Yaratılmak istenen hava bu.
Bu arada
‘‘puslu havadan’’ faydalanmak isteyen
‘‘bazı çıkar grupları’’ da,
‘‘Ne güzel bir hükümet var. Niye bu hükümeti yıkmaya çalışanları destekliyorsunuz’’ diyorlar.
Oysa onların büyük bölümü de
‘‘düne’’ kadar hükümeti herkesten fazla eleştiriyor, hatta neredeyse Başbakan'a sövüyorlardı. Çünkü o günlerde bunların kimileri hakkında Adalet ve İçişleri Bakanlıkları soruşturma başlatmış, kimilerinin ise
‘‘ekonomik çıkarlarına’’ bu hükümet tarafından dokunulmuştu.
O gün hükümete söven bu gruplar, şimdi
‘‘hükümete destek’’ veriyorlar.
Sanki
Ecevit birden 30 yaş gençleşmiş ve sanki hükümet birden
‘‘süper hale’’ gelmiş gibi.
Ama aslını bilen biliyor.
Bu gruplar için hükümet şimdi hükümet.
Güçsüz, desteğe muhtaç, köşeye sıkışmış. Ve bunlar şimdi hükümete el uzatıyorlar.
Denize düşen,
‘‘yılana’’ sarılsın diye.
Denize düşen ve gücü olmadığı, yüzme bilmediği için boğulan hükümeti çekip çıkarmaya ve ardından da
‘‘kucağa’’ almaya hazırlar.
Bu yüzden de halka rağmen,
‘‘hasta hükümete’’ destek veriyor, çeşitli
‘‘komplo senaryoları’’ üreterek kafa karıştırıyorlar.
Oluşacak güçlü bir hükümetin, ayakları üzerine basan kişilerin kendileriyle birlikte olmayacağını biliyorlar ve
‘‘hasta’’ya sahip çıkıyorlar.
Bu arada
Bülent Ecevit'in durumunu da anlamak gerek.
Hasta, tedavisini bile yaptırmıyor, ayakta bir korse ile duruyor, en yakını bile terk etmek zorunda kalmış, geleceği yok, her gün her açıdan kötüye gidiyor.
Ecevit, birkaç gün daha iktidarda kalabilmek, birkaç gün daha
‘‘o koltuk’’ta oturabilmek için bir anlamda
‘‘intihar’’ ediyor. Doktorları, kortizon tedavisinin yarım kalması, erimiş omurga ile ortalıkta bu kadar dolaşılması halinde çok kısa sürede büyük sağlık sorunlarının ortaya çırkacağını ve
Ecevit'in bugününü arayacağını söylüyorlar.
Ecevit bu durumu biliyor ama takmıyor.
Hırslanmış, öfkelenmiş vaziyette, bir Amok koşucusu gibi
‘‘sonu olmayan’’ bir yöne doğru koşuyor. Kendinden ve eşinden başka hiç kimseyi düşünmeden.
İntihara giden bu koşuda beni ilgilendiren tek mesele, Türkiye'yi ve içindeki 70 milyonu da peşine takmış olması.
Gürel bu kez olabildi
DIŞİŞLERİ Bakanlığı'na getirilen
Şükrü Sina Gürel, aslında 5 yıl önce Dışişleri Bakanlığı'na uygun görülmüştü.
Başbakan
Ecevit'in
‘‘nispeten sağlıklı’’ günlerinde kurarak Çankaya Köşkü'ne götürdüğü hükümette
Şükrü Sina Gürel'in karşısında
‘‘Dışişleri Bakanı’’ yazıyordu.
Ecevit'in kendisine sunduğu kabine üyeleri listesini alan
Demirel uzun uzun incelemiş ve Dışişleri Bakanı'na itiraz etmişti.
Sonradan öğrenebildiğimize göre
Demirel, Ecevit'e,
‘‘Türkiye'nin içinde bulunduğu uluslararası sorunlar yumuşak bir üslup gerektiriyor. Şükrü Sina Gürel Bey'i çok takdir ederim. Ancak üslubu sorunların çözümünü zorlaştırıcı olabilir. İsterseniz buraya İsmail Cem'in adını yazın’’ demişti.
Ecevit de
Demirel'in bu talebini
‘‘kırmamış’’ ve Dışişleri Bakanı'nın karşısında yazan
‘‘Şükrü Sina Gürel’’ adını çizmiş ve yerine
‘‘İsmail Cem’’ yazmıştı.
Aradan yıllar geçti,
İsmail Cem partiden ayrılıncaya kadar koltuğunu korudu. Ve şimdi boşalan o koltuğa, uzun bir gecikmeyle
Şükrü Sina Gürel oturdu.
Hayırlı olsun.
Bunların sövgüsü övgü olur
‘PARASIYLA değil mi?’ diyerek parti kuran ve
‘‘emrindeki’’ yazarlara
‘‘ne kadar müthiş bir politikacı’’ olduğunu yazdıran
‘‘çocuğun’’ tarafımdan eleştirilmesi, çocuğu kızdırdı. Emir vermiş, emrindeki yazarlar aleyhime yazıyorlar.
Okuttular güldüm.
Yazarların biri,
‘‘okuma yazma bile bilmez’’...
Yazılarını yanına verilen stajyerler yazar, çünkü Türkçesi yoktur. O sadece onun bunun orasını burasını çeker. Bazen de çektikleri
‘‘elinde kalır’’.
Bir diğeri ise
‘‘sporcudur’’. Zeki ve çevik midir bilmem ama
‘‘ahlaklı’’ olmadığını bilirim.
Çünkü uzun yıllar önce bu adam bir Galatasaray Başkanı aleyine ağır yazılar yazarken, birden dönmüş ve lehte yazılar yazmaya başlamıştı.
Ben de Başkan'a sormuştum,
‘‘Ne oldu’’ diye.
O zamanlar
‘‘kuyrukla’’ satılan Tofaş otomobillerden biri ve 5 milyon liraya olmuştu bu dönüş.
Şimdi bu adam bana sövüyor.
Haliyle
‘‘övgü’’ gibi geliyor.
Sezer yetkilerini kullanmalı
MİLLİYETÇİ Hareket Partisi, Cumhurbaşkanı'nın konulara yaklaşımından rahatsız olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Sezer, MHP lideri
Bahçeli'nin oklarının hedefi.
Bunun nedeni ise
Sezer'in
Bahçeli'nin
‘‘nefret ettiği’’ Derviş'in hükümetten ayrılmasını engellemiş olması. Oysa millet
Sezer'e bu hareketinden dolayı bir kez daha minettar.
Sezer araya girip
Derviş'i tutmasa dolar bugün 2 milyon, faizler yüzde 110'du.
Bahçeli kendisinden hazzetmeyen
Derviş'ten hazzetmemekte kendince haklı olabilir ama bunun ekonomik faturasını millete ödetmek istemeyen
Sezer'e kızmakta haklı olamaz.
Bahçeli,
Sezer'e
‘‘bu işe fazla karıştığı’’ için kızıyor.
Ben de
Sezer'e kızıyorum ama tam aksi nedenle. Bu işe
‘‘az karıştığı’’ için. Çünkü
Bahçeli beğensin veya beğemesin, Anayasa'nın 104. maddesi
Sezer'e pek çok yetki veriyor. Bunlardan
‘‘yasama ile ilgili’’ olanı
Sezer'in TBMM'yi gerektiğinde toplantıya çağırmasına imkán tanıyor.
Yani ne imza, ne Meclis Başkanı'nın keyfi.
Sezer istediği an Meclis'i toplayabilir. Bence bu kadar yetkili bir Cumhurbaşkanı, MGK'nın da öncelikleri arasında yer alan AB hedefi için Meclis'i çalıştırmalı.
Bir diğer yetki ise
‘‘yürütme ile ilgili’’.
Orada da Cumhurbaşkanı'nın gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kurulu'na başkanlık edebileceği veya Bakanlar Kurulu'nu toplayabileceği yazılı.
Ecevit'in
‘‘iş göremez’’ durumda olduğu dönemlerde
Sezer bu işi yapmalıydı diye düşünüyorum.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Siyasetçi satın almak için Ankara'ya kamp kuranlar, önce piyasaya olan borçlarını ödedikleri zaman.