24 Eylül 2008
BEN Ankaragüçlüyüm. 10 sene oynadım. Ama Gençlerbirliği’nin yeri de farklıdır. Çünkü ilk lisansım benim Atatürk Lisesi’nde okurken Gençlerbirliği genç takımından çıkmıştı. Gençlerbirliği’nin kuruluşu 1923, Ankaragücü’nün kuruluşu 1910’dur. Ankaragücü kuruluşunda bir İstanbul takımıdır. İsmi de İstanbul Sanatkarangücü’dür. Yani silah üreten fabrikanın takımı. İstiklal Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Atatürk, "İstanbul’da bu silah üretimini rahat yapamayacağız, Ankara’ya taşıyacağız" diyor ve bu takımın futbolcularını da alarak Ankara’ya doğru yola çıkıyorlar. Ama yolda giderken düşman güçleriyle çarpışıyorlar. Takımın yarısı ölüyor. Sonra geliyorlar Ankara’ya, Ankaragücü adını alıyor. Yani Makina Kimya Endüstrisi (MKE) Ankaragücü.
Gençlerbirliği de Ankaragücü de Ankara’da taraftarı olan köklü kulüpler. Ankaragücü daha halka dönük bir geçmişe sahiptir. Gençlerbirliği ise daha aristokrattır. Atatürk Lisesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi orijinli futbolcularıyla iki ekip de Ankara’da renkli takımlardır.
Mantar gibi türediler
Seneler seneleri kovalar, Türkiye’de şartlar değişir, belediye takımları peydah olurlar. Bu takımların seyircileri yoktur. Taşıma suyla değirmen döndürürler. Ellerinde büyük maddi güç ve devlet gücü olduğundan istediklerini, istedikleri yoldan rahatlıkla elde ederler. Ama bir şeyi elde edemezler. Futbolcuları satın alarak, takımlarına katan bu güçler para vererek seyirciyi satın alamazlar. Dünyada insanlar dinlerini değiştiriyorlar ama takımlarını değiştiren az adam vardır. Taraftarı olmayan takımlar da sonunda ölmeye mahkumlardır.
Melih Gökçek’in manevi başkan, oğlunun da başkan olduğu Ankaraspor’un her türlü imkanı var. Ama taraftarı yok. Bu sefer ne olacak, taraftarı olan bir takımla birleşecekler. Yani Ankaragücü’yle. Peki bu Ankaragücü için hayırlı olur mu? Onu bilemem. İki kulüp yöneticileri otururlar, konuşurlar, anlaşırlar, anlaşamazlar. Benim esas geleceğim nokta başka bir yer.
Gençlerbirliği yıllar önce neredeyse amatör kümeye düşecekti. İlhan Cavcav kulüp başkanı oldu, o zamanki Federasyon Başkanı Halim Çorbalı ağabeyimiz de destekledi ve Gençlerbirliği, 2. Lig, ardından da 1. Lig’e geldi. İstikrarlı bir takım oldu. Bütün bunlar olurken İlhan Cavcav, 100 bin liraya Afrika’dan getirdiği Kamerunlu Geremi’yi, Real Madrid’e milyon dolarlara sattı. Yıllarca çok iyi transferler yaptı ve bu işten kulüp büyük paralar kazandı. Ve İlhan ağabeyi alkışladık. Ama İlhan ağabey 3-4 yıldır gerisin geri gidiyor. Biliyorum, eleştirilere de sinirleniyor.
Soruyorum ona, Mehmet Çakır gibi bir oyuncu şu an Gençlerbirliği kadrosunda var mı? Bu Mehmet Çakır’ı, Ankaraspor’a İlhan ağabey kendi isteğiyle mi verdi yoksa Ankara Büyükşehir Belediyesi oba altından sopayı gösterip, tabiri caizse şaka tabi ki, silah zoruyla mı aldı?
Hangi menfaatler korunuyor?
Mehmet Çakır’ın satışından G.Birliği kasasına ne kadar para girdi? Geçen sene Ankaraspor gene Gençlerbirliği kadrosuna elini attı, bu sefer Gökhan ile Eren’i aldı. Gökhan’ın da Eren’in de bonservis bedellerine 100 YTL. ödedi. Bu paraların iki veya üç misline Eren ve Gökhan ayarında futbolcular Gençlerbirliği’ne alınabilir miydi? Hayır. O zaman şimdi soruyorum. Ankara Büyükşehir Belediyesi ve İlhan Cavcav, Ankaraspor ve G.Birliği’nin menfaatlerini koruyarak mı bu transferleri gerçekleştiriyorlar, yoksa bizim bilmediğimiz başka şeyler mi var bu işin içinde? Eğer varsa belediye kulüplerinin, karşı kulüpler ve karşı yöneticiler üzerinde yaptıkları ve yapabilecekleri baskılar, bu tabi ki ellerindeki devlet gücü sayesinde gerçekleşiyor, büyük bir tehlike.
İlhan Cavcav’ın geçen gün gazetelerde bir beyanatını okudum. Futbolculara ve teknik adamlara gözdağı veriyor ve arkasına ilave ediyor, "Büyük para cezaları keserim" diyerek. Peki İlhan ağabey, sana büyük para cezasını kim kesecek? Yoksa bu cezayı Büyükşehir sana kesti mi veya kesmeye devam edecek mi? Ve bunun sonunda da Gençlerbirliği takımı tehlikeli günler yaşayacak mı?
Hakem aleminin 4’te 3’ü eyyamcı
HAKEM hakem, diyoruz da hiç farketmiyor. Bunların hepsi aynı haltın soyu. Kolay kolay da değişmiyorlar. Yıllardır oynanmayan süreler hakkında televizyonlarda ve gazetelerde bas bas bağırdım. 3 dakika koyuyorsan 3 dakika, 5 dakika koyuyorsan 5 dakika oynatmaya mecbursun. Hem de kemiksiz oynatacaksın. Ama hakemler bir an evvel düdük çalıp, kaçıp kurtulmak için bu süreleri oynatmıyorlar. Neden? Korkuyorlar. Aynısı bu hafta oldu. Chelsea-Manchester United maçında. 3 dakika uzatma vermiş hakem. Saniyeler 92.41’i gösteriyor. Ceza alanı yayı üzerinden bir serbest vuruş düdüğü çalıyor. Kalmış 19 saniye. Ve hakem başka işlerle uğraşmaktan tepki gösteren futbolculara bakmaktan, bu süreyi bitiriyor ve bitiş düdüğünü de çalıyor. Hani FIFA’nın "Oynatacaksın" dediği cümle. İddia ediyorum dünyadaki eyyamcı hakemler 4’te 3’ün üzerinde. Bu 4’te 1’in altında olanlar da tam yırtıp, Dünya Kupası’na gidiyorlar ya da alt kademelerde başları kesiliyor, yok ediliyorlar.
UEFA’dan okkalı ceza
UEFA tarafından yeni uygulama başlatıldı, ama kimse farkında değil. Bir takım aynı maçta 5 kart veya 3 kırmızı kart görürse bu takım olarak centilmenliğe aykırı hareketten 20 ile 50 bin arasında para cezasına giriyor. Hem de okkalı. Yani 1 kırmızı 4 sarı olabilir, 3 sarı, 2 kırmızı olabilir veya 4 sarı olabilir. Veya sadece 3 kırmızı. Bilmeyenlere duyurulur.
Her sakallı dedeniz değildir
İLKOKUL ve ortaokul dönemleri, sinemalara gideriz, filmden evvel iki, üç dakika miki filmi oynar, ağzımız sulana sulana seyrederiz. Sonra, dünya kupalarından görüntüler gelir onu da bayıla bayıla izleriz.
Biz futbolcuyken, gazetelerdeki yorumlar, sonra hakemlik dönemi, televizyonlarda piyasaya çıkmaya başlama. Sonrası, şimdiki dönem. Fanatik kulüp yazarları, yani at gözlüklü yazarlar yavaş yavaş yok oluyorlar. Bunların tamamen kaybolması düşünülemez. Çünkü, gazete tirajlarıyla ilgili bir yerde bu işler veya reytinglerle. Ama, televizyonlarda da artık insanlar kavgaya prim vermiyorlar. Gazetelerde de düzgün yorum yapanları okuyorlar. Diğerlerini es geçiyorlar. Diğerlerinden bazıları da sağa, sola sataşarak bazıları da şaklabanlık yaparak prim yapma yolundalar. Yazı ve fotoğraf ile insanları bir yere kadar aldatırsınız. Ama televizyonla aldatma şansınız yüzde 3 veya 2’lere düşer. Gazetede yazarken yüzünüzün kızardığını okuyucu göremez veya kızarmadığını. Ama televizyonda yönetmen suratınıza zoom yaptığında, yani yaklaştırdığında göz ve yüz mimikleriniz eğer yalan söylüyorsanız sizi ele verir. Çünkü, gözler yalan söylemez.
İşlerine nasıl gelirse
Topa ayağını sürmemiş bazı yorumcular ve yazarlar işine gelmeyince Veli’yi, Ali’yi örnek gösteriyorlar. İşine gelince Hüsnü’yü. Onlar için tek şey var. Sahada hakemin, televizyonda da yorumcuların onların takımının lehine pozisyon yorumu yapmaları. Bu tip yorumcular, kendi takımlarına sempatik gözükürken, "Ben düzgün adamım, rakibime de kıyak yapıyorum" diye kendi takımına 10 porsiyon döner keser.
Bir karar aldım ve bunu bu sezon uygulayacağım. Mesela, önceki hafta Fenerbahçe kalecisi Volkan’ın, Hacettepe’nin futbolcusu Sukaj’a yaptığı hareket. Ben buna penaltı dedim. Neden dediğimi de Maraton’da izah ettim. Bu pozisyonu yönetmene saklatıyorum. Keza bu hafta Nonda’nın kaleci Serdar ile girdiği pozisyona faul dedim. Bu pozisyonu da saklatıyorum. Neden biliyor musunuz? Bir kaleci ile bir oyuncu havaya çıkıyor. Bazı kesimlerden sesler geliyor, "Ne var bu da aynı pozisyon." Hayır, aynı değil beyler. Kaleci bir topa yükseliyorsa, ellerini de kaldırmış topa gidiyorsa ve bir rakip oyuncu bu yükselen kaleciye gelip yandan şarj yapıyorsa, bu nizami bir şarj değildir. Çünkü, önce kaleci topa yükselmiştir, kollarını kaldırmıştır, denge unsuru sıfırdır, yapacağın ufak bir hareketle onu yere düşürürsün ve dağıtırsın. Bu fauldür. Bir hücum oyuncusu kafaya çıkıyordur, topa yükselmiştir, kaleci de sonradan gelir aynı topa yükselir. İlk yükselen oyuncu kafayı vuracaktır ama kaleci geldiği için topla beraber yere düşer. Bu faul değildir. Kaleci Volkan, Hacettepespor maçında rakibine geliyor. Dizlerini kaldırmış gözleri kapalı. Sukaj kafayla Volkan’ın üzerinden topu aşırıp, ikinci pozisyona depar atacak. Ama top gözleri kapalı olan Volkan’ın koluna çarpıyor, sağa doğru düşüyor. Volkan da çöp kamyonu gibi rakibinin üzerine. Bu penaltıdır. Çünkü Volkan rakibinin ikinci bir hareket yapmasını, topa hamle yapmasını engellemiştir. Kontrolsüz gelmiştir. Ama aynı pozisyonda bir kaleci bir oyuncuya doğru gelsin, oyuncunun kafayla aşırtmak istediği pozisyona iki eliyle veya bir eliyle olanca süratiyle vursun. Top gerisin geriye 20-30-40 metreye gitsin sonra da rakibe çarpsın, düşsün. Bu pozisyon penaltı değildir. Çünkü oyuncu topa hareketini yapmıştır.
Hayali tartışma olur
Bir üçüncü şık bir oyuncu tamamen art niyetli topa vurur aynı anda da rakibine dizini geçirir, tekmeyi geçirir. Bunun da değerlendirmesi ayrıdır. Yani, yolda her gördüğünüz sakallı dedeniz değildir. Her gördüğünüz pozisyon da aynı değildir. Bu hakemin pozisyondaki açısına, pozisyona hakimliğine her şeyden de önemlisi, futbolu bilip bilmemesine bağlıdır. Gerisi hikaye...
Şu anda Süper Lig’de futbol oynamış 10 tane eski futbolcuyu yorumcu olarak getirelim. Bir pozisyon oynatalım. Büyük ihtimalle 8 tanesi aynı kararı verir. Belki birinde tartışırlar, birinde parçalanır, ayrılırlar. Ama bakın bu 10 kişiye, 10 tane eski hakemi getirin yorum yaptırın, çoğunluğunda doğruyu bulursunuz diyemiyorum. Hayali tartışma olur. Hiç top oynamamış ama yorum yapan gazetecileri getirin. 3 ayrı çeşit yorum çıkar. Bu iddialarımda da sonuna kadar varım. Bu sezon Maraton’da bu pozisyonların karşılaştırılmasını ligin ilerleyen haftalarında sıkça göreceksiniz. O zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2008
İKİSİ de top oynamaya müsait takım. Mücadele de fena değil. Maç başladığında Gaziantep, tuhaf bir defans anlayışıyla Beşiktaş’a 3 pozisyon veriyor. Sonra da Gaziantepliler diyorlar ki, "biz sezon başı kampını İtalya’da yaptık. Onun için savunma anlayışımız çok iyi". İtalyan futbolcular Gaziantepli defans oyuncularının yaptıklarını görseler, bir daha Gaziantepspor’u İtalya’ya sokmazlar.
Her şeye rağmen maç dengeli gidiyor ama sahneye yine hakem çıkıyor. Eduardo Pacheco’ya çok alakasız bir sarı kart gösteriyor. Çünkü o pozisyonda hakemi aldatma yok, bir itme var. Yani temas var. Pozisyona inanmazsın vermezin. Ama balıklama atlama olmadığı için sarı kart da olmaz. Daha sonra aynı futbolcu balıklama atlıyor, ikinci sarıdan kızarıyor. O dakikadan sonra da maç bitiyor. Yani, Türkiye’de hala hakemler çok net bir biçimde neticeye tesir ediyorlar. Bu sarı kart hastalığından bir türlü kurtulamadılar. Aynen Türk insanının kredi kartı hastalığından kurtulamadığı gibi.
Kulübedeki tehdit
Bu maçta iki antrenör Sağlam’dan İstanbullu olanı takımını daha iyi idare etti. Beşiktaş’ın bu sene kadrosu geniş. Futbolcu için en büyük tehlike antrenör, basın ve seyirci değildir. Yedek kulübesidir. Eğer yerine girecek oyuncuları yedek kulübesinde görürse sahadaki işini daha iyi yapar. Yani yedek kulübesi sahadaki bir futbolcu için iyi ve güzel tehdit aracıdır. Eskiden hatırlıyorum; İbrahim Toraman’la İbrahim Üzülmez, elleriyle kollarıyla hem seyirciyi, hem rakibi, hem hakemi hasta ederlerdi. Ama şimdi o ellerden kollardan eser kalmamış. Neden? sebebi kulübe.
Şu net bir şekilde görünüyor; Ertuğrul Sağlam çok büyük bir hata yapmazsa bu kadro ligin son maçına kadar şampiyonluk iddiasını sürdürür. Beşiktaş seyircisi birkaç maçtır küfür etmiyor. Bu iyi bir gelişme. İnşallah kötü giden maçlarda da aynı tavrı sürdürür.
Hayal olsa gerek
Gaziantep için bu maç kayıp değil. İstanbul’da büyük takımla oynuyor. Ama onlar için asıl kayıp Ankaragücü maçıydı. O kaybı da sağlayan Mehmet Yozgatlı. Takımı sinirlendiren Mehmet Yozgatlı, sinirlenen Deumi’yi attıran da Mehmet Yozgatlı. Yalnız o maçta 2 puan kaybetmedi Gaziantep. O olay geldi İstanbul’daki maçı da etikledi. Çünkü Gaziantep’in elinde Beşiktaş’ın geniş kadrosu gibi kadro yok.
Maçın hakemi, Türkiye’de istikbal vaadeden biri. Üzerine oynuyorlar ama o böyle bir maçta bile skor netleşmişken, bir faulden top kaleciye gelmişken, faul verip avantajı öldürüp, oyundan en az iki dakika çalıyor. Bu bir tane pozisyon. Böyle bir durumda kartlarda doğru yorum beklemek hayal olsa gerek.
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2008
EL Saka’nın oynadığı takımların hangi önemli maçına gitsem, El Saka, "El Sakar" oluyor, takımını yakıyor. Ve şunu düşünüyorum; eğer bu El Saka’dan hala takımlar medet umuyorsa, vah onların haline. Dün iki sarı kart görüyor, inanılmaz. Ve atılıyor. Diyebilirsiniz ki; "El Saka atılmasaydı, ne olurdu?" Fazla bir şey olmazdı. Fenerbahçe gene kazanırdı ama zorlanırdı.
Dünkü Gençlerbirliği eski Gençlerbirliği değil. Manevi kardeşi Hacettepe bu Gençlerbirliği’nden en az üç gömlek üstün. Daha iyi mücadele ediyor, daha fazla zevk veriyor.
Fenerbahçe 3-0 galip, biz Gençlerbirliği’nden başladık... Çünkü, "Fener’in nasıl bir takımla oynadığını anlatalım, ondan sonra Fener’e dönelim" diye düşündük. Sarı lacivertliler önceki maçlara göre daha fazla mücadele ettiler, daha fazla yardımlaştılar. Futbolcular birbirlerinin açığını kapatmak için hiç olmazsa ona doğru yaklaştılar. Yani, netice 3-0 ama, bu Gençlerbirliği’ne ve 10 kişi kalan Gençlerbirliği’ne 3-0.
Emre’de biraz kımıldama var. Ama fizik olarak hala yeterli değil. Öyle tuhaf işler yapıyor ki, mesela rakip geçtikten sonra ona hamle yapıyor. Bir başka hakem değişik yorumlarsa Emre takımını çok kolay 10 kişi bırakabilir. Sebebi de fizik olarak hazır olmaması. Beyni istiyor ama adale cevap vermiyor.
Güiza çok çalıştı
Alex, yine kritik anlarda oyunu çeviren adam oldu. Oyunun kaderini etkileyen ve Gençlerbirliği’nin direncini kıran attığı ilk golde, tamam rakibin hatası var ama Alex’in top tekniği, topla çabukluğu, vuruş zamanlaması ve yeri mükemmel. Keza oyun içinde attığı toplar da.
Güiza çok çalıştı. "Hiç olmazsa" diyor, "Gol kaçırıyorum ama, baskı yaparak, pres yaparak o açığımı kapatayım..." Başarılı da oluyor. Seyirci de ona hak ettiği desteği veriyor. Ama ne olursa olsun, Güiza’nın işi gol atmak. Önce gol atacaksın. Ama Allah’ı var, gol noktalarına gidiyor. Ve çabuk adam.
Uğur gene mücadele etti. Bazen çok iyi işler yapıyor, bazen çok kötü. Ama hiç olmazsa iyi niyetli. Bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir kısım seyirci de hatalarını anlamış olacak ki, bu sefer Uğur Boral’a takılmadılar.
Önder’in maç noksanlığı oyunun başında biraz nüksetti, ama sonra kapattı.
Burası İngiltere değil
Colin Kazım, dilinin belasını çekmeye devam ediyor. Şunu unutmasın; burası İngiltere değil. Orada Hyde Park’a girersin, Başbakan dahil herkese sallayabilirsin. Burada sallarsan içeri girersin. Onun için de karıştırmasın. Ve sesini kessin futboluna baksın.
Gençlerbirliğili oyunculara, rakibi arkadan çekmenin sarı kart olduğu herhalde söylenmemiş olsa gerek. Veya söylenmiş de sallamıyorlar... O zaman da okkalı para cezalarıyla bu işi halletmeleri lazım. Yoksa çok maçta eksik kalırlar.
Fenerbahçe seyircisi galibiyet istiyor. Her şeyden önce de mücadele istiyor. Dün maçtan evvel belki biraz yağmur vardı, belki hava soğumuştu, belki de Ramazan... Ama seyircide bayağı bir düşme var. Kombineler haricinde bilet alarak maça gelen seyircinin bıraktığı para, komik. Belki de görevlilerin bile alacakları para karşılanmamış olabilir.
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2008
PORTO eski Porto değil. İlk 20 dakika o şaşalı günleini hatırlaır şekilde top çevirdiler, ayağa pas yaptılar, o arada da 2-0 oldu. Eğer üçüncü golü atsalar, olay farka giderdi. Aynen Belgrad’da olduğu gibi. Fenerbahçe 2-1’i buldu ama, oyun şekli değişmedi. İkinci yarıda bir 30 dakikalık bölüm var, tabelaya bakmayın sanki sarı lacivertliler galipmiş gibi oynuyordu. O sırada Porto da uykudaydı, seyircisi ile beraber. Yani golü bulsan, ne Portolu futbolcular, ne de seyirciler fark edecek.
Fenerbahçe ikinci yarıya Josico ile başlıyor ama adamın sigortası müsait değil. Otomatik sigortalık devri de geçmiş, bassan çalışacak. Kablo bulup bir tel bağlaman lazım, o da vakit alacak. Adamcağızı oynamadan çıkardılar.
Aslında oynasa ne yapacaktı. Bence Fenerbahçe için iyi oldu. Takım 2-1 mağlup, Maldonado ile beraber iki ön libero. Aragones herhalde fark olmasın diye, skora razı ki, devre arasında böyle bir değişiklik yaptı.
Aurelio’yu arıyor
İlk yarı dakika 22, Roberto Carlos taç atıyor. Ayağınla atacak hali yok tabi elleriyle atıyor. Ama rakibe. Hem de üç adımdan.
Bu Fenerbahçe’ye bile pozisyon geldi. Roberto Carlos soldan iki tane sert orta yaptı, rakibe de çarpsa, Fenerbahçelilere de çarpsa gol olur, top öbür taraftan auta gitti. Bir tanesine Güiza hamle yaptı o kadar.
Sarı lacivertliler rakip ceza alanına etkili giremiyorlar. Ceza alanına 5-6 metre kala pilleri bitiyor, güçleri kalmıyor.
Hakeme bahane bulamazsın. Zemin mükemmele yakın. Aynı bizim 19 Mayıs Stadı’ndaki suni (çakma) çim gibiydi. Ama tabii hakikisiydi. O güzelim çimin kokusu ıslanınca sanki tribünde hissediliyordu.
Bu Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’nde işi zor. Geçen yıl dahil, 4-5 maçtır Fenerbahçe’ye şansı çok yadım ediyor. Ama böyle oynamaya devam ederlerse, bir maçta cereyan çarpmışa dönebilirler. Düşünün daha hala, Fenerbahçe Marco Aurelio’yu arıyor. veya onun gibisini. Eğer Devler Ligi’nde yukarılarda mücadele edeceksen, bırakın Marco’yu, onun iki gömlek üstünde futbolcuların olması lazım. Bu kadro Şampiyonlar Ligi’nin bu turunda mücadele eder. Üst tura geçerse başarıdır. Onda sonrası harikalar sınıfına girer.
Yazının Devamını Oku 17 Eylül 2008
19 Mayıs Stadı’nda suni çimde Türkiye Ligi maçı oynatmak resmen cinayettir. Bu futbolculara yazık. Aslında bu 19 Mayıs Stadı tarihi bir stat, ama koskoca Ankara’da bu stat Başkent’in ayıbıdır. Devletin ayıbıdır. Hükümetlerin ayıbıdır. HINCAL sana tavsiyem, 8-10 seneden evvelki hatıralarını ve yaşadıklarını yazma. Çünkü, malesef yaşının verdiği zaafiyetle hata yapıyorsun. Yalan yazıyorsun, yanlış yazıyorsun. Köşende yazmışssın; Erman Toroğlu yıllarca Ankara’da 19 Mayıs’ın toprak dış sahalarında futbol oynadı diye. Devam etmişssin; kazma Erman Ankaragücü’nde oynarken toprak zemini severdi. 19 Mayıs yazın kömür, kışın topraktı diye...
Bak Hıncal, yazdıkların oldukça eski tarihler. Ama şimdi yazacaklarıma sonra kızıyorsun. Hatta Erman belden aşağıya vuruyor diyorsun. Senin nerene belden aşağı vurayım Hıncal. Ben vura vura bazı şeyleri senin kafana sokacağım.
Bak Hıncal; 19 Mayıs dış sahalarında çok az antrenman yaptım. 3-4 defa da maç. Çünkü Gençlerbirliği genç takımından ikinci ligde oynayan Güneşspor’a geldiğimde yaşım 17 idi.
Ve o zaman İkinci Lig’de artık bir çok saha çim olmaya başlamıştı. Ve biz, ya hipodromda çimde ya da Yeni Mahalle girişindeki Beden Terbiyesi’nin çim sahalarında antremanlar yapardık.
Sert olmakta fayda var
Bak Hıncal; 19 Mayıs Stadı hiç bir gün yazın kömür, kışın da toprak olmadı. Zemini kömür bir tek saha vardı. O zamanki Alsancak Stadı... Bölge Müdürü Sami Yavrucuk döneminde çim olan zemine kum atarlardı, çamur olmasın diye...
Bak Hıncal; 19 Nisan 1965’de oynanan Portekiz maçı İstanbul Mithat Paşa Stadı’nda idi. (Şimdiki İnönü Stadı) Portekizliler sahanın kötü zemini yüzünden UEFA’ya itiraz ettiler. UEFA da maçı ertesi gün Ankara 19 Mayıs Stadı’nda oynattı. Eusebio’nun frikikten attığı golle 1-0 yenildik. Yani benden önce de 19 Mayıs Stadı çimdi Hıncal...
Bak Hıncal; güya o ufak aklınca aşağılayacaksın ya kazma Erman defans oynardı, sert oynardı diyorsun. Sert olmak da fayda vardır Hıncal... Yumuşak olmaktan iyidir. O Erman, 1968 yılında İkinci Lig’de gol krallığında üçüncü oldu diye Ankaragücü takımı tarafından santrfor olarak transfer edildi. Kaç paraya biliyor musun; 100.000 liraya. (Yani yüz bin liraya)
Peki Hıncal, sen o zaman gazetede yada bir dergide çalışıyor muydun bilmiyorum, ama kaç para aylık alıyordun acaba... Bu paralar çakıl taşı değildi Hıncal. Eve götürsen 7-8 saatte sayardın.
Şimdi sadede gelelim... Yani yazdıklarının ne kadarının yalan olduğunu, yanlış olduğunu yer ve zaman bildirerek suratına vuruyorum. Ama senin suratının derisi biraz kalın, farketmiyor.
Hacettepe-Fenerbahçe maçından önce daha ısınırken Yasin, suni çimin kadrine uğruyor. Kaleci Volkan’ın yediği golde, zeminden dolayı ayağı kayıyor. Çünkü bu zemin normal değil. 19 Mayıs Stadı’nın böyle bir zemine değil, güzel bir drenaja ihtiyacı vardı. Hele, alttan da bir ısıtma yaparsan, çok karlı günlerde de zeminin üstünü kapatırsan olay hallolurdu. Almanya’da, Berlin’de, Münih’te hava bizden daha mı sıcak. Kışın daha da sert. Ama pırıl pırıl çimde oynuyorlar. İngiltere’de tabii çimde Wimbledon oynanıyor. Hatta o biçimde yağmur yağıyor çimlerin üzerine. Aptal mı adamlar suni çimi yapar, geçerler.
Aklınca espri!
Aklınca espri yapmışsın... Ünal Özüak’ın firmasının ortağıyım diye. Sen öyle maliye ile kaybedilecek riskli işlere girmezsin. Bilirim cebinde akrep var Hıncal. Şimdi o akrepler cebinde yavrulamıştır bile Hıncal...
19 Mayıs Stadı’ndaki bu suni çim saha bir müddet sonra mahalli takımların avantajına, misafir takımların dezavantjına olacak. Yani haksız rekabet olacak. Bu zeminde hangi ayakkabı ile oynayacağını bile kestiremezsin. UEFA’dan FIFA’dan misaller vermişsin... Neymiş efendim UEFA-FIFA bu çimi anlata anlata bitiremiyormuş. Hıncal sen herkesi aptal mı zannediyorsun. Veya UEFA ile FIFA mı herkesi aptal zannediyor. Neden geçen yılki Şampiyonlar Ligi finalini suni çimi kaldırıp da tabii çimde oynattı bu UEFA.
Bu futbolculara yazık
19 Mayıs Stadı’nda suni çimde Türkiye Ligi maçı oynatmak resmen cinayettir. Bu futbolculara yazık.
Aslında bu 19 Mayıs Stadı tarihi bir stat ama, koskoca Ankara’da bu stat Başkent’in ayıbıdır. Devletin ayıbıdır. Hükümetlerin ayıbıdır. Yıllarca, siyasiler ’cek’ ile ’cak’ ile vakit öldürdüler. Ne hükümetler geldi geçti, havalimanı ile yolunu bile yapmadılar.
Bu hükümet hem onları yaptı, hem de o siyasi gecekondu ayıplarını kaldırdı. Keşke bir de stada el atsalar da Ankara’ya, değişik yerlere 2-3 tane 15-20 bin kişilik stat yapsalar. 19 Mayıs Stadı da tarihi eser diye kalsa...
İşte o zaman bu suni çimi ellemesinler. Çünkü 23 Nisan ve 19 Mayıs gösterilerinde zemin perişan oluyordu. Hiç olmazsa bu suni çim o işe yarar. Ünal Özüak’ın pardon firmanın esas sahibi Hıncal Uluç’un paraları güme gitmez...Bu kıyağımı da unutma Hıncal...
Aragones giderse ne olur!
FENERBAHÇE kötü oynuyor, Aragones suçlanıyor. Bu Aragones’i, bütün şartlarını kabul ederek aldınız, tamam. Peki, Aragones ekibinin içine, Türkiye’yi çok iyi tanıyan, Fenerbahçe’yi teknik olarak çok iyi analiz edebilen birini niye sokmadınız? Aragones’e takımı, futbolcuları, Türk insanının yapısını kim anlatacak? O zaman yöneticiler anlatacak.
Peki, bu yöneticiler futbolu ne kadar biliyorlar? Tartışılır... Aziz Yıldırım ben herkesten iyi bilirim diyor. Olabilir. Eğer o anlatıyorsa, takımın durumu ortada. Eğer Aziz Yıldırım bazı ikazları yapıyorsa, Deniz Barış’ı Şampiyonlar Ligi kadrosuna sokmayan da o. Ne dersiniz.
Peki yarın Aragones giderse ne olur... Ülkemize göre Allah Kerim...
Çok sarı kart tehlikelidir
FENER mağlup oldu, Galatasaray ve Beşiktaş berabere kaldılar. Gazetelerdeki ve televizyonlardaki yorumlara bakıyorum. Türk futbolu kötüye gitmeye başlamış. Hemen kalite düşmüş. Hakemler çok kötü olmuşlar. Bu kadar çok kart çıkarmıymış.
Siz merak etmeyin, bir iki hafta sonra büyükler kazanmaya başlar. Hakemler onların lehine penaltılar verir, küçüklerden futbolcular atılır. Göreceksiniz, bir anda futbolumuz ileriye gitmeye başlar. Hamle yapmaya başlar.
Ümit Karan’ı dinliyorum, inanılmaz sert oynamış Antalya. Lincoln’e bakıyorum, kaleci Ömer küstahlık yapmış. O da gitmiş ona posta atmış, sarı kart görmüş. Aslında hakemin, Ömer’e çarpan Lincoln’ü alnından öpmesi lazımdı! Ömer’e de bir yumruk atması gerekirdi! Neden, Ömer çok iyi oynamış. Ömer’in annesiyle Galatasaray seyircisi tuhaf tuhaf ilişkiye girmişler.
Hakem Ankara’da Volkan’ı atmış. Yani hakem atmış. Volkan atılmamış. Talebeye sorarsın, ’Yazılıdan kaç aldın’ diye. Eğer numara 8 ise 8 aldım der. Eğer numara 2 ise, hoca bana iki vermiş der. Aynen bizim futbol gibi.
Hakemler hala sarı kartları, kredi kartları gibi kullanıyorlar. Çok sarı kart tehlikedir. Altında kalırsın. Kalkamazsın. Kırmızı kolaydır. Ve kırmızı da az hata yaparsın. Sarı kartlarınızı çok zor çıkaracağınız yerlere sokun. Nerenize derseniz, onu bilemem.
Yozgatlı dinamiti
Seyirciler maçları dikkatle izlesinler. Dolmuşa gelmesinler. Sonra takımlarını yakıyorlar. Bu hafta bir maç izledim. İnanamadım. Gaziantepspor, Ankaragücü’nü yenecek ve bu haftayı lider kapatacaktı. Ama sahneye Mehmet Yozgatlı çıktı. Alakasız iki sarı kart gördü, atıldı. Etrafı tahrik etti. Oyunun altına dinamit koydu. Galibiyeti aldı, beraberliği Ankaragücü’ne verdi. Ve aynı Mehmet Yozgatlı maçtan sonra Ankaragücü’nün 15 kişi oynadığını söyledi. Ve maçın içinde tribünlerde Mehmet Yozgatlı’nın arkasından kürek çektiler. Yazık oldu Gaziantep’e...
Mehmet Yozgatlı yüzünden sinirlenen oyundan arkadaşı Deumi de atıldı. Maçın en güzel yorumunu maçtan sonra Erman Özgür yaptı, sakin bir şekilde. Ama olan Gaziantep’in iki puanına oldu. Burada hatalı varsa hakem değil, tek başına Mehmet Yozgatlı idi. Birinci sarı karttan sonra onu niye oyundan almadın diye teknik direktör Nurullah Sağlam’a sitem edebilirim.
Ama Nurullah Sağlam da bana yılların tecrübesi Mehmet Yozgatlı kendini frenler diye düşünmüştüm diyebilir. Herhalde Mehmet Yozgatlı, Gaziantep formasını üç büyük takımın forması ile karıştırmış olsa gerek. Ben bunları o formalar altında da yapıyordum, ama kimse beni atmamıştı diyebilir...
Yalan defans!...
TEK forvet, iki forvet, üç forvet... Ne kadar çok forvet o kadar çok gol. Ne kadar ekmek, o kadar köfte gibi bir şey. Futbolda böyle bir mantık var mı, ne gezer. Bu köfte-ekmek mantığı. İstediğin kadar fazla forvet ile istediğin kadar fazla defans ile oyna, hepsi hikaye.
Tek forvet oynarsın, orta alandan öyle bir ani çıkışlar yaparsın ki, kontra toplarla rakip ceza alanı içine 5-6 futbolcu ile girersin. Golünü yapar dönersin. Topu kaptırınca yıldırım gibi geri gelip ceza alanı içine gömülür rakibe göz açtırmazsın.
Ama bizde bazı takımlara bakıyorsun, adam defans yapıyorum diyor. Yalan defans yapıyor, sahte defans yapıyor. Topla giden rakibinin yanında koşuyor, refakat yapıyor. Niye.. Topa dalarsa, rakibe girerse ve boşa çıkarsa arkadan takviye gelecek ikinci üçüncü arkadaşı yok.
Çünkü pres yaparken gaye topla gelen rakibi bozmaktır. Belki birinci oyuncu topu alamaz, ama gelen ikinci, üçüncü arkadaşı çok rahat bir şekilde topu kapıp takımını hücuma kaldırabilir. Fenerbahçe’de şu andaki görüntünün temel nedeni herhalde içerideki dengeler olsa gerek!..
Herkes aldığı para kadar topa giriyor, mücadele ediyor. Bir tek Aurelio vardı, aldığı paranın fazlasını rakipten top çalarak, hırsızlık yaparak takımını kazandıyordu. Bir tek o vardı herhalde aldığı parayı düşünmeden oynayan ve top çalma hırsızlığı yapan..
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2008
3-4 hafta daha üst düzey hakemlerimiz böyle gitsinler, ortalık biraz toz duman olur, ama hem Türk futbolunu doğru yola sokarlar, hem kamuoyunu, hem takımları, hem de futbolcuları. CUMARTESİ gecesi iki kaleci ile hakem başroldeydi. Biri üst düzey (Kamil Abitoğlu), diğeri FIFA (Bülent Yıldırım) iki hakem. İki kaleci de A Milli Takım forması giymiş kaleciler. Bu demektir ki, yaptıkları işte şu anda huninin en tepesindeler, zirvedeler. Bırakın kamuoyunu, herşeyden önce birbirlerine saygı göstermek mecburiyetindeler.
Lafı uzatmadan sadede gelelim... Cumartesi akşamı önce F.Bahçe maçı oynandı. Son dakikalarda Volkan’ın yaptığı hareket kesin penaltı, yoruma açık değil. Sebebi, Hacettepeli Sukaj topa daha önce geldi. Kafayı vurdu, niyeti kontrolsüz gelen Volkan’ın yanından topu atıp, sonra yetişip golü atmak. Volkan, Sukaj’a doğru gelirken, rakibinin topa daha önce müdahale edeceğini anladı. Kontrolsüz ve zamanlama hatasıyla çıkan Volkan baktı ki başka bir şey yapamayacak, dizini de rakibine göstererek çala kalem pozisyonun üstüne gitti. Bu sırada Volkan’ın gözle-
rini kapattığı belli. Çünkü Volkan iki eliyle topla oynamıyor, niyeti yok. Gözleri kapalı olduğu için top geliyor Volkan’ın sol koluna çarpıyor. Ondan sonra da rakibini altına alıp eziyor. Sen öyle girmesen o seken topa Sukaj ikinci hamleyi yapacak. Sen onun bu hakkını altına alarak yok ediyorsun.
Bakınız, pozisyonları karıştırmayın. Futbolcu topu ayağında sürerek gelir, sen yatarsın topu çelersin sonra futbolcu sana takılır düşer. Bu pozisyon penaltı değildir. Ama o pozisyonla bu pozisyon arasında hiçbir bağlantı yok. Aslında Volkan topa da dokunmasa yardımına bir arkadaşı geliyordu. Kendinden aşan topu o çıkaracaktı. Yani burada hakemin penaltı kararı da doğru, sarı kartı da.
Yukarıda Allah aşağıda hakem
Ama Volkan, Fenerbahçe kalesinde rakipsiz olmanın verdiği rahatlık ve şımarıklıkla hakemin duyamayacağı şekilde, ama kameralara yansıyacak durumda hakeme küfür etmeye başlıyor. Penaltı kaçıyor (Aslında penaltı kaçarken hem Volkan’ın hem iki takım oyuncularının penaltı ihlali var. Hakem biraz dikkatli olsa o penaltıyı tekrar ettirir).
Kaçan penaltıdan sonra da bu kez Volkan şımarıklığına devam ederek "Yukarıda Allah var" diye hakem Kamil Abitoğlu’nu küçük düşürmeye çalışıyor. Ama Volkan, "Yukarıda Allah, aşağıda hakem vardır" prensibini unutuyor ve hakem de son derece doğru bir kararla çift sarı kartla onu oyundan atıyor. Volkan yaptığını o anda farkediyor, ama tren kalkmış. Volkan ve Volkan tipindekiler niye bunu yapıyorlar, çünkü bütün hakemler, futbolcu "Yukarıda Allah var" işareti yaptığında çekip gidiyorlar. Niye, futbolculardan korkuyorlar.
Bundan sonra sahneye Roberto Carlos çıkıyor. Kendi oynadığı kulvar yol geçen hanına dönen Carlos, İspanyolca bilenlerin iddialarına göre hakemin ailesine ve akrabalarına hatırlarını soruyor ve maç bitiyor. Ya hakem Abitoğlu İspanyolca bilseydi?
Neydi, F.Bahçe kadrosu yeterliydi. Bakalım bundan sonra yeterli mi göreceğiz!
G.Saray seyircisi hedefine ulaştı
Sonra İstanbul’a geliyoruz. G.Saray-Antalya maçı başlıyor. Maç başlamadan hemen önce ve içinde F.Bahçe ile Antalyaspor’a küfür ediliyor. Maçın sonuna doğru bu sefer çok iyi oynayan Ömer’in özellikle annesine son derece iğrenç ve tempolu bir şekilde küfür ediliyor. Ama bu küfür yıllar önce Bursaspor kaleci Şenol’un annesine de edilmişti. Merak ediyorum, küfür edenlerin anneleri bu küfürleri duysalar neler yaparlardı.
Ömer’in kalecilik hayatı boyunca ne rakibe ne de hakeme karşı terbiyesizliğk yaptığı görmedim. Burada yaptı mı bilmiyorum, ama zannetmiyorum. Zaten yapsaydı, doğrudan kırmızı ile atılırdı. Hakem Bülent Yıldırım’ın "Soyunma odasına git" ikazını dinlemeyip tribüne tepki hareketi yapınca ikinci sarı karttan atıldı. Yani Galatasaray seyircisi bu maçta da hedefine ulaştı.
Bakalım yöneticileri üstün yönetim gayreti sarfederek onları yine kurtarabilecekler mi? Adnan Sezgin yönetmelikleri iyi bilir. Bankaların verdiği krediler misali satır aralarında bir kaç cümle bularak yine durumu kurtarabilir. O seyirci de küfür etmeye devam eder.
Burada olaya genelde baktığınızda iki hakemin görevlerini yapmaya çalıştığını, Ömer’in çok iyi oynamasına rağmen seyirciye kulaklarını tıkamadığını, Volkan’ın son derece küstahlıkla hareket ederek takımını yaktığını görüyoruz. Volkan dua etsin yerinde oynayacak kaleci arkadaşı iyi oynasın, eğer onun hatasıyla Fenerbahçe maç kaybederse bunun altından nasıl kalkar onu düşünsün.
Not: Bu iki maçtan çıkan ana fikir şu... Hakemler isim ve takım gözetmeksizin doğru gördüklerini ve bildiklerini yürekli olarak çalarlarsa, 3. haftada iş ne hale geliyor. Fazla değil, 3-4 hafta daha üst düzey hakemlerimiz böyle gitsinler, ortalık biraz toz duman olur, ama bundan sonra hem Türk futbolunu doğru yola sokarlar, hem kamuoyunu, hem takımları, hem de futbolcuları. Bunu her takıma eşit ve aynı uzaklık ile yakınlıkta uygularlarsa, hakemler için en tehlikeli olan yöneticiler de sonunda onların yanına gelecekler.
Yazının Devamını Oku 14 Eylül 2008
HATIRLARSINIZ, geçen yıl G.Saray seyircisi küfür etmişti. Ama yönetmelikteki bir maddeden dolayı -ki o madde kötü tezahüratı engellemek için yöneticilerin üstün çabası vardır cümlesiyle- ceza almamıştı. Siz böyle yönetmelikleri kevgir gibi delerseniz, o seyirci de küfür etmeye devam eder. Dün hakem başlama düdüğünü çalmadan önce G.Saray seyircisinin bir kısmı önce F.Bahçe’ye küfür etti, sonra Antalyaspor’a... Maçın içinde zaman zaman gene Antalyaspor’a küfür etti.
Maçın son 10 dakikasında da Antalyaspor kalecisi çok iyi oynadığı için G.Saray seyircisi, bu süre boyunca onun annesiyle ilgili inanılmaz derecede iğrenç küfürler etti. Aynı küfürü yıllar önce Beşiktaş seyircisi Bursaspor kalecisi Şenol’a yapmıştı. Ve bir de utanmadan sıkılmadan benim televizyonda bunu anlatmamı eleştirmişlerdi. Bakalım şimdi nasıl bir ceza gelecek G.Saray’a? Yoksa gene aynı madde mi çalışacak?
Hani bir film vardı eskiden "Yukarıdakiler ve Aşağıdakiler" diye. Mehmet Topal oyuna girene kadar G.Saray "İleridekiler ve Geridekiler" diye ikiye ayrılarak futbol oynadı. İleride hücum ettiler beş kişiyle. Topu kaptırdılar. Hiç kimse zahmet etmedi çıkarmaya. Antalyaspor o koca alanı kullandı. Bu sefer G.Saray defansı topu kesti, ileriye gönderdi. Onlar da baktılar ki, ilerisi gelmiyor geriye, onlar da ileriye gitmediler destek vermeye.
Mehmet varsa oynar
G.Saray’da bazı şeyler anlaşılıyor ki, maçtan evvel çalışılmıyor. Daha 3. dakikada G.Saray bir serbest vuruş kazanıyor. Hasan Şaş topu dikiyor, belli ki, ceza alanına dolduracak. İşaret ediyor, Meira, Servet hepsi ileri gidiyorlar. Tam o sırada Hasan Şaş vazgeçiyor, yanındaki arkadaşıyla paslaşmaya kalkıyor. Antalyasporlular topu bir kapıyorlar, geride kimse yok. Bu sefer Kızılderililer gibi geriye koşmaya başlıyorlar. Tabii, siz bu arada Servet’in halini bir düşünün. Hem koşuyor, hem de Hasan Şaş’a neler söylüyor bilemiyorum.
Mehmet Topal varsa G.Saray orta sahasının ortasında kesinlikle oynar. Eğer Arda da sendeyse, o da sol dışta oynar. Ama sen Kewell’ı oraya alır, Arda’yı terste oynatırsan ikisi de yok oluyor. Zaten Kewell daha henüz hazır değil. Antalyaspor’un ilerideki ithal oyuncuları topla iyiler. Ama nereye kadar? Güçleri bitene kadar. Yani 60 dakika oynuyorlar. Sonra da bütün yük arka tarafa düşüyor. Topu kenara indirmeyip ortadan şişirirsen Antalyaspor defansının ortasındaki üç adam çıkıp çıkıp vuruyorlar, leblebi gibi. Dün bazı toplar Ömer’in üstüne geldi ama o hatasız oynadı. Ama G.aray seyircisinden küfür yiyerek ödülünü aldı.
Çirkinleştirmediler
Yalnız Antalyaspor göze hoş gelen bir futbol oynuyor. Ama onların rakibi G.Saray, F.Bahçe, Beşiktaş değil bu yıl. Diğer takımlardan puan almaları lazım. Yoksa G.saray’a büyük efor sarfedip 1 puan alıp da içeride mağlup olursan o aldığın 1 puan hiçbir işe yaramaz. Daha da kötüsü puanların çoğunu rakiplerine vermiş olursun.
Antalya oyunu çirkinleştirmeden göze hoş gelen bir futbol oynuyor. Eğer böyle devam ederlerse ve galibiyetler alıp ligde kalırlarsa renk verirler. Çünkü "Antalya maçlar başlamadan transfer yapmadı. Bu takım küme düşer" diye açıklamalar yapılıyordu. Antalyaspor’un mücadelesini beğendim. Aynı mücadeleyi Beşiktaş karşısında da yaptılar. Beşiktaş maçını da kazanabilirlerdi, bu maçı da kazanabilirlerdi.
İskelet belli değil
Hakem seyirci baskısında kalmadı. 12 sarı 2 kırmızı var. Ama 12 sarıya gelene kadar kırmızı adedinin artması gerekirdi. Eğer kırmızı artmadıysa o zaman sarılarda bir yanlışlık var demektir. Her ne olursa olsun dün gece maça gelenler keyifli dakikalar geçirdiler. Verdikleri paranın karşılığını aldılar. Ama şu bir gerçek, G.Saray Teknik Direktörü’nün çok acil bir karar vermesi lazım. Kimleri nerede oynatacak ve nasıl devam edecek? Ligde üçüncü maçlar oynanıyor G.Saray’ın iskeleti belli değil. G.Saray iskeleti çok kolay kurulabilecek bir takım. Ya tesir altında kalıyor ya da bu işi bilmiyor.
Not: G.Saray diyor ki, benim borcum çok. Onun için bütçeyi denkleştirmekte zorlanıyorum. Ama şöyle bir görüntüye baktığında hiç de öyle değil. Yedek kulübesinin fotoğrafını çekin, 45 milyon doların yan yana oturduğunu görürsünüz. 30 milyon dolar Lincoln, artı 15 milyon dolar Baros.
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2008
DOKSAN dakikayı yanımdaki Ömer Güvenç’le beraber izledim. Top Belçikalı oyunculara gittiğinde sayıyorduk, "Acaba beş-altı pas yapacaklar mı?" diye... Dört pastan yukarıya çıkamadılar. Bunu niye yazıyorum? Oynadığımız takım işte böyle bir takım. Peki biz neyiz? Ya Avrupa üçüncüsüyüz, ya da dördüncü. Bu beraberliğin hiçbir mazereti yok... Artık bu iş sıkmaya başladı. Şunu söyleyelim artık, ayıp oluyor. Bir kulüp takımı futbolcusu veya teknik direktörü olsa o kulübü ilgilendirir. Ama Milli Takım Teknik Direktörü ile Milli Takım Kaptanı beni köküne kadar ilgilendirir. Mecbur musunuz kardeşim her maçtan önce basından birileriyle kavga etmeye, bu kavga ile beslenmeye? Neymiş efendim, bir spor yazarı Emre’yi tenkit etmiş. Edecek, ne var bunda? Nerede olay var ardından Emre çıkıyor. Nerede olay var Fatih Terim ona sahip çıkıyor. En ufak bir şey büyütülüyor. Buradaki en önemli malzeme de basın. Futbolculara karşı kullandırılıyor. Kamuoyu oluşturuluyor güya. Sonra ne oluyor, çıkıyorsun sahaya arabın yalellisini oynuyorsun, ondan sonra yükle basından birine gitsin.
Bir tane Semih’in Arda’nın kenardan yaptığı ortaya volesi var. Başka pozisyonu yok. Orta sahanın ortasında Emre artı Mehmet Topal oynuyor. Dışarıdan baktığınızda iki futbolcu gözüküyorlar ama bir futbolculuk oynuyorlar. Fatih Hoca dışarıya daha fazla çalışan, daha fazla gayret eden Mehmet Topal’ı alıyor. Bu takımda öyle veya böyle rakibse ters işi Kazım Kazım yapar. Emre dururken, gene onu oyundan alıyor. Maşallah Emre tabi senatör gibi. Siz ne derseniz deyin Fatih Terim bu Emre’yi oynatıyor. Dün Emre ne yaptı? Doksan dakika boyunca takımı 10 kişi oynattı. Çünkü adam hem kamuoyuna eksi elektrik veriyor, hem de takıma.
Futbolcuya göre oynarsın
Sahada takım hiçbir şey oynamıyor. Fatih Terim rakip teknik direktörün üstüne yürüyor. Sen önce takımını Belçika’nın üstüne yürütsene. Hakem mazereti de yok. Penaltı yüzde 50 yüzde 50. Yardımcı hakem ikaz etmese ne dersiniz?
Futbol Federasyonu ve Fatih Terim’in oturup bazı şeylere karar vermesi lazım. Bir milli maça çıkacaksınız, Fatih Terim ortaya, "iki takım çalıştırmaz" prensibini atıyor. Veriyor ağzına milletin cikleti, futbolcuyu da havadan uzaklaştırıyor, kamuoyunu da. Ama ona sorarsanız suçlu basın. Ne demişler, işte basın bunu da yazın. Şu da ayrı bir gerçek. Hamit, Nihat ve Marco yoklar. Yani şu çok net. Her şey tamam, teknik direktör masör pasör ama bu üçü oynarsa farklı olur, oynamasa farklı olur. Demekki, bazı şeyler teknikle taktikle futbolcuya endeksli. Varsa futbolcun, taktiği de veriyorsun, tekniği de. Yoksa futbolcun işte o zaman teknik adamların sahneye çıkacaklar. Ona göre mücadele edecekler.
Dün Belçika takımı kadro olarak bizden iyi olmamasına rağmen mücadele olarak, teknik-taktik olarak bizden daha iyi görüntü çizdiler. Galip gelseydik, Belçika’nın mücadelesine yazık olurdu.
Yazının Devamını Oku