Bu yüzden Referans Gazetesi Hızlı Balık Ödülleri için sembol ararken sevgili İzmir Tolga’nın da bastırmasıyla hiç tereddüt etmeden yelkenbalığında karar kıldık.
Fakat o gün benim aklımda ikinci bir sembol daha vardı.
Biliyordum, arkadaşlar itiraz edecekti.
Nitekim ettiler ve beni hınzır önerimde yalnız bıraktılar.
Ama ben hâlâ o ikinci sembolün, ekonominin yeni dinamiklerini açıklamak bakımından, en az bizim sevimli yelkenbalığımız kadar önemli olduğuna inanıyorum.
Madem yeni çağın ekonomi paradigmasına en çok uyan yelkenbalığını geçen hafta Türkiye’nin sektörlerinde en hızlı büyüyen 9 şirketiyle paylaştık, o gün içimi gıdıklayan ikinci sembolü gönül rahatlığıyla sizlerle de paylaşabilirim: Darwin’in kaplumbağası Harriet.
Biliyorum tıpkı bizim yayındaki arkadaşlar gibi siz de bıyık altından gülüyorsunuz.
İtiraf ediyorum; teklifi ilk duyduğumda hem şaşırdım hem de korktum.
Şaşırdım, çünkü ekonomi gazeteciliği geçmişinden gelmiyordum.
Korktum, çünkü Türkiye’de çok güçlü bir ekonomi gazeteciliği geleneği yoktu.
Benden istenen şey, bir anlamda Türkiye’nin Wall Street Journal’ını (WSJ) ya da Financial Times’ını (FT)yaratmamdı.
Oysa 1980’lerin başında ekonomi gazetesi olarak yayımlanmaya başlayan Dünya’yı dikkate aldığımda aradaki fark neredeyse yüz yıldı.
Bir an durdum ve 1888 yılında Dow ve Jones adlı New Yorklu iki kafadar tarafından temelleri atılan WSJ’nin hikâyesini düşündüm.
Hani şu adlarını dünya ekonomisine yön veren Dow Jones Endeksi ile sık sık duyduğumuz ama hikâyelerini unuttuğumuz iki kafadar.
Bundan tam 120 yıl önce New York limanına yanaşan gemilerden aldıkları bilgileri, Manhattan’da bir bodrum katında çoğaltarak, oraya mal satmaya ya da mal almaya gelen tüccarlara dağıtan iki kafadar.
Elbette hiç kimse müneccim değil.
Zaten bu sorunun amacı da papatya falı açar gibi ‘Dolar şöyle olur, Euro böyle olur, faiz şu noktaya gelir’i bulmak değil.
Amaç Türk ekonomisinde son 4 yıldır önemli bir teamül haline gelen ‘kar realizasyonu’ olgusunu anlamaya çalışmak.
Babacan sorunun ehemmiyetini çok iyi anladığı için o her zaman ki temkinli halini iyice öne çıkardı. Kelimeleri seçerek kullandı.
‘Amerika, Avrupa ve Japonya Merkez Bankalarının aldıkları kararları dikkatle izliyoruz. Elbette küresel sermaye belli dönemlerde kar realizasyonuna gidebiliyor. Bu da piyasalarda dalgalanmalara yol açabiliyor. Fakat geçmiş yıllarla kıyasladığımda ben ekonomimizin daha sağlam temeller üzerine oturduğunu görüyorum.’
‘Yani siz sermaye hareketi kar realizasyonu ile sınırlı kalır geçen yıl ki gibi ciddi bir dalgalanmaya yol açmaz mı diyorsunuz?’
Durun, hemen duygusal tepki vermeyin. Hiç kimse AK Parti'yi sevmek ya da desteklemek zorunda değil, fakat rakamlar ortada. Erdoğan 2001’de kurduğu AK Parti'yi 2002 yılında, yılların köklü ve büyük partileri ile girdiği yarışta yüzde 34’lük bir oy oranıyla iktidara taşıdı.
Türk siyasetinde 21. yüzyılın en önemli ekonomi paradigması siyaset için devreye girdi: Büyük balık küçüğü değil, hızlı balık yavaşı yedi.
Ayrıca AK Parti 5 yıllık iktidar yıpratıcılığına rağmen hızla ulaştığı pazar payını hem korudu hem de mahalli seçimlerde bu oranı yüzde 40’lara kadar çıkardı. 2007 seçimlerinde ne olur bilemem ama bugüne kadarki performansıyla Erdoğan, bir anlamda siyaset sektöründe sıfır pazar payına sahip bir partiyi ilk seçim kampanyasında pazarın en büyüğü yaparak son 5 yılda siyasetin hızlı balığı oldu.
Biliyorum, Türkiye’de siyaset, hâlâ "kâr-zarar tablosu, bilanço, pazar payı, ciro, kârlılık, istihdam, inovasyon ve verimlilik" gibi ekonominin temel kavramlarıyla analiz edilmiyor.
Zaten edilebilse içi boş birçok tartışma siyasetin esas gündemini oluşturmaz; siyasi partiler, "din-rejim-milliyetçilik" gibi her yere çekilebilecek elastiki kavramlar üzerinden akıl almaz suçlamalara girmek yerine, müşterileri olan seçmenlere sundukları ve sunabilecekleri hizmetleri anlatıyor olurlardı.
"Kiralık turist!"
Bir çoğunuzun "hadi canım kiralık turist mi olur?" dediğinizi duyar gibiyim.
Merak etmeyin ilk duyduğumda ben de aynı tepkiyi verdim.
Fakat anlatan verginin duayeni Veysi Seviğ, konu da Türkiye’de stopaj uygulaması olunca bu iş ne Yeşilçam’ın bir zamanlar hit olmuş mizahi karakteri Turist Ömer’le, ne de mizah anlayışı epey yüksek Turizm Bakanımız Atilla Koç’un esprileriyle izah edilebilir.
Mesele cidden hem mühim hem de vahim!
Dilerseniz en baştan anlatayım.
Hatırlarsanız Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, tüm itirazlara rağmen 2006 yılından itibaren hem yerli hem de yabancı yatırımcıların elde ettikleri gelirlerin yüzde 15 stopaja tabi olacağı açıklamıştı.
Ancak mayıs ayında ekonomide ciddi bir dalgalanma yaşanınca Ak Parti Hükümeti yabancıların çıkışını engelleyebilmek için hemen geri adım attı ve stopajı kaldırabileceğini açıkladı. Fakat yabancı yatırımcılar için stopajı sıfırlarken yerliler için yüzde 10’a indirdi.
Düşünsenize bir yandan kapitalist sistemin en önemli aktörlerinden biri olacaksınız yani bankacı, diğer yandan her anlamda düzen karşıtı bir müzik türünün en sıkı takipçisi yani punkçı.
Hemen söyleyeyim bu iki özelliği birlikte taşıyan "punkçı bankacı" Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü Kemal Kaya.
Fakat emin olun dün Kemal Kaya ile Referans Noktası programı için buluşana kadar ben de bilmiyordum onun bir dönem çok sıkı bir punkçı olduğunu.
Tam Kaya ile programa girecekken CNN Türk Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Boratav aradı."Yanımda Şirin Payzın var, konuğun Kemal Kaya ile ilgili sana ilginç şeyler anlatacak" dedi.
Merakla Şirin’i dinlemeye başladım.
Meğer Şirin uzun zamandır bankacı Kemal Kaya ile bu pek bilinmeyen sıra dışı özelliği hakkında söyleşi yapmak istiyormuş.
Fakat Kaya’yı bir türlü ikna edememiş.
"Biliyorum sizin programın konsepti ekonomi ama eğer sorun olmazsa Kaya’nın punkçı geçmişini de konuşsanız"
Oysa Özkök’ün söylediği şey 21'inci yüzyılda basının geldiği ve bundan sonra gideceği yer konusunda malumu ilandan başka bir şey değildi.
Elbette gazetelerin hayal satmasından kasıt "hayali haber ya da yorum" satışı değil!
Zaten Özkök haber ve yorumun yanısıra umut anlamında hayal satmaktan söz ediyor.
Yalanla hayal arasında çok kaygan ve ince bir çizgi var.
Söz konusu olan gerçekten haber ve yorumsa, gazetecinin görevi bu kaygan zemini alabildiğine sağlam yürünebilir taşlarla döşemek ve hemen arkasından yalanla arasına sağlam bir set çekmektir.
Fakat bunu yapmak; bir, yaptığımız işi eğlencili yapmaya; iki, eğlencenin medyada öne çıkan en önemli sektör haline geldiğini görmeye; üç, insanoğlunun son tahlilde bir umut ve hayalden ibaret olduğunu bilmeye engel değil.
Bunu da herhalde Türk medyasında en iyi bilecek kişilerin başında Özkök’ü şiddetle eleştiren Hıncal Uluç gelir.
Ben şahsen
Soru şu: ‘Çifte seçimli 2007 yılı ekonomik ve politik açıdan nasıl olacak?’
Cevap şu: 2007 Türkiye için kayıp bir yıl olacak!
Nedenlerine geçmeden önce her anlamda bir kayıp yıldan söz ettiğimi belirteyim.
Elbette kişisel ya da kurumsal anlamda 2007’yi karlı kapatanlar olacak.
Bazı sektörler büyüyecek bazıları küçülecek.
Kastım onlar değil.
Daha çok Türkiye’nin son dört yıldır yakaladığı istikrarlı büyüme ve dönüşüm süreci açısından ‘halkanın 2007 bacağı eksik kalacak’ diyorum.
Baksanıza hükümet enerji özelleştirmelerinden, sosyal güvenliğe, halk bankası ihalesinden, IMF ile gözden geçirmelere her şeyi 2007 sonrasına havale ediyor.