Eyüp Can

Müslüman mahallesinde salyangoz satan cesur Müslüman

26 Mart 2010
DOĞRUSU bir okur mektubundan hareketle yaptığım çağrının bu kadar hızlı karşılık bulacağını düşünmemiştim.

Ama oldu...

Benim için bugün hiç hazzetmediğim “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” deyimi hepten tarih oldu...

Nasıl mı, gelin en baştan anlatayım...

* * *

Yazının Devamını Oku

Kim daha iyi yenilecek?

24 Mart 2010
Kapıyı deneyeceğiz...

Kapalıysa çite gideceğiz.

Çit çok yüksekse üzerinden sırıkla atlayacağız.

O da olmadı, yukardan paraşütle ineceğiz.


Ama bu reformu geçireceğiz...”

* * *

Yazının Devamını Oku

Türkler Atatürk filmi çekebilir mi?

23 Mart 2010
SONDA söyleyeceğimi en başta söyleyeyim.

Türkiye’de üç filmin yapılabileceğine inanmıyorum.


Bir, Atatürk filmi...


İki, Mevlana filmi...


Üç, Hz. Muhammed filmi...

Yazının Devamını Oku

‘Political animal’

21 Mart 2010
ARİSTO “İnsan doğası gereği politik bir hayvandır” der. <br><br>Amacı insanoğlunun tarih boyunca birlikte yaşama ve sosyalleşme ihtiyacını “political animal” kavramıyla daha güçlü vurgulamaktır. Amerikalılar gündelik dilde “political animal” sözünü bir adım daha ileri götürürler.
Bazı liderlerin adeta hayvani içgüdülerle siyaset yaptığını anlatmak için “O bir politik hayvan” tabirini kullanırlar.
Öğrencilik yıllarımda Amerika’da o kadar çok insandan Bill Clinton için “O bir politik hayvan” tabirini duydum ki...
* * *
Eğitimi, tecrübesi ve bütün siyasi hırsına rağmen aynı tabir Clinton’ın yardımcısı Al Gore için asla kullanılmadı mesela.
Ya da baba ve oğul Bush için.
Çünkü onlar için siyaset varoluşsal değil.
Şu ya da bu sebeple hayat yolculuğunda uğradıkları bir istasyon...
Oysa hayvani içgüdülerle siyaset yapanlar için yolculuğun kendisi bir siyaset.
Bir varolma biçimi...
* * *
Bakın Clinton’a güya başkanlıktan emekli oldu ama o hâlâ siyasi bir star.
Oysa Al Gore başkanlık seçimini kaybedince çevre üzerinden kendisini yeniden var etmeye çalışıyor...
Çünkü hamurunda yok.
Prof. Scott Shane “Girişimci ve Lider Doğanlar” kitabında bu durumu genlerle izah ediyor.
Genetik yapınız kaderiniz olmasa da kaderinizi tahminlerinizin ötesinde belirliyor.
Spordan sanata, inançtan inançsızlığa hemen her şey genlerinizde gizli.
Mesela Bush’lar.
Amerika’nın en zengin, en köklü ailesi...
Baba-oğul-kardeş hepsi siyasetle ilgili, vali de oldular, başkan da ama hepsi o kadar...
* * *
Peki, Türkiye’de “political animal” tabirini en çok hak eden siyasetçi kim?
Hiç kuşkusuz Tayyip Erdoğan.
Tayyip Bey bu yazıyı okursa “Politik hayvan sensin” diye çıkışabilir, hiç fark etmez.
Çünkü istesem de olamam. Hayvani içgüdülerle gazeteciliğe ‘evet’ diyebilirim.
Hayvani içgüdülerle siyaset yapmak her babayiğidin harcı değil.
Bakın onca siyasi lider var ama Erdoğan anketlerde her zaman açık ara önde.
Sadece muhalif liderlerin değil kendi partisinin bile önünde.
* * *
Siyasette şans, konjonktür, çevre koşulları elbette önemlidir.
Ama parlak başarı ona ancak tutkuyla sarılmasını bilene gelir.
Politik hayvanlar akılcı değil duygusaldır, ama duygularına sezgileri yön verir.
Siz bir adımın hesabını yaparken onlar üç adım öndedir.
Erdoğan’ın çok kısa sürede çok önemli projelere imza atabilmesi de bu özelliğinden yaptığı onca olumlu iş arasında hırçınlığı, özeleştiriden uzak kavgacılığı da...
Kimi zaman ben de “Keşke böyle yapmasa” diyorum.
Ama sonra hayvani içgüdülerle siyaset yapan bir lider olduğunu hatırlayıp “İstese de başka türlü yapamaz” noktasına geliyorum.
Bir gün tutsa ikinci gün patlar...
Nitekim patlıyor da...
* * *
Fakat her türlü şaşırtmaya devam ediyor.
Çünkü durmuyor, durmak bilmiyor...
Bir gün Romanlardan özür diliyor ertesi gün “Kaçak Ermenileri kovmaktan” söz ediyor...
Biliyorum kafa karıştırıcı ama ikisi de aynı Erdoğan.
Çünkü o, Türkiye’de hayvani içgüdülerle siyaset yapan tek adam...
Yazının Devamını Oku

Kim daha polemikçi?

20 Mart 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan dün Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada önüne gelene bindirdi. <br><br>Bir siyasetçi olarak hakkıdır, bindirir. Ama her bindirmesinde haklı mıdır?
İşte o tartışılır...
* * *
Tayyip Bey polemik yapmayı seviyor.
Özellikle de köşe yazarlarıyla.
Dünyada köşe yazarlarıyla ve basınla bu kadar sık polemiğe giren bir başbakan yok.
Ama madem hak ve hakikati konuşuyoruz şunu da kabul edelim, Amerika ya da Avrupa basınında bizimki kadar köşe yazarı enflasyonu da yok.
Arz-talep meselesi...
* * *
Türkiye hem nitelik hem de nicelik olarak polemik üretmeye çok elverişli bir siyasi iklime sahip...
Hiçbir itirazım yok.
Hatta eskilerin deyişiyle “Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan çıkar”.
Yani, hakikat ışığı, fikirlerin çarpışmasından doğar.
Gerçi Refik Halit, Ziya Paşa’ya atfedilen bu deyişi her duyduğunda öfkelenip “Yapmayın arkadaşlar, bizde bu çatışmalardan ya kurşun ya da sürgün çıkar” demiş ama olsun.
Yeter ki derdimiz hakikat arayışı olsun...
* * *
Erdoğan’ın mücadelesinde ve dünkü konuşmasının bütününde bir hakikat arayışı var.
Romanlardan özür dilerken de var, azınlık mallarının iadesi için yasa çıkarırken de...
Kürt açılımının etnik bir açılım olmadığını söylerken de var, “Akdamar kilisesini biz restore ettirdik” derken de...
Doğu Kudüs’te yeni yerleşim bölgelerinden dolayı İsrail’e kafa tutarken de var, belediye otobüslerine yapılan zammın yargı kararıyla geri alınmasını komünist zihniyetle ilişkilendirirken de...
“AK Parti ve CHP’nin reddettiği Aytaç Durak’ı MHP aday gösterdi” derken de var, Türkiye’de 100 bine yakın kaçak Ermeni yaşadığını söylerken de...
* * *
Fakat sorunu şu...
Bir, “Öylesine
hakikat arayışı ile
doluyum ki yaptıklarımı takdir etmek yerine nankörlük yapıyorsunuz” ruh haline sahip.
İki, Türkiye’de kendisi dışında hiç kimsenin kelle koltukta hakikat arayışına giriştiğine inanmıyor...
Böyle olunca kimi zaman yanlış da yapsa duymak istemiyor.
Kaçak Ermenilerle ilgili ettiği lafın problemli olduğunu o da biliyor.
Ama “özür dilemesini” isteyenlere “Siz kimin avukatısınız?” diye karşılık veriyor.
Eleştiri yapanları “dürüst olmamakla” suçluyor.
Çünkü onun zihninde dürüstlük, böyle bir laf etmiş de olsa, bu konularda onca mücadele veren bir başbakanın yanında olmayı gerektiriyor.
* * *
Türkiye’deki kutuplaşma, hakikat arayışı içinde olduğuna inanan Erdoğan gibi kelle koltukta mücadele eden bir siyasetçiyi özeleştiri limanına bir türlü çekemiyor.
Mesela Aytaç Durak’ı aday gösteren MHP’yi eleştirdi...
“Sorsana bize neden tekrar aday yapmadık diye...”
Haklı, CHP’nin şaibeli bulduğu için reddettiği Durak’ı MHP en başta reddetmeliydi.
İyi ama aynı soru Erdoğan için de geçerli değil mi?
1984’ten bu yana girmedik parti bırakmayan Aytaç Durak’ı 2004 mahalli seçimlerinde AK Parti neden aday gösterdi?
Kimse çıkıp da “O zaman bilmiyorduk” demesin, Durak hakkında açılmış 300’e yakın dava vardı...
Mesele basının ya da Başbakan’ın polemikçiliği değil, yeter ki hakikat arayışı hakkaniyetten uzak olmasın.
Yazının Devamını Oku

Balyoz endeksi

19 Mart 2010
UZUN yıllar ekonomi gazetesi yönettiğim için her türlü endeks gördüm.

Üretici endeksi, tüketici güven endeksi, borsa endeksi, sanayi endeksi, metal endeksi, petrol endeksi, gıda endeksi, kuru yük taşımacılığı endeksi vs.

Hatta 2005 yılında Bhutan kralı Jigme Singye bütün dünyaya Gayri Safi Milli Hasıla yerine Gayri Safi Mutluluk Endeksi bile önerdi.

Ama ben yine de perakende sektörünün nabzını tutmaya çalışırken “Balyoz Endeksi” ile karşılaşabileceğimi tahayyül etmemiştim.

Sağ olsun Mehmet Nane ettirdi...

Yazının Devamını Oku

2 milyar dolarlık servetin kaynağı

17 Mart 2010
ONU ilk tanıdığımda kısa pantolonlu bir ilkokul öğrencisiydim.

Yıl 1984.

Aytaç Durak ANAP’tan daha yeni Adana Belediye Başkanı seçilmiş.

Siyah Mercedes’i ile ansızın futbol maçı yaptığımız çamurlu sahaya girdi.

“Çocuklar yeni bir Adana kuruyorum, artık çamurlu sahalarda top koşturmayacaksınız” dedi. * * *

Yıl 2010.

Ben kırkıma merdiven dayadım Durak hâlâ Adana Büyükşehir Belediye Başkanı.

Gerçekten de yeni bir Adana kurdu.

Adana Büyükköy’dü, Büyükşehir oldu.

Yazının Devamını Oku

Diplomat olabilecekken militanlığı seçen kız

16 Mart 2010
İKİSİ de ODTÜ’de öğrenci.

Biri kız diğeri erkek, ikisi de Kürt. Öğrencilik boyunca yedikleri içtikleri ayrı gitmemiş.


Aynı kampusta birbirlerine dokunmadan tam dört yıl süren çok derin bir dostluk kurmuşlar.


En çok da doğal olarak Kürt sorununu tartışmışlar.


Biraz platonik, biraz utangaç bir aşk bile yaşamışlar.

Yazının Devamını Oku