiyonluk sonrasında Brezilya'da borsanın yükseldiğini, Kruzeyros'un güçlendiğini ve 3 R'nin gollerinin ülkede istikrar sağladığını yazıyor.

Futboldaki başarının ‘‘sallanan ekonomilerde’’ geçici de olsa bir rahatlık sağladığı kesin.

Bu arada Hong Kong Shangai Banking Corporation, ya da bilinen adıyla HSBC yaptığı bir araştırmada, Dünya Kupası kazanan ülkeleri ekonomik performans olarak değerlendirmiş.

1966 yılındaki verilerden başlayarak bugüne kadar uzanan araştırmaya göre Dünya Kupası'nı kazanan ülkelerin ekonomilerindeki büyüme, yüzde 9 oranında ekstra bir hız kazanmış. Gerçi Arjantin ve Brezilya'nın bugünkü ekonomik durumları pek de ‘‘parlak’’ değil ama araştırma doğruysa ‘‘Ya bir de Dünya Şampiyonu olmasalardı ne olacaktı’’ diye düşündürtüyor insanı.

Sonuç olarak bu bir araştırma ve somut verilere dayanıyor.

O veriler de Almanya, İngiltere, Arjantin, İtalya, Brezilya ve Fransa'nın Dünya Kupası'nı ‘‘ekonomik’’ olarak değerlendirdiklerini gösteriyor.

Federasyon'dan ise henüz ses yok

Dün Futbol Federasyonu'nun Adidas ile yaptığı anlaşmanın içeriğini sormuştum.

Adidas'tan gelen bilgiye göre firma, federasyona, satılan her forma için ‘‘yüzde 10’’ oranında bir ‘‘isim hakkı’’ ödemesi yapacak.

Satış rakamları henüz belli olmadığı için, toplam miktar da belli değil.

Satış fiyatı ise 56 milyon lirayken 45 milyon 200 bin liraya düşürülmüş.

Ne zaman düşürülmüş, ne kadar forma 56'dan, ne kadarı 45'ten satılmış bana bir bilgi verilmedi.

Yurtdışı fiyatları hakkında da bir bilgi iletilmedi.

Sadece forma başına federasyonun 4 milyon 520 bin lira alacağını anladım.

Yurtdışı satışlarla ilgili veriler 20 Temmuz'da gelecek.

Ben de size aktaracağım.

Bu arada sözleşmede bir ‘‘signing fee’’, yani imza bedeli var mı yok mu onu da bildirmediler.

Öğreneceğiz inşallah.

Karayollarında denetim

BİZİM okurlar karayolları müfettişi gibi denetim yapar oldular.

17 Bölge Müdürlüğü'nün çalışmalarla ilgili olarak verdiği bilgiler sürekli denetleniyor. Ve görülüyor ki, ‘‘doğru değil’’. Veri mi? Alın size veri: Tarih 27 Haziran Perşembe Saat 18.38. Çalışan işçi sayısı 6. Yani bölge müdürünün verdiği rakamın onda biri.

Bu arada pek çok mühendis de, ‘‘İşin neviinden dolayı az sayıda işçi çalıştırılması saçma. Çalışmalar birkaç noktadan başlatılıp, ayrı ayrı ekiplerle daha hızlı bitebilir. 1 kilometrelik köprüde birkaç ekibe yetecek yer var’’ diyor. Bana da doğrusu bu gibi geliyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Başkalarının da hesap yapabileceğini veya sayı sayabileceğini unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Ecevit giderse...

4 Temmuz 2002
<B>KORO </B>halinde <B>Ecevit'</B>in gitmesini istiyoruz. <B>‘‘Çekilsin’’ </B>diyoruz. Hatta bazen ‘‘Çekilsin’’e yaptığımız eklerde ‘‘ölçüyü’’ kaçırıyoruz.

Ancak Türkiye'de ölçü zaten ve çoktan kaçık olduğu için bunu bile önemsemiyoruz.

Fakat işin komiği şu, aynı Ecevit'i üç hafta önce, ‘‘hastalıklarına ve zorluklarına rağmen hükümet yıkılmasın diye ayakta durmaya çalışan müthiş bir vatanperver’’ olarak gösterenler, bugün ‘‘Çekil’’ diye bağırıyorlar.

Üstelik de öyle bir ‘‘tondan’’ bağırıyorlar ki, bizim gibi iki yıldan bu yana ‘‘Bu ülke böyle bir başbakanı hak etmiyor’’ diyenlerin sesini bile bastırıyorlar.

Ecevit çekilsin çekilmesine de, sonra ne olacak?

Bunun ‘‘öyküsünü’’ yazan var mı?

Bence yok.

Ecevit'in hükümeti yıkmadan başbakanlığı devretmesi mümkün değil.

Demek ki, Ecevit çekilince hükümet yıkılacak.

Peki, yerine yenisi nasıl kurulacak?

Başbakanlık kime geçecek?

Yeni koalisyonun ortakları kimler olacak?

Bu ortaklar uygulanmakta olan ‘‘ekonomik programı’’ sürdürecekler mi?

Program sürmezse, bunun ekonomiye etkileri ne olacak?

Meclis'te 1. parti olması ‘‘an meselesi’’ olan MHP'nin lideri hükümeti kurmakla görevlendirilince ne yapacak, hükümet olursa ne yapacak?

Bütün bu soruların yanıtlarını arayan yok.

Kuru bir ‘‘çekil’’ çığlığı.

Ecevit eğer çekilecekse, bu soruların yanıtları bulunmalı.

Uzlaşmalar sağlanmalı.

Yeni hükümetin oluşumu ayarlanmalı.

Bunu yapabilecek ve bu düzenlemeleri ayarlayabilecek tek kişi ise Hüsamettin Özkan.

Ne yazık ki, o da kendini ‘‘pasifize’’ etmiş durumda.

Ecevit paldır küldür çekilirse, oluşacak ‘‘kaos’’ içinde, Ecevit'i arar hale gelmekten korkarım.

Tek güvenilir adam Derviş'in birkaç ay önce ‘‘seçim’’ demesinin nedenlerini, şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur umarım.

Kaç forma sattık kaç para kazandık


TOKYO'da girdiğim spor mağazasında her ülkenin forması vardı.

Biri hariç: Türkiye.

Satıcı gence sordum. ‘‘Türkiye forması yok mu?’’ diye.

‘‘Kalmadı’’ dedi.

Tamamı satılmıştı.

Epey arandıktan sonra Brezilya formalarının arasına sıkışmış mavi renkli bir tane bulduk.

Türkiye'nin ‘‘mavi forması’’ ilginçti ama vardı.

Kore'de de, Japonya'da da en fazla satan formalardan biri ‘‘Türkiye forması’’ydı.

Türkiye'de de on binler forma peşinde olduğu için aklımıza bazı sorular geldi:

‘‘Türk Futbol Federasyonu, Adidas ile nasıl bir anlaşma yapmıştı?’’

Satılan formalardan Türkiye Futbol Federasyonu'na kaç lira kalacaktı?

Yurtiçinde ve dışında satılan formaların fiyatları nasıl belirleniyordu ve satışlar nasıl takip ediliyordu?

Adidas'ın sattığı her formadan TFF'nin kasasına bir para giriyor muydu?

Çünkü gördüğüm kadarıyla ortada çok ciddi bir kaynak vardı.

Futbol Federasyonu veya Adidas bu konuda bilgi vermekten kaçınmayacaklardır diye umuyorum.

Dünya Kupası'ndan rakamlar


KORE Japonya Dünya Kupası, televizyon izleyicileri açısından pek çok rekora sahne oldu.

Kirch Media'nın Dünya Kupası'nı yayınlayan kolu olan Host Broadcast Service'in CEO'su Francis Tellier'nin verdiği bilgilere göre final maçını dünyada toplam 1.5 milyar kişi izlemiş. Bu bir rekor.

Dünya Kupası'nda oynanan 64 maçı izleyen toplam seyirci sayısı ise 40 milyar.

Televizyon yayınlarını gerçekleştirmek için 2800 kişilik bir personel çalıştırılmış.

Bu kadar fazla personel olmasının nedeni ise organizasyonun iki ülkede yapılması olmuş.

HBS Başkanı ‘‘Sanki iki Dünya Kupası yayınladık’’ diyor.

Naklen yayının teknik maliyeti ise 134.5 milyon dolar olmuş. Buna ekipman kiraları ve ücretler dahil.

800 ton ekipman, 260 kamera, 2800 televizyon monitörü kullanılmış.

Toplam 1000 naklen yayın spikeri ve yorumcusuna maç anlatma imkánı hazırlanmış.

Brezilya-Almanya finalinde 23 kamera kullanılmış. HBS, Almanya'daki Dünya Kupası'nın bunun yarısı kadar bir maliyetle yayınlanabileceğini, birbirinden bu kadar uzak iki ülkede ortak Dünya Kapası düzenlemenin pek de ‘‘mantıklı’’ olmadığını söylüyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Assolistler, sahneye İbrahim Tatlıses'ten önce değil, sonra çıkmaya cesaret ettiği zaman.
Yazının Devamını Oku