Fatih Altaylı

Uzanlar'dan yalan kampanyalar

23 Temmuz 2002
<B>UZANLAR'</B>a ait <B>‘‘paçavralar’’ </B>inanılmaz. Söylemediğim şeyleri sanki söylemişim gibi yazıp, beni toplumun bazı kesimlerinin gözünden düşürmeye ve bunlarla <B>‘‘kavga’’ </B>ettirmeye çalışıyorlar. Yok ben bilmem nerelilere ‘‘Maganda’’ demişim, yok başka bir yerin halkına ağır hakaret etmişim.

Yok şu, yok bu.

Vallahi benim adım Cem Uzan değil.

Ben neysem oyum.

Ne söylüyorsam, ne yazıyorsam hepsi burada veya Kanal D'de.

Uzanlar'ın bu ‘‘yalanlarıyla’’ yasa önünde zaten hesaplaşıyorum.

Her gün bana sürüyle dava kaybediyorlar.

Zeynep'in ve ihtiyacı olan ulaşabildiğim tüm çocukların eğitim parasını onlardan aldığım tazminatlarla karşılayacağım ki, hayatlarında ilk defa hayırlı bir işe paraları gitmiş olsun.

Ama sizi de uyarmak istedim. Uzanlar'ın emrindeki alçakların yazdıklarına sakın ola ki inanmayın.

DSP'nin bitikleri Derviş'e sarıldılar


KEMAL Derviş'in son günlerdeki tavrı ve Yeni Türkiye'ye dönüşen ‘‘Yeni Oluşuma’’a katılmayı geciktirmesi, bunların yanı sıra CHP ile sürdürdüğü diyalog, Yeni Oluşum'u ‘‘oluşturmaya’’ çalışanlardan bazılarını rahatsız etti.

Bu rahatsızlık dün bir miktar ‘‘açığa’’ çıktı.

Ancak sorun büyümeden çözüldü.

Kendini harcatmamak ve ‘‘sol’’u toparlamak isteyen Derviş, yüzde yüz gönüllü olarak olmasa da, Yeni Oluşum'a ve oluşumun partisi ‘‘Yeni Türkiye’’ye katılma konusunda garanti verdi.

Dün görüştüğüm Derviş'e çok yakın bir isim, ‘‘Sayın Kemal Derviş, 1 Ağustos'ta yurtdışından dönüyor ve döner dönmez Yeni Türkiye'ye katılıyor. Artık bu işin dönüşü yok’’ dedi. Hükümette de arkasında grubu olan bir bakan olarak kalmayı sürdürecek. Derviş'e ‘‘çok yakın’’ siyasetçinin de dediği gibi, artık bu işin dönüşü yok. Doğru.

Ama bu ‘‘hedefe giden’’ bir ‘‘tek yön’’ olarak görülebilir mi?

Herkesin kafasında sorular var.

‘‘Ecevit aynı Ecevit, Rahşan aynı Rahşan, DSP aynı DSP. Bu kopuşlar neden şimdi?’’ diye soranlar haklı. Neden çok açık. DSP artık yok.

Yeni Oluşumcular ayrılsa da yok, ayrılmasa da yoktu.

Oy oranı yüzde 4'lere inmiş, her geçen gün daha da inen bir parti.

Batan bir gemi.

Partinin içine bakınca pek de adam yok.

Rahşan Hanım'ın ‘‘toplama’’ ekibi. Siyaseti sürdürmesi mümkün olmayanlar çoğunlukta.

Ve bir, bilemedin iki parlak isim.

‘‘Yeni Oluşum’’ dediğiniz, aslında bu bir-iki parlak ismin şemsiyesi altında, bitmiş siyasi hayatlarını sürdürme umudunu taşımak isteyenler.

Yeni Oluşum dediğiniz, aslında Kemal Derviş ve İsmail Cem'e ‘‘atılmış’’ bir kazık.

Bu ikiliden, özellikle Kemal Derviş'in önünü kesmek için yapılmış ‘‘usta işi bir manevra’’.

Seçim takvimi çalışmaya başladığında CHP'ye geçmesi kuvvetle muhtemel Kemal Derviş'e uygulanan etkili bir ‘‘siyasal screen’’. Aynı zamanda Kemal Derviş'in katılımıyla seçimden 1. parti olarak çıkması muhtemel olan CHP'ye de koyulmuş bir baraj.

Kemal Derviş bütün bunları en az benim kadar görüyor.

Ama ne yazık ki ‘‘binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete’’.

Kimbilir belki de, ‘‘bindirilmiş’’ demek daha doğru.

Parti mi, küskünler hareketi mi?


YENİ Oluşum'u başlatıp, Kemal Derviş'i ‘‘zorla angaje’’ edenler bir şeyi çok iyi hesap etmeliler. Bitik partilerden kopan ve ‘‘küskünler hareketi’’ haline gelen hiçbir hareket bugüne kadar başarılı olmadı. Yeni Türkiye, DSP'nin safralarıyla bir ‘‘küskünler’’ olayı olarak görünüyor. Kamuoyunun pek tanımadığı, tanıdıkları içinden ise sadece 2'sine ‘‘olumla baktığı’’ bir hareketin bu iki kişi sırtında yürümesi imkánsız. Kemal Derviş ve İsmail Cem bu yükü ve bu ‘‘safrayı’’ taşıyamazlar.

Bu yüzden de Yeni Türkiye içindekilerin tümünden daha fazla siyasi deneyimi olan İsmail Cem ve toplamının toplam güvenilirliğinden daha güvenilir olan Derviş, bu işi hızla ‘‘DSP artıklarından’’ kurtarmak zorundalar.

Aksi takdirde, Türkiye, Derviş gibi çok önemli bir adamı kaybeder.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kamuoyu adına hesap soranlara enayi muamelesi yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Yeniyi herkes merak eder

20 Temmuz 2002
<B>YENİ </B>Oluşum'un çevresinde <B>‘‘esen’’ </B>veya <B>‘‘estirilen'</B> rüzgár pek çoklarını rahatsız ediyor. Bunu basının ‘‘goygoyu’’ olarak nitelendirenlerin sayısı bir hayli fazla.

‘‘Goygoy’’ kısmı hariç, haklı olabilirler.

‘‘Yeni Oluşum’’ şu andaki gücünden daha fazla ilgi topluyor, basında toplumdaki yerinden daha fazla ‘‘sütun santim’’ işgal ediyor olabilir.

Buna kızmamak, buna gücenmemek, buna alınmamak ve bu nedenle basının ‘‘taraf tuttuğunu’’ düşünmemek gerekir.

Yeni Oluşum'a gösterilen ilginin nedeni, ‘‘taraf tutmak’’la değil, ‘‘yeniye olan ilgi’’ ile bağlantılıdır.

Baykal'ı beğenmeyen CHP'liler, Mesut Yılmaz'a kızgın ANAP'lılar, Tansu Çiller'den bıkmış DYP'liler, kafasında soru işareti olan Milli Görüşçüler, AKP'nin iktidara getirilmeyeceğini düşünen AKP'lilere kadar ‘‘taraflı’’ ama tarafıyla ‘‘sorunlu’’ kitlelerin Yeni Oluşum'a gösterdiği ilgiden farklı değildir basının ilgisi.

Aslına bakarsanız ‘‘Yeni Oluşum’’a olan ‘‘merak’’ ve ‘‘destek’’ büyük oranda ‘‘kentsel’’dir. Seçimde ne yapacağını bir türlü kestiremeyenlerin sorduğu bir ‘‘Acaba?’’dır Yeni Oluşum.

Bu yüzden de bu oluşumun basında yer bulmasını kınamamak gerekir.

Eğer bugün hangi partiden olursa olsun siyasetçiler, daha önce kime oy vermiş olursa olsun seçmenler, yanında veya karşısında olsun siyasi dedikoducular ‘‘Yeni Oluşum’’dan söz ediyorlarsa, basın da bu oluşumdan söz etmek zorundadır.

‘‘Eski siyasetçilerin’’ bunu kıskanmasının da alemi yoktur, ‘‘Yeni Oluşumcuların’’ buna güvenmesinin de.

Seçime kadar geçecek zaman herkesin yerli yerine oturmasını sağlayacaktır.

Vatandaşa muamele eski oluşum gibi


ÖRGÜTSÜZ Cem'in Kayseri ziyaretindeki küçük çaplı olaylar, bence ucuz atlatılmış bir tehlikedir.

Hayatında ‘‘örgütçü’’ olmamış birinin sağ seçmenin ağırlıkta olduğu bir ile yaptığı ziyaret ‘‘yürek’’ ister. Cem yürekli davrandı. .

Fakat Cem'in bu gezisinde büyük yanlışlar gözüme çarptı.

İsmail Cem'e bir sendikacı yaklaşarak bazı sorunlarını anlatmak istedi.

Fakat anlatamadı.

Korumalar tarafından önce susturuldu, sonra yaka paça uzaklaştırıldı. Bir miktar da tartaklandı.

Bu kişi iyi niyetli veya kötü niyetli olabilir. Fark etmez. Halka inen, yeni olduğunu iddia eden bir siyasetçinin, kendisine gelen kişiye ‘‘farklı davranması’’ beklenirdi.

Cem bu sendikacının omuzuna elini koysa, anlatacaklarını dinlese ve sonra uğurlasa büyürdü.

Belki Cem'in kendisi, belki korumaları Cem'in ilk gezisinde verebileceği sıcak mesajı engellediler.

Klasik bir yurttaş-siyasetçi karşılaşmasına çevirdiler.

Her zamanki gibi, siyasetçi korundu, yurttaş tartaklandı.

Yeni Oluşum, bu konuda pek bir yenilik getirmediğini de göstermiş oldu.

Oysa Mustafa Sarıgül gibi ‘‘vatandaşa sarılmayı iyi bilen’’ biri de Yeni Oluşum'un içinde.

Keşke bu gibi durumlarda ne yapmak gerektiğini ona sorsalardı.

Yap bozla bu kadar yükselebiliriz!


DÜNYA'da tanınan tek Türk markası olan Dice Kayek'in ‘‘patronları’’ ve ‘‘yaratıcıları’’ Ayşe ve Ece Ege kardeşler önceki gün uğradılar.

Her randevumuzda olduğu gibi uçaktan inip geldiler.

Moda demek ticaret demek, tanıtım demek. Bu yüzden sürekli geziyor, uçuyorlar.

Yaratıcılık işin yüzde 10'u ise yüzde 90'ı bunun arkasındaki pazarlama gücü.

Ege kardeşlerin Dice Kayek'i artık dünyanın en önemli moda markaları arasında.

Fakat finans güçleri olmadığı için, pazarlamada sorunları var.

Bu sorunları Japonya'da pazarlamalarını yapan Mitsui Grubu ile işbirliği içinde çözmek için anlaşmayı sağlamışlar.

Mülti milyar dolarlık Mitsui, artık Dice Kayek'in arkasında.

Duice Kayek de, Mitsui'yi Türkiye'ye getiriyor ve İTKİB ile de bir işbirliğinin temellerini atmaya çalışıyor.

İşin ‘‘iş’’ kısmını götüren Ayşe Ege, Türkiye'de yapılan her işin kişilere bağımlı olmasından dert yandı.

Türk tekstilinin dünya çapında tanıtım ve pazarlanmasında çağdaş fikirlere sahip olan Dış Ticaret Müsteşarı Kürşat Tüzmen'in ayrılmasından sonra bu işlerin durmasından yakındı. Haklıydı. Ama burası Türkiye.

Her işi, o işini yürütmekte olan kişinin ardından yıkıp, yeniden inşa ettiğimiz için bir türlü yeterince yükselemediğimiz aşikár değil mi?

Modanın gücü


DİCE Kayek'i yazarken aklıma geldi.Ayşe Ege ile bundan önceki karşılaşmamızda, yanında Claire Dupont adında bir Fransız hanım vardı.

Claire Dupont, Fransa'nın önemli moda yazarlarından ve editörlerinden biri.

Bunun yanı sıra Hermes gibi dünya markalarının defile organizatörü. Bir nevi emprezaryo.

Moda dünyasının etkili ismi Claire Dupont'ın Dice Kayek ve Ege kardeşler ile karşılaşmasından önceki Türkiye nosyonu ile sonrasındaki Türkiye izlenimi arasında büyük fark var.

Dupont bunu açık yüreklilikle söylüyor.

Geçmişte Türkiye diye aklına bekáretini kaybeden kızların aile meclisi kararıyla töre cinayetine kurban gittiği, kendi içinde savaş eden, ilkel insanların yaşadığı bir ülke aklına geliyormuş.

Dice Kayek'i görünce ‘‘Bu kadar yaratıcı insanların olduğu bir ülke ile ilgili fikirlerimi gözden geçirmeliyim’’ demiş.

Gelip görmüş. Şimdi tam Türkiye hayranı.

‘‘Modanın tanıtım gücünü hafife almayın. Ülkenizin ne kadar rafine, kültürünüzün ne kadar derin olduğunu en kısa yoldan moda ile anlatabilirsiniz’’ diyor.

Seçim bahara kayabilir


İKTİDAR ortakları 29 Temmuz'da Meclis'i toplayıp ‘‘erken seçim’’ kararını alacaklar.

Sızan bilgiler bu yönde..

Tarih büyük olasılıkla 3 Kasım olacak.

Bunda da bir sorun yok.

Sorun sonrasında. Herkes biliyor ki, bir kez seçim kararı alındı mı, bir daha Meclis'i doğru düzgün toplamak ve AB için gerekli kararları almak mümkün değil.

Oysa iktidarın ajandasında ‘‘AB yasalarını’’ çıkarmak var. Muhalefet de ajandayı paylaşıyor.

Bu yasaları çıkarabilmenin tek yolu ise seçimi ‘‘ertelemek’’.

Seçimi mart veya nisana ertelemek en yakın olasılık.

Bunun için Yüksek Seçim Kurulu'nun ‘‘çekinceleri’’ de gerekli bahaneyi oluşturuyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Rakiplerimiz kadar, dostlarımızı da küçümsemediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Irak operasyonu ve Polyanna

19 Temmuz 2002
<B>‘TECAVÜZ kaçınılmazsa zevk almaya çalış.’ </B>Kulağa hoş gelmeyen bir cümle olmakla beraber, zor ama mecburi durumlarla karşılaşanlar için çokça kullanılan bir yaklaşımdır yukarıdaki. Türkiye'nin bugün Irak'a yapılması olası bir ‘‘ABD operasyonu’’ ile ilgili içinde bulunduğu durum da tam budur.

ABD'nin ‘‘kararlılık’’ göstermesi, Türkiye'yi ‘‘mecburi’’ bir pazarlık masası paylaşımcısı yapmıştır.

Türkiye, ‘‘engel olamayacağı’’ bir durumdan azami faydayı çıkarmaya çalışan ülke konumundadır.

Hükümetin bu konuyla ilgili olarak ABD Savunma Bakanı Paul Wolfowitz'e sunduğu ayrıntılı bir talep listesi var.

Bunlardan ilk bölümü, yapılacak operasyonu ve buna katılacak ülkeleri ‘‘hukuki zemine’’ oturtmayı öngörüyor.

Türkiye öncelikle bu müdahaleyi uluslararası hukuka uygun hale getirmek için bir Birleşmiş Milletler kararı talep ediyor.

İkinci talep de akıllıca. Türkiye, Arap dünyasına karşı yalnız kalmamak için en az iki Arap ülkesinin de operasyona katılması şartını koşuyor. Bu ülkeler Kuveyt ve Suudi Arabistan.

Bu iki talep, ABD için de birer ‘‘can simidi’’ olacak nitelikte.

Sonrasında Türkiye'nin ekonomik talepleri geliyor.

FMS borçlarının, en azından faizlerinin silinmesi. Yani üç aşağı beş yukarı 4 milyar dolar.

Kongreden dönen ‘‘Nitelikli Sanayi Bölgeleri'nin kurulması’’ ile ilgili anlaşmanın hızla onaylanıp yürürlüğe girmesi. AWACS erken uyarı uçaklarının ve saldırı helikopterlerinin Türkiye'ye satışının kongrede onaylanması.

Ve Türkiye'nin uluslararası finans kuruluşlarına olan borçlarının çevrilebilirliği konusunda garanti verilmesi.

Bu fatura hayli ‘‘kabarık’’ gibi görünmekle beraber, sunulan ‘‘hizmete’’ ve hizmetin ‘‘faydasına’’ oranla makul bir faturadır.

Fakat Türkiye bütün bunlara rağmen ABD'ye destek vermek zorunda değildir.

Tecavüzün kaçınılmaz olması, ille de zevk almayı gerektirmez.

Buna uygun bir de Polyanna hikáyesi vardır:

Ormanda gezerken tecavüze uğrayan Polyanna, hiç istifini bozmaz ve yine sekerek ‘‘Lay lay lom’’ diye şarkılar söyleyip yoluna devam eder. Durum görenleri şaşırtır ve Polyanna'ya sorarlar: ‘‘Kızım sen deli misin, tecavüze uğradın ama hálá şen şakrak şarkı söyleyerek geziyorsun.’’

Polyanna,
adı üstünde Polyanna'dır, yanıtı ona göre olur:

‘‘Olsun, hiç olmazsa arka tarafı kurtardım.’’

Peçete basan peçete alır

TÜRKİYE'nin Irak'a yönelik bir harekáta katılmasına başından beri karşı olmadığımı yazdım hep. Çünkü Türkiye açısından ‘‘mevcut durumdan’’ beterinin olabileceğini hiç düşünmedim.

Yıllardır yanıbaşımızda çıbanbaşı bir ülke.

Denetimsiz topraklar.

Her ne kadar görmezden gelsek de, giderek kurulan bir Kürdistan.

Sıfıra inmiş ticaret hacmi.

Olmayan bir karşılıklı ilişki.

Ve 11 yılda kaybolan on milyarlarca dolar. Kayıp dolar rakamları, benim değil devletin resmi telaffuzu.

Ve kilitlenmiş bir durum.

Bu kilidin açılması Türkiye'nin lehine.Q Türkiye de bu kilit açılsın istiyor ama kilidi açma operasyonunda yer almak istemiyor.

Akıllıca. Herkes ‘‘hazır yemek’’ ister. Fakat her zaman yedirmezler.

Yıllar önce Galatasaray Lisesi'nde okurken, ‘‘Abiler’’ kendi aralarında ‘‘Bastı’’ oynuyorlardı.

Bir kişi kasa oluyor, 52'lik deste üstü kapalı olarak parça parça yere koyuluyor. Herkes bir parçanın üstüne para koyuyor, kasaya bir parça bırakılıyor, káğıtlar açılınca kasadan büyük sayı bulanlar koydukları kadar para alıyorlardı. Küçük kalanların parası ise kasaya gidiyordu.

Bir ara içlerinden birinin parası bitti ve elindeki peçeteyi parçalayıp para diye basmaya başladı.

Ve sonunda bir yerde kazandı.

Kasadaki, peçete basana kendi elindeki peçeteden bir parça koparıp verince hır çıktı.

Kasa olan vecizeyi o zaman patlattı:

‘‘Kızmak yok. Peçete basan peçete alır, para basan para alır.’’ Türkiye'nin de durumu bu.

Ya para basacağız, ya da peçete.

Yarışmalı parti propagandası

CEM Kardeş'in ‘‘Cep to Cem Party’’si sıkı çalışmaya başlamış. Artık onlar da eski RP gibi, Saadet gibi, AKP gibi ‘‘saha çalışması’’ yapıyorlar.

Bir okurum bu partinin çalışmasını şöyle aktardı:

‘‘Kapı çalındı. Genç, şık giyimli bir bayan. Kibarca iyi günler diledi. Kanal 6 televizyonundan geldiğini, yeni bir yarışma hazırladıklarını söyledi. Eve buyur ettim.

Oturdu. Yanında bir de küçük hediye paketi getirmişti. Ancak yarışma falan palavraymış. Oturup Cem Efendi'nin partisinin propagandasını yapmaya başladı. Ben de hemen kendisini kapı dışarı ettim.’’

Sizin de aklınızda bulunsun.

Yarın öbür gün size de gelebilirler.

Getirdikleri hediyeyi alın, sonra kendilerini kapı dışarı edin.

Hediyeyi niye mi alın?

Basit...

Kıl koparsanız kárdır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

İnsanlara olan sevgimizle, onlara ayırdığımız zaman doğru orantılı olduğunda.
Yazının Devamını Oku

Derviş kararlı mı, kararsız mı?

18 Temmuz 2002
<B>KEMAL Derviş,</B> dün <B>Deniz Baykal </B>ile saatler süren bir görüşme yaptı. Ben yazıya oturduğumda, görüşmenin ‘‘içeriği’’ ile ilgili bir açıklama henüz yapılmamıştı.

Ancak bu kadar ‘‘uzayan’’ görüşme, normal değil.

Kemal Derviş'in Sedat Ergin'e verdiği mülakatta Baykal'a yolladığı ‘‘sıcak mesajlar’’ yerini bulmuş olmalı ki, uzun ve sıcak bir görüşme yapıldı.

Bu kadar sıcak mesaj üzeri, bu kadar uzun görüşme ‘‘hayra alamet’’ değil. En azından ‘‘Yeni Oluşumcular’’ açısından.

Baykal büyük bir olasılıkla Kemal Bey'i CHP'ye davet etti.

Akıllıca... Benim bir partim olsa, ben de önce Kemal Derviş'i davet ederdim. Hatta bir adım ötesini yapar, genel başkanlığı da kendisine önerirdim. Baykal'ın bunu yapmış olması elbette ki düşünülemez. Tabii burada önemli olan Baykal'ın teklifi değil, Derviş'in ne yapacağı.

DSP'den istifaların başladığı güne kadar Derviş, CHP'ye yakındı. Ancak istifaların ardından Derviş kaderini ‘‘İsmail Cem-Hüsamettin Özkan’’ ikilisiyle birleştirdi. Doğru mu yaptı yanlış mı, tartışmak ayrı konu.

Ama birleştirdi. Ve bir söz verdi.

Bu söz Derviş ve Derviş'in ‘‘kredibilitesi’’ açısından önemli.

‘‘Derviş neredeyse oyum orada’’ diyecek kadar ona inananlar bile Derviş'in ‘‘sözünden dönmesini’’ onaylamayacaklardır.

‘‘Hiç yalan söylememiş’’ Derviş'in politikaya girerken ‘‘yalan hanesi’’ne bir çizik attırması hoş olmayacak.

Derviş ise kendi açısından ‘‘Yeni Oluşum’’u yeterince ciddi bulmuyor olabilir.

Haklıdır da... Büyük bölümünü Rahşan Ecevit'in ‘‘kavun seçme’’ yöntemiyle oluşturduğu DSP parti grubuna nereye kadar güvenebilirsiniz ki, ayrılanlara ‘‘blok halinde’’ güvenebilesiniz.

Derviş gösterdiğinden akıllı, algıladığımızdan daha iyi politikacı.

‘‘Gaza gelip’’ kendini harcamak niyetinde değil.

Geleceğini ‘‘Rahşan Ecevit elemesi’’nden geçenlere değil, akla emanet etmek istiyor.

Ölçüp biçiyor. Baykal-Derviş görüşmesinin uzunluğu da bunu gösteriyor. Şimdilik en ‘‘dürüst olasılık’’, bir seçim işbirliği gibi duruyor.

İsmail Cem buna pek ‘‘yatma’’ niyetinde değil. Fakat Derviş olmadan da ‘‘yeni oluşum’’ olamayacak. Cem de bunu biliyor.

İşte siyaset bu. Olmaz olmaz.

Kimbilir belki Derviş de bunun altyapısını kotarıyor.

İyi futbolcu, iyi para alır


GALATASARAY, Hasan Şaş için ‘‘Fazla para veremeyiz’’ diyor.

‘‘Fazla’’ denilen, Hasan Şaş'ın ‘‘uluslararası değeri’’.

Galatasaray ‘‘uluslararası bir takımsa’’, uluslararası düzeydeki oyuncularına uluslararası düzeyde ücret verebilmeli.

Hasan Şaş'a Milan veya Barcelona 2 milyon dolar veriyorsa, Galatasaray ‘‘800 bin verelim bizde oyna’’ diyemez.

‘‘Para ediyorsa satalım’’ denilebilir ama bence son tercih olmalıdır. Doğru düşünce ise Hasan'a ‘‘evrensel değeri’’nden biraz aşağıda bir para önerip, kalmasını sağlamaktır.

Galatasaray, Dünya Kupası'nın ‘‘en iyileri’’nden biri olmuş bir futbolcuyu ‘‘bonservis bedelsiz’’ transfer etmiş gibi düşünüp, bu parayı gözden çıkarmak zorundadır. Galatasaray, ‘‘yerli oyunculara ortak tarife’’ anlayışından vazgeçmek zorundadır. Ha, bu arada Sevgili Hıncal Ağabeyimin ‘‘Fatih bana kızıyor’’ diye başlayan bir röportajı vardı dün Sabah'ta. Ona yanıtımı yarın yazacağım.

Hıncal Abi iyi niyetli ama ‘‘işi bilmiyor’’.

Barolar Birliği: Haklısınız ama...


TÜRKİYE Barolar Birliği Başkanlığı dünkü yazıma bir yanıt yollamış. Özetle, yazımın haklı olduğunu belirtiyor ve şunları söylüyorlar: ‘‘Yazınızda belirttiğiniz husus birliğimizin kamuoyu açıklamasını gönderirken yaptığı bir hatadan kaynaklanmıştır. Ancak bu eksiklik hemen fark edilmiş, diğer kuruluşlara ve baro başkanlarına gönderdiğimiz metinlerde düzeltilmiştir.

Konu ile ilgili hassasiyetiniz için teşekkür eder, bundan sonra bu tür eksiklik ve hataların olmaması için daha fazla özen göstereceğimizi, hukuk devletinin oluşmasına ilişkin inancınızı yalnızca bu nedenle yitirmemenizi, Barolar Birliği olarak Anayasamız dahil tüm hukuksal mevzuatla ilgili gereken duyarlılık içinde olduğumuzu bilirtir saygılar sunarım. İmza, Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreteri Şahin Mengü.’’

Yani benim Ankara'daki davalarıma bakan avukatım.

Bu köşede babamızı bile tanımadığımızın da bir göstergesi.

Bilmem anlatabildim mi?

Seçim yokken YSK uyuyor mu?


YSK Başkanı Algan ‘‘Seçim imkánsız’’ dedi ve ‘‘seçimin neden imkánsız olduğunu’’ anlattı.

Dinleyince bir şeyi öğrendim.

Türkiye'de sürekli olarak bir Yüksek Seçim Kurulu gerekli değil.

Çünkü Tufan Bey'in anlattığı kadarıyla YSK 5 yıl yatıyor, üç ay çalışıp seçim yapıyor ve tekrar uykuya geçiyor.

Hadi diyelim ki, seçimler hep erken oluyor, en azından YSK üç yılda bir uyanıyor.

Uyanınca da ilk iş ‘‘para istemek’’ oluyor.

Benim çocukluğumdan beri bu seçmen kütüklerinin ‘‘bilgisayara’’ bağlanması, ‘‘otomatizasyon’’ konuları gündemde.

Ama belli ki, kimsenin umurunda değil.

YSK da seçmen kütüklerini sürekli güncellemek gibi bir işle uğraşmıyor.

Herkes gibi onlar da seçimi bekliyor, seçim gelince de ‘‘Olmaz, şu lazım, bu lazım, o lazım’’ gibi feryatlarla ortaya çıkıyorlar.

Oysa Tufan Algan gibi ‘‘deneyimli’’ bir YSK Başkanı'nın, Türkiye gibi bir ülkede bile bu işi düzene koyması, sürekli olarak sistemi yenileyip güncellik sağlaması beklenir.

Ama olmuyor.

Olmayınca, biz de izleyip eğleniyoruz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kendileri fedakárlık yapmayanlar, fedakárlığı başkalarından beklemediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Meclis'i kaale almayan medya patronu kim?

17 Temmuz 2002
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>aylarda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bir komisyon kuruldu. Adı ‘‘TBMM Medya Sorunlarını İnceleme Komisyonu’’ydu.

Bu komisyonun amacı, basın patronlarını dinleyerek medyayla ilgili eleştirileri, önyargılarla gerçekleri araştırmak, medya patronlarının siyaset ve ticaret ile ilişkilerini incelemekti.

Komisyon bütün basın patronlarına bir davetiye yolladı.

Komisyona gelip, soruları yanıtlamaları için.

Hürriyet'in sahibi Aydın Doğan'ın komisyona gidip bütün sorulara yanıt verdiğini biliyordum.

Hatta Aydın Doğan'ın burada sorulan soruları ve verdiği yanıtları bir kitap haline getirmek için çalıştığını da biliyorum.

Diğer patronların gidip gitmediklerini ise bilmiyordum.

Çünkü Aydın Doğan'ın gidişini haber yapan internet siteleri, diğer patronları basın patronu saymadıklarından olsa gerek, bu konuda bir bilgi vermemişlerdi.

Önceki gün Meclis Başkanlığı'ndan, bu komisyona hangi basın patronlarının geldiğini sordum.

Biri hariç, bütün basın patronları gidip, TBMM Medya Sorunlarını İnceleme Komisyonu'na ifade vermişlerdi.

Peki sizce o ‘‘hariç’’ olan basın patronu kimdi?

Evet, bildiniz.

Uzan Ailesi.

Ne Kemal, ne Cem Cengiz, ne de Murat Hakan Uzan bu komisyona gidip sorulara yanıt vermişlerdi.

Bırakın soruları, çağrıya ‘‘geliyorum veya gelmiyorum’’ şeklinde bir yanıt verme zahmetine bile girmemişlerdi.

Onlar ‘‘Uzan’’dı ve bir Meclis Komisyonu onların ifadesini alamazdı.

Uzan Ailesi'nden ses seda çıkmayınca, komisyon da raporunu yazdı ve süresi dolduğu için dağıldı.

Fakat Cem Cengiz Uzan şirketini partiye çevirmeye karar verince, birdenbire aklına bu olay geldi ve komisyonu arayarak ‘‘Gelip soruları yanıtlamak istiyorum’’ dedi.

Komisyon ‘‘Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye’’ diyemediği için, ‘‘Komisyonun size verdiği süre bitti. Artık çok geç’’ yanıtı verildi.

Kendine Meclis'i hedef seçen genç çocuk, ne yazık ki bir kez daha Meclis'i takmamıştı.

GSM'de yarışma soygunu


DAHA önce, GSM ile kumar oynatan, seks hattı işleten ve sözde bilgi yarışması yapan şirketlerle ilgili şikáyetlerimi yazmıştım.

Telekomünikasyon Üst Kurulu da gerekeni anında yapmıştı.

Fakat GSM üzerinden rezaletlerin sonu yok.

Televizyonlara ‘‘haklı olarak’’ pek çok kısıtlama getirilirken, GSM ile büyük rezaletler dönüyor. Televizyonlar ise buna aracılık yapıyorlar.

Bunlardan birinin adı ‘‘Bilin Soruları’’.

0 542 444 1 ... numaralı telefonu arıyor ve çıkan soruları yanıtlayarak ikramiyeye ulaşıyorsunuz.

Daha doğrusu ulaşamıyorsunuz.

Çünkü tezgáh ‘‘ulaşamayın’’ diye kurulmuş.

Makine bozuluyor, tuşunuz çalışmıyor, türlü rezalet başınıza geliyor.

İnat edip bunları aşar ve 20 soruyu yanıtlarsanız kuraya katılma hakkı kazanıyorsunuz.

Yarışmayı düzenleyen firmanın adı ‘‘Heyecan Ltd’’ ama ne telefonu var, ne de adresi.

Kazananlar ise Star Gazetesi'nde açıklanıyor.

İsimler büyük ihtimalle uydurma. Yani tam tuzak.

Telekomünikasyon Üst Kurulu'nun bu rezalete el atması gerekiyor gibime geliyor.

GSM firmalarının, ‘‘sözde’’ şirketler üzerinden halkı soyması hoş olmuyor.

Ecevit hep böyleymiş!


ECEVİT'e yakın bir okurum, ‘‘Nerede eskinin ilkeli Ecevit'i’’ başlıklı yazıma, bir ‘‘eleştiri’’ göndermiş.

Diyor ki, ‘‘Eskinin ilkeli Ecevit'i tam da budur’’.

Ecevit'
in hiç değişmediğini, sadece artık kendini saklayamadığını öne süren ‘‘Ecevit'e yakın’’ okurum bakın ne diyor:

‘‘CHP Genel Sekreterliği'nden partinin en zor döneminde istifa ederek, Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet İnönü hakkında ‘yaşlı ve hastalıklı' söylentilerini çıkararak kulis yapan ve İsmet İnönü'yü genel başkanlıktan alaşağı eden Ecevit değil midir?

1978 yılında Güneş Motel'de meşhur 11'ler olayını yaratan, bakanlık vaadi ile parti değiştirtip, başbakan olabilmek için çirkin pazarlıklar yapan Ecevit değil midir?

Yıllardan beri parti için en küçük eleştiri, hatta öneri getirenlere dahi tahammül edemeyen, bunları yapanları hızla partiden uzaklaştıran Ecevit değil midir?

Demokrat ve ilkeli dediğiniz Ecevit aslında budur. Son olaylarla gerçek karakteri bir kez daha su yüzüne çıkan Ecevit'tir.’’

Adı bende saklı okurumun söyledikleri doğru.

Kimbilir, biraz ‘‘acıma’’, biraz ‘‘sempati’’ bunları unutturuyor belki de.

Ki, bütün bunlar doğru olmasa bile, dün Meclis’te çoğunluğu olduğu halde halkın istemediğini görüp bırakan Ecevit, bugün Meclis'te çoğunluktan düştüğü halde gitmiyor.

Partisini ve kocasını bu hale düşüren Rahşan Ecevit zannederim çok mutludur.

Beli kırık kocası, bacağı kırık koltukta, dün ‘‘Katiller’’ dediği MHP'nin ‘‘yetmeyen’’ desteğiyle otururken, keyfini çıkarıyordur.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ahlaksızlığın kılıfı ‘‘Genç’’lik olmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Dışişleri Bakanı mesnetsiz suçlar mı?

16 Temmuz 2002
<B>YENİ </B>Dışişleri Bakanımız <B>Şükrü Sina Gürel'</B>in ilk açıklaması bende <B>‘‘şok’’ </B>etkisi yarattı. Bakan Gürel yaptığı bir açıklamada DSP'den istifaların ve bu şekilde hükümetin düşürülmesinin ‘‘uluslararası bir komplo’’ olduğunu iddia etti.

Bu açıklamayı ‘‘herhangi’’ bir bakan, bir parti lideri, bir Rahşan Ecevit yalakası yapsa hiç önemsemem. Tipik bir iç politika malzemesi kullanımı derim.

Ama açıklamayı yapan Dışişleri Bakanı olunca, sözcükler değerli ve önemli.

Dışişleri Bakanı Gürel bu açıklamayı yaparken, mutlaka ve mutlaka elinde birtakım veriler vardır. Yurtdışındaki temsilciliklerimizden bu komployla ilgili net bilgiler gelmiş olmalı.

Yoksa bir Dışişleri Bakanı, yarın öbür gün ‘‘suçladığı uluslararası camia’’ ile birlikte olacak olan kişi ‘‘işkembe-i kübradan’’ konuşmaz.

En azından ‘‘sorumluluk sahibi’’ bir Dışişleri Bakanı böyle bir ‘‘uluslararası suçlamayı’’ dayanaksız yöneltmez.

Dışişleri Bakanımız Şükrü Sina Gürel'e düşen, bu ‘‘uluslararası komplonun’’belge ve bilgilerini Türk halkıyla paylaşmaktır.

Eğer ortada gerçekten bir uluslararası komplo var ise hepimize düşen hükümetin etrafında kenetlenmektir.

Yok eğer, böyle bir durum hakkında bir kanıt yok ise Dışişleri Bakanı ‘‘Sorumsuzca davrandım’’ deme açıklığını göstermek zorundadır.

Ben kendi payıma Gürel'den Türkiye'ye yönelik bu uluslararası komplonun belgelerini bekliyorum.

Meydanlara çıkacakmış


BAŞBAKAN Bülent Ecevit'in Milliyet'e verdiği röportaj ilginç.

Ecevit, Milliyet'ten Fikret Bila ve Derya Sazak'a yaptığı çeşitli değerlendirmeler sırasında, seçime katılıp katılmayacağı sorusuna, ‘‘Meydanlara çıkacağım tabii’’ diye yanıt veriyor.

67 gün hükümeti toplayamayan, haftalarca evinden çıkamayan, Başbakanlık merdivenlerini korumaların kolunda çıkan Bülent Ecevit, ‘‘meydanlara çıkacakmış’’.

Ben onun yerinde olsam, meydanlara çıkmadan önce, kendi başıma merdiven çıkmayı denerdim.

Sınırda anlamsız talep


YARIN öbür gün sınır kapılarında ciddi bir kargaşa yaşanacak. Nedeni ise yurtdışına çıkış harcı olacak. Biliyorsunuz, yurtdışına çıkan Türk vatandaşları sınırda 70 milyon lira ödüyorlar. Ancak yurtdışında ikamet eden Türk vatandaşları bu harçtan muaflar. Fakat bu muafiyet için pasaport kontrolü sırasında ‘‘geçimini hariçte temin etmiştir’’ damgası soruluyor.

Bu damga yıllardır pasaportlara vurulmuyor. Onun yerine yurtdışından alınmış oturma izinleri yeterli oluyordu. Şimdi bu damga isteniyor. Konsolosluklar ise ‘‘Bizim böyle bir şeyden haberimiz yok’’ diyerek bu damgayı vurmuyorlar.Dışişleri, Maliye ve İçişleri Bakanlıkları arasında kolayca çözülebilecek bir sorun, sınırda ‘‘dert’’ oluyor.

Yurtdışında çalışan yurttaşlarımızın yoğun trafiği sırasında uyaralım dedik.

Barolar Birliği de Anayasa'yı okumazsa!


BEN bu ülkenin ‘‘hukuk devleti’’ haline geleceğinden umudumu dün kestim.

Çünkü ‘‘hukuku’’ bilmeden, hukuk devleti olunmaz.

Hukuku bilmenin ve doğruyu bulmanın yolu ise ‘‘okumaktan’’ geçer. Eğer bir ülkede ‘‘hukuku’’ o ülkenin ‘‘en üst’’ hukuk kuruluşlarından biri dahi okumuyorsa, benim aşağıdaki bir minik köşede ‘‘Ne zaman adam oluruz’’ diye yazmam ‘‘beyhude bir eğlence’’ olmaktan öte işe yaramaz.

Uzatmadan, neden bu kadar ‘‘umutsuzlaştığımı’’ aktarayım.

Dün elime Türkiye Barolar Birliği'nin bir basın açıklaması geldi.

Barolar Birliği ‘‘ivedi’’ taleplerini sıralıyor ve Türkiye'de hukuk alanında yapılması gerekenleri söylüyor.

Ve şöyle noktalanıyor:

‘‘Her ne kadar Seçim Yasaları'nda yapılacak değişikliklerin bir yıl sonra uygulanması söz konusu ise de, öncelikle Seçim ve Siyasi Partiler Yasaları'nda gerekli değişiklikler bir an önce yapılmalıdır.’’

Bunu yazan, Türkiye'nin avukatlarının birliği.

Tamamı hukukçu.

Ama Anayasa'da yapılan değişikliğin getirdiği ‘‘Seçim Yasaları bir yıl sonra yürürlüğe girer’’ maddesiyle ilgili olarak ‘‘Geçici’’ bir madde koyulduğunu ve ‘‘ilk yapılacak değişikliklerin’’ bir kereye mahsus olmak üzere hemen yürürlüğe gireceğini bilmiyorlar.

Çünkü okumuyorlar.

Sadece Anayasa'yı ve değişikliklerini değil, gazete de o Bu tartışma başladığı gün önce ben, sonrasında da onlarca yazar yapılacak değişikliklerin hemen yürürlüğe gireceğini yazdık ve ‘‘istisna’’ getiren geçici maddeden söz ettik.

Siyasiler de bu yönde açıklamalar yaptılar. Ama ‘‘Barolar Birliği Başkanlığı’’ Anayasa'yı ve bu konuda yazılmış onlarca yazıyı okumamışlar bile.

Ve ‘‘talepte’’ bulunuyorlar.

Yazık!.. Koskoca Barolar Birliği'ne yakışıyor mu?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Fiilen bitmiş adamlar, fiilen bitmiş hükümetleri yaşatmaya çalışmadıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Amok koşucusu Ecevit

15 Temmuz 2002
<B>HÜKÜMETTE </B>öyle bir hava var ki, sanırsınız 70 milyon Türk vatandaşı <B>Bülent Ecevit'</B>ten son derece memnun da, gazeteciler bu <B>‘‘müthiş başbakan’’</B>a karşı.. Yaratılmak istenen hava bu.

Bu arada ‘‘puslu havadan’’ faydalanmak isteyen ‘‘bazı çıkar grupları’’ da, ‘‘Ne güzel bir hükümet var. Niye bu hükümeti yıkmaya çalışanları destekliyorsunuz’’ diyorlar.

Oysa onların büyük bölümü de ‘‘düne’’ kadar hükümeti herkesten fazla eleştiriyor, hatta neredeyse Başbakan'a sövüyorlardı. Çünkü o günlerde bunların kimileri hakkında Adalet ve İçişleri Bakanlıkları soruşturma başlatmış, kimilerinin ise ‘‘ekonomik çıkarlarına’’ bu hükümet tarafından dokunulmuştu.

O gün hükümete söven bu gruplar, şimdi ‘‘hükümete destek’’ veriyorlar.

Sanki Ecevit birden 30 yaş gençleşmiş ve sanki hükümet birden ‘‘süper hale’’ gelmiş gibi.

Ama aslını bilen biliyor.

Bu gruplar için hükümet şimdi hükümet.

Güçsüz, desteğe muhtaç, köşeye sıkışmış. Ve bunlar şimdi hükümete el uzatıyorlar.

Denize düşen, ‘‘yılana’’ sarılsın diye.

Denize düşen ve gücü olmadığı, yüzme bilmediği için boğulan hükümeti çekip çıkarmaya ve ardından da ‘‘kucağa’’ almaya hazırlar.

Bu yüzden de halka rağmen, ‘‘hasta hükümete’’ destek veriyor, çeşitli ‘‘komplo senaryoları’’ üreterek kafa karıştırıyorlar.

Oluşacak güçlü bir hükümetin, ayakları üzerine basan kişilerin kendileriyle birlikte olmayacağını biliyorlar ve ‘‘hasta’’ya sahip çıkıyorlar.

Bu arada Bülent Ecevit'in durumunu da anlamak gerek.

Hasta, tedavisini bile yaptırmıyor, ayakta bir korse ile duruyor, en yakını bile terk etmek zorunda kalmış, geleceği yok, her gün her açıdan kötüye gidiyor.

Ecevit, birkaç gün daha iktidarda kalabilmek, birkaç gün daha ‘‘o koltuk’’ta oturabilmek için bir anlamda ‘‘intihar’’ ediyor. Doktorları, kortizon tedavisinin yarım kalması, erimiş omurga ile ortalıkta bu kadar dolaşılması halinde çok kısa sürede büyük sağlık sorunlarının ortaya çırkacağını ve Ecevit'in bugününü arayacağını söylüyorlar.

Ecevit bu durumu biliyor ama takmıyor.

Hırslanmış, öfkelenmiş vaziyette, bir Amok koşucusu gibi‘‘sonu olmayan’’ bir yöne doğru koşuyor. Kendinden ve eşinden başka hiç kimseyi düşünmeden.

İntihara giden bu koşuda beni ilgilendiren tek mesele, Türkiye'yi ve içindeki 70 milyonu da peşine takmış olması.

Gürel bu kez olabildi


DIŞİŞLERİ Bakanlığı'na getirilen Şükrü Sina Gürel, aslında 5 yıl önce Dışişleri Bakanlığı'na uygun görülmüştü.

Başbakan Ecevit'in ‘‘nispeten sağlıklı’’ günlerinde kurarak Çankaya Köşkü'ne götürdüğü hükümette Şükrü Sina Gürel'in karşısında ‘‘Dışişleri Bakanı’’ yazıyordu.

Ecevit'in kendisine sunduğu kabine üyeleri listesini alan Demirel uzun uzun incelemiş ve Dışişleri Bakanı'na itiraz etmişti.

Sonradan öğrenebildiğimize göre Demirel, Ecevit'e, ‘‘Türkiye'nin içinde bulunduğu uluslararası sorunlar yumuşak bir üslup gerektiriyor. Şükrü Sina Gürel Bey'i çok takdir ederim. Ancak üslubu sorunların çözümünü zorlaştırıcı olabilir. İsterseniz buraya İsmail Cem'in adını yazın’’ demişti. Ecevit de Demirel'in bu talebini ‘‘kırmamış’’ ve Dışişleri Bakanı'nın karşısında yazan ‘‘Şükrü Sina Gürel’’ adını çizmiş ve yerine ‘‘İsmail Cem’’ yazmıştı.

Aradan yıllar geçti, İsmail Cem partiden ayrılıncaya kadar koltuğunu korudu. Ve şimdi boşalan o koltuğa, uzun bir gecikmeyle Şükrü Sina Gürel oturdu.

Hayırlı olsun.

Bunların sövgüsü övgü olur


‘PARASIYLA değil mi?’ diyerek parti kuran ve ‘‘emrindeki’’ yazarlara ‘‘ne kadar müthiş bir politikacı’’ olduğunu yazdıran ‘‘çocuğun’’ tarafımdan eleştirilmesi, çocuğu kızdırdı. Emir vermiş, emrindeki yazarlar aleyhime yazıyorlar.

Okuttular güldüm.

Yazarların biri, ‘‘okuma yazma bile bilmez’’...

Yazılarını yanına verilen stajyerler yazar, çünkü Türkçesi yoktur. O sadece onun bunun orasını burasını çeker. Bazen de çektikleri ‘‘elinde kalır’’.

Bir diğeri ise ‘‘sporcudur’’. Zeki ve çevik midir bilmem ama ‘‘ahlaklı’’ olmadığını bilirim.

Çünkü uzun yıllar önce bu adam bir Galatasaray Başkanı aleyine ağır yazılar yazarken, birden dönmüş ve lehte yazılar yazmaya başlamıştı.

Ben de Başkan'a sormuştum, ‘‘Ne oldu’’ diye.

O zamanlar ‘‘kuyrukla’’ satılan Tofaş otomobillerden biri ve 5 milyon liraya olmuştu bu dönüş.

Şimdi bu adam bana sövüyor.

Haliyle ‘‘övgü’’ gibi geliyor.

Sezer yetkilerini kullanmalı


MİLLİYETÇİ Hareket Partisi, Cumhurbaşkanı'nın konulara yaklaşımından rahatsız olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Sezer, MHP lideri Bahçeli'nin oklarının hedefi.

Bunun nedeni ise Sezer'in Bahçeli'nin ‘‘nefret ettiği’’ Derviş'in hükümetten ayrılmasını engellemiş olması. Oysa millet Sezer'e bu hareketinden dolayı bir kez daha minettar. Sezer araya girip Derviş'i tutmasa dolar bugün 2 milyon, faizler yüzde 110'du.

Bahçeli kendisinden hazzetmeyen Derviş'ten hazzetmemekte kendince haklı olabilir ama bunun ekonomik faturasını millete ödetmek istemeyen Sezer'e kızmakta haklı olamaz.

Bahçeli, Sezer'e ‘‘bu işe fazla karıştığı’’ için kızıyor.

Ben de Sezer'e kızıyorum ama tam aksi nedenle. Bu işe ‘‘az karıştığı’’ için. Çünkü Bahçeli beğensin veya beğemesin, Anayasa'nın 104. maddesi Sezer'e pek çok yetki veriyor. Bunlardan ‘‘yasama ile ilgili’’ olanı Sezer'in TBMM'yi gerektiğinde toplantıya çağırmasına imkán tanıyor.

Yani ne imza, ne Meclis Başkanı'nın keyfi. Sezer istediği an Meclis'i toplayabilir. Bence bu kadar yetkili bir Cumhurbaşkanı, MGK'nın da öncelikleri arasında yer alan AB hedefi için Meclis'i çalıştırmalı.

Bir diğer yetki ise ‘‘yürütme ile ilgili’’.

Orada da Cumhurbaşkanı'nın gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kurulu'na başkanlık edebileceği veya Bakanlar Kurulu'nu toplayabileceği yazılı. Ecevit'in ‘‘iş göremez’’ durumda olduğu dönemlerde Sezer bu işi yapmalıydı diye düşünüyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Siyasetçi satın almak için Ankara'ya kamp kuranlar, önce piyasaya olan borçlarını ödedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Nerede eskinin ilkeli Ecevit'i

13 Temmuz 2002
<B>ECEVİT,</B> Türkiye'ye <B>‘‘yük olmakta’’ </B>kararlı. Partisi yok oluyor. Meclis'te üçüncü parti konumuna geliyor.

O hálá yerinde oturuyor.

Oysa benim tanıdığım Ecevit onurlu bir siyasetçiydi.

1978 ara seçimlerinde seçilen 5 milletvekilinden beşini de muhalefete kaptırınca, ‘‘Anladım ki, millet beni istemiyor’’ diyerek çekilmişti.

Oysa iktidarda kalmasını sağlayacak ‘‘Meclis hakimiyeti’’ne sahipti.

Fakat o istenmediğini anlamış ve ‘‘şerefiyle’’ çekilmişti.

Aradan 24 yıl geçmiş.

Anlaşılan o 24 yıl Ecevit'ten çok şey götürmüş.

Geçmişin ‘‘şerefiyle çekilmeyi bilen’’ politikacısı, bugün koltuktan kıpırdamıyor bile.

O gün ‘‘Halk beni istemiyor’’ diye gitmeyi bilen adam, bugün ‘‘Artık partim bile beni istemiyor’’ diyemiyor.

Oturuyor.

Oturma gerekçesini ise MHP'ye bağlıyor.

Diyor ki: ‘‘MHP benim başbakanlıkta kalmamı istiyor.’’

O ‘‘çok ilkeli’’ Rahşan Ecevit de, düne kadar ‘‘tiksindiği’’ ve hissiyatını da gizleme gereği duymadığı MHP'nin icazetiyle çok sevgili ‘‘kocasını’’ koltukta oturtuyor.

Ve sonra da bu Ecevit çıkıyor NTV ekranına, kendisinden başka herkesi ‘‘suçluyor’’.

Sağlık sorunlarını ‘‘ülkenin sorunu’’ haline getiren sanki İsmail Cem veya arkadaşlarıymış gibi davranıyor.

Bütün dostlarıyla kavgalı bu adam, nedense kendinden başka herkesi suçluyor.

Ama artık kimse yemiyor.

Kendi ile çelişen, bedensel ve zihinsel yetenekleriyle birlikte ilkelerini de kaybetmiş bu adama kimse inanmıyor.

Galiba, bir zamanların usta bir gazetecisinin, 1959 yılında kaleme aldığı satırlarıyla seslenmek lazım Bülent Ecevit'e, belki anlar diye:

‘‘Demokrasinin en büyük faziletlerinden biri, iktidarda duramayacak hale gelmiş bir partinin, iktidardan sessiz sedasız düşüp, yerini hiç değilse bir zaman için, bir taze kuvvete bırakabilmesindedir.’’

Ne doğru yazmış değil mi?

Bu satırları yazan adam, bugün yerini ‘‘bir taze kuvvete’’ bırakamayan Ecevit'ten başkası değil.

Bu satırların sahibi ilkeli ise bugünkü Ecevit'in ilkeli olduğunu söyleyebilir miyiz?

Ali Veli mi, Veli Ali mi?


KEMAL Derviş önceki gün gitti geldi. Dün de Ecevit çıkıp ‘‘Kemal Bey o hareketin içinde yer almayacak’’ deyince kafalar karıştı.

Aslında bu hareketin içinde de kafalar henüz net değil.

Hareketin tek hareket noktası, ‘‘Türkiye artık Ecevit'i, Ecevit de Türkiye'yi taşıyamıyor’’.

Bundan sonrasında netlik yok.Ecevit bırakırsa ayrılanlar partiye dönüp, gaza basacaklar.

Ecevit inatla devam ederse yeni arayışlar olacak.

Ya mevcut bir partiye topyekûn ilhak, ya da yeni bir parti.

Ve hatta belki de ‘‘yol ayrımları’’.

Bir erken seçime ‘‘hazır olamama’’ kaygısı, ‘‘oluşumcuları’’ mevcut bir çatının altına atabilir.

Ya da oluşumcu gibi görünenlerden bazıları mevcut çatıları daha iyi sığınaklar olarak görebilirler.

Bu yol ayrımına gelindiği zaman Kemal Derviş'i CHP'ye yakın bulanlar var.

Aslına bakarsanız Derviş de kendini CHP'ye yakın buluyor.

Ama Derviş'in çevresinde ‘‘yakın çalışma grubu’’ ve ‘‘yakın siyaset grubu’’ diye tanımlayabileceğimiz ‘‘dostları’’ var.

Onlar Kemal Bey'in yeni bir parti kursa da, mevcut bir partiye girilse de ikinci değil, ‘‘1. adam’’ olmasını istiyorlar.

Yakın çevresinin bu isteği Derviş'in hem hoşuna gidiyor, hem de Derviş'in işini zorlaştırıyor.

Burada iki soru var:

Birincisi Derviş 1. adamlığa layık mıdır?

Yanıtı evet. Kemal Bey, bir partide 1. adam olmaya, Türkiye Cumhuriyeti sınarları içinde yaşayan herkesten şu an için daha fazla layıktır.

İkinci soru ise daha zor. Derviş'in 1. adamlığı kabul görür mü?

Bence halkta görür de, siyasette görür mü? Görür görmesine de, biraz zor olur. Başlayan bir harekette sıkıntılı anlar yaşanır.

Ama bir vadede olur.

Aslında Derviş mi, Cem mi sorusudur bu soru.

Bence yanıtı basittir.

Ali Veli de olur, Veli Ali de olur.

Para peşin olmalı


İBRAHİM Tatlıses'e ‘‘uvertürlük yapmaktan’’ sıkılarak siyasete giren ‘‘sarışın çocuk’’ gördüğüm kadarıyla MHP'nin oylarına göz dikmiş.

Ama yıldız sayısına bakılırsa tamamına değil.

Bir bölümü ona yetecek.

Türkeş'in oğlunun bölemediği partiyi bakalım bölebilecek mi?

İddialara göre, yaklaşan seçim öncesi ‘‘Parasıyla değil mi?’’ diyerek Ankara'ya kamp kurmuş.

Meclis'te grup kurmanın ‘‘tanesi 1 milyon dolardan’’ 20 milyon dolara mal olacağını hesaplamışlar.

Seçime az zaman kalması ve ‘‘umutsuz’’ bazılarının ‘‘son voli’’ olarak bu parayı kapmayı isteyebileceklerine güveniyormuş.

20 olur mu bilmem ama ‘‘İbo'nun uvertürünün’’ anlayışına uygun bir yaklaşım.

Tek sorun ödemede yaşanır.

Benden tavsiye, gidecek olanlar parıyı ‘‘peşin kapsınlar’’.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Rezil olduğumuzu dahi anlayamayacak hale düştüğümüzde dostlarımızın uyarılarına kulak verdiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku