Kimi meseleyi fazlasıyla kişiselleştirdi, kimileri ise siyasi bir gösteriye dönüştürdü!
Neden bahsettiğimi tahmin etmişsinizdir herhalde. Etmeyenlere kısa bir özet.
Bir ay kadar önce dış ticaretten sorumlu devlet bakanı Kürşat Tüzmen, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Oğuz Satıcı ve bazı iş adamı ile birlikte Mısır’a gitti.
Neydi amaç?
Asya ülkeleriyle rekabette güçlük çeken Türkiye ihracatının lokomotifi tekstil ve konfeksiyon sektörüne "yeni bir yaşam öpücüğü" vermek.
Ne yaptı Mısır hükümeti?
‘Türkiye’de işçilik ve enerji maliyetleri üretimde Çin gibi ülkelerle rekabet etmenize imkan vermiyor, gelin Mısır’da bir ‘Türk Sanayi Bölgesi’ kuralım, size her türlü teşviki verelim, bu işten hem siz kazanın hem de biz’ dedi.
Yalnız bu noktada önemli bir ayrıntıyı aktarmam gerekiyor.
"Kriz" kelimesini şimdilik lügatimizden düşürdüğü için AK Parti hükümeti ne kadar sevinse azdır!
Şimdi kötü haber.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan piyasalara gökten yağmur gibi para yağarken hükümet, adeta tüm siyasi ve ekonomik riskleri unutup, tamamen rehavete kapılmış görünüyor.
"İyi de yabancılar politik risk primini yerliler kadar abartmıyorsa bu hükümetin kabahati mi?" diyenler olabilir!
O halde daha kötü bir haber.
Küresel sermaye akışının kendi içinde bir mantığı var. Ve o mantık bize kış şartlarına rağmen şu an içinde bulunduğumuz "küresel bahar ortamının" en geç mayıs ayında son bulabileceğini söylüyor.
Yağmur gibi giren para sel olup martta çıkmaya başlarsa "hiç şaşırmayın" diyor.
Şimdi burada FED’in faiz kararları, emtia ve petrol fiyatını tartışacak değilim.
Söz konusu olan Taksim Meydanı’nın göbeğindeki Cafe Marmara, devralan da dünyaca ünlü kahve zinciri Starbucks ise pekala ödenir. Son detaylar üzerinde çalışıldığı için henüz iki tarafta resmi açıklama yapmadı.
Fakat içerden aldığım bilgi, kahve rekabetinde Starbucks’ı, Gloria Jeans karşısında iki adım öne geçirecek hamle için "operasyon tamamdır" yönünde.
Biliyorum kara gözlüklü demode ekonomistler bu haber karşısında "E ne olmuş yani, bunca mühim memleket meselesi yanında bir Cafe’nin lafı mı olur?" diyecekler.
Ben hiç öyle düşünmüyorum.
Neden mi? Anlatayım.
Bir kere İstanbul’un sembol buluşma mekanlarından Cafe Marmara, bir gecede Starbucks’a dönüşecekse bu gelişme, biz ekonomi gazetecilerini magazincilerden daha çok ilgilendirmeli.
Yanlış anlaşılmasın magazin muhabirlerini küçümsüyor değilim.
Hatta tam tersi,
Ne zaman karşılaşsak, "Eyüp Can çok iyi gazete yapıyorsunuz, bir işadamı olarak her gün dikkatle okuyorum" diyor.
Nitekim geçen hafta bir toplantı vesilesiyle bir araya geldiğimizde yine benzer şeyler söyledi. Fakat geçen hafta Hrant Dink cinayeti sonrasında Referans’ta yaptığımız yayınlardan dolayı hem tebriklerini iletti, hem de bir endişesini paylaştı.
"Toplumun hissiyatına tercüman olan basınımız Türkiye'nin itibarını artıran bir görev yapmıştır" diyor Aydın Bey.
Fakat olayın sıcaklığı içerisinde biz gazetecilerin soğukkanlılığımızı yitirmemizden de endişe ediyor.
Hele de Hrant Dink cinayetiyle Türkiye’nin yeni bir kutuplaşmaya çekilmek istendiği şu günlerde...
Cenaze sonrası Referans’ın manşetine çıkan "Bir millet hoyratça susturduğu evladına ağlıyor" başlığı bu bağlamda haklı olarak Aydın Bey’i endişelendirmiş.
Çünkü yanlış anlaşılmaya müsait.
O başlığı atmaktaki maksadımız son yıllarda Türkiye’de giderek tırmanan linç kültürüne çift taraflı eleştirel yaklaşmaktı. Fakat o gün kapağa spot koymadığımız için bunu birinci sayfada yeterince izah edemedik.
Ayrılmaya da hiç niyetimiz yok!
Neden mi?
Dinle Hrantcım, anlatayım.
Önceki gün cenazende iki şey dikkatimi çekti.
Biri hepimizin ruh haline tercüman oldu, diğeri bir ekonomi gazetesi yöneticisi olarak beni özellikle umutlandırdı.
8 km’lik bir güzergahtan mezarına kadar seninle birlikte akan kalabalıklar Balıklı Ermeni Mezarlığı ’nda senin için ayrılmış bölmeye gelince karşılarında kendi şaşkınlıklarını bire bir yansıtan mermerden yapılmış bir melekle karşılaştılar.
Ya da bana öyle geldi!
Mezarının başında seni kucaklamış olmanın verdiği
Ne yazarım, nasıl yazarım bilmiyorum. Sen vurulduğundan bu yana telefonlarım susmuyor. Seninle dostluğumu bilen de bilmeyen de taziye sunuyor.
Bir de hafta sonu Referans’ın kapağına taşıdığımız fotoğrafın ve sözlerinden dolayı tebrik mesajları alıyorum.
‘En çarpıcı birinci sayfayı siz yapmışsınız’ iltifatını aldıkça hem mesleğim hem de dostluğumuz adına içim bir kat daha yanıyor.
Çünkü seni kaldırımlar üstünde boylu boyunca adeta ‘bir çocuk gibi uzanmış’ gösteren o fotoğrafı o gün 1. sayfaya boylu boyunca taşırken, ‘çarpıcı’ olsun diye hareket etmedim.
Ölüm haberini aldığımda yıkıldım.
İtiraf ediyorum hayatımda ilk kez böğürürcesine ağladım.
Oysa ben ağlamayı bilmezdim sevgili Hrant.
Normalde köşemi bütünüyle bir başkasına ayırmam.
Fakat ‘Engelleri aşmaya çalışan sergi’ başlıklı yazım üzerine öylesine yalın ve çarpıcı bir mektup aldım ki, tamamını yayınlamasam Levent Karagöz’ün şahsında tüm engellilere haksızlık etmiş olacaktım.
İşte 4 aylık kızımla yaşadığım zorlu mücadelenin ötesinde Türkiye’de engelli olmanın ne demek olduğunu tüm çıplaklığı ile yüzümüze tekrar çarpan o yazı.
Sayın Eyüp Can;
Yazınızı okudum. Bu konuyu köşenize taşıdığınız için teşekkür ederim. Bu kampanya ya katılan bir engelli olarak öncelikle Tempo dergisine ve özellikle özel bir insan olan Nuray Soysal ve onun cana yakın ekibine aracılığınızla teşekkür etmek isterim.
Ayrıca Serdar Bilgili’ye de verdiği emekler için teşekkür ederim.
Bu kampanyaya katılmaktaki en önemli amacım diğer engelli insanlara somut bir örnek olabileceğim yaklaşımıdır.
Kutlama dediysem öyle ‘pasta kesmek ve mum üflemekten’ bahsetmiyorum.
Bebek arabasında kızımla birlikte yarın Tempo Dergisi’nin öncülüğünde hazırlıkları bir yıldır süren Serdar Bilgili’nin ‘Engelleri Kaldıralım’ fotoğraf sergisini turlamayı kastediyorum.
Durun hemen ‘ne alaka?’ diyerek tepki göstermeyin anlatacağım.
Hafta sonu Serdar Bilgili ile birlikteydik. Pazartesi akşamı açılan sergisinin son hazırlıklarından dolayı heyecandan yerinde duramıyordu.
Öyle ki bir ara ‘inan bugüne kadar yaptığım hiç bir şey beni bu kadar heyecanlandırmadı’ dedi.
Ne milyon dolarlık iş görüşmeleri, ne de başkanlığını yaptığı dönemde Beşiktaş’ın şampiyon olması!
Elbette bu başarılar çok kıymetli.
Fakat