Fatih Altaylı

Hacı Bektaş'a siyasiler gitmesin

21 Ağustos 2002
<B>HACI Bektaş Veli </B>şenlikleri müthiş bir <B>‘‘siyasetçi’’ </B>akınına uğruyor. Sağından soluna bütün partiler ve liderler şenliklere akın ediyorlar.

Konuşmalar yapıyorlar, kürsülere çıkıyorlar, olayı sahiplenmeye çalışıyorlar.

Eee, hani bu ülkede ‘‘din üzerinden siyaset yapmak’’ hoş karşılanmıyordu.

Din üzerinden siyaset yapmak hoş değil de, mezhep üzerinden siyaset yapmak doğru mu?

Biri ne kadar yanlış ise diğeri de o kadar yanlış.

Hacı Bektaş şenlikleri ‘‘sevgi, barış, dostluk, insanlık’’ çağrılarıyla müthiş bir olay.

Türkiye'nin dört bir yanından gelen yurttaşlarımızı kaynaştırması, coşturması akıl almaz güzellikte.

Ama bu şenliklerin ‘‘siyasi arena’’ya çevrilmesi hiç hoş değil.

Bu şenlikleri düzenleyenlerin, bundan böyle buraya siyasetçi davet etme alışkanlığından vazgeçmeleri gerekiyor.

Çünkü görüntü, bu şenliklerin içeriğine hiç uymuyor.

Artık bu lig de şaibeli oldu


FENERBAHÇE yönetimi, Şampiyonlar Ligi ön eleme maçı öncesi Futbol Federasyonu'na başvurarak Gaziantepspor'la oynayacağı lig maçının ertelenmesini istedi.

Futbol Federasyonu da bu isteği yerinde bularak maçı erteledi.

Hayırlı olur inşallah.

Oynanacak maç bir ‘‘ön eleme’’ maçı.

Talep erteleme, sonuç ertelemenin kabulü.

Şimdi ben de hafızası yerinde bir Türk vatandaşı olarak biraz geriye gidiyor ve son iki yılı hatırlamaya çalışıyorum.

İki sezon önce Galatasaray, Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçı oynayacak.

Aynı hafta sarı kırmızılı takımın yanlış hatırlamıyorsam (böyle şeyleri hatırlanacak kadar önemli bulmam da ondan) Beşiktaş'la lig maçı var.

Galatasaray maçın ertelenmesi için başvuruyor.

Fenerbahçe lobisi devreye giriyor. Emniyet müdürlerinin, içişleri bakanlarının, o zamanın önemli basın mensuplarının, Fenerbahçeli yöneticilerin katıldığı bir toplantı yapılıyor ve maç ertelenmiyor.

Oysa belki de ilk kez bir Türk takımı Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale çıkacak ve Türkiye puanlar kazanacak.

Kimsenin umurunda değil. Galatasaray, Şampiyonlar Ligi'nden eleniyor.

Galatasaray'ın bir Avrupa Şampiyonluğu daha kazanma ihtimali de böylelikle ‘‘bertaraf’’ edilmiş oluyor.

Geçen yıl da benzer bir durum yaşanıyor.

Roma'da dayak yiyen Galatasaray Futbol Takımı, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale çıkmalarını sağlayabilecek Barcelona maçı öncesi erteleme istiyor.

Federasyon da bunu kabul ediyor. Fenerbahçe yönetimi ve Fenerbahçeli ‘‘besleme spor basını’’ ayağa kalkıyor.

Bütün bir lig şaibeli ilan ediliyor. Fenerbahçeliler yürüyüşler yapıyorlar, Fenerbahçe Kulübü Başkanı, Federasyon Başkanı'na tehditler savuruyor, hedef gösteriyor.

Ortalık toz duman oluyor.

Ve bakın şu Allah'ın işine, aradan üç beş ay geçmeden Fenerbahçe değil bir Şampiyonlar Ligi finali, bir ‘‘ön eleme maçı için’’ erteleme istiyor.

Federasyon da kabul ediyor.

Sıkı mı kabul etmesin.

Ama Fenerbahçe yöneticilerinin mantığıyla bakarsak artık bu lig ‘‘şaibelidir’’.

Kimin şampiyon olduğunun hiç ama hiç önemi yoktur.

Lige ‘‘şaibe’’ bulaşmıştır.

Öyle değil mi Sayın Yıldırım?

Çeşme dikkat etsin, geliyorlar


TÜRK insanı, ne yazık ki virüs gibi. Bir yeri bulduğu zaman orayı istila ediyor, sömürüyor, yiyip bitiriyor ve yok ediyor.

Sonra da yeni yerler aramaya başlıyor.

Böyle yapa yapa, ardımızda çöller bırakarak Orta Asya'dan buraya kadar gelmişiz.

Yaşadığı coğrafyayı bizim kadar hor kullanan başka bir millet herhalde yok. En azından uygar bir millet yok. Genetik bu durum bugün hálá geçerli. Bodrum'u da aynen böyle bitirdik.

Dünyanın en güzel yerlerinden birini koy koy, köy köy ele geçirip yok ettik.

Bodrum artık yok olmak üzere.

Şimdi yeni hedef belli.

Çeşme.

İzmir'in bu müthiş tatil beldesi şimdi yeni hedef.

Moda tabiriyle Bodrum out, Çeşme in olacak.

Virüs ordusu şimdi Çeşme'yi istilaya hazırlanıyor.

Önce ‘‘sosyetik’’ öncü birlikler, sonra onların artçıları.

Bu nedenle Çeşme'yi hızla korumaya almak lazım.

İmarıyla, eğlence yerleriyle, gürültülü ve sakin mekánlarıyla iyi bir planlama yapmak ve Çeşme'yi kurtarmak gerek.

Yoksa 5 sene sonra Çeşme'yi bir enkaz olarak arkamızda bırakıp, yok edilecek yeni güzellikler aramaya başlarız.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ahlak dersi vermek, Türkiye'nin ve Balkanlar'ın ve hatta Ortadoğu'nun en ahlaksız adamının beslediği köpeklere kalmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Cem'in Derviş'i benim Terim'im...

20 Ağustos 2002
<B>İSMAİL Cem'</B>in ne demek istediğini kimse benden daha iyi anlayamaz. Çünkü onun bugün hissettiklerini, geçen yıl ben hissetmiştim.

Fatih Terim'le benim Galatasaray yöneticisi olarak yaşadıklarımı, bugün İsmail Cem Yeni Türkiye Genel Başkanı olarak Kemal Derviş'le yaşıyor.

Geçen yıl Fatih Terim, bizim dostu olan yöneticiler aracılığıyla ilettiğimiz teknik direktörlük teklifini kabul eder gibi yapıp bizi evine çağırmış, evine giden Başkan Cansun ve bana ‘‘Hayır gelmiyorum’’ demişti.

Kamuoyu önünde kulüp de, biz de küçük düşmüş, ‘‘refüze’’ vaziyetinde kalmıştık.

Terim'in gelmemekte haklı nedenleri olabilirdi ama bizi evine davet etmeden de bunu yapabilirdi.

Aynı şeyi Yeni Türkiye Derviş'te yaşadı.

Son ana kadar gelecekmiş gibi yapıp, son anda sattı.

Muhakkak ki, onun da kendince çok haklı gerekçeleri vardır.

Ama Yeni Türkiye zor durumda kaldı.

Şimdi İsmail Cem diyor ki: ‘‘Bir daha asla onunla birlikte olamayız.’’

Aynı şeyi Terim'le ilgili olarak ben söylemiştim.

‘‘Bir daha asla Terim'e teklif yapmam. Bu nedenle de ben yönetici olduğum sürece Terim bu kulüpte teknik direktör olamaz.’’

Benim bu sözlerim Terim'in ‘‘kötü bir teknik direktör’’ olduğu anlamına gelmiyordu.

Ama ben ikide bir kendiyle oynattıracak türde bir adam değildim.

Cem'in sözleri de Derviş'in bu ülkeye yararsız bir adam olduğunu göstermez.

Sadece Cem'in Derviş'e güveni yok. Kendi açısından haklı da.

Ama bir gerçeği de İsmail Bey'e hatırlatayım.

Bugün Fatih Terim Galatasaray'ın başında.

Ben de Terim'i getireceğini bile bile Canaydın'ı destekledim.

Kendi egomu tatmin değil, Galatasaray'ın iyiliği için.

Bilmem anlatabildim mi?

Direksiyonda cehalet oturunca


GEÇEN gün radyo programında Hakan Gündüz yollardaki trafik levhaları ile dalga geçiyordu.

İzmir'den gelirken bir tabela görmüş: ‘‘Çıktığın vitesle in.’’

Gündüz bunu komik ve anlamsız bulmuş dalga geçiyordu.

Aradım. Telefona çıkan gence ‘‘Hakan'a söyleyin o tabela çok önemli. Ağır vasıtalar yokuşta ‘Peygamber vitesi' deyip boşa atıyorlar. Sonra da durdurabilene aşk olsun. O tabelalar az bile’’ dedim.

Hakan Gündüz’e masajımı ilettiler mi bilmiyorum.

Ama bazılarının tabelalara aldırış etmediği ortada.

İki otobüs şoförü ‘‘Peygamber vitesi’’ diye yokuş aşağı boşa atınca olan oldu.

İki kaza, 33 ölü.

Kanal D Haber Merkezi'ne, Doğan Haber Ajansı'nın görüntüleri geldi.

Kaza anının canlı görüntüleri.

Birkaç dakika bakabildim. Gerisini yüreğim kaldırmadı.

Eledik eledik. Çok seçme bir bölümünü ibreti álem için yayınladık.

Avrupa Birliği'ne girecek Türkiye'de trafik bilinci bu.

Ehliyetli hayvanlara ‘‘ağır vasıtaları’’ ve içindeki ve dışındaki ‘‘canları' emanet ediyoruz.

Olana bakın.

Trafik yasası değişiyor, cezalar artıyor ne oluyor?

Cahil cezadan korkar mı?

33 cana mal olan şoförü öldürsen ne olur ki!

Gerçekten caydırıcı olmak lazım.

Müthiş tazminatlar gerek.

Otobüs şirketlerinin mesuliyetlerinin artması gerek.

Koskoca havayolu şirketi iki uçak kaybedince batıyor, otobüs şirketleri aynen devam.

İki kazaya karışan şirketi kapatarak, patronlarını da insan içine çıkamayacak duruma getir, bakalım bir daha direksiyonlara ‘‘hayvanları’’ geçiriyorlar mı?

Ve tabii denetim.

Tuzak gibi radar kurmayı trafik denetimi sandığımız müddetçe bu iş böyle olacak.

45 kişilik otobüste 70 kişi.

Station otomobilin bagajında 4 çocuk.

Hep yazdık, hep söyledik.

Ama bu bir kültür işi.

Biri direksiyonda, öbürü denetimde olunca, hiçbir şey fark etmiyor ki!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Trafik denetimini sürücüye tuzak kurmak zannetmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Ben mi solcuyum Arı Hareketi mi?

19 Ağustos 2002
<B>RUŞEN Çakır'</B>la konuştuk. En az çeyrek yüzyıllık arkadaşımdır.‘‘Bizi harcamışsın’’ dedi.

‘‘Niye?’’ dedim.

‘‘Ben sağ olmuşum’’ dedi.

Güldüm. Ruşen tanıdığım ‘‘en’’ solcudur.

‘‘Sen YTP misin?’’ dedim.

‘‘En azından oradayım. Ben sol olmayan bir şeyin içinde olur muyum?’’

Sustum.

‘‘Ben sağcıyım da, Arı Hareketi mi solcu?’’ diye devam etti Ruşen, Derviş ile Arı Hareketi'nin işbirliğine değinerek.

‘‘Beni 30 senedir tanıyorsun. Hayatta tek amacım var, solcu olarak ölmek. Kimse bunun tersini söyleyemeyecek.’’

Kemal Derviş
'e bozuk olduğu sesinden anlaşılıyordu.

‘‘1994 yılında Washington'da benimle tanışmak isteyen oydu. Oturup saatlerce konuştuk. Şimdi ise YTP'ye katılmadan önce kısa bir görüşme istedim. O bile olmadı’’ dedi.

Ruşen Çakır, Derviş'in çok kapalı bir çevreye girdiğini ve bunun iyi sonuç vermeyeceğini düşünüyordu .

Bunda bir noktada haklıydı.

Derviş'in Türkiye'de özellikle ‘‘sol entelijansyaya’’uzak bir tavrı vardı.

Bu çevreden birkaç dostu dışında açılım yapmıyordu Derviş.

Bu bir yandan eleştirisi güçlü bu çevrelerden eleştiriler gelmesine, bir yandan da bilgi eksikliği olmasına neden oluyordu ki, ikisi de orta vadede yıpratıcı olurdu.

Ruşen'i anlıyordum. Kemal Derviş'i de.

Derviş hálá ‘‘koz’’ oynuyor.

Bir yandan YTP'yi ‘‘hizaya’’ sokmaya çalışıyor, diğer yandan da CHP'yi.

Derviş hálá kapılar açıyor, kapılar aralıyor.

Daha önce hiç kimsenin girmediği kapılar.

Allah kolaylık versin.

Derviş çantada keklik değil


CUMA günü kalkan CHP otobüsüne Kemal Derviş binmedi.

Açıkçası binmesini de beklemiyordum.

Troyka'nın kendi eliyle bağladığı bir atını çözmekten çekinmeyen Derviş'in, tek atın çektiği CHP'nin arabasına kayıtsız şartsız binmesini kim bekleyebilirdi ki!

Derviş ‘‘solda birlik’’ için bir kapı daha açmaya çalıştı sadece.

Kapıyı açtı, girilecek vagonu gösterdi ama girmedi.

Belli ki, bu vagona yalnız binme niyeti yok.

Ya birileriyle birlikte binecek, ya da binmeyecek.

Vagondaki yolcu keyifli.

Vagona hoşsohbet, muteber bir yolcu daha biniyor diye. Ama yolcu arkadaşlarını bekliyor.

Vagondaki yolcuyla, beklediği arkadaşları arasında bir fark yok onun açısından.

Onun derdi de keyifli bir seyahat.

Herkesin ortak dil konuştuğu, herkesin aynı istasyona varmak istediği keyifli bir seyahat.

Ama beklenen diğer yolcular ile vagondaki yolcu arasında eski seyahatlerden kalma kırgınlıklar var.

Öyle kırgınlıklar ki, bazıları yolda camdan atlamış, bir yerlerini incitmişler geçmişte.

Şimdi Derviş bütün bunlar unutulsun diyor.

Ama vagondan düşenin halinden ancak vagondan düşen anlıyor.

Tek çare var.

Her şey unutulacak.

Öpüşülecek, koklaşılacak ve tekrar birlikte yola koyulunacak.

Yoksa Derviş de yok gibi geliyor bana.

Baykal'ın yerinde olsam hiç güvenmem.

Troyka'nın bir atını çözen, tek atlı arabının tekerini kırmaktan hiç çekinmez.

RTÜK M1'i izliyor


‘‘RTÜK bu M1 adlı kanalı izlemiyor mu?’’ diye sormuştum cuma günü.

RTÜK'ten hemen yanıt geldi.

‘‘İzliyorlarmış.’’

Daha önceki şikáyetimde ‘‘Böyle bir kanal mı açılmış’’ diye tepki vermişti RTÜK.

Çünkü M1 ‘‘karanlık’’ bir şekilde ortaya çıkmıştı ve kimse farkında değildi.

Biz ise her şeyin farkında olmak zorunda olduğumuz için uyarmış ve M1'in tehditlerine maruz kalmıştık.

Spor Toto teşkilatını soymak ve devletten iş almak isteyen bir grubun ‘‘tetikçisi’’ gibi davranan bir televizyondu bu M1.

Benim uyarılarım ve gelen binlerce şikáyet sonucu RTÜK şimdi M1 adlı televizyonu izliyor.

Ve İzleme Dairesi'nin raporları kurula sunulmuş bile.

Şimdi yeni yasa uyarınca bunlara gerekenler yapılacak.

Ya adam olacaklar, ya da kapanacaklar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Türk solcuları matematik dersi alarak bölünerek daha büyük olunamayacağını öğrendikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Özkan: Tehdit yok

17 Ağustos 2002
<B>HÜSAMETTİN Özkan </B>aradı. <B>‘‘Sayın Derviş'e tehditvari konuşmadım’’ </B>dedi.‘‘Her yerde bu bilgi var’’ dedim.

‘‘Benden çıkmadı’’ dedi.

‘‘Doğrusu ne o zaman?’’ diye sordum.

‘‘Ben kapalı kapılar ardında yapılan hangi görüşmenin içeriğini açıkladım ki, bunu açıklayayım. Ama tehdit etmedim. Tam aksine çok iyi konuştuk. Uyardım, tavsiyelerde bulundum. Hatta İsmail Cem'in evine kadar birlikte, kol kola sohbet ederek yürüdük’’ diye yanıtladı.

‘‘Kararını o akşam size iletti mi, yoksa siz de televizyondan mı öğrendiniz?’’ diye zorladım.

‘‘İletmedi’’ dedi. ‘‘Dinledi. Ben bazı uyarılar yaptım. Bazı bilgiler aktardım. O dinledi. Karar kendi kararıdır ama bize önceden iletilmiş bir karar değil. Bu kadarını söyleyeyim’’ dedi.

Özkan'ın ketum tavrını bildiğim için zorlamadım.

Ama Özkan'a inandım.

Etmedim diyorsa etmemiştir.

Barzani’nin petrol denizi düşü


YIL 1997. Kuzey Irak'tayım. Barzani'nin Irak Kürdistan Demokrat Partisi'nin karargáhında. Selahaddin kentinde.

Selahaddin'e hákim bir tepedeyiz. Yanımda götürdüğüm Diyarbakırlı tercüman Kırmançi biliyor.

Barzani'nin konuştuğu dil ise Sorani. Barzani'nin tercümanı Kirmançi'ye çeviriyor. Kırmançi bilen benim tercüman ise Türkçe'ye.

Arada İngilizce de konuşuluyor.

Türkiye'nin ‘‘savaş nedeni’’ saydığı Kürt devletinin topraklarındayız. Habur'dan girerken ‘‘Welcome to Kurdistan’’ yazılı bir barakada peşmergeler pasaport kontrolümüzü yapmış.

Yollarda peşmergeler kontrol yapıyor.

Düzenli bir ordu ve polis teşkilatı ‘‘o zaman’’ daha yok ama derlenip toparlanmaya çalıştıkları belli.

Kuzey Irak'ın içlerindeki Selahaddin'e işte böyle bir ortamda gitmişiz. O dönem belgede Barzani'nin IKDP'si, Talabani'nin IKYB'si var. PKK etkinlik kurmaya çalışıyor. Barzani bir ‘‘Devlet Başkanı edasıyla’’ konuşuyor.

Devlet olmaktan, bağımsız olmaktan söz ediyor.

Tam bağımsızlık demiyor ama aşırı özerk bir yapı özlemi içinde olduğu belli.

Ben de ona bulunduğu coğrafi konum nedeniyle bunun ne kadar zor olduğunu hatırlatıyorum.

Oturduğumuz yerden kalkıyor.

Beni de kaldırıp pencerenin kenarına kadar götürüyor.

Önümüzde bir yanda Bağdat'a, diğer yanda ise Türkiye sınırını belirleyen dağlara kadar uzanan bölgeyi eliyle işaret ediyor.

‘‘Burası ne biliyor musun?’’ diye soruyor.

Suratına bakıyorum ve dudak büküyorum.

‘‘Deniz’’ diyor... ‘‘Deniz.’’

‘‘Ben deniz göremiyorum’’
diyorum.

‘‘Altında’’ diyor. ‘‘Toprağın altında petrol denizi var. Amerika isterse ve bizim bunları çıkarmamıza izin verirse burası dünyanın en zengin ülkesi’’ diyor.

‘‘Verecek mi?’’ diye soruyorum. ‘‘Görüşüyoruz. Biz Saddam'dan daha güveniliriz’’ diyor. Aradan geçmiş 6 yıla yakın süre.

Şimdi yine konu bu.

Bize düşen tarihe ışık tutacak hatırlatmalar yapmak.

Eğlence gürültü mü demek?


HINCAL Uluç yine ‘‘aykırı olmayı’’ başardı. ‘‘Gürültü sürsün Ertegün gitsin’’ diyor.

Aykırı olmak kolaydır da, tutarlı olmak zordur.

Hıncal Abi ne yazık ki, artık bu ikinciyi başaramıyor.

Bir yazısında Bodrum'u imara açtığımız için berbat ettiğimizi, buraya zengin turist gelme ihtimalinin kalmadığını St. Tropez'yi örnek vererek anlatıyor, sonra da Bodrum'da gürültü kirliliği ile savaşa karşı çıkıyor.

Hıncal Abi, St. Tropez'yi sen de biliyorsun, ben de biliyorum.

Allah aşkına söyle, St. Tropez Akdeniz kıyısının en gürültülü yeri mi, yoksa en sakin köşelerinden biri mi?

St. Tropez'de bir sahil kahvesinde otururken dört yanından ayrı patırtı şeklinde müzik geliyor mu?

St. Tropez barları ve restoranları beş parasız Avrupalı turistler tarafından mı dolduruluyor, yoksa şöhretli ve zengin turistler tarafından mı?

Sen Bodrum'da sokakta yürürken Michele Pfeifer, Nicholas Cage, Sting, Bill Gates ile mi karşılaşmak istersin yoksa bitli eroinman İngilizle mi?

Senin ‘‘St. Tropez gibi olsun’’ dediğin Bodrum'u dünyaya Türkiye ilk kez Ahmet Ertegün'ün misafiri olarak gelmiş Rolling Stones'çular ve Kissinger gibiler mi anlatır, yoksa anasının babasının bile dinlemediği uyuşturucu bağımlısı velet mi?

Bodrum elbette eğlence yeri olsun. Elbette müzik olsun, yemek olsun. Ama adam gibi olsun.

İnsan gibi olsun.

Eğer tezinde ısrar edersen, yarın akşam Alkent'teki evinin önüne üzerine müzik sistemleri yerleştirilmiş bir kamyonla dayanıp sabaha kadar bağırtacağım. Sen ve komşularından biri bile şikáyet ederse ne yapacağız Hıncal Abi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kendimizi tanımlamak için kendimizden başkasına ihtiyaç duymadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Derviş büyük oynadı

16 Ağustos 2002
<B>KEMAL Derviş</B>, şu an siyasetteki en <B>‘‘akıllı’’</B> adamlardan biri. <br> Müthiş bir zeká, dehşetli politika yapıyor...

Üstelik de bunu ayak oyunlarına dayandırmıyor.

Derviş, dün Yeni Türkiye'nin ‘‘infaz’’ fermanını büyük ölçüde imzaladı.

Kemal Bey olmadan Yeni Türkiye'nin ‘‘ilerleme kaydetmesi’’ zor.

Derviş'in Yeni Türkiye ile köprüleri atmasının birkaç nedeni var.

Bunlardan biri Yeni Türkiye'nin ‘‘kuru kalabalık’’ kadrosu.

Derviş bu kadroyu taşımak istemiyor. Çünkü haklı nedenlerle bu kalabalığa güvenmiyor.

Bir diğer neden ise Yeni Türkiye'nin giderek ‘‘Demirel kokması’’.

6 Ağustos'tan, yani Demirel-Cem görüşmesinden bu yana Demirel Yeni Türkiye'ye damga vurmaya başladı.

Önce ‘‘evladı’’ Mehmet Ali Bayar, ardından ‘‘adamları’’ Gürdal ve Serdaroğlu Yeni Türkiye'ye katıldılar. Cem'in ‘‘çok sevdiği’’ Demirel'i kıramaması ‘‘Galiba sol’’ denilen partiye ‘‘Ama sağ da olabilir’’ kuşkusunu yapıştırdı.

Buna Yeni Türkiye'nin sağdan gelen çağrılara kulak verirken, soldan gelen seslere kulak tıkaması ve çarşamba gecesi Hüsamettin Özkan'ın tehditvari sözleri de eklenince Derviş kararını verdi: ‘‘Yeni Türkiye'ye hayır.’’

CHP kapısı ise hálá açık.

Derviş birleşme için son kozlarını oynuyor.

‘‘Ben yokum. Ben yokken siz olur musunuz hesabınızı yapın’’ diyor.

Derviş'li anketlerde Yeni Türkiye ikinci partiydi. Şimdi Derviş'siz anketler gelecek.

Derviş o anket sonuçlarının birleşmeyi forse edeceğini, zorlayacağını düşünüyor olmalı.

Olmazsa Derviş'in adresi belli gibi: CHP

Ben bu süreçte Derviş'e büyük saldırılar yapılacağını düşünüyorum.

Ama kaybeden Derviş olmaz gibi.

Açıkçası İsmail Cem için çok üzüleceğim.

Gerisi hikáye.

Canı mı sağolsun başka yeri mi?

BİR kadın İbrahim Tatlıses'in kendisine tecavüz ettiğini öne sürüyor.

Bir Alman mahkemesi iddiayı ve delillerini ciddi bulup Tatlıses hakkında uluslararası tutuklama kararı çıkartıyor.

Ve benim gazetemin birinci sayfasında bir haber:

‘‘Yaptıysa canı sağolsun.’’

Yapılmış olması muhtemel eylemin adı, tecavüz.

Canı sağolması istenen kişi, İbrahim Tatlıses.

Bu sözleri söyleyen ise Derya Tuna.

Hani birkaç hafta öncesine kadar bir başka kadın yüzünden Tatlıses ile tartışan, televizyonlarda ağlamaklı ifadelerle beyanat veren, yıkılmış, bitmiş kadın...

Tatlıses'in kasedi çıktıktan sonra tekrar Tatlıses ile barışan ‘‘hanımefendi’’.

Lafa ve kültüre bakar mısınız?

Tecavüz ettiyse canı sağolsun.

‘‘İbrahim böyle bir şey yapmaz’’ dese, ‘‘Umarım böyle bir olay yoktur ve bu bir iftiradır’’ dese anlarım.

Ama ‘‘Yaptıysa canı sağolsun’’u anlamak mümkün değil.

Hele hele bunu bir kadının söylemesini anlamak hiç mümkün değil.

Keşke başlığı da ‘‘Canı sağolsun’’ diye atmasalardı.

Çünkü belli ki, pek bir sağ...

RTÜK bu M1'i izlemiyor mu?

BAŞLIKTAKİ sorunun yanıtını biliyorum. ‘‘İzlemiyor’’ çünkü izlese bu kanal bir gün bile açık kalamaz.

Bu kanalın hangi amaçla kurulduğu belli.

Normal bir yer olsa, geçtiğimiz günlerde çek senet mafyasını çökertmeye çalışan ve Jet Pa'nın kara para trafiğini ortaya çıkarmak için uğraşan mali polis tarafından basılmazdı.

Daha önce de bu kanalla ilgili yazılar yazdım.

Her seferinde akşam ‘‘sülaleme sövdüler’’.

Şikáyet ettim.

RTÜK'ün izlediği kanallar arasında olmadığını gördüm.

Fakat böyle bir rezillik yok.

Bana yaptıkları için değil. Genelde yok.

İki tane ‘‘terbiye özürlü’’ ekrana çıkıyorlar ve muhabbet şu düzeyde:

Nurettin Sözen için: ‘‘Bırak o baltayı...’’

İsmail Cem
için: ‘‘Beceriksiz herif bir şey yapamaz.’’

Bu sözleri bana aktaran okurlarım duyduklarına inanamıyorlar.

Ben de inanamıyorum.

RTÜK Başkanı Sayın Fatih Karaca, ilkelerinize ne kadar bağlı bir adam olduğunuzu biliyorum.

Bu televizyonu size rapor etmiyorlar mı?

Etmiyorlarsa size bantları ben ulaştırayım.

Gerçekten ayıp şeyler oluyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Adam gibi adam olmanın ön şartının, insan gibi insan olmak olduğunu unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Derviş gelmeden kişi başı gelirimiz 20 bin dolar mıydı?

15 Ağustos 2002
<B>‘‘KEMAL Derviş hayranı yazılarınız’’ </B>diyen fakslar alıyorum. Gülüyorum.

Bu meslekte ‘‘hayranlık’’ lüksümüz yok. Olamaz da...

Bakarız, görürüz, değerlendiririz, yazarız.

Derviş'e de aynen böyle yapıyorum. Geçmişte BDDK'nın hatalı tutumlarından dolayı zehir zemberek eleştirdiğim de oldu, ağır suçlamalar yönelttiğim de.

Bugün de çok doğru şeyler yaptığını görüyorum ve yazıyorum.

Derviş'e ‘‘akıl veremediği’’ için kendini kötü hisseden bir grup sözde ‘‘ekonomi gurusu’’ bugünlerde Derviş'i eleştirmeye başladı. Sözde ‘‘gurularla’’ yıllardır içli dışlı olmuş ‘‘siyasetçiler’’ de Derviş'e çatıyorlar. Söyledikleri çok hoş: ‘‘Derviş geldiğinden beri ekonomik göstergelerde iyiye doğru bir gidiş gözlemlenmemiş.’’

Türk halkının hafıza zayıflığından yararlanmak amacındalar.

Bunların söylediklerine bakarsanız Derviş Türkiye'ye gelmeden önce sanki şöyle bir tablo vardı:

Derviş'ten önce Türkiye'de kişi başı ulusal gelir 20 bin dolardı. Gayri safi milli hasıla toplamı 1.5 trilyon dolardı. İhracatımız 440 milyar dolardı. Dış ticaret fazlamız 350 milyar dolardı. Dış borcumuz yoktu, tam aksine 300 milyar dolar dış alacağımız vardı. İç borcumuz zaten yoktu. Faizler binde 1 düzeyindeydi. Enflasyon binde birin altındaydı. Tarımsal üretim patlama yapmıştı. Sanayide kapasite kullanımı yüzde 100'ü aşıyordu.

Ve işte tam bu noktada Türkiye ‘‘Bu kadar da iyi olunmaz’’ diyerek Kemal Derviş'i çağırdı.

Ben bazı ekonomi yazarlarını ve siyasetçileri dinleyince tablonun bu olduğunu düşünmeye başladım.

Sanki Türkiye müthiş bir krizin içinde değildi. Sanki dolar gökyüzüne doğru tırmanmıyordu. Sanki bankalar birbiri ardına gitmiyordu. Sanki uluslararası finans kuruluşlarının kara listesine girmemiştik. Sanki yüzde 20 reel faizle bile para bulamaz hale gelmemiştik.

Faizler yüzde 5000 miydi hatırlamak dahi istemiyorum. Şimdi bunun yüzde birine yakın.

Adamı ‘‘kurtarıcı’’ diye çağırdık. Allah var Bülent Ecevit'in de büyük desteğiyle Türkiye'nin en önemli dönüşümlerinden biri gerçekleştirdi. Şimdi sövüyoruz. Çünkü ‘‘iki beden bol’’ geliyor.

Gazetecisine de, siyasetçisine de, iş bitiricisine de, mevcut düzenden rant elde edenine de ters geliyor.

Artık gitsin istiyorlar.

Adamın devleti yedirtmeyen, Hazine kesesinden rant yaratmayan halinden rahatsızlar. Türkiye'nin gerçeğini bilen ve bundan rahatsızlık duyanların ona olan güveninden rahatsızlar.

Bence de haklılar.

Aynen Mavi Jeans reklamı gibi. ‘‘Bu Derviş de çok oluyor ama.’’

Dağdan gelip bağdakini kovmak var mı! Ne güzel üzümleri talan ediyorlardı.

Her yurtseverin içinde kararsızlık yok mu?


KEMAL Derviş, büyük bir olasılıkla bugün ‘‘kararını’’ açıklayacak.

Adamı beklediği için çok eleştirdik.

Oysa beklemekte çok haklıydı. Bugün aklı başında milyonlarca yurtsever siyasete girmek için neden bekliyorsa, o da ondan bekledi.

Çünkü ‘‘yurtseverin öncelikleriyle’’ ‘‘siyasetçinin öncelikleri’’ örtüşmüyor.

Derviş haftalardır süren arayışında işte bu ikisini üst üste koymaya çalışıyor.

Bu ikisinin tam üst üste oturduğu hiçbir yerde görülmemiştir belki ama, bu ikisinin birbirinden bu kadar uzak olduğu da görülmemiştir.

En azından gelişmiş bir ülkede.

Derviş'in derdi de işte bu.

Düne kadar ‘‘sol birleşsin’’ diyenler bugün aynı şeyi Derviş söylüyor diye karşı çıkıyorlar.

Düne kadar ‘‘sağ birleşsin’’ diyenler, bugün aynısını söyleyen Derviş'i eleştiriyorlar.

‘‘Türkiye'yi güçlü merkez iktidarlar kurtarır’’ şarkısının yazarları aynı şarkıyı Derviş söyleyince eşlik etmiyorlar.

‘‘Küçük olsun benim olsun’’cularla, ‘‘Bu ülkeyi ben ve yandaşlarım yesin’’ciler bir yanda, ‘‘Bu ülkeyi çocuklarımıza bu halde bırakmayalım’’cılar diğer yanda.

Ve Derviş Türkiye'deki her yurtseverin yaşadığı ikilemi yaşıyor:

‘‘Ben bu siyasete girip de ne yapacağım.’’

‘‘Bu haliyle bu pislik beni de yutar mı?’’
sorusunun yanıtı basit değil.

Elinizi vicdanınıza, kendinizi de Derviş'in yerine koyun ve söyleyin.

‘‘Siz karar verebilir miydiniz?’’

Evet haklısınız. Derviş de bu yüzden veremiyor..

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


‘Ne zaman adam oluruz’u unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Tercihin talihsizi olur mu?

14 Ağustos 2002
<B>SAKIP Sabancı'</B>nın <B>‘‘Oyum Yeni Türkiye'ye’’ </B>açıklaması <B>Tayyip Erdoğan'</B>ı kızdırmış anlaşılan.Erdoğan, Sabancı'nın sözleri için ‘‘Talihsiz açıklama’’ diyor.

Allah Allah.

Bir vatandaşın, tercihini mertçe, çekinmeden, kıvırmadan açıklamasının nesi ‘‘talihsizlik’’.

Erdoğan ne yapılmasını istiyor.

AKP'yi destekleyenler bunu açıklayabilecek ve bu ‘‘talihli’’ açıklama olacak, başkasını destekleyenler bunu açıklayamayacak mı?

Olur mu böyle şey.

Bu mu Tayyip Erdoğan'ın ‘‘demokrasisi’’.

Herkesin bir tercihi olabilir.

Bunu açıklayabilir veya saklayabilir. Bu kişiyi ilgilendirir. Ne biri ayıptır, ne de diğeri. Ayıp olan insanların tercihlerine ‘‘talihsizlik’’ demektir. Bu sözcük, değiştiğine inanmak istediğim Tayyip Erdoğan'ın çelişkisidir.

Ben Erdoğan'ın sözlerinden açıkçası korktum.

Sanki seçilirse bu talihsiz açıklamanın hesabını soracakmış gibi bir hava veriyor.

İnşallah yanılıyorumdur.

Tatlıses Avrupa'ya bir daha zor gider


KANAL D Haber, pazartesi akşamı bombayı patlattı.İbrahim Tatlıses, Almanya'da bir kadına tecavüz ettiği iddiasıyla Avrupa Birliği ülkelerinde ‘‘tutuklama kararıyla’’ aranıyordu.

Haber, Kanal D Haber ekibinin titiz bir çalışmasının ürünüydü.

Tecavüz iddiası haber merkezimize geldiğinde çok da ciddiye almadık. Daha önce de Tatlıses hakkında bu tür iddialar ortaya atılmış ancak mağdurelerin daha sonra şikáyetçi olmadığı görülmüştü.

Ancak bu kez işin pek de öyle olmadığı ortaya çıktı.

Bunun üzerine bir ekibimiz hemen Almanya'ya gitti. Polis ve mahkemede geniş bir inceleme yapıldı. Polis kayıtları, mahkeme tutanakları ve kararların birer örneği alındı.

Delillerin fotokopileri çekildi.

Ardından haber ekibimiz Türkiye'ye geldi. Bütün deliller ve kayıtlar noter aracılığıyla, yeminli tercümanlara çevirttirildi ve resmi nitelik kazandı.

Ardından İbrahim Tatlıses'i aradık ve durumu aktarıp, menajeri vasıtasıyla, dilerse gelip suçlamalara yanıt verebileceğini söyledik. Akşam saatlerine kadar yanıt vermedi.

Daha sonra kıramayacağım, çok yakın bir dostumu araya sokarak haberin yayınını engellemek istedi.

Dostum ‘‘kolumu istese’’ verirdim. Ama haberi vermemek söz konusu olamazdı.

Kendisine ‘‘tarafsız bir bakış açısı ile yaklaştığımızı ve Tatlıses'in cevap hakkını istediği zaman kullanabileceğini’’ söyledim.

Ardından Tatlıses'in Cem Uzan'la birlikte sahneye çıkacağı ve bu nedenle yayına katılamayacağı bilgisi bize ulaştırıldı.

Bu gelişmelerin ardından haberi yayınladık.

Tatlıses, kendisine kaset çıkarmak için yardım istemeye gelen bir genç kadına tecavüzle suçlanıyordu.

Tatlıses, kadın odasına geldikten sonra odadakileri dışarı çıkartmış ve ardından da porno film kanalını açmıştı. Otel kayıtları o gün, o saatte Tatlıses'in odasında porno film izlendiğini doğruluyordu. İddialara göre tecavüze uğradığı gün genç kadının regl dönemiydi ve ters ilişkiye girilmişti. Bunlar da polis ve mahkeme tutanaklarında açıkça belirtiliyordu.

Tatlıses daha sonra genç kadını tehdit etmekle ve Türkiye'de bulunan çocuğuna kötülük yapacağını söylemekle de itham ediliyordu.

Şimdi Tatlıses AB ülkelerine gidemiyor. Gidip kendini aklayamazsa, 20 yıl boyunca da gidemeyecek. Yani Cem Uzan Avrupa'da da sahneye çıkacaksa, kendine yeni bir uvertür bulması gerekecek.

Tatlıses'in bütün bunlarla ilgili söyleceği bir şey var ise Kanal D Haber'in kapısı ona da açık.

İstiyorsa gelsin.

Erdoğan'ın kostümü


TAYYİP Erdoğan'ın giydiği kostümün markası ile ilgili kafamda oluşan soruları cumartesi günü yazmıştım.

Erdoğan'ın ekibinden iki ayrı telefon geldi. Her ikisi de Erdoğan'ın giydiği kostümün yerli malı olduğunu, beğenime teşekkür ettiklerini söyleyerek ilettiler. Her şeyin titiz bir çalışma ürünü olduğu yolundaki tespitimin de doğru olduğunu söylediler. Erdoğan'ın kostümünün markasını da verdiler.

Ben bugün yarın o dükkána gidip, aynı köstümden bakacağım.

Bulursam da alacağım.

Sonra da markasını vereceğim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Afrika yerlileri için mucize olan kibritin, Avrupalı káşifler için basit bir icat olduğunu anlayabildiğimiz zaman.

Özür


DÜNKÜ yazılarımda ‘‘Opinion Leader’’ ve ‘‘Positioning’’ gibi iki yabancı terim vardı.

Yabancı sözcükleri pek kullanmam bilirsiniz. Kullanınca da altına Türkçesini mutlaka yazarım. Bu kez unutmuşum. Opinion leader, ‘‘fikir önderi’’, positioning ise ‘‘konumlama’’ anlamındadır.
Yazının Devamını Oku

Alo Kemal diyemeyenler

13 Ağustos 2002
<B>TÜRK</B> basınında Kemal Derviş'e karşı ‘‘ani’’ bir muhalefet başladı. Durum şaşırtıcı. Çünkü bugün Kemal Derviş'e ‘‘öfkelenenler’’ aslında düne kadar ‘‘ülkeyle ilgili’’ bütün umutlarını Kemal Derviş'e bağladıklarını söylüyorlardı. Ama şimdi Derviş'i sevmiyorlar. Ve kimbilir belki de Derviş'in ‘‘şansı’’ bu olacak.

Bunlar niye Derviş'i sevmiyorlar, ona da şöyle bir bakalım..

Birincisi Kemal Derviş gösterdi ki, onların adamı değil.

Kendini ‘‘opinion leader’’ zanneden, üç-beş ‘‘eski model’’ siyasetçiyle ‘‘enseye tokat’’ olduğu için ülke yönetiminde etkin olduğu inancına sahip olan ve çevresini de buna inandıran, bir telefonla Türkiye'yi yönetenleri yöneten bazı ‘‘güç odağı’’ yurttaşlarımız, Derviş üzerinde bu ‘‘eski’’ güçlerini kullanamıyorlar.

‘‘Alo Kemal’’ diyemiyorlar.

Görüyorlar ki, Derviş farklı ve yeni bir anlayışın adamı.

Rahatsız oluyorlar ve ‘‘inceden’’ tepki göstermeye başlıyorlar.

Şimdilik Derviş'e çatma gerekçeleri ‘‘gecikme’’...

‘‘İstifada’’ gecikme sendromu atlatıldı.

Şimdi ‘‘katılmada’’ gecikme eleştirilerinin eli kulağında.

Oysa Derviş boş durmuyor.

Hesap-kitap yapıyor.

Olasılıkları değerlendiriyor, çeşitli olasılıklara göre sonuçları ele alıp senaryolar üretiyor. Çünkü Derviş ülke yönetmenin ‘‘dalga geçmek’’ olmadığını biliyor.

Üç-beş işadamıyla, üç-beş gazeteciyle yemek yiyerek, meydanlarda laf kalabalığı yaparak ülkelerin geleceklerinin planlanmayacağını anlıyor. Ama anlatamıyor.

Goygoycu taifesiyle de bu yüzden yolu birleşmiyor.

Goygoycular da kızıyor.

İş güç bırakılıp telefonlarına çıkılmıyor, onlarla yemek yenmiyor, onların görüşleri benimsenmiş gibi yapılmıyor.

Bu durum kızdırıyor.

Kim mi bu kızanlar?

Herkes.

Dandik işadamı, çıkarcı sivil toplum lideri, egosu şişkin gazeteci, profesyonel siyasetçi. Bugünün sorumlusu olan herkes.

Derviş artık bunların sabırlarını taşırıyor. Ama bence Derviş doğru yolda ilerliyor. Ne liderlik, ne başbakanlık peşinde.

Kazanmak istemiyor.

Kazandırmak istiyor.

Derviş ve Türker'den ders


KEMAL Derviş'in ‘‘alışıldık’’ siyasetçi tipinden ne kadar farklı olduğunu dün bir kez daha gördük. Türkiye şimdiye kadar binlerce bakanın görevi devredişini gördü. Doğru söyleyin, hiç böylesini gördünüz mü? Saatler sürdü. Derviş, görevini ‘‘usulen’’ kameralara poz vererek devretmedi. Oturdu, yerini alacak olan bakana en ince ayrıntısına kadar hesap vererek, bilgi vererek koltuğu bıraktı. Bu ülkede bakanlar, koltuğu lanet ederek, gelene her türlü eziyeti bırakarak terk ettiler hep. Derviş ise bir ülkenin en önemli meselesini devreden adam gibi davrandı. Alan da ‘‘Teşekkürler Sayın Bakan’’ deyip kapıyı kapatmadı. Son derece medenice, olması gerektiği gibi bir ‘‘devir-teslim’’ yaptılar. Hem Kemal Derviş, hem de Masum Türker iyi bir ders verdiler. Tabii alabilene..

Başarı ahlak anlayışını değiştirmeli mi?


SÜREYYA Ayhan'ın başarısı, Galatasaray'ın Avrupa şampiyonluğu, basketbolda Avrupa ikinciliği, futbolda dünya üçüncülüğü kadar önemli bir başarıdır. Hatta atletizmde Türkiye'nin yeri göz önüne alındığında daha büyük bir başarıdır. Kutlanmalıdır, maddi manevi her türlü desteklenmelidir. Bu başarıdan yola çıkılarak, olmayan bir ‘‘Türk atletizmi’’ni var etmenin yolları aranmalı, bu başarı, bu yolun başlangıcı olmalıdır. Süreyya'nın başarısına müthiş sevindik. Ancak ne yazık ki, bu başarıyı bir ‘‘rövanş’’ gibi göstermek isteyenler var. Daha önce benim yaptığım bazı ahlaki, Hıncal Uluç'un yaptığı bazı sportif eleştirilerin rövanşı gibi. Uluç'u bilemem ama ben yazdıklarımın yine arkasındayım. Ben hiçbir zaman Süreyya Ayhan aleyhine yazmadım. Benim hedefim her zaman antrenör Yücel Kop oldu. Benim açımdan yanlışı yapan oydu. Evliydi, kızı yaşında ve kendine emanet edilmiş bir genç kızı, hatta çocuğu istismar etmişti. Dünyanın her yerinde bu büyük bir hata olurdu. Bugün de bu konuda böyle düşünüyorum. Sürey-ya'nın bu büyük başarısının, benim ahlak anlayışımı değiştirmesi de pek mümkün değil. Başarı, ahlak bağlantılı değildir. Hele hele sporda hiç. O zaman Avrupa Gol Kralı Tanju'yu hapse atmazdık değil mi?

Derviş mihenk taşı olacak


KEMAL Derviş, ülkenin geleceğini düşünerek yavaş davranıyor. Acele etmesini isteyenlerin ise tek düşündükleri şey kendileri.

Diyeceksiniz ki, ‘‘Derviş'in ne yapacağı, başkalarını niye ilgilendirsin?’’

İlgilendiriyor. Çünkü Derviş isteseler de, istemeseler de siyasette belirleyici unsur.

Derviş'in ‘‘acele etmesini’’ isteyenler, bunu kendi ‘‘positioning’’leri için istiyorlar.

Derviş yerini göstersin ki, onlar da kendilerini ona göre konumlandırabilsinler.

Derviş aslında siyasetin yeni mihenk taşı olacak.

Acele ettirilmek istenmesi de ondan.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Erişemediğimiz değil, gerçekten pis olan ciğere murdar dediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku