Dilerseniz resmi geçide, açılışını 1988 yılında Turgut Özal’ın yaptığı, Türkiye’nin ilk alışveriş merkezi Ataköy Galleria ile başlayın.
Hemen arkasına Akmerkez’i, Profilo’yu, Carousel’i, Capitol’ü, Olivium’u, Armada ve Metro City’i ekleyin.
Ve son olarak geçen yıl açılışı Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından yapılan Cevahir ve Kanyon’da durun!
Ne görüyorsunuz karşınızda?
"Yok birbirimizden farkımız" diyen binalar mı, yoksa ziyaret etmekten zevk alacağınız eserler mi?
Daha da somutlaştırarak sorayım isterseniz?
Şimdiye kadar Kanyon dışında mimarisi ile önce çıkan, tartışılan bir alışveriş merkezi inşa edildi mi Türkiye’de?
Maalesef hayır!
Düğmeye kim, nasıl bastı?
Ben de dün herkesin merak ettiği bu soruyu, operasyonu ilk andan itibaren bizzat yöneten TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’e sordum.
Hatta bir de espri yaptım.
"Ahmet Bey tam TMSF elindeki yayın organlarını bir bir satarak medyadan çıktı derken, şimdi siz tekrar medya patronu mu oldunuz!"
Ertürk her zaman ki samimi haliyle "inanın aynı şeyi biz de kendi kendimize soruyoruz" dedi.
Çünkü yönetime el koyma kararına giden süreç Ahmet Ertürk için de "sürpriz" olmuş.
"Biliyorsunuz biz TMSF olarak son ana kadar hep Turgay Ciner ve Dinç Bilgin ile yaptığımız satış sözleşmesinin arkasında durduk. Bir ay önce sorsanız böyle bir şeye asla ihtimal vermezdik" diyor.
Peki ne oldu da Ertürk’ün bile ihtimal vermeyeceği sürpriz baskın gerçekleşti?
Saat tam 13'te öğle yemeği için yaklaşık 40 davetli etrafında yerlerini almış.
İş dünyasının birçok önemli ismi orada.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ da var, Vodafone Türkiye CEO'su Attila Vitali de.
Bir yanımda Boydak Holding'in patronu Mustafa Boydak, diğer yanımda HSBC Genel Müdürü Piraye Antika ve Oyak Genel Müdürü Coşkun Ulusoy.
Can Paker, Leyla Alaton ile karşı karşıya.
Masanın bir ucunda Sami Kohen oturuyor, diğer ucunda Ramsey'in patronu Remzi Gür. Dedim ya tüm davetliler orada.
Fakat bir kişi eksik.
O da İstanbul İngiliz Konsolosluğu'nda adına davet düzenlenen İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett.
Bildiğimiz süt.
Zaten ilanın amacı, Türkiye’de hayli zayıf olan süt içme oranını Müslüm Gürses üzerinden esprili bir biçimde arttırmak.
Ayrıca sadece Müslüm Baba değil, bir çok ünlü ile benzer konseptte ilanlar hazırlanmış.
Fakat minik bir sorun var.
Tarım Bakanlığı uzun zamandır üzerinde çalıştığı bu kampanyayı hayata geçirebilecek sponsorlarla henüz anlaşamamış.
Ben kampanyanın ilk örneklerini geçen ay Tarım Bakanı
Referans’ın bu "tuhaf ihaleyle" ilgili bir haftadır süren ısrarlı yayınlarından dolayı böbürlenecek değilim. Biz gazeteci olarak görevimizi yaptık.
Açıkçası ben buradan konuya hassasiyetle yaklaştığı ve bir yanlışı daha başından engellediği için Başbakan Erdoğan’a teşekkür etmek istiyorum.
Erdoğan’ı yakından tanıyanlar bilir doğru bildiği yoldan kolay kolay dönmez. Ama yapıcı bir eleştiri görürse de gereğini yapar.
Nitekim dün TOKİ ihalesine iptal emri vererek bu özelliğini bir kez daha gösterdi.
Fakat ben tüm bu olup bitenlerden TOKİ Başkanvekili Erdoğan Bayraktar’ın gerekli dersi çıkardığından emin değilim.
Çünkü son bir haftadır yaptığı tuhaf ve çelişkili açıklamalara dün de devam etti.
Önce "Devletin talan edilen arazisini kurtarmaya çalışıyorum. Ballı arazi bedavaya 33 yıl kullanılacaktı!" diyerek hem 2005 yılında ihaleyi yapan Özelleştirme İdaresi’ni töhmet altında bıraktı, hem de o tarihte 15 firma ile rekabet ederek 200 milyon dolara arazinin "üst kullanım hakkını" elde eden DATİ’yi.
Aslında
Gazeteciliğin altın kuralıdır.
İyi bir gazeteci her sabah gazetelerin sadece haber ve yorumlarını değil aynı zamanda ilan sayfalarını da dikkatle inceler.
Nitekim o gün yayın toplantısına başladığımızda Referans yayın kadrosu hararetle "krokili satış ilanını" tartışıyordu.
Fakat Referans’ın dünkü manşetinden aktaracağım haberin "iyi" tarafını bulmayı sizden isteyeceğim.
Haber şu: Türk markalarını taklit eden Çin, sadece bu markaları üretmekle kalmıyor aynı zamanda dünyanın dört bir yanına ihraç ediyor!
Türk markaları ve ekonomisi açısından "kötü haber" gün gibi aşikar.
Fakat boyutları taklit uzmanlarının bile hayal gücünü zorluyor.
Çinli üreticiler taklit konusunda işi öylesine abartmış durumdalar ki, artık konu "taklitten" çıkıp "sahteciliğin" alanına girmiş.
Mesela Türkiye'de ıslak mendil pazarının lideri Uni’nin adresi ve telefonları bile taklit ürünlerde birebir kullanılmış.
Yani resmen "sahtekarlık" yapılmış.
O da yetmemiş.
Merak etmeyin ben de bahsetmeyeceğim.
Onun yerine size çarşamba günü Hollanda’da başlayacak Kitap Haftası’ndan "çok çarpıcı bir haber" vereceğim.
Bakalım bu haberden sonra hâlâ çuvaldızı kendimize batırmaksızın Avrupa’yı suçlamaya devam edecek miyiz?
Sıkı durun haber şu:
Hollanda Kitap Vakfı bu yıl 14-24 Mart tarihleri arasında kutlanacak Kitap Haftası sırasında kitap alan herkese, Geert Mak'ın İstanbul'u anlatan "Köprü" adlı eserini hediye edecek.
"Ee, ne var bunda bu kadar abartılacak!"