14 Mart 2010
MODA endüstrisinden bir arkadaşım anlattı. <br><br>Meğer dünyanın en önemli moda dergisi Vogue yıllardır Türkiye’ye “Müslüman bir ülke olduğu için” gelmiyormuş. “Ne alaka?” dedim.
O da Vogue dahil birçok dergiyi çıkaran Conde Nast’de bir yetkiliden duymuş.
Şöyle bir saydım yaklaşık 117 yıldır modaya yön veren Vogue, Brezilya’dan Tayvan’a Yunanistan’dan Kore’ye tam 17 ülkede yayınlanıyor.
Gerçekten de aralarında hiçbir Müslüman
ülke yok.
* * *
Peki, o zaman bu ay Vogue Türkiye’yi çıkaran Doğuş, Conde Naste’i nasıl ikna etti?
Doğuş Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yerdelen’e sordum “Bize hiçbir zaman böyle bir gerekçe sunulmadı” dedi.
Belki de Vogue gibi bir derginin Müslüman bir ülkede yeterli pazara sahip olmayacağını düşünmüşlerdir.
Öyle düşünmüşlerse bile yanıldıkları ortada.
Çünkü Vogue Türkiye daha ilk sayısında yakaladığı çıkışla Conde Nast’çileri epey memnun etmiş.
* * *
Elle, Instyle ve Vogue dünyada moda endüstrisine yön veren en önemli üç dergi.
42 ülkede yayınlanan Fransa orijinli Elle’i Türkiye’de Doğan Grubu çıkarıyor.
Dünya genelinde aylık tirajı 21 milyon.
Vogue’dan farklı olarak daha çok bir
stil rehberi gibi çıkan bir diğer Amerikan moda dergisi ise Instyle.
Türkiye’de yaklaşık 5 yıldır Vatan Dergi Grubu tarafından çıkarılıyor.
Dolayısıyla Amerika’da 1 milyonun üzerinde tiraja ulaşan Vogue Türkiye’ye daha önce de gelebilirdi...
* * *
Moda endüstrisi beni modanın kendisinden daha çok cezbetmiştir.
Bir defilenin hazırlık aşaması, yaratıcı çizimlerden prodüksiyona, defilenin kendisinden daha çok ilgimi çeker.
Moda dergileri de
öyle.
Moda dergilerinin esas okuyucuları kadınlar.
Erkeklerin oranı % 20 bile değil.
Bu dergileri okuyup üzerine bir şey alan erkek pek bulamazsınız.
Ama Elle, Instyle ya da Vogue okuyan kadınların % 70’i dergide gördükleri ürünlerden en az birini satın alıyor.
Bu yüzden de ortalama 500 sayfayı bulan moda dergilerinin yarısı kadınlara dönük reklamlarla dolu.
* * *
Peki Türkiye’de tüm bu dergileri doyuracak bir reklam pastası var mı?
Eğer Elle, Instyle ve Vogue’un mart sayılarına bakarsanız bu sorunun cevabının “Evet” olduğunu çok net görürsünüz.
Yeni ve kaliteli bir marka resmen pazarı da büyütmüş.
Doğuş Vogue Dergisi’ni Türkiye’ye getirebilmek için Conde Naste’e 7.5 milyon dolar ödedi. Ayrıca her sayı için belli bir gelir vaadinde bulundu.
İşin prestiji bir yana ilk sayı ve yıllık reklam bağlantıları bu paranın orta vadede geri döneceğini gösteriyor.
Ama burada çok daha önemli bir nokta var.
O da Türkiye’nin kendi moda markalarını yaratabilmek...
* * *
Türkiye’nin tekstil ve konfeksiyonda yıllık ihracatı 20 milyar dolar.
Peki bir tane dünya çapında markası var mı?
Yok...
Mesela Vakko ya da Beymen neden uluslararası bir marka yaratmak yerine başka markaların satıldığı mağazalara dönüştüler?
Sabancı Grubu onca yıl dünyanın en iyi iplik ve kumaşını üretti, neden aklına bir dünya markası yaratmak gelmedi?
Türkiye markasının “negatif algısı” ya da “vizyonsuzluk” diyerek işin içinden çıkabilirsiniz ama mesele çözülmüyor.
Bugün Türkiye Hüseyin Çağlayan’dan Ayşe-Ece Ege kardeşlere, Atıl Kutoğlu, Hakan Yıldırım’dan Bahar Korçan’a birçok uluslararası modacı çıkarabildiyse, global bir marka neden çıkaramasın?
* * *
Geçen hafta Vogue lansmanı ve Paris Moda haftası kapsamında hem Hüseyin Çağlayan hem de Dice Kayek markasının yaratıcısı Ayşe ve Ece kardeşlerle konuştum.
Dünyanın dört bir tarafından sipariş alan Ayşe Ege ilginç bir gözlemini paylaştı.
“Eskiden ‘Made in Turkey’ demeye çekinirdik. Çünkü Türkiye’nin kalite algısı çok düşüktü. Şimdi ürünlerimizde ‘Made in Turkey’ damgasını gören müşterilerimizin gözleri parlıyor. Amerika’dan Çin’e ürünlerimiz hem dizayn hem de kalitesinden dolayı tercih ediliyor. O kadar çok sipariş aldık ki anlatamam. Artık Türkiye kaliteli üretimin merkezi olarak görülüyor...”
Onca önyargıya rağmen Vogue ilk defa Müslüman bir ülkede...
Onca önyargı ve zorluğa rağmen Türk modacıları Paris’te çok önemli işlere imza atıyor.
Şimdi sıra Türk moda endüstrisinde...
Ya 20 milyar dolarlık ihracata yaslanıp fasonculukta Çin’le rekabet edecek ya da İtalya, Fransa ve İspanya gibi endüstriyel modaya yönelecek...
Ya Türkiye önümüzdeki dönemde kendi markalarını yaratacak ya da Vogue Türkiye’nin Havva Analı “Ve Vogue modayı yarattı...” reklam sloganıyla teselli bulacak...
Anladık “Tanrı kadını, Vogue modayı yarattı...”
Peki ya Türkler?
Yazının Devamını Oku 13 Mart 2010
MEHMET Eren önceki hafta sonu karısıyla birlikte Kanyon’da sinemaya gider. <br><br>Filme girmeden önce bir şey dikkatini çeker.
Çok sayıda kadının ayağında Burberry marka yağmur çizmesi vardır.
Lacoste, Swatch ve Burberry’nin Türkiye temsilcisi olduğu için “Acaba algıda seçicilik mi yapıyorum?” diye kendinden kuşkulanır.
Sonra o gün o salonda Burberry çizme giyen kadınları saymaya başlar.
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9...
Yazının Devamını Oku 9 Mart 2010
SAAT farkından dolayı pazartesi sabaha karşı Paris Four Seasons Oteli’nde oturmuş Oscar ödül törenini izliyorum.
Oysa gözlerimden uyku akıyor.
Çünkü bir haftadır Atlantik Okyanusu’nun bir yanından diğer yanına yollardayım.
Normal şartlarda, öldürseniz yapacağım iş değil.
İyi bir film izleyicisiyimdir, ayrıca sinema endüstrisini de yakından takip ediyorum fakat Oscar dahil ödül töreni merakım hiç yoktur.
Ama her nedense bu yıl beni ödül törenine bağlayan özel bir şeyler var...
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2010
3 NİSAN 2003.<br><br>Bütün dünya Amerika’nın Irak operasyonuna gözünü dikmiş canlı yayında savaşı izliyor, bir tek yer hariç... Yunanistan’ın Aynaroz Yarımadası’nda, binlerce yıllık Ortodoks manastır geleneğinin son temsilcileri keşişler, savaştan habersiz yaşıyor.
20 ayrı manastırda yaşayan yaklaşık 2 bin keşiş, Irak’ta olan bitenden habersiz, tütsüçıngırakikona ve mum aydınlığında saatlerce dua ederek başlıyor güne.
* * *
Meslek hayatımın en ilginç ziyaretiydi Aynaroz.
Rüya gibi...
Kadınların bin yıldır giremediği bu kutsal adada Irak savaşını sordum karşıma çıkan ilk keşişe.
“Savaş mı, ne savaşı?”
İnsan tabiatını zorlayan yaşam biçimiyle Aynaroz’da hayatın ritminin başka türlü attığını o an daha iyi anladım.
Meğer adada yaşayan keşişlerin dünyadaki hiçbir gelişmeden haberi olmuyormuş.
“Tanrı ne zaman, nerede kriz ya da savaş olduğunu biliyor. Bizlerin ayrıca bilmeye, isim vererek dua etmemize gerek yok” dedi Simone Petra Manastırı’nın başrahibi.
* * *
Zaten manastırda yaşamanın bütün amacı bu değil mi?
Som yalnızlık, ful izolasyon...
Dışınla değil içinde savaş...
Oysa hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil.
* * *
Bin yıllık geleneğe rağmen Aynaroz tam bir çelişkiler yumağı.
Bir yanda katır sırtında yolculuk yapan siyah cüppeli keşişler, diğer yanda sürat teknesinde Ray-Ban gözlüklü modern keşişler.
Elektrik kullanımına karşı çıkan manastır da var, Four Seasons standartlarında hizmet sunan da.
Meğer görünür çelişki Yunanistan’ın AB üyeliği ile başlamış.
Dış dünyadan kopuk manastırlar AB fonlarıyla beş yıldızlı lüks otele dönüşmüş.
* * *
İlk gün Bakire Meryem Bahçesi ile ünlü Simone Petra’da kalmıştım.
Ben böylesine büyüleyici ve lüks bir mekân görmedim.
Restorasyonu için tam 100 milyon Euro harcanmış.
* * *
Şu sıralar herkes 400 milyar Euro borcundan dolayı Yunanistan’ın iflasını konuşuyor.
Sadece bu yıl borçlarını çevirmesi için 50 milyar Euro’ya ihtiyaç var.
Hükümet kemer sıkma kararı aldı, kilise, sendika, işçi, işveren herkes tepkili...
Halk sokakta, IMF kapıda.
Fakat hiçbir şey Yunanlıları Almanların “Adaları satın” önerisi kadar kızdırmadı.
* * *
Almanların küstah üslubu tartışılabilir ama ekonomik anlamda öneri çok mantıklı.
İflasa sürüklenmek ya da fahiş faizle borç sarmalına girmektense, sat, daha doğrusu özelleştir elindeki değerli varlıkları, düze çık.
Ama olmaz.
Yunanlılar için adaların kutsallığı var.
Sadece tütsülü Aynaroz değil, hedonizmin beşiği Mykonos da kutsal, Santorini de...
Üzerinde hiçbir yerleşim olmayan 3 bini aşkın ada var, gitmeseler de görmeseler de hepsi kutsal.
Çünkü Yunan kimliğinin kendisi bir ada.
* * *
Ne yerleşim olan adaların devlete maliyetini sorgulayan var ne de el kesesinden yenen borçların hesabını soran...
Oysa her kriz bir yüzleşme; Hedonist yaşam biçiminizle, geçmişinizle, kutsalınızla...
Almanlar ekonomik krizi fırsat bilip Yunanlıların kutsalına dokundu.
Adeta rüyadan uyandırdı, öfke bu yüzden...
Bırakın Santorini’yi Aynaroz bile öfkeli.
Her türlü savaş ve krizden bihaber yaşayan keşişler olan biteni anlık izliyormuş.
Çünkü dünyanın en izole adasında da yaşasalar fonları kesildiği için bu kriz artık onlara da dokunmaya başlamış.
Yunanistan yıllarca AB denizinde her türlü soruna kulakları kapalı, her türlü nimete fazlasıyla açık hovarda bir yaşam sürdü.
Aynaroz, Yunanistan denizinde kutsalın arkasına sığınıp konforun dibine vurdu.
Ama artık komşu için rüya bitti...
Adalar olmasa da ada fikri çoktan satılıp gitti.
Şimdi borçları geri ödeme zamanı...
Yazının Devamını Oku