3 Eylül 2008
TÜRKİYE Futbol Federasyonu kurulduğundan beri en anormal olay yaşandı. Ama ne yazılı ne de görsel basında çıt yok. Haber açısından demiyorum. Yorumcular açısından bahsediyorum. Şike yaparsınız. Maç satarsınız. Teşvik primi alırsınız. Bunları top yekün yapamazsınız. Şahıs olarak yaparsınız. Kanıtlanmaları lazımdır. Yorumlanacak olaylar vardır. Sulandırılacak olaylar vardır, vardır oğlu vardır. Ama geçen yıl bir takımın üçüncü olmasını engelleyecek hem ligin sonunda, hem de bir sonraki yılda Avrupa kupalarında oynayacağı maçlara baktığınızda milyon dolarlara bedel olaylar oluyor. Daha da ileri gideyim, bir hatadan sonra sahtekarlık, üçkağıtçılık yapılıyor. Hatanın üstü örtülüyor. Ve bir takımın hakkı alınıp, diğerine veriliyor. Bunu yapan da zamanın Futbol Federasyonu.
O günden bu güne kadar da bu düzenbazlığın, sahtekarlığın üzerine gidilemiyor.
Bilgisayar uyarıyor
Bakınız... Beni bu kelimelerimden ve cümlelerimden dolayı, bunları yapanlar mahkemeye verebilirler. Ama ortada bunu yapan yok ki mahkemeye versin. Şunun altını çiziyorum. Bunu yapanlar veya yaptıranlar mahkeme önüne çıkarılıp sorgulanmazlarsa, (Ki, mahkemeler bunu yapanlar hakkında mutlaka hapis cezası verecektir) ben bir Türk vatandaşı olarak Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunacağım.
Şimdi sadede gelelim... Levent Bıçakçı döneminde Futbol Federasyonu bilgisayar sistemiyle donatılıyor. Yani artık, ben bu işi atladım, bu işi görmedim, evrak kayboldu hikayesi ortadan kalkıyor. Yani ben yaptım oldu, herkes ayağını denk alsın, yakarım, imparatorluk veya padişahlık devri bitiyor.
Beşiktaş kadrosunda alt yapıdan bir futbolcunun olmadığını bilgisayar, kırmızı alarm vererek hem de bağırarak bildiriyor. Yani hem gözüne sokuyor, hem de kulağına sokuyor hatayı. Burada çalışan 6 kişi var. Yani bilgi işlem merkezinde. Bunlardan Ali Fuat ile Bayram Kaya’nın bu olayı bilmemesi imkansız ve eşyanın tabiatına aykırı. Diğer 4 kişi de biliyorlardır, ama bilmeseler bile onları suçlayamayız. Peki bu bilen iki kişi kimi uyaracak. Tabii ki genel sekreteri. Yani Lutfi Arıboğan’ı. O ne yapacak. Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’u ve yönetimini bilgilendirecek.
Şüpheli sorular...
Bu işin baş sorumlusu kim? Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy. Bu olayın kapatılması demek, üçkağıtçılık, görevi kötüye kullanmak, evrak sahtekarlığı demek, demek oğlu demek.
İşin daha ilginç yönü de var. Federasyon diyor ki, Sivasspor’un itiraz hakkı süresi geçmiş. Yahu kardeşim, maçı oynayan taraf Sivasspor değil ki. Trabzonspor-Beşiktaş maçında mağdur olan taraf Sivas. Peki Sivas bunu neden bu kadar bekliyor. O da ayrı bir şüphe.
Hadi diyelim 48 saatte taraflar itiraz etmediler. Ama bu ligin sonunda Futbol Federasyonu tarafından tescili var. Bu tescile kadar işlem yapılabilirdi. Şunu çok net söylüyorum, kim ise suçlular bulunsunlar. Ben Haluk Ulusoy’un yerine olsam, eski ve sorumlu Federasyon Başkanı olarak kendime suç duyurusu yapardım. Ama o yapmazsa, zaten ben yapacağım.
NOT: İşin ilginç tarafı, Sivaspor 19 Ağustos’ta itiraz ediyor. 20 Ağustos’ta başkan seçiliyor. 21 Ağustos’ta ise evrak işleme giriyor.
Haluk Ulusoy Sivas maçından dolayı Trabzonspor ile köprüleri atmıştı. Ayrıca Sivas başkanı ile de kankaydı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. O zaman Beşiktaş’tan yana tavır alan federasyon acaba ne düşündü.
Futbolda tek prensip var
FUTBOL oynamamış, futboldan nasibini almamış futbol yazarlarının bazıları kusura bakmasın, ama hadlerini aşarak, hatta bazen komik duruma düşerek yorum yapıyorlar. Nasıl mı?
Şu meşhur bir türlü kimsenin çözemediği, 4-1-3-2’ler, 3-1-5-1’ler, 2-4-6-8’ler, 1-6-2-1’ler gibi sistemleri yazarak, konuşarak kendi bilmediklerini kabul etmeyerek, milletin aklını karıştırıyorlar.
Arkadaşlar... Belli bir şablon yoktur. Kendi takımının artıları eksilerini, rakip takımın artılarını eksilerini çarpıştırırsın, ona göre bir teknik adam olarak sahaya çıkar oynarsın. Hadi sizin dediğiniz gibi sahaya 4-3-3 çıktık. O sırada ileri üçlüden ikisi birer, ikişer metre geriye gelip adam kovaladı. O zaman o zaman al sana 4-5-1. Veya ortadan iki oyuncu hücuma kalktılar. Al sana 4-1-5. Yani sizin kafanıza göre sahada bir forvetle çıkarsan, az hücum yapar, az gol atarsınız. O zaman üç hatta, dört forvetle sahaya çık, daha çok gol atarsın. Seni kim engelliyor. O zaman kıçını nasıl kurtarırsın. Onu düşünen yok. Düşünün Avrupa Şampiyonu olan Galatasaray’da kaç forvet vardı, kaç kişiyle hücuma çıkıp geri dönüyorlardı.
2 kaleci hastanelik olur
Bütün hikaye takımın genelinde bitiyor ama orta alanda oynattığın futbolcuların hücum etme kapasiteleriyle geriye dönme veya pres yapma kapasiteleri ne kadar yüksekse, o derece başarılı oluyor. Bu şuna benziyor. İki tane kaleci oynatırsan, daha az gol yersin. Peki aynı topa iki kaleci birden uçarsa ne yaparsın. Cevap: İki kaleci hastanelik olur.
Futbolda bir prensip vardır. Tek prensiptir. Kurulduğu günden bu güne kadar bu prensip ve sistem ile oynanır. Topu kapınca çok çabuk hücuma gideceksin, kaptırınca pres yapıp çabuk geriye geleceksin. Adetlerle kafanızı karıştırmayın.
Bazıları daha da ileri gidiyor. Bir takımda iki tane, üç tane Delgado, Alex isteyenler var. Yani bizim futbol diliyle intihar etmek isteyenler. Aslında bunu isteyenler maça gelmesinler. Sirklere gitsinler.
Harbiye Orduevi’nde kare bayrak...
PAZARTESİ günü Şişli’den Beyoğlu’na doğru yürüyorum. Araba kullanırken veya yanda otururken insan hep öne ve yana bakıyor. Yukarıyı göremiyorsun. Ankara Esenboğa Havalimanı yolundaki yaya üst geçitlerinin altlarındaki rezaleti ve faciayı gördükten sonra daha bir yukarılara bakar oldum. Harbiye Orduevi’nin önünden geçiyorum. Kafamı yukarı kaldırdım bir de baktım, acaba yanlış mı görüyorum diye kendi kendime sordum.
Türk bayrağı hırçın hırçın dalgalanıyor, ama bayrak dikdörtgen olması gerekirken kare olmuş. Gözlerimi ovuşturdum baktım doğru görüyorum. Oranlamayı görmem için başka bir bayrak aradım. İmdadıma radyoevi yetişti. Onun önünde dalgalanan bayrak normal boyuttaydı. Eğer bu bayrak indirilmediyse, oradan geçenlere "siz de görün" diyorum. Özellikle Harbiye Orduevi’nde böyle bir bayrak asanlar hesabı kime verirler bilemiyorum.
Kalp doktoru şart
ALMANYA Birinci Ligi’nde bu yıl maçlarda bir kalp doktoru da görev yapıyor. İşte gördüğünüz gibi dakika bir, gol bir. Kararın ne kadar doğru alındığı Ümit Özat olayında yaşanıyor. Geçen yıl bizde de böyle bir olay yaşandı. Ambulansa konurken kalbi duran Meduna’yı Galatasaray doktoru elindeki ufak bir şok aletiyle kurtardı. Demek ki, acilen uygulamaya bizde de geçilmesi lazım.
Halka hizmet bu
TAYYİP Erdoğan gümüş madalya sahibi Sibel Özkan’ı kabul etmiş, bir saat konuşmuş. Bence o bir saatin çok uzun süresinde yurtlar konuşulmuştur. Çünkü kızımız böyle bir yurttan yetişme. Başbakanın neden başarılı olduğunun bir göstergesidir bu. Bu yurtların bağlı olduğu bakandan veya genel müdüründen istihbarat yapmaya kalksa, bu kadar doğru bilgi alamazdı. İşte halka hizmet budur. Çok parti başkanına bu detay geliyor ama o işin doğrusunu yapmış.
Ameliyat şart
TÜRKİYE’de hakemlere seminerler veriliyor. Pozisyonlar görsel anlatılıyor. Herşey yapılıyor. Allah var her komite kendi çapında uyguluyor. Ama görüyoruz ki, fazla değişen bir şey yok. Özellikle de bazı hakemlerde yürek yok. Bence o zaman da bazı hakemlere kalp nakli ameliyatı yapmak lazım. Belki düzelirler.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2008
KONYASPOR, Beşiktaş’ın üzerine gidemedi mi yoksa Beşiktaş mı Konyaspor’a pozisyon vermedi? Bence, birincisi. Sahada en fazla top kullanan adam Fahri. Topla en fazla oynayan da o. Yani, Fahri takıma değil kendine oynadı. Aslında kötü işler de yapmadı gözüktü ama görüntü olarak. Ama Konyaspor’un dün gece el freniydi. Holosko bir gol attı, belki de 90 dakika boyunca ilk defa sahayı enlemesine gezdi. Beşiktaş’ın akını soldan sağ tarafa geldi. O anda da Holosko karar vererek en sağ dıştan sol içe doğru depar atmaya başladı. Biliyordu ki, top sonunda oraya gelecek. Bir Konyalı oyuncu buna uyandı. O da Holosko’yla beraber hareketlendi. Ama ikisinin de attıkları 30 metrelik deparda Holosko önde koştu, Konyalı arkada. Ve bu Konyasporlu oyuncu, 30 metre boyunca ona refakat etti. Depar süratini arttırıp Holosko’yla kendi kalesi arasına giremedi. Ve Holosko, göstere göstere ikinci golü attı. Böyle hatalar yaparsanız, İstanbul’da Üç Büyükler’den puan alamazsınız.
Zapotocny iyi transfer
İbrahim Toraman bu defansta oynar. Zapotocny, iyi transfer. Dikkatli bir oyuncu. Bu yıl takıma faydalı olacağa benziyor. Serdar Özkan çalışıyor. Ama daha bu yaşta hakemle, rakiple bu kadar oynarsa kendini yere atarak, hakemi aldatmaya kalkarsa, yarın bir gün hakikaten bir tekme yer. Bu sefer de kimseyi inandıramaz.Uğur İnceman basit oynuyor, çalışıyor, faydalı.
İsmail hep yapıyor
Bu Beşiktaş’ta dünkü maçta bir arıza var. O da şu; 90 dakika tempoyu düşürüp çıkarmıyorlar. Hep aynı kilometrede gidiyorlar. Bu da rakibin işine geliyor. Beşiktaş ikinci golü atıyor ve bütün takım kendi yarı alanında seviniyor. Rüştü de geliyor kenarda Ertuğrul çıldırıyor. Bir tane Beşiktaşlı oyuncu rakip alana geçip hakemin başlama düdüğüne izin vermemesini istiyor.
Ama Ertuğrul’u sallayan yok, ikazını dinleyen de yok. Ve o hızlı Rüştü’yü oyundan alıyor. Şampiyonluğa oynayan takımın oyunuları böyle basit, amatörce hareketler yapmamalılar. Tello, defansta sırıtıyor ama Konyaspor dün ondan faydalanamadı. Konyaspor, İstanbul’a şöyle bir top oynayayım, belki 1 puan alırım. Ama alamasam da ne yapayım? Beşiktaş benim rakibim değil havasında gelmiş. Futbolda rakibi biraz ısıracaksın. Konyalı oyuncular çok yumuşak futbol oynuyorlar. İsmail Güldüren her zamanki gibi, yine elleriyle kollarıyla saçma sapan işler yapıyor. Hakemleri de güç pozisyonda bırakıyor. Bobo, İsmail Güldüren’in kendisini tuttmasında abartarak kendini yere attı, hakeme de yedirdi, penaltıyı da verdirdi. Ama işte İsmail Güldüren bunu her maç yapıyor. Hatta daha şiddetlisini.
Dereli zorlanmadı
Selçuk Dereli, zorlanmadı. Ama yine bazı sarı kartları kurtarabilir miydi? Kurtarabilirdi. Mesela Fahri’ye verdiği sarı kart, kart değil. Sonra da Fahri’nin elle oynamasında zorlandı.
Sezonun ilk maçı ama İnönü Stadı dolu değil. Acaba Ramazan’ın ilk günü olduğu için mi yoksa günlerden pazartesi olduğu için mi?
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2008
BİR hava topu, kaleci Volkan dev gibi cüssesiyle yükseliyor, altta kalan bir Belediyeli oyuncu var. Volkan topu elinden kaçırıyor, futbolcu altta, herşey normal. Hakem anında düdüğü öttürüyor ve Belediye aleyhine düdüğü çalıyor. Okan Belediye hücuma çıkarken bir yan top kaptırıyor, sarı lacivertliler gol pozisyonuna giriyorlar. Gole giden Güiza’yı Metin Depe arkadan tutup yere indiriyor; dakika 30. Hakem hem faulü veriyor hem de maçın en doğru kartlarından birini, yani kırmızıyı Metin’e gösteriyor. Buraya kadar herşey tamam, ama yerden kalkan Güiza hakeme doğru daha pozisyon olur olmaz, kart işareti yapmaya başlıyor. Oğuz Sarvan da seminerde diyor ki, "Böyle bir pozisyon oldu mu, önce pozisyonun kartını gösterin (yani kırmızıyı), sonra kart gösterilmesi ikazını yapan futbolcuya da sarıyı." Bunu dünya alem biliyor, futbolcular da seyirciler de. Peki hakemler biliyorlar mı? İmkan mı var bilmemelerine, peki niye gösteremiyorlar? İşte bu yılların sancısı. Zaten gösterebilseler, biz maç yazısına böyle başlamayız.
Belediyeli futbolcu içinden diyor ki, "Ben bu maçta ağzımla kuş tutsam, karşımda bir hakem var." Fenerbahçe futbolcu da diyor ki, "Biz bu hakemle fazla zorlanmayız." Hakem bir ikinci sarı kart kullanıyor Belediyeli Serhat’a, tartışılır. Peki ilk sarı kart, sarı kart mıydı? Gene tuhaf. Peki o zaman; Maraton’da buluşalım...
Büyükşehir Belediye temizlendikten sonra, bu sefer Roberto Carlos ile Yasin’e göstermelik iki sarı kart. O zaman kafam karışıyor. Bu hakem futbolu bilmiyor mu, yoksa kafasında çok mu şeytan var? Özellikle takip edip buna karar vereceğim. Zaten Belediye 9 kişi kalınca iş bitiyor. Fakat işin kötüsü 9 kişi kalmış Belediye’ye Fenerbahçe yine diş geçiremiyor. Yani anlayacağınız bu sene Fenerbahçelilerin işi zor. İlerleyen haftalarda çok değişik görüntüler izleyebiliriz.
Sadece skor
Şimdi bir de başka açıdan bakalım... Dakika 30, rakibin gole gidiyor, geride 60 dakika daha var. Gol pozisyonu yaratılsın mı istersin, yoksa kırmızı kart görmek mi? Bana kalsa, bırak gol olsun. Çünkü daha 60 dakika var. Hele bu Fenerbahçe’ye 11’e 11 oynarsan, kaybetme şansın yüzde 10 veya 20. Sarı lacivertli takıma bakıyorum kim iyi oynadı diye, kimseyi bulamıyorum. Peki rakip kaleci Hasagic’i zorladılar mı, o da yok. Volkan’a bakıyorum, bu seneye kötü başladı. Sebebi çalışmıyor mu, yoksa arkasında bekleyen yedek kaleci onu zorlayamayacak gibi mi, yoksa kendine mi bakmıyor, bilemem. Yasin oynamamanın verdiği dezavantajla kontrolsüz işler yapıyor. Alex kararsız, arkadaşlarına mı müdahale etsin, Aragones’in dediklerini mi yapsın, rakiple mi uğraşsın. O da üçlem içinde sahada gezinip duruyor.
Roberto Carlos-Uğur ikilisi iyi hücuma kalkamıyorlar, oradan iş bitiremiyorlar. Peki madem onu yapamıyorlar, o zaman iyi defans yapsınlar, onu da yapamıyorlar. Rakip oradan biraz işlesin, neredeyse havlu atacaklar.
Yani Fenerbahçe açısından dün gece sadece skor var, gerisi hikaye. Bravo Fenerbahçe seyircisine, bu kalite futbola göre yine iyi seyirci geliyor. Belediye hakkında fazla bir şey yazamayacağım, ama 9 kişi kalmalarına rağmen fizik olarak sahadaki bütün futbolcular üst düzey kalabiliyorsa, demek ki lige hazırlar.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2008
FUTBOLDA ismin ve tecrübenin avantajı var. Ama mücadelesiz olmuyor. İki maçı da çıplak gözle izledim. Belgrad’daki 6 eksikli Partizan inanılmaz top oynamıştı. İkinci yarıda da Fenerbahçe fena değildi ama bu sefer bakıyorsunuz Partizan tam takım, o Belgrad’daki ilk yarıdan eser yok. Burada da ilk 45 dakika Fenerbahçe çok kontrollü ve akıllı. Nitekim 2-0 öne geçiyorlar. Ama işte Türkiye’deki hastalık hemen baş gösteriyor. Sanki 2-0 olunca her şey bitmiş. Aynı ciddiyetle maça asılan bir Semih, bir Alex, bir de Güiza var.
Semih o kadar çok koşuyor ki, neredeyse bütün balataları yakacak. Aragones doğru bir kararla onu dışarı alıyor. Zaten dün akşamki maçın yıldızı da Semih. Çok güzel bir gol attı.
Hem Semih, hem de Güiza bencil değil. Bu, Fenerbahçe için bir avantaj. Yan yana oynarlar mı? O Aragones’in sorunu. Orta sahayı hallederse olabilir. Ama ikisi oynadığında Alex de varsa, orta alanda gene rakibe büyük oynama alanları bırakıyorlar.
İspanyol hakem avantajdı
Türkiye ve Fenerbahçe için çok önemli bir maçtı. Şampiyonlar Ligi futbolun kaymağı. Orada oynamak bir ayrıcalık. Orada olmak bir keyif. Nitekim Fenerbahçeli futbolcular bu güzel zehri şırıngayla vücutlarına almışlar ki, diğer maçlara göre daha fazla kımıldadılar, daha istekliydiler. Mesela Maldonado diğer maçlara göre daha derli topluydu. Fenerbahçe hala Güiza’yı oynatamıyor. Ve orta alanda büyük zaaflar veriyor.
Maçın hakeminin İspanyol olması sarı lacivertliler için bir avantajdı. Diyeceksiniz ki: "Lehinde düdükler mi çaldı?" Hayır ama teknik direktörün, Güiza’nın, Roberto Carlos’un oynamaları sahanın içindeki konuşmalar Fenerbahçe için avantaja dönmese bile dezavıntaja da dönmez.
Biz olsak çıkarırlardı
Bu Sırplar enteresan tipler. Basın tribününde 10 kadar gazeteci var. Partizan frikikten golü atınca ayağa kalkıp sevindiler ama bağırarak dönüp sol taraftaki Fenerbahçe tribünlerine orta parmaklarını gösterince ortalık karıştı. Onlar Türkiye’yi herhalde İngiltere ve Almanya ile karıştırıyorlar. Türkiye’den iki tane İngiliz’in ölüsünün gittiğini herhalde onlara kimse söylememiş olsa gerek. Nitekim az daha o orta parmağı kırıp gereğini yapacaklardı.
Benim anlamadığım bir başka nokta daha var. Aynı hareketi bir başka basın tribününde biz yapsak, bizi orada oturturlar mı veya polis gelip anında kaldırıp götürür mü? Belki ikincisini yapar. Biz bazen ya çok fazla beyefendi oluyoruz ya da çok fazla agresif. İnsanımız da öyle, polisimiz de...
Not: Dün çıkan haftalık yazımda, sigara yasağıyla ilgili olarak verdiğim örnekte, "İngiltere’de açık alanda olsa bile üç tarafı kapalı, bir tarafı açık bir bar varsa, bu kapalı bir bar sayılıyor" demek istedim. Ama bu yazıda yanlışlıkla "Açık havada olan bir barın eğer üst tarafı kapalıysa bu kapalı alana giriyor" şeklinde çıkmış.
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2008
MAÇLAR başladı, kan dökülmeye de başladı. Futbol Federasyonu’ndan önce, Kulüpler Birliği oturup kendi aralarında bir karar almalılar. Maça, deplasmana giden takımların seyircisinden o takım sorumlu olacak mı? Yani giden bu seyircilerin yaptıkları hareketlerden kulüp zarar görecek mi, görmeyecek mi? Bir kere bunun çizgileri iyice belirlensin.
İkincisi, emniyet güçleri herhalde hazırlıksız yakalandılar. Çünkü otobüsler şehrin girişinde tutuluyordu, alkol muayenesi yapılıyordu. Taş, şişe, kasatura, döner bıçağı var mı, bakılıyordu.
Bu maddeleri içinde taşıyan otobüsler içindeki yolcularla birlikte stat civarına sokulmuyor, maç saatine kadar tutulup, geri gönderiliyorlardı.
Atıp, tutanlar kayboldu
Daha da önemlisi bunları yapanlar hep aynı şahıslar. Hangi kulüp olursa olsun hiç önemli değil. Peki devletin gücü bir avuç çapulcuya yetmiyor mu? Demek ki yetmiyor. Ama bir avuç çapulcu malı kirletiyor.
Pazar akşamı Maraton’da Şansal Büyüka bu kanlı, kavgalı, dövüşlü görüntülerin hiç birisini ekrana getirmedi. "Biz yayıncı kuruluş olarak bu pislikleri ve çirkinlikleri ekrana getirmeyelim" dedi.
Ne oldu? TRT dahil olmak üzere ertesi akşam bütün ana haber bültenleri ve spor programları bu görüntülerle doluydu. Hani atıp tutanlar neredeler? Hani o çamur atanlar, ne yaptılar? Hikaye.
Ben onları yıllardır iyi tanırım. Çamur atmaya kalkınca atarlar da, kalçaları başları ayrı oynar. Toplumu birbirine vurdurmak için her şeyi yaparlar.
Örnek mi? Her haltı köküne kadar oynatıp, konuşup sonra ekranın arkasına geçip ellerini ovuşturup ağzından salyalar akarak gülerler. Ama RTÜK, "vazelinden" Maratonu kapatır.
Vazelin kullanan TRT ve ana bültenler dahil kimseye dokunmaz. Daha yeri gelecek, çok şey konuşacağım ve yazacağım. O zaman da kimse kusura bakmasın arkadaşlar.
Millet gördüğüne inanır
DEMİRÖREN’e çakmak atıldı. Küfür edildi. Ve Beşiktaş Başkanı yerinden kalkarak maçı terketti. Peki işin başlangıcı nerede? Biraz araştırınca karşıma enteresan bir tablo çıktı. Ama bu tablo da çıksa, yapılan çirkinlikleri kesinlikle örtemez. Yani bahanesi olamaz.
Bakınız ne oluyor?
Beşiktaş iki tane gol yemiş, kötü futbol oynuyor, hava sıcak. Nem de var. Yıldırım Demirören de sigara tiryakisi. Çıkarıp bir sigara yakıyor. Zaten sinirden kendinden geçmiş bir durumda. İşte ne olduysa burada oluyor. Etraftan seyirciler bağırmaya başlıyorlar, "Sigara bize yok da kulüp başkanına var mı?" diye. Valiye bile sataşıyorlar. Yıldırım Demirören etrafına validen izin alarak sigara içtiğini söylüyor. Ama o kalabalık ve hengamede kimseye anlatamazsınız. Millet gördüğüne inanır. Bu sefer, seyirciler lafla sataşmaları arttırarak işi fiiliyata döküyorlar.
İşte burada haksızlar. Eğer hak arayacaksanız yasal yoldan arayacaksınız. Bir şey atmak ve küfür etmek çok kolay. Ve olay büyüyor, sonra ne hale geliyor. Zaten bu açık alanda sigara içilme olayının sınırlarının iyi belirlenmesi lazım. Mesela İngiltere’de eğer bir barın, hem de açık havada olan bir barın eğer üst tarafı kapalıysa bu kapalı alana giriyor. Açık alana girmiyor. Yani adamlar olayı daha başında kitlemişler. Demek ki bu sigara yasağı olayından neler yaşayacağız neler.
Tokat yemek hoşlarına gidiyor
BİZLERİ yıllarca yetiştiren ilim irfan yuvaları olan, üniversitedeki profesörleri, doçentleri ve yardımcılarını hayretle izliyorum. Hiçbirinden yıllarca "tık" yok. Hepsi, zurnanın son deliği. Ama, "Profesörüz, doçentiz, yardımcıyız" diye hava atıyorlar. Neden mi?
Şimdi Abdullah Gül eleştiriliyor atanan rektörler konusunda. Geçen dönemde de aynı vukuattan Ahmet Necdet Sezer eleştiriliyordu. Yani ne Gül’ü, ne de Sezer’i bu konuda eleştirmek son derece haksızlık olur. Çünkü her üniversiteden 6 adayı oylama ile seçip gönderen profesörler, doçentler değil mi?
Yani Cumhurbaşkanları diyor ki, "Ey öğretim görevlileri, ey eğitim adamları siz kimsiniz. Siz bu işten ne anlarsınız. Siz birer kuklasınız. Bu işten biz anlarız" (Pardon ben anlarım) diyorlar. Peki Cumhurbaşkanları’na bu cümleyi söyleten kim? Cumhurbaşkanları’nın kendileri mi? Hayır, kanun.
Yıllardır bu kanun bozuk. Kanunu düzeltmeye kimse çalışmıyor. Hala Cumhurbaşkanları’na sallıyor. İnanamıyorum. Bu entel-dantel öğretim görevlileri de sus-puslar. Bu kanuna tavır koymuyorlar. Devamlı tokat yiyorlar. Demek ki hoşlarına gidiyor.
Ölümcül tehlike kol geziyor!...
ANKARA-Esenboğa yolu için, prestij yolu diyorlar. 4 gidiş, 4 geliş yol fena olmadı. Ama yolun zemini tam sıkıştırılmadan çabuk yapma uğruna üzerine asfalt döküldüğü için arabalar, "tıkır tıkır" gitmeye başladılar. Olsun bunlar düzeltilir.
Ama bu yolda ölümcül tehlike hala kol geziyor. İnanamayacaksınız ama bu yolun üzerine yapılan yaya geçitlerinden her gün yola saç ve demir parçaları dökülüyor. Bu üst geçitlerin altının çoğu zaten uçtu. Mübalağa etmiyorum. Bizden birisinin arabasının üzerine düşse ve ölsek, önemli değiliz. Türküz, bir kişi eksiliriz. Ama büyükelçiliklerin olduğu Ankara’da bir sefaret mensubu böyle bir ölümle mort olup, kuyruğu titretirse dünyadaki halimiz nice olur hiç düşündünüz mü? Veya, güvenlik açısından kortejinin hızlı gittiğini bildiğim Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın arabasına bu saçlar veya demir parçalarından bir tanesi düşerse Allah muhafaza sonuç ne olur?
Sevgili okuyucular 5 aydır alt geçitler böyle. Merak edenler Esenboğa’dan geçerken kafasını kaldırıp alt geçitlerin haline bir baksın. Burası Türkiye her şey olur.
Bu üst geçitlerin altındaki görüntüleri gördükten sonra aklıma şu geldi. AIDS’li bir kadınla yatan Temel’e sormuşlar, "Korkmuyor musun?" diye. "Biz hamsi yeriz bize bişey olmaz" demiş.
Kazım’a bak yeter...
CUMARTESİ günü oynanan Gaziantepspor-Fenerbahçe maçından önce müzik dinlerken Kazım’ın dansı ile Güiza’nın ona "Uzaydan gelmiş gibi" bakan görüntülerini seyredin. Fenerbahçe takımı sahanın içinde neden uyumsuz, gamsız anlarsınız.
Kırtasiye devri bitti
FUTBOL Federasyonu bu sene güzel bir karar almış. Yıllardır, sahası kapatılacak takımların bu cezaları 15 gün sonra veriliyordu. Bu arada iş sulanıyor, bahaneler artıyor, hatta iki maç üst üste oynayacak takımların ilk hafta sahaları kapanmıyordu. Bu ceza haliyle ileri bir tarihe taşınıyordu. Belki de sezon sonu son maç cezası verilemiyor, o ceza bir sonraki yıla taşınıyordu. Şimdi bütün dosyalar Hukuk Kurulu’nda toplanacak, Disiplin Kurulu’na hazır halde gidecek.
Yani, Disiplin Kurulu kırtasiye işinden kurtuldu. Önüne gelen evraklara göre cezayı verecek. Perşembe günü itiraz varsa takip edilecek, cuma günü kesinleşecek. En doğrusu da buydu.
Doğal olanı severim
SUNİ çimde futbol oynanır mı? Tabiri caizse, ağzı olan herkes konuşmaya başladı. Ama, iş oynayanlarda. Beyler, suni çimde futbol oynanmaz. Riski fazladır. Sakatlanma oranı dörde, beşe katlanır. Daha da ileriye gidin. İsterseniz doktorlara danışın. Suni çim orada futbol oynayan şahısların uzun vadede eklem ve kas yapılarında, ilerleyen hayatlarında son derece kötü ve kalıcı hasarlar bırakır.
Beyler, her şeyin doğalı güzeldir. Bazı hataları olsa bile.
Israr ediyorum, suni çimde futbol oynamak, şişme kadınla seks yapmaya benzer. Şişme kadını bilmiyorum ama suni çimde top oynadım. Ama çok mecbur olduğumda. Peki, "Çok mecbur kalırsan şişme kadın kullanır mısın?" diye sorarsanız. Ben de size "Olur mu böyle şey, manyak mısınız" derim.
Sinan’ın rolü yok
DİYORLAR ki Yıldırım Demirören, Sinan Engin’i soyunma odasına yolladı. Sinan Engin ne iş yapıyor? Menajer. Hem de eski bir futbolcu. Sinan Engin’i soyunma odasına yollama hakkı var mı? Bence var. Yani Sinan Engin soyunma odasına gidince mi, taktik değişti?
Bence hayır. Çünkü 2-0 mağlup bir takım ikinci yarıya bütün riskleri alarak başlayacaktır. Yani Sinan Engin’in oraya gitmesi ile gitmemesi arasında hiçbir bağlantı kurmam. Zaten Sinan da maçtan sonra verdiği beyanatta çok açık bir şekilde bunu dile getirdi. Ertuğrul Hoca’nın, devre arasında futbolculara çok ağır bir konuşma yaptığını söyledi. Peki onu da mı Sinan yaptırdı? Bence o da hayır.
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2008
4-1’lik skor kimseyi aldatmasın. Maç, önce 46’da Denizlispor’dan uzaklaştı, sonra da 49’da bitti. Önce Murat Karakoç 4. amatör kümede bir futbolcunun yapmayacağını yaparak atıldı. Sarı kartı olan bir oyuncu o işi nasıl yapar, bilemem. Hani egzejere etsek, "para aldı, yaptı" desek futbolcu akıllı adamdır, bu iş de akıllı adamın yapacağı iş değil. Aradan iki dakika geçti, bu sefer Denizlispor Teknik Direktörü Ali Yalçın, belki de G.Saray takımını en fazla hırpalayan ve hırpalayacak olan İsmail’i oyundan çıkarıp Giray’ı alınca maç bitti. Bakmayın siz 4-1, 7-1 de olurdu ama Denizli’nin genç kalecisi bir hatasına rağmen iyi oynadı.
Denizlispor’u böyle anlattıktan sonra G.Saray’ın ne yaptığına bakalım. Kalede Aykut kesinlikle güven vermiyor. Hasan Şaş, ilk çalımı rakibine, ikinci çalımı yine rakibine, üçüncü çalımı kendine atıyor, dördüncüde şöyle bir etrafında dönüyor. Ortalayabilirse beşincide ve altıncıda ortalıyor. Bu arada arkadaşlarının hepsi rakip kale içine girmişler. Bakıyorlar ki top gelmiyor, otobüs kaçıran yolcular gibi duraktan gerisin geriye dönüyorlar.
Kalli’nin döneminde bir şekil vardı. Bu dönemde kenardaki teknik direktörün oyuna çok etkisini görmüyorduk. Ya çok şeyleri değiştirmeye kalkıyor ondan, ya da futbolcular kendi kafalarına göre oynuyorlar.
Servet tribüne oynuyor
Servet iyi mücadele ediyor ama topu oyuna sokarken topu koşturacağına kendisi 30-40 metre top sürüyor. Bu da tribünlerin hoşuna giiyor. Ama Servet yapması gerekeni yapmıyor. Yani tribüne oynuyor. Sabri 5-6 defa orta yaptı, çoğu dışarıya. Lincoln önce bir gözüktü, sonra hiç yok. Nonda tek başına kalıyor ama iyi şeyler yapıyor, topu iyi kullanmaya çalışıyor. Kalabalık defansı bozmaya uğraşıyor. En kötüsü sarı kırmızılılar çok fazla yan top yapıp geriye doğru oynuyorlar. Kendi seyircisi takımının bu kadar ağır oyununu görmüyor tepki göstermiyor, Denizli kalecisi biraz ağır hareket edince onu ıslıklıyor.
Her kafadan ses çıkıyor
G.Saraylı bir seyircinin ikinci yarının ortalarındaki bağırarak sarfettiği bir cümle dikkatimi çekti. Bir G.Saraylı kaleye şut attı, o taraftar da tribünde ayağa kalkıp, "Alkışlasanıza lan birbirinizi doldursanıza" diye bağırdı. Yani G.Saray takımında şu anda her kafadan bir ses çıkıyor.
Bence G.Saray’ın attığı ilk golden önce Denizli hücuma çıkarken santra yayında Denizlili oyuncunun ayağına arkadan darbe ile vurdular. O top gitti, gol oldu. G.Saray’ın üçüncü golünden önce faul var mı, o da tartışılır. Daha da önemlisi, Denizlili oyuncu iki sarı karttan atılınca çizgileri terk eder etmez hakem oyunu başlattı. Oyun alanının çevresi dahil atılan oyuncu tüneli terk ettikten sonra oyun başlamayacak mıydı? Bence Murat Karakoç’un gördüğü ilk sarı kart, kart olmamalıydı. O zaman hakem maça ne kadar tesir etti, hep beraber tartışalım.
Oyundan alınan Mehmet Topal, G.Saray gol atınca kenarda arkadaşlarıyla sevindi. Ama devre arasında oyundan alınan Hasan Şaş’ı gözlerim aradı.
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2008
Futbol Federasyonu yeni sezon öncesi yeni kurallar getirdi. MHK de lig öncesi çok duyarlı. Bu sezon işler biraz daha şeffaf olacağa benziyor. Hakem, gözlemci ve MHK arasındaki ahbap-çavuş ilişkisi nihayet son bulacak gibi. SÜPER Lig yarın başlıyor. Seyirci maçlara gidecek, sahada gördüklerini izleyecek. Ama bir de perdenin arkası var. İsterseniz, Futbol Federasyonu bu sene oynanacak maçlarda neler istiyor, neler yaptıracak onların köşe başlarından biraz bahsedelim.
Kaptanlık bandı, sağ kola mı, sol kola mı takılacak sorun oluyordu. Bunları yazan temsilciler vardı. Böyle bir sorun ortadan kalktı. Hangi kola takılırsa takılsın.
Müsabakadan 75 dakika önce saha sulaması bitecek. Eğer half-time’da sahanın sulanması gerekiyorsa, temsilci nezaretinde bütün saha sulanacak. Çünkü bazı uyanık teknik adamlar istedikleri zaman sahayı sulatıyorlardı. Bunu, half-time’da bazen de maçtan önce yaptırıyorlardı.
Hak mahrumiyeti cezası alanlar bunlara yöneticiler ve teknik adamlar da dahil, akreditasyon kartlarıyla girebileceği bütün yerlere giremeyecekler. Soyunma odalarına, koridorlara, şeref tribünlerine, protokol tribünlerine, saha içine, vs.
Süper Lig’de mücadele eden takımlar maçlara 3 renk kaleci kazağı getirecekler.
Saygı duruşu, siyah bant ve siyah forma kesinlikle Futbol Federasyonu’nun iznine tabii olacak. Gençlerbirliği ve Beşiktaş gibi bir renkleri siyah olan takımlar bile Futbol Federasyonu’nun izni olmadan siyah forma giyemeyecekler.
Deplasmana gidecek takımlar en fazla 10 yönetici ile sınırlı olacaklar. Yalnızca seyircisiz maçlarda bu rakam 25 kişiye kadar çıkabilecek.
Şimdi gelelim hakemlerin yapacaklarına...
Göz yumulmayacak
Teknik adamların, teknik alan ihlallerine göz yumulmayacak. Önce ikaz, sonra tribüne gönderilecekler. Bir kişi gelip teknik alan sınırında futbolculara ikazlarını yapacak, oyuncu sonra gidip kulübeye orada duracak. Oturması şart değil, ayakta da durabilir.
Korner ve serbest vuruşlarda ceza alanı içindeki itmelere, kakmalara ve çekmelerde çok net bir şekilde oyun durdurulup ikaz edilecek. İkincisinde kesinlikle ihtar verilecek. Bu konuda Merkez Hakem Komitesi çok duyarlı. Maç bitecek, hakem ve gözlemci maçın kasedini alacaklar, televizyonun karşısına geçip seyredecekler, karşılıklı tartışacaklar. Gözlemci hakem notunu bu tartışmalardan sonra yazacak. Bu hakem notları Futbol Federasyonu’na geldikten sonra, bu sefer Doğan Babacan ve ekibi bu kasetleri bir daha izleyecekler ve puanlara bakacaklar.
Yani, sanki bu sene işler biraz daha şeffaf olacağa benziyor. Hakem, gözlemci ve MHK arasındaki ahbap-çavuş ilişkisi herhalde bu sene son bulacak. Doğru ne ise, o yapılacakmış gibi gözüküyor.
Anons yapılacak
Süper Lig maçlarında half-time’da ve maçın bitiminde 4. hakem oynanmayan kaç dakika süre oynanacaksa saha içindeki temsilciye söyleyecek. O da, hoparlörden anons yaptıracak. Bu anonsta da şu cümle çok önemli: "Hakem en az 4 dakika oynatacak. En az 5 dakika oynatacak" diyecek. Yani, o sürelerde oynanmayan süreler de o dakikaların sonuna ilave edilecek.
Bir de devre arası hakem, soyunma odasına giderken seyircinin görmediği yerlerde bir futbolcuya veya teknik adama sarı veya kırmızı kart göstermişse, maç başladığında bu hoparlörden anons edilecek. Diyelim ki, bir futbolcu herhangi bir sebepten koridorda sarı kart gördü. Seyirci bunu bilmediği için, ikinci yarıda sarıdan, kırmızı oldu mu, şoke olmayacak. Çünkü, anonsu dinlemiş, duymuş olacak.
Bizdeki uygulama çok daha etkili
FENERBAHÇE’nin Avrupa’da oynadığı iki ön elemeye gittim. Hem Budapeşte’de, hem de Belgrad’da iki no’lu yardımcılar half-time ve maç bitiminde koşarak tünele giriyorlardı. Hatta dedim ki, "Oh ne ala dünya. Kestirmeden kendini soyunma odasına at. Hakem ile bir no’lu yardımcı ortada fare gibi kalsınlar."
Ama UEFA yeni bir genelge ile diyor ki; "Üç no’lu yardımcı soyunma odasının tüneline önceden girsin. Koridorlarda, diğer hakemlere yapılacak fiili ve sözlü saldırıları engellesin."
Ama bizde böyle bir uygulama olmayacak. Sebebi de şu; Türkiye liglerinde iki tane temsilci görev alıyor. Bunların birisi protokol tribününde, diğeri sahanın içinde. Ve bu sahanın içinde olan tünel ve soyunma odası koridorlarını da kontrol ediyor. Yani, bu olaya şöyle bir baktığımızda, bizdeki uygulama, UEFA’nınkinden daha iyi ve daha etkili. Çünkü temsilci iki no’lu yardımcıya göre çok daha fazla yetkilere sahip.
Her şeyi biz Avrupa’dan alacak değiliz. Bazen biz daha iyisini yaparız. Ondan dolayı bizden alırlar. Eğer bugün 4. hakem uygulaması varsa, bunun başlangıcı benim hakemliğimdir. Çünkü 3-4 tane saha güvenliği açışından geç başlattığım maçtan sonra zamanında ortalık çok karışmıştı. Ve 4. hakem sistemi o sayede kuruldu. Bu Avrupa’ya bizden gitti. Avrupalı’nın da iki gözü, iki kulağı, iki burnu var, bizim de...
Ekinci Koyu’nu tavsiye edene bak
BU yaz yolum düştü, Ekinci Koyu’na uğradım. İnanılmaz, bir doğa ve mükemmel bir tesis var. Geçen yaz bu iskeleye Amerikan bayraklı bir tekne yanaşıyor.
Yolcular restauranta çıkıyorlar, maalesef mürettebat da tekneyi şampuanla yıkamaya başlıyor. Tesisin sahibi, arkadaşım İrfan. Olayı söylediklerinde cümleleri çok net oluyor: "Getirdikleri yolcuları alsınlar ve çok acele burayı terk etsinler. Bu koylarda sabunla tekne yıkanmaz. Biraz öğrensinler" diyor. Nitekim, teknedekiler yolcularını alarak Ekinci Koyu’ndan uzaklaşıyor.
Ertesi gün telefon geliyor bizim İrfan’a. "Dün sizin iskelede bizim çalışanlar son derece hatalı bir şekilde tekneyi yıkıyorlarmış, haklısınız. Ama biz orayı çok beğendik, eğer müsaade ederseniz Amerika’dan gelen arkadaşlarımız da var, iki tekne tekrar oraya demirlemek istiyoruz ve bütün şartlarınızı kabul edeceğiz" diyorlar.
İrfan da kabul ediyor. Yemeklerini yiyorlar, tekneler gidecekler. Yaşlı bir Amerikalı, İrfan’a yaklaşarak diyor ki, "Tepkinizde son derece haklısınız. Biz burayı bilmiyorduk. Benim oğlum, mümkünse her sene bu koya gelip kalıyor. Ve burayı da bize özellikle tavsiye eden o. Çok teşekkür ederiz." İrfan da yaşlı adama oğlunun kim olduğunu soruyor. Aldığı cevap, çok enteresan.
Bill Gates...
Özel sektörü devlet baltalıyor!
ANKARA’da oturanlara "köylü" derler. Hatta daha ileri gidip, "Ulan siz dağda oturuyorsunuz, dağ adamları" derler. Haklılar.
Çünkü eğer Ankara’dan, Antalya’ya, Ankara’dan, İzmir’e veya daha değişik yerlere uçacaksanız, Türk Hava Yolları yok, Anadolu Jet var. Eğer mümkünse uçakta dizinizi altınıza alarak, bağdaş kurup oturacaksınız. Çünkü menüsküs olma şansınız yüzde 80. Eğer öndeki yolcu uykusuzsa ve koltuğu yatırıp uyuyacaksa yandın. Adamın, saçları, keli ağzının içinde. Bir servis var, muazzam. Bir su bir de kek.
Türk Hava Yolları, Miles kartın varsa işlenmiyor. Eğer Miles kartın varsa ve CIP’ten geçeyim dersen, gişeye uğrayıp 20 YTL vermen lazım. Kabul etmezsen terminalden uçacaksın. Ama terminale geldiğinde anons çok daha enteresan: "TK bilmem kaç sayılı uçakla İzmir’e gidecek yolcuların 103 no’lu kapıdan uçağa gitmeleri rica olunur."
Sen bana, Türk Hava Yolları’nın en ufak bir hizmetini vermiyorsun, bileti erken almazsan ucuz da göndermiyorsun, ondan sonra da çıkıyorsun anonsunu, "TK" yapıyorsun. Yani Türk Hava Yolları. Uçak koydun da binmedik mi? O zaman niye Pegasus’un hep üstüne gidiyorsunuz. Onu baltalamaya çalışıyorsunuz. Devlet, özel sektörü teşvik edeceğine, özel sektörü baltalayarak, öldürmek istiyor. Bunun en canlı örneğini, bu olaylarda görüyor ve yaşıyorum.
Nasıl olacak?
SİGARA yasağında bir ayrıntı var. Buna dikkat edilmesi gerekir. Bazı müesseselerde hem açık alan var, hem kapalı alan. Ve bunlar öyle bir konumlarda ki.. Bazılarının açık alanları tam ortada. Nasıl denetlenecekler veya nasıl ceza yazılacak? Veya tamamen kapalı alanlarda bunların haksız rekabeti nasıl önlenecek? Şu anda bile bu işler sırıtıyor.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2008
OKTAY Derelioğlu geçenlerde bir beyanat verdi. Diyor ki: "Büyük takımların başına paralı adamların gelmesi şart değil." Küçük takımların başına da artık paralı adamların gelmesi şart değil. Naklen yayın gelirleri, İddaa ve diğer sponsorluklarla kulüpler eğer iyi ve akıllı idare edilirlerse çok rahatlıkla bütçelerini döndürürler. İlhan Cavcav, G.Biliği’ne futbol serası diye bir takım kurdu. O serada yetiştirdiklerini G.Birliği’nde oynatacaktı. Çünkü İlhan Cavcav yıllarca bir B Ligi kurulmasını istemişti, yaptıramadı. Ama o İlhan Cavcav’ın kurduğu sera Birinci Lig’e geldi. Satamadı da. İsmini değiştirdi. Peki bu sorun İlhan Cavcav’ın mı? Değil. Peki kimin? Diğer kulüplerin ne kadar kötü idare edilmesinin bir resmi. Adam, oyuncakla Birinci Lig’e geliyor, sen elindeki oyuncağı İkinci, Üçüncü Lig’e düşürüyorsun. Kimler bunu yapan? Zengin yöneticiler.
Mondragon, Lincoln değil
Peki buraya niye geldik? G.Saray, Mondragon’u satıyor. Neymiş, "üç senelik anlaşma yapalım" demiş. Mondragon iş ahlakı üst düzey olan bir sporcu. Yani "paramı alırım, yatarım" diyenlerden değil. Yani bir Lincoln değil. Sen Mondragon’u yolluyorsun, kalecilerini beğenmiyorsun. Sonra bir kaleci kiralıyorsun tonla parayla ve kulübe belki de 30 milyon dolara malolacak maçta kiraladığın kaleciyi oynatmıyorsun. Geçen sene Kalli’yi yolluyorsun, o Kalli geçen seneki amatör takımı şampiyon yapıyor. Belki bu sene Şampiyonlar Ligi’ne giremeyeceksin.
Dönüyorsun Fenerbahçe’ye bakıyorsun, sende Marco Aurelio diye bir oyuncu var. Oynadığı sezonlarda Fenerbahçe’yi de sırtlıyor, oynadığı maçlarda Milli Takımı da. Ve adamı hiç yok yere yolluyorsun. Kalede Volkan var yedeği Serdar. Volkan oynamadı mı o oynuyor, hiç de Volkan’ı aratmıyor, hatta daha da iyi olduğu maçlar var. Volkan, Belgrad’da inanılmaz kötüydü. Niye? Çünkü rakibi yok. Biraz araştırdım, yedek kaleci Volkan Babacan için de çok mükemmel diyene rastlamadım. Yani kapalı kutu.
Bugün büyük takımlara veya iddialı takımlara bakın, hemen hemen aynı ayar iki kaleci vardır. Çünkü kalcinin yedeği olmaz. Birisi olmayıp, diğeri oynarsa fark etmeyeceksin o zaman takım olursun. Şimdi F.Bahçe belki bir yedek kaleci alacak.
Bir de muhakkak, Marco’nun yerine bir adam olacak. Marco’nun yerine alacağı adama en az dört katı para verecek. Veya diyecek ki Aragones’e, "Arkadaş Güiza’ya verdiğin para kamyonla. Marco’nun yerine alacağım adam da çok pahalı ya da yaşlı." Bu sefer Aragones ne yapacak? Çift ön liberoya dönecek. Yani Marco’nun yapacağı işi büyük ihtimalle Maldonado ile Selçuk beraber yapacaklar. Sen bu fazlalığı nerede kapatacaksın? Hücumda. Yönetici olarak bu işi çok iyi biliyorsun ya, sonunda geleceğin nokta bu.
Toz şeker gibi dağıttılar
Diyorlar ki: "Partizan maçında defans çok büyük hatalar yaptı." Evet yaptı. Ama hata defansta mıydı? Hayır. Aynen geçen sene Beşiktaş’ta olduğu gibi orta alanda hiçbir tazyik ve müdahale görmeyen hücumcular direkt geri dörtlünün üzerine bindirme yaptılar. Onları da toz şeker gibi dağıttılar. Partizan biraz dikkatli olsaydı, 36. dakikada durum 4-0 olurdu. Bu Partizan’da bu maçta 6 oyuncu oynamadı. Ve bu 6 oyuncunun İstanbul’daki maçta oynama şansı var. O zaman ne olacak?
Yani idareciler sakın çıkıp da basını, hakemi, Futbol Federasyonu’nu suçlamasınlar. Yaptıkları hataları örtmeye kalkmasınlar. Türk futbolunda artı da eksi de oluyorsa maalesef bunları yapanlar yöneticiler, başka kimse değil. Başarısızlık gelince sonra hedef değiştiriyorlar.
Arıboğan hak ediyor
GEÇEN gün gün bir arkadaşım telefon açtı. "Ermancığım" dedi, "Lutfi Arıboğan’ın görevi ne?" Dedim ki: "Başkan yardımcısı." "Bu profesyonelmiş, para alıyormuş" dedi. Ben de "Alsın, ne var bunda?" diye cevap verdim. Aslında şu anda Arıboğan para almıyor. Ana statüye konuldu ama henüz kabul edilmedi, edilince olacak. Şunu bir türlü halledemiyoruz. Futbol Federasyonu’nda çalışan bazıları eğer tam profesyonel hizmet veriyorlarsa köküne kadar para kazansınlar. Kim kime bedava iş yapıyor?
Aynı arkadaşım devam etti: "Ama Ermancığım bu basketbol kökenli değil mi?" Evet, Lutfi Arıboğan basketbol kökenli.
Bu da Lutfi Arıboğan’ın ayıbı değil ki. Futbol camiasının ayıbı. Eğer yıllardır futbolu bırakan arkadaşlarımız yöneticiliğe soyunsalardı, lisanları olsaydı, Futbol Federasyonu’nun değişik kademelerinde görev alsalardı, fena mı olurdu? Bırakanların hepsi antrenörlüğe gidiyorlar.
Çoğu da oralarda sürünüyorlar. Hepsi bir milletvekilinden, bir bakandan torpil yapma peşinde. Zaten yapanlar antrenörlük yapıyor, yaptıramayanlar dışarıda kalıyor. Veya Futbol Federasyonu antrenör kadroları eski futbolcular fil mezarlığına dönüyor.
Düşünün, futboldan gelip kendini yetiştirip üst kademelere gelen bir tek isim var. O da Adnan Sezgin. İkinci ismi söylesenize bana. Yok. Sizler kendinizi hazırlamazsanız basktetboldan Lutfi Arıboğan gelir, Kemal Dinçer gelir, voleybolcu Can Çobanoğlu gelir.
Futboldan da yalnızca Adnan Sezgin. Olsun gelsinler, bunlar da zaten aklı başında insanlar.
THY’den cevap geldi
GEÇEN haftaki yazıda, Cenevre’ye giderken, 3.5 saat boyunca uçakta yemek yiyemediğimi, sebebinin de önümdeki yemek yiyeceğim açılır sehpanın kırık olduğunu yazmıştım. Ve bu konuda Türk Hava Yolları’nın duyarsız kaldığına değinmiştim.
Yazımın ertesi günü telefon gecikmedi. Hem özür dilediler, hem de daha ilk yazıda genel müdürün de olduğu bir toplantıda bu konunun gündeme geldiğini söylediler. "Bundan sonra yurt içi ve yurt dışı bütün uçuşlarda uçaklarda yolcuyu rahatsız eden hatalardan dolayı o yolcu artık kesinlikle business class’a alınacak, hem kim olursa olsun orada uçurulacak" dediler.
Genel müdür o toplantıda şunu söylemiş: "Bu tamamen uçaktaki yetkilinin yetkisini kullanamama zaafından kaynaklandı."
Allah’tan Pegasus var
PEGASUS’u Yeşilköy’e sokmuyorlar. Sebebi, şu anda Türk Hava Yolları’na en büyük rakip olması. Aslında Pegasus’un bir rakibi daha var. O da uçtuğu hava limanı Sabiha Gökçen. Geçenlerde Bodrum’a uçuyorum, akşam saat 6 olmuş.
Bir tek viski içtim, içtiğim de Red Label. Verdiğim ücret sıkı durun, 25 YTL. Hatta hesabı verirken şöyle etrafıma bir baktım, müzik filan aradım, bulamadım. Dans edenleri aradım, bulamadım. Çünkü Sortie’ye Laila’ya giderseniz viskiyi ancak bu kadara içersiniz. Pegasus’a bindim. Bir tek viski de uçakta içtim. O da Black Label. Düşünün uçakta olmasına rağmen 15 liraya içtim.
Yani havalimanında içseydim herhalde benden 40 lira alırlardı. Allah’tan Pegasus var. Uçakları tertemiz, zamanında kalkıyor. Ama çalışanında da rekabet var. Görevliler uçuşta ne kadar mal satıyorlarsa, ondan yüzde 10 prim alıyorlarmış. Yani hem uçuştan, hem de hizmetten ayrı ayrı kazanıyorlar.
Yazının Devamını Oku