Fatih Altaylı

Uzanlar'a karşı mahkeme zaptı

12 Ağustos 2002
<B>UZAN </B>familyası, kimlikleri konusunda kamuoyunu aydınlattığım için beni sürekli dava ediyorlar. Bugüne dek hakkımda açtıkları dava sayısı 2000'i (iki bin) buldu.

Bu bir rekor.

Adımı yazsam dava açıyorlar.

Maksatları beni sindirmek.

Ama demirden korksak trene binmezdik misali, davadan korksak gerçekleri cesurca yazamazdık, yazıyoruz, mahkemelerde de aklanıyoruz.

Uzan familyasının gazeteleri ise davalardan sonra bana hakaret etmek için ‘‘Adalet karşısında bacakları titredi. Kekeledi, altına kaçırdı’’ gibi abuk sabuk haberler yazıyorlar.

Geçen hafta bu familya ile ilgili davalara girdim.

Ve mahkeme heyetinden, ‘‘bacaklarımın titremediğini, kekelemediğimi ve altıma kaçırmadığımı’’ zapta geçirmesini talep ettim.

Onlar da bu durumu değerlendirip, zapta geçirdiler.

Sarışın çocuk bilsin ki, ben adaletten onun gibi kaçmam.

Adaletten korkacak bir şeyim olmadığı için bacaklarım falan da titremez.

Kekelemek ise bütün aldığı derslere rağmen, ona mahsus bir özelliktir.

Bana dava açmayı bıraksın da, önce parasını aldığı telefonları sahiplerine versin, maç yayınlayacağız diyerek kandırdığı telefon abonelerinin paralarını iade etsin.

ÇEAŞ ve Kepez'de mağdur ettiği küçük yatırımcıların haklarını iade etsin.

Uluslararası dolandırıcılık ve mafya suçlamasıyla yargılandığı uluslararası davalardan, Sermaye Piyasası Kanunu'na muhalefetle yargılandığı Türkiye'deki davalardan aklansın.

Sonra karşıma gelsin.

Daha öncesinde kendisini kaale almıyorum.

Böyle vali de var


HÜRRİYET'in ‘‘Seçim 2 BİN 2’’ araştırması için Gaziantep'e gittim.

Kenti gezerken, bir ara Organize Sanayi Bölgesi Başkanı Akif Ekinci ile birlikteydik.

Sohbet ederken telefonu çaldı.

Arayan valiydi.

Organize Sanayi Bölgesi'nin durumu hakkında bilgi aldı.

Uzman soruları sordu. Yanıt aldı.

Epeyce konuştular.

Kapatınca sordum, ‘‘Vali Bey durumla bu kadar ilgili mi?’’ diye.

‘‘İlgili’’ dedi.

Ve beni şaşırtan şeyi söyledi.

Arayan Vali Gaziantep Valisi değil, Samsun Valisi'ydi.

Samsun Valisi Muammer Güler, Samsun'a atanmadan önce Gaziantep'te görevliydi ve zamanında başlayan işlerin ne durumda olduğunu merak edip soruyordu.

Çok hoşuma gitti.

Eskinin Gaziantep, şimdinin Samsun Valisi Muammer Güler'i kutlamak istedim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kadın gazetecinin elini sıktığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Tayyip Erdoğan Zegna mı giyer, Brioni mi?

10 Ağustos 2002
<B>PERŞEMBE </B>akşamı, AKP lideri <B>Recep Tayyip Erdoğan </B>Kanal D Haber için konuğum oldu. Karşısında oluşturulmak istenen ittifaklardan, Derviş'le hükümet kurup kurmayacağına kadar geniş yelpazede konuştuk.

Derviş'in şu an parti değil, kişi olduğunu, bu nedenle seçimden sonra kendisinden teknokrat olarak faydalanabileceklerini söyledi. Derviş adına ‘‘antipati’’ duymuyordu.

Seçim öncesi hiç kimse ile ittifak yapmayacaklarını ancak seçimden sonra herkesle koalisyon kurabileceklerini de belirtti.

Bunları zaten Kanal D Ana Haber'de dinlediniz.

Ben büyük bir ihtimalle dikkat etmediğiniz bir şeyden, Erdoğan'ın giyiminden söz etmek istiyorum.

Tayyip Erdoğan Belediye Başkanlığı döneminden beri tanıdığımız bir kişi.

Genelde Mercedes makam otomobiliyle gezerdi.

Kanal D Ankara'ya sıradan bir Volkswagen Passat ile geldi.

‘‘Popülizm mi?’’ diye sordum.

‘‘Yoo, Mercedes de var ama partinin verdiği makam aracı bu. Parti işlerine bununla gidiyorum’’ dedi.

Tayyip Erdoğan'ın değişip değişmediğinin sorgulandığı şu günlerde ben Tayyip Erdoğan'da ‘‘somut ve görünen’’ bir değişime şahit olduğumu söylemeliyim.

AKP liderinin ‘‘façası’’ değişmiş.

Erdoğan'ı hep takım elbise ile gördük. Ama genelde üzerinden dökülen, kesimi ve dikişi sıradan köstümler içindeydi.

Bu kez ise ‘‘fena halde’’ şıktı Tayyip Bey.

Üzerinde hafif kahverengi-antrasit karışımlı bir elbise vardı.

Kumaş cool wool tabir edilen yazlık yünlüydü.

Vücuduna oturan müthiş bir kesim ve el ile yapıldığı belli olan ‘‘zarif’’ bir dikişi vardı.

Markasını merak ettim.

Bence İtalyandı. Büyük bir ihtimalle Zegna. Ya da Brioni. İkisi de değilse bir Corneliani.

İçimden geçen duygu eğilip markasına bakmak oldu ama kendimi tuttum.

Gömlek de şık bir maviydi. Oxford tarzıydı.

Bir Stefano Ricci değildi ama iyiydi.

Kravat da bu yılın modasına uygundu.

Çizgili. Gömleğin ve kostümün renklerinin tonlarını taşıyan.

Ayakkabıları bile son derece şıktı.

Genelde bizde şıklaşmaya çalışanlar ‘‘ayakkabı meselesi’’ni unuturlar.

Erdoğan'da o da unutulmamıştı.

Teninde de ‘‘hafif bir bronz’’ vardı.

Bu tempoda tatil yapmadığına göre, bir solaryumun eseri olabilirdi.

Uğurlarken asansörde ‘‘Çok şık olmuşsunuz’’ dedim.

Yardımcıları gülüştüler.

Belli ki, bu konuda da bir çalışma yapılmıştı.

Erdoğan ve ekibi sıkı çalışıyor, bu çalışma her yana yansıyordu.

Benim kesemden tedavi hovardalığı


YİNE bir grup ‘‘devlet memurunu’’ yurtdışında tedavi ettirmişiz.

Allah kimseye dert vermesin. Şifa Çin'de bile olsa arıyoruz.

Ancak gidenlerin büyük bölümünün doktor, daha doğrusu tıp adamı olması beni şaşırttı.

Biz Türkiye'de tıp gelişti diye biliyoruz, tıp adamları bunu yalanlamaya çalışıyor sanki.

Ayıp.

İki yıl önce çok sevgili babam tedavisi zor bir hastalığa yakalandı.

Hiç dışarı götürmeyi düşünmedim.

Kendi evinde, dilini bilen, derdini bilen adamlarla kaldı.

İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nde tedavi oldu.

Şimdi maşallahı var, turp gibi.

Tedavi protokolü ABD'de ne ise burada da o.

Ben iki kere 4 omurumu kırdım.

Aklımın ucundan geçmedi dışarı gitmek.

Dünyada bu dalın en iyilerinden biri olan Profesör Azmi Hamzaoğlu Türkiye'deyken dışarda ne işim vardı?

Kırıklarım eskisinden daha iyi oldu.

Ama devlet kesesinden gidenlerin hepsi dışarda.

Bu böyle gitmez.

Dünya Türkiye'ye gelirken, Türkler dışarı gitmez.

Devlet kesesinden hiç gitmez.

Gitmek mi istiyor.

O tedavinin Türkiye'deki bedeli ne ise o kadarı devletten verilir, gerisi cepten.

Bundan ötesi ayıptır.

Daha ötesi günahtır.

Paraya günah.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Her ile Muammer Güler gibi bir vali atayabildiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Seçim olmayabilir

9 Ağustos 2002
<B>FARKINDA </B>mısınız ki, seçim olmayabilir. Şaka yapmıyorum. Adayların belirlenmesi ve her zaman olduğu gibi bir küskünler hareketinin ortaya çıkması durumunda ‘‘bu kez’’ seçim olmayabilir.

Çünkü seçime bir ‘‘Erken Seçim Yasası’’ ile gitmiyoruz.

DSP, erken seçime olanak sağlayacak yasanın Meclis'e ‘‘hükümet teklifi’’ olarak gitmesine izin vermediği için seçim ‘‘yasa’’ yoluyla yapılamıyor.

Seçime gidilmesini sağlayan yasa yok ama bir ‘‘Meclis kararı’’ var.

Meclis kararlarından ‘‘dönmek’’ ise ‘‘çok kolay’’.

Partiler milletvekili adaylarını belirledikleri zaman eğer 200 civarında milletvekili partilerinin hazırladığı liste dışında kalır ve ‘‘küskünler’’ hareketini başlatırlarsa seçim zora girebilir.

Bu milletvekilleri 110 imza ile Meclis'i toplantıya çağırabilirler veya Meclis'in açılacağı 1 Ekim günü Meclis'e gelebilirler.

Oturumu açmak için 184'ünün bir araya gelmesi yeter.

Bu arada 139 kişi ile alacakları yeni bir ‘‘Meclis kararı’’ ile ‘‘seçim kararını’’ iptal edebilirler.

Geçen dönem eğer seçime yasa değil de, Meclis kararıyla gidiliyor olsaydı, böyle bir durumun oluşma ihtimali belirmişti.

Şimdi o ihtimal var. Hem de kuvvetle var.

Adaylıktan umudunu kesen bazıları bu konuda çalışmalara ve kulislere başladılar bile...

Görünen o ki, ya partiler aynı milletvekili ‘‘hazirun’’u ile seçime gidecekler, ya da seçim bir başka bahara kalabilecek.

Kırşehirliler dikkat edin

GEÇTİĞİMİZ günlerde bir gazetede Formula 1 yarışlarının da yapılacağı pistin Kırşehir'de inşa edileceği haberi yer aldı.

Habere göre M. Sevsal Sözen'e, Türkiye Otomobil ve Motorsporları Federasyonu tarafından bir yetki belgesi verilmişti ve Sözen de bu pisti Kırşehir'e yapma kararı almıştı.

Ancak haber gerçekleri aktarmıyordu.

Federasyonun Sözen'e verdiği yetki falan yoktu.

Sözen Formula 1 pistinin Kırşehir'e yapımına karar verilmesi halinde, bu projeyi gerçekleştirmek için finans bulabileceğini söyleyerek federasyona başvurmuş, federasyon da böyle bir olasılıkta Sözen'in finans kaynaklarıyla temas sağlamasına imkán tanımak için bir mektup vermişti.

Sözen de bu mektupla, olası proje için finans arayışına girmişti.

Fakat daha da önemlisi bu verilen mektubun süresi ‘‘6 ay’’dı.

Ve 9.11.2001 tarihinde verilen mektubun süresi çoktan dolmuştu.

Ve bu mektupla verilen haklar, 15.05.2002 tarihinde Federasyon Başkanı Tahincioğlu'nun imzasıyla yazılan bir yazıyla geri alınmıştı.

Tahincioğlu, Makbule Sevsal Sözen'in sorumluluklarını yerine getirmediği için mektubun geçerliliğini yitirdiğini Sözen'e bildirmişti.

Bu yüzden de Sözen'in Formula 1 pistini Kırşehir'e yapacağı yönündeki beyanatları gerçeği yansıtmıyor.

Açıkçası ben bu doğru olmayan ifadelerin ardında, bir kötü niyet olmasından şüpheleniyorum ve Kırşehirlileri uyarıyorum.

Formula 1 pisti Antalya, İstanbul, İzmir veya Kırşehir'e yapılabilir.

Ancak bu konuda alınmış bir karar yoktur.

Yetki ise FIA ve FOA'dadır.

Yine şehit aileleri kılıfı

PARTİLERİN
alacağı Hazine yardımının belirleneceği son gün, Büyük Birlik Partisi bir transfer yaparak yaklaşık 2.5 trilyon liralık yardıma hak kazandı.

Ancak Genel Başkan Yazıcıoğlu, bu yardımın mümkünse şehit aileleri ile ilgili bir vakfa, bu mümkün değilse Hazine'ye devredileceğini söyledi.

Doğrusu bu açıklama bana pek de mantıklı gelmedi.

Madem parayı istemiyordunuz, neden son gün transfer yaparak bu paraya hak kazanmaya çalıştınız.

Ben bu ‘‘şehit aileleri’’ hikáyesini bilirim.

Daha önce de Tansu Çiller ABD'deki mal varlığını satıp şehit ailelerine vereceğini söylemişti.

Tabii böyle bir şey yapmadı.

Korkarım BBP'ninki de farklı olmayacak.

Kardeşleri karıştırmışız

DÜN,
Fazıl Say konserinde çalan bir cep telefonundan bahsetmiştim. Konser sırasında çalan telefonun sahibinin sıradan bir vatandaş değil, bir büyük sanatçı olduğuna değinmiş ve telefonun sahibinin dünyaca ünlü ‘‘ikiz’’ piyanistlerimizden Güher Pekinel olduğunu yazmıştım. Yazıdan sonra Pekinel kardeşlerden bir düzeltme geldi. Çalan telefon Güher değil, Süher Pekinel'e aitmiş. Anlayacağınız ‘‘ikizleri’’ karıştırmışız. Özür dilerim. Telefon Süher Hanım'ınmış.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Siyasette bazen 3 artı 3'ün beş, bazen de 3 çarpı 3'ün 25 ettiği unutulmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Seçmenin intikam seçimi

8 Ağustos 2002
<B>KİMİLERİ </B>Yeni Türkiye'nin yükselişte olduğunu iddia ediyorlar.Kemal Derviş olmadan ben böyle bir şey gözlemlediğimi söyleyemem.

Büyük kentlerde, sesi yüksek çıkan çevrelerde bir ‘‘Yeni Türkiye’’ rüzgárı esiyor ama açıkçası bunun kırsala, köylere, varoşlara yayılıp yayılmadığını bilmiyorum. Kent merkezlerinde ise bir yükseliş, bir yöneliş var.

Yeni Türkiye'nin yükselişindeki gerekçe ise AKP'nin yükselişinden farklı değil.

Hiçbir söylemi olmayan, programı hiçbir şekilde tartışılmayan ve hatta bilinmeyen AKP, ciddi bir potansiyel yakaladı.

Bunun nedeni, ‘‘ezilmiş halk kitlelerinin’’, ‘‘egemen sınıflardan’’ intikam alması.

Türkiye'de yıllardır ‘‘boru öttürenler’’ tarafından yokluğa ve yoksulluğa itilen kesimleri AKP'ye yönelten neden ‘‘egemen sınıflardan intikam alma’’ duygusu.

‘‘Madem onlar AKP'ye karşı, işte benim için onlardan intikam alma fırsatı’’ diyenler tercihlerini AKP'ye yöneltiyorlar.

Bu da AKP'yi yükseltiyor.

Fakat işin ilginci, ezilenlerin ‘‘egemen sınıflar’’ olarak nitelendirdiği kesim de durumundan memnun değil.

Onlar da geçmişteki tercihlerinden dolayı ‘‘kazık yemiş’’ duygusu içindeler.

ANAP'a, DYP'ye, demokratik ve sosyal demokrat sola ve hatta nihayetinde MHP'ye bile oy verdiler ve umduklarını bulamadılar.

Şimdi ‘‘egemenler’’ de tepkilerini göstermek istiyorlar.

Onlar da oy tercihlerini ona göre yapıyorlar.

Bu kesimler AKP'ye oy vermeyi kendilerine yediremedikleri için de, kırgın oldukları eski tercihlerine tepkilerini, şimdi onları rahatsız eden Yeni Oluşum'a veya adıyla Yeni Türkiye'ye vererek gösterecekler.

Bu seçim seçmenin ‘‘intikam’’ seçimi olacak. Kendini kandıranlardan rövanşı alacaklar.

Bedelini hesaplayarak veya hesaplamayarak.

Derviş ‘‘baş’’ olmalı


DERVİŞ'in Türkiye tarihinin gördüğü en ‘‘müthiş’’ politikacılardan biri olduğuna dair inancım giderek kuvvetleniyor.

Namuslu, dürüst, akıllı, ama ‘‘politikacı’’.

Yani aslında Türkçe'deki politikacı tarifine uymayan bir ‘‘gerçek’’ politikacı.

Hiçbir heyecana kapılmadan, hiçbir gaza gelmeden, büyük hedefin ne olduğunu bilen ve ona göre kurguyu yapmadan adımını atmayan müthiş bir politikacı. Ülkesine nasıl bir yön vermek istediğini biliyor. Bu yönü verebilmek için güçlü bir iktidarın şart olduğunu görüyor. Bunun için de her adımını dikkatli atıyor.

Eteğine asılmış ‘‘fırsatçıların’’ bağırtı çağırtılarına fırsat vermeden ilerlemeye çalışıyor.

İyi bir rüzgár yakaladığının farkında.

Farkında olup olmadığını bilmediğim ama bilmesini istediğim şey ise bu rüzgár yelkenleri şişirirken dümende olması gerektiği.

Millet ‘‘liderini’’ görmek istiyor.

Atatürk, İsmet İnönü'nün arkasında Türkiye'yi kurabilir miydi?

Turgut Özal, Kaya Erdem'in arkasında durarak Türkiye'nin değişimini tetikleyebilir miydi?

Halk bunu biliyor, görüyor.

Üstelik Derviş'in kimseyle ‘‘hesabı’’ yok.

Kendisiyle beraber olabilecek herkese eşit mesafede duran, hiçbiriyle geçmişten kaynaklanan kin ve ihtilaflara sahip olmayan birisi.

Bu yüzden Derviş orada veya burada ama ‘‘başta’’ olmak zorunda. Kendisinin de söylediği gibi ‘‘geniş açılımlı’’ olmak zorunda. Bunu kendi için değil, Türkiye için yapmak zorunda.

Derviş'in önünde bir ay var. Bu bir ayı iyi değerlendirirse Türkiye AKP'ye karşı sağlıklı bir alternatif bulmuş olur. Siyasette rüzgárlar öyle hızlı eser öyle hızlı yön değiştirir ki, kimse anlamaz.

Kenan Evren'in 10 dakikalık bir konuşması, Özal'a tek başına iktidar şansını veren rüzgárı yaratmıştı. Yeter ki, Derviş akıllı oynasın.

Kabine içinde MHP'li iki bakanı çıtır çıtır yerken yüzünden tebessüm eksik olmayan ve kemiklerini bile tükürmeyen Derviş'in bunu yapabileceğinden kuşku duymuyorum.

Fazıl Say'ın konserinde çalan telefon kimin?


DÜNYACA ünlü piyanistimiz Fazıl Say'ın önceki gece Yedikule Zindanları'nda konseri vardı. Dinleyiciler arasında da başka iki ünlü piyanistimiz. Güher ve Süher Pekinel kardeşler.

Müthiş bir adam çalıyor, iki müthiş hanımefendi dinliyor. Ve tam bu sırada bir ‘‘cep telefonu’’ çalıyor. İzleyiciler korku içinde. Çünkü Say'ın bu durumlardaki tepkisini biliyorlar.

Ancak Say duymuyor veya duymazlıktan geliyor. Dinleyiciler ise çalan telefonun sahibini görmek için bakınıyorlar.

Sonunda bir çanta açılıyor ve içindeki telefon susturuluyor.

Telefonun sahibi Güher Pekinel.

Saygısızlıktan mı? Hayır unutkanlıktan. Ama oluyor işte. Herkes kötü kötü bakıyor. Süher Hanım da kızgın.Kardeşine bozuk atıyor.

Allah'tan konser o kadar keyifli geçiyor ki, her şey unutuluyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Düşmanımızın dostunun bizim de dostumuz olabileceğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Kararsız Kasım

7 Ağustos 2002
<B>YILLARDIR </B>siyaseti böylesine bir belirsizlik, böylesine bir kararsızlık ortamı içinde görmemiştim. Şu anda barajı aşan parti sayısı 2. Bunlardan biri rahat, diğeri ite kaka aşabiliyor. Bir üçüncüsü zorluyor.

Sistemin en köklü sağ partilerinden ikisi barajın hemen altında.

Geçen seçimin galibi en dipte.

Onun bir üstünde ise bir öncesi seçimin galibinin mirasçısı.

Öyle görünüyor ki, son iki seçimin birincileri bölünüp, yok olma aşamasına gelmişler.

Hiçbir söylemi olmayanlar ve hiçbir şey yapmadan bekleyenler ise yükselmişler. Yeni Türkiye yükselişte ama onun da kaderi Derviş'e bağlı. Derviş ise beş dakikada bir karar değiştiriyor. Kendisinden haber bekleyen Yeni Türkiye'yi de, CHP'yi de usandırdı.

Türkiye'de istikrar arayanlar Derviş'in ve Yeni Oluşum'un CHP'ye katılmasını istiyorlar.

Herkes biliyor ki, CHP+Yeni Oluşum, AKP'yi zorlayabilecek tek yol. AKP iktidarının Türkiye'ye yine patinaj yaptırmasından, yine zaman kaybettirmesinden korkanlar CHP+YTP diyorlar. Ama kimse yerini bırakmak istemiyor.

Baykal ve çevresi ‘‘Biz 40 yıldır bu işin içindeyiz. Niye bırakalım’’ diyorlar.

İsmail Cem, ‘‘Durun daha popom koltuğu ısıtmadı. Niye kalkayım’’ diyor. Oysa her ikisine de destek verenlerin gönlü Derviş'te.

Mesut Yılmaz ise ‘‘başağrısına, mide bulantısına ve baraj korkusuna karşı’’ ittifaklara izin verecek bir yasal düzenleme peşinde.

Aslına bakarsanız ‘‘somut’’ işler peşinde koşan bir o var. İster kızın, ister sevin AB yasalarında ciddi emeği var. Peki ittifak sorunları çözer mi? O da belli değil.

Kulağa hoş gelenler kadar, kulağı tırmalayan ittifaklar da var.

Müthiş bir belirsizlik.

AKP'nin barajı aşan tek parti olarak iktidara gelmesi bile dillendiriliyor. Ya da iki parti dışında tüm partilerin baraj altı kalması olasılığı değerlendiriliyor.

Görünen o ki, üç ay uzun bir süre olsa da ‘‘kararsız’’ bir şekilde Kasım'a doğru ilerliyoruz.

Ve kuvvetle muhtemel 3 Kasım gecesi‘‘yeni bir seçim’’ çıkacak.

Asıl troyka Baykal Derviş, Cem olmalı


YENİ Türkiye cephesi kaynıyor. Derviş'in ‘‘muamma konuşmaları’’ YTP'yi kilitliyor.

YTP de, soldaki beklentileri.

Kararsız seçmenin yanı sıra bir de ‘‘sol kararsızlar’’ oluştu. Her an buraya kayabilecek ‘‘liberal kararsız’’ bir kesim de ayrıca var. Yani Derviş'in ‘‘sentezi’’ tuttu ama sentezi paketleyecek adam ortalıkta yok. Yeni Türkiye-CHP birleşmesinden başka bir çıkar yol da görünmüyor.

Bunun için özveri gerekecek.

Görünen tek çözüm Alman Sosyal Demokratları'nın yolu.

Baykal genel başkan ama başbakan değil.

Derviş başbakan ama genel başkan değil.

İsmail Cem ise çok yakıştığı Dışişleri Bakanlığı'nda.

Üç adet şaibesiz, lekesiz adam. Haklarında açılmış dosya yok. Skandal yok. Başa bela akraba yok. Ve yanlarında toplumun geniş kesimlerinden katılımcılar.

Bu çerçeveye AB aile fotoğrafı bile asılır gibime geliyor.

Ama olmayacağını biliyorum.

Çünkü hiç kimse bu ülkeyi kendinden daha fazla sevmiyor.

Sorumluluktan kaçış yok


GALATASARAY transferde hayal kırıklığı yaratınca ‘‘İmparator’’ Terim topu taca attı.

Düne kadar tek hákim olan ‘‘İmparator’’, şimdi ‘‘Takımın başına daha önce gelseydim bu transfer işi böyle olmazdı’’ demiş.

Dedi mi, demedi mi bilmiyorum. Okuduğumun yalancısıyım.

Eğer dediyse, büyük ayıp.

Birincisi Terim mart ayından beri bu takımın teknik direktörü olacağını biliyordu. Canaydın'ın Terim'le seçimden önce anlaştığı bir sır değil. Ayrıca da yönetime ‘‘Acele etmeyelim. Pek çok oyuncu ağustos ayında boşa çıkacak. Daha ucuza kapatırız'' diyen de ben değilim, ‘‘İmparator’’un ta kendisi.

Nuno Gomes ve Chiesa umuduyla Jancker'i Udinese'ye kaptıran da o. Boşta kalan ‘‘evlatları’’ Gomes ve Chiesa'yı alamayan da yine ‘‘İmparator’’ Bey. Bu yüzden kimseyi suçlamasın. Galatasaray'da transferde eğer bir başarısızlık var ise bunun sorumlusu devre dışı bırakılan futbol şube sorumluları Özer Saraçoğlu veya Burak Elmas değil.

Biliyorum ki, her ikisi de Terim'in ve Başkan Canaydın'ın ağzının içine bakıyor ve verilen her görevi müthiş bir bağlılıkla yerine getiriyorlar. Fikirleriye değil, emekleriyle hizmet veriyorlar. Çünkü Başkan da, Terim de kendilerinkinden başka kimsenin fikrine saygı duyacak tarzda adamlar değiller. Bu nedenle de iyisiyle, kötüsüyle sorumlu olanlar ‘‘üç yıldız transferi’’ sözü veren Başkan ve ‘‘onun’’ teknik direktörü ‘‘İmparator’’ Terim.

Bu arada sakın sezon sonunda lig şampiyonluğunu bize başarı diye yutturmaya kalkmasınlar. Şampiyonlar Ligi'ni arada kaynatmasınlar. Eskiden burada birkaç puan bizi mutlu ediyordu. Ama şimdi en kötü sezonda çeyrek finali zorlamış, bir öncesinde çeyrek final oynamış bir takımın ahvadıyız. Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalden aşağısını yemeyiz. Hele hele Fenerbahçe Feyenoord engelini aşarsa, hiç yemeyiz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Koltuğumuzu, torunlarımızın geleceğinden daha fazla düşünmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Derviş ve ekibi kararını verdi

6 Ağustos 2002
<B>ECEVİT'</B>in <B>Derviş</B>'e yaptığı baskı ve <B>‘‘Artık git’’ </B>demesinin ardında yatan gerçekler, hafta sonu siyasi kulislerde konuşulanların <B>Ecevit'</B>in de kulağına gitmesiyle bağlantılı. Ankara'da artık Derviş'in yolunun kesin olarak belirlendiği konuşuluyor.

Kemal Bey, hafta sonunda kesin kararını verdi.

Adresi Yeni Türkiye.

Üstelik yalnız da değil.

Beraberinde ‘‘yol arkadaşlarını’’ da getiriyor.

Bu isimlerin bazıları siyasetin içinden tanıdık bildik isimler.

Biri Gaziantep'in başarılı Belediye Başkanı Celal Doğan, diğeri İzmit'in başarılı Belediye Başkanı Sefa Sirmen. Her ikisi de CHP'li veya CHP kökenli.

Doğan zaten başından beri Derviş'leydi. Sirmen de birkaç gün önce ikna edilmiş.

Bunların dışında sivil toplumun iki önemli ismi de Derviş'le birlikte Yeni Türkiye'ye katılıyor.

Bunlardan biri eski TÜSİAD Başkanı Bülent Eczacıbaşı. Diğeri ise eski İstanbul Sanayi Odası Başkanı Hüsamettin Kavi.

Bunlar milletvekili veya bakan olmak için değil, harekete güvenlerini göstermek için içinde yer alıyorlar.

Bunların yanı sıra birkaç sürpriz isim de Derviş'le birlikte hazırlık içinde.

Kemal Derviş'le birlikte siyasete girip, Yeni Türkiye'ye katılacaklar arasında ekonomi bürokrasisinden çok önemli isimlerin de yer aldığı söyleniyor.

Zaten Ecevit'i çileden çıkaran da bu.

Derviş'in bürokratlara el atması Ecevit'in Derviş'e ‘‘Yeter artık git’’ demesinin ana nedeni olarak gösteriliyor.

Ecevit, Derviş'in elini zayıflatmayı ve ekonominin başı olarak seçime gitmesini engellemeye çalışıyor.

Derviş ise ‘‘olmayan’’ siyasi deneyimiyle, 40 yıllık siyaset kurtlarını suya götürüyor.

Susuz getirip getiremeyeceğini ise galiba sandıkta göreceğiz.

Baykal ve Cem çekilseydi


DERVİŞ'in karar vermesinde en etkili kişinin Deniz Baykal olduğu iddia ediliyor.

Siyasette bugün taraf olmayan bazı kişilerin Baykal'ın ağzını yokladığı iddiaları var.

Bu iddialara göre CHP liderine, ‘‘Sen de çekil, Cem de çekilsin. İki parti Derviş'in liderliğinde birleşsin’’ önerisi götürülüyor.

Baykal ‘‘gayri resmi’’ bu öneriyi reddetmiyor.

Ama kabul de etmiyor.

‘‘Sayın Derviş gelsin. Ben genel başkanlığı devredemem. Böyle bir yetkim yok. Demokratik de olmaz. Kurultay yapalım, aday olsun. Seçilsin’’ diyor.

Baykal kendisinin aday olmayacağı yolunda bir imada bulunmayınca bu girişim suya düşüyor. Bu şartlarda bir birleşme olmayacağı ortaya çıkınca da Derviş YTP'ye katılmaya ve ittifak veya işbirliği gibi konuları bundan böyle Yeni Türkiye'ye bağlı bir kişi olarak sürdürmeye karar veriyor.

Sanki asacaklar da!


ANLAYAMADIĞIM iki parti var. Biri DYP, diğeri MHP...

MHP ‘‘sözde’’ idamın kalkmasına karşı.

Çünkü Apo da idamdan kurtulacak. İyi de, Apo'nun idam dosyasını iki yıldır bekletenler arasında MHP de yok mu?

İdam kaldırılmamış olsa, MHP Apo'yu astıracak iradeyi gösterecek miydi?

Yooo...

Maksat yalancı pehlivanlık...

DYP, daha doğrusu Tansu Çiller ise daha beter.

Bir yandan Avrupa Birliği'ni ‘‘arzulama şampiyonu’’, diğer taraftan Apo'ya gönüllü cellat.

Sanırsın ki, iktidarda olsa Apo'yu asabilecek siyasi kararlılığa sahip. Her iki parti de aslında Apo denen ‘‘pisliğin’’ Türkiye'nin geleceğinden daha önemli olmadığını bilip idrak edecek kadar akıllı ve vatansever.

Ama yine her iki parti de böyle bir meseleyi siyaset malzemesi yapacak kadar sığ düşünceli.

Her ikisinin de yaptığı, bir grup seçmeni kandırmaya çalışmak, başka bir şey değil.

Merve'nin televizyonu olsaydı


CEM Uzan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi belgeleriyle ortaya çıkan Ürdün vatandaşlığı, Türk vatandaşlığından atılmasını gerektiriyor.

Bununla ilgili kararname hazır. Ancak bir tek Devlet Bahçeli imzalamıyor.

Merve Kavakçı söz konusu olduğunda düşünmeden imzayı basan Bahçeli, şimdi ‘‘düşünüyor’’. Ben de kendi kendime soruyorum, ‘‘Acaba Merve Kavakçı'nın da MHP'nin hizmetine vereceği bir televizyonu olsa, o da kurtarır mıydı?’’ diye..

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Sosyal demokrasinin son 30 yılda elde ettiği en büyük şansı sosyal demokratlar heba etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Partilerin mali suçlarına ağır müeyyide gerek

5 Ağustos 2002
<B>PROFESÖR Osman Altuğ'</B>un iddiasıdır, <B>‘‘Türkiye'de kayıt dışı ekonominin kirli siyaseti finanse etmekte kullanıldığı’’</B>. Gerçekten de pek çok partinin Hazine yardımı ve ‘‘yasal bağışlar’’la açıklanamayacak harcamaları vardır.

En yeni ve ‘‘en temiz’’ olma iddiasındaki partilerde bile durum böyledir.

Hatta en ‘‘Ak’’ olma iddiasındaki parti bu konuda başı çeker.

Şimdi önümüzde bir seçim var.

Yine trilyonlar harcanacak.

Hem partiler hem de adaylar ‘‘muazzam’’ harcamalar yapacaklar.

Kaynağı belli olmayan paralar ortalığa saçılacak.

Siyasi Partiler Kanunu'nun 66, 67 ve 69. maddeleri siyasi partilerin hangi yollarla gelir elde edebileceklerini belirtiyor.

Bunların nasıl harcanacağı da kanunla belirlenmiş.

Bu yüzden de bu harcamaların takibi çok kolay.

Eğer harcamalarla gelirler arasında bir oransızlık varsa bu bir suç.

Ancak ne yazık ki, ‘‘yeterince ciddi’’ bir suç değil.

Müeyyideler oldukça zayıf.

Belli ki yasayı hazırlayan, ekonomisinin yüzde 70'i kayıt dışı olan bir ülkede siyasi partileri mali kayıt altına almanın mümkün olmadığını görmüş.

Bu yüzden de hem adaylar hem de partiler hesapsız bir harcama yapıyor ve bunun hesabını hiçbir zaman vermiyorlar.

Hal bu olunca da, vatandaşın kafasında ister istemez soru işaretleri oluşuyor.

Bu hesapsız harcamanın aslında ‘‘gizli bir hesabı’’ olduğu düşünülüyor.

Bu da siyasetin yıpranmasında, siyasetçiye güvensizliğin oluşmasında çok önemli bir faktör haline geliyor.

Meclis hazır çalışmaya başlamışken, bu konudaki ‘‘müeyyideleri’’ de biraz ağırlaştırsa iyi olacak.

Kendi saygınlıkları açısından.

Yasalar bizim için AB için değil


ÇOK sevdiğim bir dostum, ‘‘Biz gerekenleri yaptık ama bu Avrupalılara zerre güvenmiyorum. Yine bizi almayacaklar. Korkarım bunca değişikliği boşuna yapmış olacağız’’ dedi.

‘‘Bu yasaların hangisine karşısın’’ diye sordum.

‘‘Hiçbirine’’ dedi.

‘‘Hangisi bizi geri götürür’’ dedim.

‘‘Olur mu canım. Hepsi bizi ileri götürür’’ diye yanıtladı.

‘‘Eeee, o zaman bu yasaları Avrupa için değil de, kendimiz için yaptık diyemez miyiz?’’ dedim.

‘‘Diyebiliriz ama...’’ dedi.

‘‘Avrupa olmasaydı, biz insan gibi yaşamak için yasa yapmayacak mıydık?’’ dedim. Sesimin tonu yükselmişti.

‘‘Tamam, tamam doğru söylüyorsun’’ dedi.

Gerçekten de, biz gereken her şeyi yaptığımız halde Avrupa bizi arasına almayabilir.

Ama en azından Avrupa'nın Türkiye ile ilgili görüşlerini test etmiş oluruz.

Ve hızla ‘‘Gümrük Birliği'ni alın başınıza çalın’’ diye başlayarak, yeni bir politika çizeriz. ABD ile daha yakın bir işbirliği, İsrail ile daha sıkı bir çalışma, Balkanlar'da ve Ortadoğu'da yepyeni bir politika çizeriz.

AB ile ‘‘işbirliği’’ köprülerini atar ‘‘rekabet’’ köprülerini kurar, yeni açılımlar ararız.

Ama hiç değilse belirsizlikten kurtuluruz. Çıkardığımız yasalar ise yanımıza kár kalır.

Zarar değil.

Uzan, parti gasp ediyor


İŞTE Cem Uzan tipi siyaset. Para karşılığı bir partiyi satın almaya çalışıyor.

Partinin genel başkanına menfaat temin edildiğini, partinin kurucusu Hasan Celal Güzel iddia ediyor.

Cem Uzan'ın satın almasını engellemek için partinin genel kuruluna giden parti kurucusu Hasan Celal Güzel, Cem Uzan'ın adamı olduğu söylenen kişilerce tartaklanıyor, açıklama yapması engellenmek isteniyor.

Bu kişiler ‘‘sözde’’ güvenlik görevlisi. Uluslararası dolandırıcılıktan, Türkiye'de SPK kanununa muhalefetten, küçük yatırımcıların parasını gasp etmekten yargılanan, binlerce telefonzede, on binlerce Teleonzede yaratan adam, yargıdan paçasını kurtarmak için ‘‘dokunulmazlık’’ peşinde.

Onu bile kendi yöntemleriyle yapmaya çalışıyor.

Allah Türkiye'yi bunlardan korusun.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Olmayacak dua üzerinden siyaset yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Yeni Türkiye'ye geniş yelpaze

3 Ağustos 2002
<B>İSMAİL Cem, Kemal Derviş'</B>in <B>‘‘katılmaması olasılığı’’</B>nı ilk kez değerlendirdi ve Yeni Türkiye'nin kişilere bağlı bir hareket olmadığını söyledi. İyi dedi. Ama durum öyle değil.

Ya da keşke öyle olsa.

Yeni Türkiye şu an bütün siyasi oluşumlardan daha fazla kişilere bağlı. Hatta kişiler bile değil, kişiye bağlı. Çok açık ve çok net ki, eğer Kemal Derviş yoksa, Yeni Türkiye de yok. Derviş ile barajı zorlayabilecek olan Yeni Türkiye, Kemal Derviş olmadan değil baraj, su bendini bile aşamaz.

Bu nedenle de Yeni Türkiye, kişilere son derece bağlı.

Aslına bakarsanız, bu durum o kadar kötü bir durum da değil.

Yeni Türkiye'nin yapması gereken, bağlı olduğu kişi sayısını artırmak olabilir. Bu, Yeni Türkiye'nin perspektifini de genişletecek önemli bir adım olur.

Geçmişte Türkiye'ye önemli hizmetler yapmış ve bu hizmetleri tamamlamasına ‘‘politik nedenlerle’’ izin verilmemiş kişileri Yeni Türkiye kucaklayabilir.

Yalım Erez bunlardan biridir.

Adalet Bakanlığı döneminde son derece önemli işler yapmak için kolları sıvayan Hasan Denizkurdu bir diğeridir.

Siyasetten kaçırılan Cem Boyner, siyasete yakışacak olan Bülent Eczacıbaşı, her zaman siyasi mesajlar veren Sakıp Sabancı, ‘‘din’’in aydınlık yüzü Yaşar Nuri Öztürk, çıta yükseltmenin sembolü Fatih Terim de ‘‘yeni’’ Türkiye'yi temsilen, ‘‘Yeni Türkiye’’ye yakışacak isimlerdir.

Yeni Türkiye kişilere bağlı olmaktan kaçmamalı, tam aksine bağlı olduğu kişi sayısını artırarak ‘‘yeni mesajlar’’ vermelidir.

‘‘Benmerkezci’’ ve kendinden olmayanı dışlayan anlayışla ‘‘yeni’’ olunmaz. Olsa olsa ‘‘boyanmış eşek’’ olunur.

Belediyenin suçu ne?


OLİMPİYAT Stadı'nda yapılan ‘‘deneme maçı’’ rezaletinden sonra bazı ‘‘aklıevveller’’belediyeyi suçluyorlar.

‘‘Yolları yapmadı’’ diye.

Sanırsınız ki belediye, maçı organize edenlere ‘‘Yollar tamam, oynayabilirsiniz’’ demiş de, maça gidenler yol olmadığını o an fark etmişler.

Kardeşim, bu stadın yolunun olmadığı, çevre düzenlemesinin henüz yapılmadığı sır mıydı?

Herkes ve hepimiz durumu biliyorduk. Ben o yüzden aylardır bu köşede Galatasaray'ın o statta oynamasının mümkün olmadığını yazıyordum.

Buna rağmen, durumu bile bile o stada maç koydular.

Şimdi suçlu belediye.

Belediye ‘‘genel anlamda’’ işini yapmadığı için suçlu olabilir.

Ama asıl suçlu, bu maçın orada oynanması kararını alanlardır.

Bunu belediyeyi zorlamak, yolların yapılmasını sağlamak için yaptılarsa bilemem.

Bu arada bazı ‘‘şabalaklar’’ da, ‘‘Yunanistan'la ortak organize edeceğimiz Avrupa Şampiyonası tehlikeye girdi. Bu rezaletten sonra bize turnuva vermezler’’ diye yazmış.

6 yıl içinde oraya sadece yol değil, tren, raylı sistem geleceği gibi, otoban bağlantısı da yapılmış olacak.

Bunu bile bilmeden yazıp duruyorlar.

Fransız yatçıya Geceyarısı Ekspresi tehdidi


BDDK, batık bir bankanın sahibine ait olduğu gerekçesiyle yelkenli bir yata el koydu.

Olayın mali ve hukuki boyutu mahkemenin işi, beni ilgilendirmiyor. Ama yata el koyuluş biçimi oldukça ‘‘ilginç’’. Yat, yıllardır bir yat kiralama şirketine kiralanıyor ve şirket bu yatı yaz sezonu boyunca çalıştırıyor. Bu yıl da durum böyle.

Yat, ortaklarından biri Fransız olan Shoreside Services adlı bir yat charter şirketine kiralanmış.

Şirket de yatı haftalığı yaklaşık 15 bin dolardan Avrupalı zenginlere kiralıyor. Rezervasyonlar eylül ayı sonuna kadar dolu ve memlekete de yaklaşık 100 bin dolarlık bir girdi sağlayacak.

Fakat BDDK birdenbire bu yatlara el koymaya karar veriyor. Ve bir BDDK yetkilisi, Shoreside'ın ortaklarından Ghislaine Bruere'i arıyor ve ‘‘Yatı bize teslim edin’’ diyor.

Bruere de kendisini arayan kişiye yatı kiraladıklarını, yaz sonundan önce teslim edemeyeceklerini, ama gerekli kanuni işlemleri yaparlarsa yattan elde edilen geliri BDDK'ya verebileceklerini söylüyor. BDDK yetkilisi ise Ghislaine Bruere'e, ‘‘Siz Midnight Express'i izlediniz mi?’’ diye soruyor. Bruere mesajı alıyor ve yatı ertesi gün BDDK'ya teslim ediyor.

Türkiye'nin bir grup varlıklı turiste rezil olduğuna mı yanarsınız; yoksa ülkemizin en önemli kurumlarından birinin yetkilisinin, bir Fransız'ı, Türkiye'nin alnına sürülmüş en kara leke olarak görülen bir filmle tehdit etmesine mi?

Bana bu olayı aktaran yatçı dostum, ‘‘Ghislain'e Geceyarısı Ekspresi'nin Türkiye'yi karalamak için yapılmış yalanlarla dolu bir film olduğunu söylüyoruz ama o inanmıyor. Her gün gazetelerde gördüğü BDDK'nın sözü, onun için daha önemli’’ diyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ahlaksızların kurtuluş yeri siyaset olmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku