24 Ekim 2008
ŞAMPİYONLAR Ligi statüsünün ne kadar doğru olduğunun kanıtıdır dün akşamki maç. Doksan dakikaya baktığınızda iki takımın da neden Şampiyonlar Ligi’nde oynayamadığını anlarsınız. Veya Şampiyonlar Ligi’nin bu tip takımları barındıramayacağını anlarsınız. Zaten adamlar öyle yapmışlar ki, Şampiyonlar Ligi grubunda üçüncü olan bu grubun finallerine katılacak. Yani Şampiyonlar Ligi’nde dördüncü olan da bu grupla eşit veya bu grupla mücadele edemez pozisyonda.
Maça bakıyorsunuz, golü atan galip mantığında oynanan bir maç. Doksan dakikaya baktığımızda, Galatasaray maçın galibi. Peki maç daha fazla oynansa nasıl gözüküyor? Görüntü gene aynı. Yani dün akşamki görüntüde Galatasaray, Olympiakos’a göre daha iyi bir takım. Zaten bu statüde averaj sistemi olmadığına göre golü atıp üstüne yatacaksın. Galatasaray da onu yaptı.
Eleğin altına düşenler
Olympiakos’un da buna karşı direnç gösterme gücü yoktu. Peki Galatasaray ne yaptı? Golü attıktan sonra defansta hep rakipten iki veya üç fazla oynadı. Bence mantıklıydı. Hiç maceraya girmedi, "ben işime bakarım" dedi. Öteki oynanan maç da Galatasaray’ın ekmeğine yağ sürdü. Şu bir gerçek; Şampiyonlar Ligi maçları kaymaklı ekmek kadayıfı deyin, ne derseniz deyin. Hem havasıyla hem görüntüsüyle, hem şekliyle kaymak. Bu maçlar da teselli ikramiyesi. Yani eleğin altına düşenler. Ama tabii şu da var. O elekten elenip eleğin altına düşemeyip taca çıkanlar da var. Allah herkesin yolunu açık etsin.
Yazının Devamını Oku 22 Ekim 2008
İNGİLTERE’den bir takım geliyor, başındaki teknik direktör 12 küsur yıllık. Yani, nerdeyse mahlülen değil de yaşlılıktan emekli olacak. Kulübün bir de başkanı var, ben hiçbir yerde görmedim. Oynadığı takım Fenerbahçe’nin teknik direktörü bu sene geldi. Geçen yılkini yolladılar. Arsenal’de transferlerin hepsini teknik direktör yapıyor. Kulüpteki yetkililerle yıllar süren araştırmalarla yapıyorlar.
Bir atarsa, iki atarız
İki takım sahaya çıkıyor, maç başlıyor... Takımlar arasında siyahla beyaz kadar fark var. Topu Fenerbahçeliler kapınca atacak arkadaşlarını bulamıyorlar, her tarafta Arsenalli kaynıyor. Bu sefer Arsenal topu alıyor, Fenerbahçeliler Arsenalli futbolcuları yakalayamıyorlar. Yine her taraf koşuşturan Arsenallilerle dolu.
Bir anda maç 3-1 oluyor. Arsenal vitesi küçültüyor ve içlerinden diyorlar ki, "bu Fener bize bir gol atarsa, biz onlara iki gol atarız". Bu görüntüyü Arsenalli futbolcular da Fenerbahçeli futbolcular da tribündeki bizler de hissediyoruz. Yani dün gece Fenerbahçe’nin bu sahadan galip ayrılması mucize. Peki, Fenerbahçe rahatlıkla gol pozisyonlarına girdi mi? Girdi. Ama kaçırdılar. Yani, Arsenal’in defansı da sarı lacivertlilere kıyak yaptı, tek hatta oynayarak. Ama bu tek hatta aradan çıkacak Güzia’ya topu kimler atacaklardı? Fenerbahçe’de bir kişi var. Alex, biraz da Semih. Güiza da pozisyonlara girdi. Ama kaçırdı. Güiza defansa yardım edip, çırpındığı zaman seyirci, "Güiza... Güiza..." diye bağıryor. Ama Güiza o işleri yapacağına gol atsın. Ona gol atsın diye tonla para verdiler. Ama seyirci gol kaçırdıktan sonra "Güzia... Güiza..." diye bağırmadı.
Fenerbahçe maça iki önliberoyla başladı; Maldonado ve Selçuk. Al birini vur ötekine... Hele Maldonado, nasıl bir transfer anlamak mümkün değil. Arsenal, Fener defansının arasında ofsaytta oyuncular bıraktı ama terse atılan toplarla golleri yaptı. Aynı zokayı yıllar önce Chelsea, Ali Sami Yen’de Galatasaray’a yapmıştı.
Takımı olumsuz etkiliyor
Hakem iyi maç yönetti. F.Bahçe seyircisi bu maçta da ikiye bölündü. Ve bu parçalılık F.Bahçe’de sahaya da yansıyor. Zico varken öyle veya böyle Fenerbahçe çok mükemmel oynamıyordu, ağır oynuyordu ama futbolcular birbirlerine yardım ediyorladı. Yani F.Bahçe sahada takımdı. Aragones’le birlikte bu özelliklerini kaybettiler. Şimdi sarı lacivertlilerin Londra’da inanılmaz zor bir maç daha bekliyor. Bu Arsenal orda bu kadar laubali oynamayacak. Şu da net bir şekilde gözüktü; bu sezon F.Bahçe’nin kendi stadında oynanacak UEFA finalinde bence oynama şansı kalmadı.
Yazının Devamını Oku 20 Ekim 2008
TEKNİK adamlar bir şeyler yapmak istiyorlar ama şunu bilemiyorlar: Daha doğrusu bu teknik adamlar herhalde hayatlarında hiç ticaret yapmamışlar. Çünkü, ticaret yapmak insana güzel dersler veriyor. Çünkü, ticarette bir söz vardır; "kár, zararın kardeşidir" diye. Ama ticarette daha da önemli bir şey vardır, iyi giden bir stili bozmayacaksın. Yani, o işte para kazanıyorsan artık orda çalışanlarla oynamayacaksın. Ancak rötuşlar yaparsın ufak ufak...
Dün gece Ersun Yanal, Serkan’ı orta sahaya aldı, değişik bir şeyler yapmak istedi. Bu değişiklik de semeresini verdi! Galatasaray 2-0 öne geçti. Bu sefer değişiklikten vazgeçti, başarılı oldu ama tabela 2-0 aleyhine gösteriyordu.
Dalga geçiyorlar!
Maçı seyretmeyenler, "Galatasaray futbol oynadı, Trabzonspor çok kötüydü" diyebilir. Aslında hayır. Arda, arka direğe bir top kesti, "olursa kafa golü olsun, olmazsa gol olsun" diye... Ve bu ortada golü atan Arda değildi, golü yiyen kaleci Tolga’ydı. Üstüne bir karambol topu... Adamlar iyi paylaşılmamış, Servet’in eliyle attığı gol...
Hakemler mutlaka hata yapacaklar. Bu da çok doğal. Ama bir takımın lehine diğer takımların da aleyhine olursa, işte o zaman yangın çıkıyor. Sinan Engin’in dediği gibi... Servet’in eliyle attığı golü bütün futbolcular görüyor. Hatta birbirleriyle dalga geçiyorlar, "golü nasıl elle attın?" diye. Ama hakem görmüyor. Tribünlerin gördüğünü görmeyen hakemlerle, aslında futbolcular dalga geçiyor.
Trabzonspor pozisyon da yakaladı ama aynı pozisyonları yakalayan Galatasaray gol attı. Aradaki fark neydi? Tecrübe.
İkinci yarı fiyasko
Galatasaray’ın bu sezon oynadığı en rahat rakip oldu Trabzon. Çünkü, Trabzon ne defans yapabildi ne hücum. Galatasaray 10 kişi kaldığı zaman bile Trabzon etkili olamadı, Galatasaray etkiliydi. Trabzon’un bu maçtan çıkaracağı dersler var. Eğer çıkarabilirse şampiyonluğa ortak olabilirler. Ama çıkaramazsa içten karışıp, hedeften uzaklaşırlar. Ha, Galatasaray çok mu iyiydi? Hayır. Hakem derseniz o da kötü. Maçın ikinci yarısı derseniz, fiyasko.
Yani, neresinden bakarsanız bakın, Galatasaray açısından rahat kazanılmış 3 puan. Trabzonspor için sûkut-i hayal... Trabzonspor kötü oynayabilirdi. Ama kötü mücadele edemezdi. Fakat onlar ikinciyi yaptılar. Galatasaraylı birisine "bu maç böyle biter" derselerdi, inanamazdı. Yalnız şunu unutmamak gerekir, ligin genelinde alınan neticelere bakarsak, sürprizler var. Bunun da sebebi, lige verilen aradır. Her aradan sonra sürprizler yaşanır. Peki, "bu maç da sürprizlere girer mi?" derseniz, girmez. Çünkü, Trabzon olduğundan fazla havaya girmiş, İstanbul’a gelmiş. Ama Galatasaray açısından bakarsanız, büyük takım. Aradaki fark skoru getirdi o kadar...
Yazının Devamını Oku 19 Ekim 2008
YILLARDIR konuştuk ama sonunda FIFA bu konuşmaları noktaladı. Uzatma dakikaları için, yani oynanmayan süreler için "en az" ifadesini getirdi. Dünkü maçın ikinci devresi, yani 45 dakika hakem 5 dakika uzattı. Düşünün, 45 dakikada maç 5 dakika uzuyor, tabelanın gösterdiği 5 dakikaya sonradan 3 dakika ilave ediliyor. Yani, maç 90+8’de bitiyor. Sen, kaleci Serdar’a 90+4’te sarı kart gösteriyorsun vakit geçirmekten dolayı, tamam. Belki de 1 dakika ya da 30 saniye eklersin. Ona da tamam. Peki ondan sonraki 2 dakikayı neden oynatıyorsun? Ben sana söyleyeyim neden oynattığını; cesaretin yok ondan. "Hani ben uzattım, maç uzatmada atılan golle biterse bütün şimşekleri ben çekerim" düşüncesi var. Bu sefer de kendinden 2 dakika koyuyor. Neyse biz başa dönelim...
Sorun hakem değil
Sakın 3-2’lik sonuç kimseyi aldatmasın. Fenerbahçe gene çok kötü. Çünkü, dünkü seyrettiğim Kocaeli Süper Lig’de oynayacak kapasitede bir takım değil. Yılmaz Vural’ın gelmesiyle yeni bir hava yakalamışlar ama Fenerbahçe karşısında birinci devre 3-4 pozisyon buluyorsun, Serhat bencillik yapmasa skor 3-0 olur. Ama sen ikinci yarı oyun düzenini bozup, Fener’i kendi üstüne çekiyorsun. Halbuki bu Fener’in üstüne giden her takım çok rahatlıkla sarı lacivertlileri yener. Yani, dünkü maçta eğer Kocaeli açısından bir sıkıntı varsa, bu, hakem değil Yılmaz Vural olmalı. Aragones bildiğiniz gibi. En önde Güiza arkasında Semih, onun arkasında Alex. Ne Semih oynayabiliyor ne Alex oynayabiliyor. Alex orta sahayı kurtaracak, yanında da oynayan 4 tane adam var; Semih, Selçuk, Uğur Boral, Kazım.
Arsenal masalına inanmasınlar
Peki bunların hangisi top kapacak, hücuma çıkacak, bir-iki atak yapacak? Hiçbirisi. O zaman da Fenerbahçe’de orta saha diye bir yer kalmıyor. Olursa ölü toplardan gol olacak. Bu Fenerbahçe ancak Kocaeli tipindike takımları yener. Biraz düzgün bir takıma hiçbir şey yapamaz.
Fenerbahçe’nin yediği iki gole bakın. Hiçbir futbolcu gelen rakibe müdahale etmiyor. Hepsi arkadaşlarından bekliyor.
Süper Lig’e çıkan Kocaelispor’un daha etkili futbolcular transfer edip oynamaları gerekir. Fenerbahçeliler sadece 3 puan aldıklarına sevinsinler. Eğer bu oyunu salı akşamı, "sakatı çok var" denilen Arsenal’e karşı oynarlarsa kesinlikle kazanamazlar. Sakın "Arsenal’in çok sakatı var" masalına inanmasınlar. Çünkü, Arsenal’in ikinci takımı da dün geceki Fenerbahçeyle baş eder.
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2008
Futbol Federasyonu'nda Fatih Terim'e "Sen ne yapmak istiyorsun arkadaş? Bunu böyle yapmayacaksın" diyecek birisi var mı? Bence yok. Çünkü Fatih, onların abisi. Fatih, onların hocası. Fatih, onların babası. BÜTÜN gazetelerde Fatih Terim'in alacağı para var. Aktütün Karakolu'nun işler acısı halini gören Türk halkının, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin böyle bir karakolu daha iyi bir yere taşımaktan bile aciz olduğu yönünde fikre kapılması; doların, euronun yükselmesi, dünyadaki para krizi derken hepsi üst üste binince bütün gözler Fatih Terim'in maaşına dikildi. Fatih Terim, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş veya Ankaragücü teknik direktörü olsaydı bu para konuşulmazdı. Neden? "Onu kulüpler verecek, bize ne?" derdi vatandaş. Ama iş Milli Takım olunca olayın rengi değişiyor.
Bahaneleri hazır
Peki, Fatih Terim kaç para almalı? Burası hiç önemli değil. Neden? Çünkü Fatih Terim'in parasını vatandaş değil, Futbol Federasyonu'nun sponsorları verecek. Futbol Federasyonu özerk bir kuruluş. Peki, Futbol Federasyonu bu parayı verirken neleri kıstas alacak? Fatih Terim, Türk Milli Takımı'nı Dünya Kupası'na götürürse belli bir para, götüremezse belli bir para şartı var mı? Çünkü sponsorlar ona göre destek veriyorlar veya vermiyorlar.
Ben bunları yazmayacaktım. Toplumdaki tepki nedeniyle yazdım. Fatih Terim bugün bir kulüp takımı çalıştırsa, Milli Takım'dan aldığından daha fazlasını alır. Bu ayrı bir olay.
Bu Futbol Federasyonu şunu diyebilir: "Kardeşim, Türkiye'de Fatih Terim'den başka Milli Takımı çalıştırabilecek kapasitede bir teknik direktör var mı?" Sonra da ilave eder: "Fatih Terim olmazsa bu sefer yabancı teknik direktör getirmek lazım. Onun da maliyeti Fatih Terim'in iki katı olur." Eğer bu cimnastikleri yapıp da bu günleri geçmeye kalkarsanız hiçbir yere gidemezsiniz.
İşin aslı bu da değil. Galip geliriz, mağlup oluruz, o da önemli değil.
Bu puanları ileride kapatırız. Futbolda olur, o da önemli değil. Şu anda Türkiye Futbol Federasyonu'nda çok önemli bir olay var. Bunun altını çizerek söylüyorum.
Bu cümlenin de sonuna kadar arkasında olacağım. Eğer bu işler böyle devam ederse, bu Fatih Terim, bu Futbol Federasyonu'nu idare eder. Yani cümleyi ters çevirelim. Bu Futbol Federasyonu'nun, bu Fatih Terim'i idare etmeye, yönlendirmeye gücü yetmez!
Terim'i başkan yapın!
Ümit Milli Takımı, Belarus'la hayati bir maça çıkıyor. Sen A Milli Takım'dan 4 tane oyuncuyu Ümit Milli Takım’a gönderiyorsun. Yetmiyor, Müfit Erkasap'ı Ümit Milli Takım Teknik Direktörü Hami Mandıralı'nın yanına gönderiyorsun. Fatih Hoca'yı bu da kesmiyor, "Ümit Milli Takım İsveç'e giderse, işin başında ben olurum" diyor.
Sevgili Fatih ve sevgili Futbol Federasonu Yönetim Kurulu Üyeleri, ben sizin yerinizde olsam Fatih Terim'i Futbol Federasyonu Başkanı yaparım. Hepinizin de onun emrine girip çalışmanızı dilerim. Çünkü görüntünüz böyle. Biliyorum, sinirleneceksiniz, kızacaksınız ama eğer böyle giderseniz, Haluk Ulusoy federasyonunu arar hale geleceğiz. İşin daha büyük tehlikesi bu.
İyi olmak yetmiyor
Çünkü içeride yapılan başkan yardımcısı yetki tartışmaları yüz ifadelerinizden dışarıdan gözüküyor. Haluk Ulusoy döneminin adamlarını da bu seyahatte görmeye başladık. Yani siz diyorsunuz ki: "Biraz delsek olmaz mı?" Biraz delmenin ölçüsü olmaz. 15 santim mi, 1,5 metre mi, 250 gram mı veya 5 kilo mu? Bir delindi mi, hepsi aynıdır.
Bu Futbol Federasyonu'nda Fatih Terim'e "Sen ne yapmak istiyorsun arkadaş? Bunu neden böyle yapıyorsun arkadaş? Bunu böyle yapmayacaksın arkadaş" diyecek birisi var mı?
Bence yok. Fatih, onların abisi. Fatih, onların hocası. Fatih, onların babası. Onun için de "Ben sizin babanızım. Ben ne dersem o olur" sistemi şu anda maalesef yürürlükte. İsterseniz bu yazıyı kesip saklayın. Her zaman lazım olur.
Hep söylüyorum, Haluk Ulusoy'dan sonra Futbol Federasyonu Başkanlığı yapmak kolaydır. Çünkü o dönemlerde o kadar çok kontrolsüzlük, o kadar çok kokuşmuşluk vardı ki, biraz kontrollü, biraz dikkatli olan başarılı olurdu.
Ama Hasan Doğan'dan sonra başkanlık yapmak bayağı zor. Hepsi pırıl pırıl, hepsi iyi çocukar. Ama kusura bakmasınlar, iyi olmak yetmiyor.
Türk imajını zedeleyemez...
BENİM esas bahsetmek istediğim başka şeyler var. Estonya'ya milli maça gittim. Orada bazı şeyleri gördüm, bazı şeyleri yaşadım. Mesela şunu yaşadım. Doksan dakika boyunca oturduğum basın tribününden Fatih Terim'in yaptıklarını izledim. İnanın, bizim futbolculardan daha fazla mücadele etti, daha fazla hopladı, zıpladı, daha fazla eliyle-koluyla hem futbolculara, hem de etrafa hareket yaptı. En fazla yaptığı hareketler de dördüncü hakeme, 1 nolu yardımcı ve hakemeydi.
Fatih Terim'in bunları hala yapmasına bir anlam veremiyorum. Çünkü o hareketleri, kulüp takımı antrenörü olarak yapsa beni ilgilendirmiyor. Ama Milli Takım teknik direktörü olarak benim Türk imajımı dünya televizyonlarına o tarz veremez, gösteremez. Vermeye de hakkı yok.
Sen bunları yaparsan, o hakemler seni bir gün öyle bir yerde kıstırırlar ki, bir çuval inciri berbat ederler.
Bana göre sen, takımı sahaya yanlış kadroyla çıkarıyorsun. Hakem de kendine göre karar veriyor. Senin hakemi o tarz aşağılamaya hakkın yok. "Rakip kaleci vakit geçiriyor, hakem müsamaha etti" diyorsun, ancak o bahaneyi bulabiliyorsun. Çünkü hakem iyi maç idare etti. Aynı hakemin maçın sonuna üç dakika koymasına rağmen üç dakika bitiminde iki korner kullandık. Yani üç değil, beş dakika ilaveyle bitti.
Faturayı hakeme kesme
ESTONYA maçındaki dakikaları kaybettiren hakem miydi? Hayır. Bence Fatih Terim'di. Niye? Nuri ile devam etmesi gerekirken onu oyundan aldı. Yusuf'la başlaması gerekirken, onu kendisinin de paniklediği devrelerde oyuna aldı. Mevlüt'le başlaması gerekirken onu da oyuna sonradan aldı. Yani bana göre bu maçın bu neticeyle bitmesinin tek sorumlusu Fatih Terim'dir. Ama hedef değiştirerek faturayı hakeme kesmeye kalktı.
Sen her maçta yanlış kadroyla başlayıp bir şeyler yapmak, "ben değişiklik yaparım" havasında olmak için hatalar yapıyorsun, sonra doğruya geliyorsun. O kaçan dakikalar da başımızı ağrıtıyor. Euro 2008’de de böyleydi, bu maçta da devam etti. Hakeme boş yere kızma.
Terim'in gazını Türkiye Ligi alır
FATİH Terim, bence Milli Takımlar Teknik Direktörü olmamalı. Kulüp teknik direktörü olmalı. Sebebi, Fatih Terim çok hırslı. Zaman zaman fevri, zaman zaman yumuşak, inişli çıkışlı bir teknik direktör. Milli Takım senede en fazla 5 tane maç yapıyor. Fatih Terim stres yüklü birisi olduğu için bu sefer bu 5 maçta stresini atmaya kalkıyor.
Halbuki Fatih Terim'in lig takımında çalışsa bu stresi ve gazı 30'a bölünecek. Yani Fatih Terim'in gazını almak için daha fazla maça ihtiyaç var. Fatih Terim bu kafa yapısıyla Türkiye Ligi'nde teknik direktörlük yapsın, üç maçta bir tribüne gider oturur.
Yazının Devamını Oku 16 Ekim 2008
ÜÇ maçta 13 gol yiyen Estonya’yı yenemedik. Adamlar o neticeden sonra beraberliğe yattılar. Pozisyona girdik mi? Girdik. Ama iyi futbol oynadık mı? Hayır. Tamam, eksiklerimiz var, sakatlarımız var ama bu takımın da Estonya’yı çok rahatlıkla geçmesi gerekir. Eğer bu kadroyla Estonya’yı geçemiyorsan, finallere gidemezsen, ki, öyle gözüküyor. O zaman ağlamayacaksın.
Halil’le Mevlüt çift santrfor oynuyorlar ama sen topu karşıdan şişiriyorsun. İkisi de hiçbir hava topunu alamadılar. Geçen maç Ayhan iyi oynamadı, Nuri iyiydi. Sen, tercihini Ayhan’dan yana kullanıyorsun. Yanlış.
Daha önce Halil Altıntop’u neden kullanmıyor diye Fatih Hoca’ya kızıyordum. Ama dün Halil iki yüzde yüzlük pozisyonları kaçırınca Fatih Hoca’yı haklı çıkardı. Fatih Hoca bir türlü ideal takımını önce çıkarmıyor. Dün gece, bu Estonya takımını eğer yenemediysen, Yusuf ve Arda tipindeki futbolcuları oynatırsan yenebilecektin. Özellikle Yusuf’tan maçın başında faydalanmak gerekirdi. Yani, Yusuf oynamalıydı, yanında Nuri oynamalıydı. Bu arada Arda son zamanlarda hem Galatasaray’da hem de A Milli Takım’da iyi futbol oynamıyor. Dün gece gene kayıptı.
Topları hep şişirdik
Dakika 70 oldu, iyice panik başladı. Hiçbir topu kenar çizgilere indiremedik. Karşıdan şişirdik, bizden 5 kişi onlardan 7 kişi ceza alanı önünde boğuştuk. Bu boğuşmanın hepsinde onlar galip geldiler. Aradan düşen topları kaleye vurduk, o da kalecinin üstüne gitti.
Eğer, Avrupa’da ilk 4’e kalmışsan bu Estonya’yı geçeceksin. Eğer geçemiyorsan bu senin Avrupa 3’üncülüğünün tesadüf olduğunu gösterir. Zaten bir gün evvelki Ümit milli maçı, bu maç için bir alarmdı ama herhalde futbolcular fark edemediler.
Fatih Hoca kenardan kalecinin vakit geçirdiğini ifade ediyordu ve kızıyordu ama bence haksızlık yapıyordu. Adamlar beraberliğe çoktan razılar. Sen o kaleciyi vakit geçirmeye mecbur etmeyeceksin. Söke söke bu takımı yeneceksin. Bence bu beraberlik A Milli Takım için büyük bir kayıp oldu. Adamlar orta sahadan kontrollü geldiler ve pozisyona girdiler. Bence gruptaki şansımızdan gayet uzaklaştık. Maçın hakemi, maçı nasıl idare etti derseniz bence iyi idare etti.
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2008
YIL 1982'ydi. Yedek subay askerliğimi yapıp yeni dönmüşüm. O zamanlar günde 1.5 milyon satan Tercüman gazetesinde yazmaya başladım. Aynı anda da hakemliğe başlamıştım. Bir müddet sonra da hakemlikte üst kademelere çıkınca tenkitler gelmeye başladı "Hem hakim hem de savcı olamazsın, birinden birini bırakacaksın." Gazeteyi bıraktım hakemliğe devam ettim. Yıllar geçiyor, değerler de değişiyor. İşte en son örnek Mustafa Denizli. Ondan önce Rıdvan, say sayabildiğiniz kadar. Mustafa da, Rıdvan da ve diğer yorum yapan antrenörlerin de televizyon yorumları son derece başarılı. Bazıları çok da keyifli oluyor. İşin bu yönü tamam, ama aynı arkadaşlar dönüp de teknik direktörlük yapınca işin rengi değişiyor. Neden? Ya televizyonda söylediklerini yiyecekler, ya da söylediklerinin arkasında kalacaklar. Bu sefer takımda işler karışacak.
Mesela sevgili Mustafa dedi ki "Ben olsam İbrahim Toraman'la, Gökhan Zan'ın olduğu yerde Zapotocny ile Sivok'u almazdım. Onlar varken bu ikili oynamaz." Hadi bakalım Mustafa, şimdi ne yapacaksın? Ama fark etmez nasıl olsa Yıldırım Demirören de sana ve Samet'e "Benim Beşiktaş'ta başkan olduğum sürece bu ikili kapıdan içeri giremez" demişti. Fark etmez bizim sevgili Mustafa da "Sezonun yarısında takım almam" demişti. Yani dün dündür, bugün bugündür. Kulakların çınlasın Süleyman Demirel, ne güzel bir cümle iteledin Türkiye'ye.
Sevgiyi transfer edemezsiniz
BUNDAN bir buçuk ay önce, Maraton'da Şansal (Büyüka) ile konuşuyoruz. Şansal diyor ki, "Bu Fener'de ne var?" Ben de cevap veriyorum, "Herhalde tuhaf bir şey var, çıkaramıyorum ve çıkarmak için zorluyorum." Sonunda çıkardım. Fener'de olan şey sevgisizlik.
Özellikle Zico'nun sevgi dolu hareketlerinden sonra Aziz Yıldırım'ın bir kopyası olan Aragones'in davranışları takımı bu hale getirdi. Şu anda Fener'de belki futbolcu noksanlığı var. Belki yedek kulübesi çok iyi değil. Ama bir şey yok ki, onu ne kiralayabiliyorsunuz, ne de transfer edebiliyorsunuz. O da sevgi. Maalesef bu sevgisizlik, Fenerbahçe takımında tribünlerden bile gözüküyor.
Almancılar iyi taranmıyor
İKİ yıl önce Almanya'da Hürriyet büro beni çağırarak, randevu aldıkları Türk kulüplerine sohbet toplantısı yaptırdı. En az 10 kulübe gittim. Bütün kulüplerdeki dertler aynıydı. Özellikle Almanya'daki Türk futbolcuların iyi taranmadığı, bu işlerde görevli birkaç kişinin bu işten anlamadığı, hatta daha ileri giderek komisyonculuk yaptıklarını iddia ettiler. Komisyonculuk olayına bir şey diyemem, ama bu futbolcuların iyi taranmadığı konusunda aynı fikirdeydim.
Almanya'da resmen sera var.
Alt yapıları çok iyi pıtır pıtır futbolcu çıkıyor. Bu çıkan Türk futbolcularına sonradan hiçbir emek vermeden bizim kulüp takımlarımız veya milli takımımızlar saldırıyorlar. Almanlar da bu konuda haklılar; "Sanki sizin arka bahçeniziz, koparıp koparıp yetiştirdiğimiz mahsülleri yiyin, hazıra konuyorsunuz" diyorlar.
Almanlar onları kaybetmek istemiyor
Peki biz 80 milyon Türkiye'de ne yapıyoruz? Hikaye. Ne Milli Eğitim'le ne de Gençlik Spor İl Müdürlüğü ile Futbol Federasyonu'nun teması olmadı. Hiçbir organizasyon yapmadılar. Hepsi tek başlarına yürüdüler. En son rahmetli Hasan Doğan bu olaya el atmıştı. Bakalım bu federasyon hangi etkinlikle bunu başaracak.
Bu Almancı futbolcularla hem çok erken temas kuracak hem de gönüllerini hoş edeceksin. Çünkü maalesef biz bunlara "Almancı" diyoruz, Almanlar da "yabancı" diyorlar. Ama şimdilerde Almanlar bu yabancı dedikleri çocuklara oldukça eğildiler. Onları artık kaybetmek istemiyorlar.
Biz de artık karar verelim. Hangi yolu seçeceğiz? İşimize gelince bu çocuklara "gel" işin bitince kapıya koyma dönemi bitti.
Beraber hareket etmemiz gerekiyor
İki sene evvel bu konuyu Fatih Hoca ile konuşacaktım olmadı. Geçenlerde Maraton Programı’na katıldı orada konuşabildik. Tabii ki belli çerçevede. Çünkü 1.5 ay önce Mesut Özil'in babasıyla telefonla konuşmuş ve onun söylediklerini Fatih Hoca’ya aktardım. Fatih Hoca’nın bu konudaki samimi fikrini ve şikayetlerini televizyondan öğrendim.
Bu olaydan sonra da Fatih hocanın ne kadar duyarlı ne kadar samimi ne kadar içten ne kadar bu konuda "Ben" değil "Biz" dediğini yaşadım. O da "Benim bu işi yapmam yetmez Türk Milli takımlarının menfaatleri konusunda hep beraber hareket etmeliyiz" dedi.
"Bütün Almanya'da yetişenleri de milli takımlarda oynatalım" diye bir kanun yok. Mesela şöyle bir maçı 15-20 sene sonra düşünün -ki mutlak olacak inşallah- Türkiye ile Almanya arasında bir Dünya Kupası finali oynanıyor.
Alman Milli Takımı formasını giyen 5-6 Türk futbolcusu var. Fena mı olur? Yani, bu çocuklara da bizi seçmedikleri için vatan haini damgasını vuramayız.
Kim yaptı, ne yaptı!..
DİYORLAR ki "Güiza'ya çok para verilip alındı. Başarısız. Aragones geldi o da başarısız". Hepsi tamam, Adnan Polat diyor ki "Aragones'i ben de alırdım."
Zaten bu kafadaki başkanlar yüzünden transferler tutmuyor. Şimdi bir beyin cimnastiği yapalım. Fenerbahçe, Güiza'yı almasaydı da yerine Cristiano Ronaldo'yu alsaydı farklı olur muydu? Kesinlikle hayır. Olay ne Güiza'da ne Aragones'te. Bu Fenerbahçe kadrosunda bırakın ikisini, 3'er tane alsan gene iş yapmaz. Neden? Güiza'yı kim getirdi veya nasıl geldi? Aragones geldiği için. Peki bu Aragones Fenerbahçe takımını köküne kadar tanıyor muydu? Tanımıyordu.
Dönelim; eğer Zico kalsaydı, Güiza'yı alalım dediğinizde "alın" deseydi o zaman "kabul" derdim. Çünkü Zico artık Fenerbahçe'yi öğrenmişti. Yani sen iki isim alınca "İyi transfer yaptım" diyorsun. Aragones'i de Güiza'yı da getiren kim? Tek başına Aziz Yıldırım. Bu sonuç şunu gösteriyor; Aziz Yıldırım Fenerbahçe takımını ne kadar tanıyıp tanımıyor.
Bir teknik direktör gideceği takımın kasetlerini seyrederek bilgi sahibi olamaz. Gideceksin o takımı canlı canlı seyredeceksin. Çıplak gözle. Hem de en az 5-6 maç. Ama maalesef hala bizde kasetlerle teknik direktörler de geliyor futbolcular da.
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2008
BOSNA’nın eti budu belli. Bosna’da zaten o etten de buttan da en fazla köfte yapıyorlar. Bir de kol böreği. Ama ilk yarıda iki takım arasındaki futbolun farkına bakıyorsun, sinirleniyorsun. 70 milyonu Bosna’ya bölünce hakikaten insanın sinir kat sayısı artıyor.
Kaleci Volkan konusunda hem Fatih Terim’in, hem de Fenerbahçe’nin kesin çözüm bulması gerekir. Bu çocuk bir ara çok sallandı, büyük eleştirilerden sonra tekrar çalışmaya başladı, kendine geldi ama herhalde tekrar öteki alışkanlıklarına geri döndü. Bir milli takım kalecisi veya Avrupa’da mücadele eden bir takımın kalecisinin böyle hatalardan böyle goller yemeye hakkı yok. Yan toplarda, karşı toplarda Volkan’a bir bakın, bir de Bosna’dan Türkiye’ye ithal gelen Hasagiç’e...
Halil’le başlamalıydı
Belki aman aman top oynamadık. Çok sakatımız vardı o da tamam. Ama dün gece benim hoşuma en çok giden şey, milli takım mağlup duruma düştükten sonra Türkiye ligi takımlarının çok üzerinde mücadele etti. Tekmeye kafa soktu, düştü kalktı gene kalktı mücadele etti. Mevlüt pozisyona giriyor kaçırıyor tamam ama hem hücumda rakip defansın dengelerini bozuyor, hem de rakip defans oyuna çıkarken onları çomaklıyor. Batuhan, Türk futboluna kazandırılmalı. Fatih Hoca’ya da bu konuda hak veriyorum ama bu kadar sakatın olduğu tehlikeli bir maçta Batuhan’la başlamanın yerine Halil Altıntop’la başlaması daha doğru olurdu. Zaten takımın içinde tecrübeli adamlar sakatlanmışlar, eksilmişler. Hiç olmazsa Alman liginde gol atabilen bir oyunuyu sahada tutmak lazım. Ama Fatih Hoca bu Halil’e bir türlü artı bakmıyor. Ayhan mücadele eder gözüktü ama dün gece bal yapmayan arı gibiydi. Vızıldadı vızıldadı hikaye. Nuri oyuna girdikten sonra daha bir etkili oldu milli takım.
Bu tip maçlar tehlikelidir. Puan verirsin ondan sonra çıkarmak için inanılmaz derecede uğraşır durursun.
Milli maçlarda kulüp olmaz
Beşiktaş seyircisi önce milli takımı ateşledi ama sonra da Beşiktaşlılıklarını ortaya çıkardı. Şu hastalıktan bir türlü kurtulamıyoruz. Milli maçlarda kulüp olmaz.
İki duran toptan Sabri’nin güzel ortalarıyla goller yaptık. Sabri ikinci yarı hücumda etkili oynadı ama Colin Kazım’ın kendisine yardım etmediği pozisyonlarda defansta sıkıntılar çektik. Allah’tan Bosnalılar bu zaafımızdan fazla faydalanmadılar. Bakmayın siz zor maçtı. Kaybetseydik çok şey kaybedecektik. Kazandık. Biraz mücadele edince top tekniği yüksek adamlarımızla farkımız meydana çıktı. Futbolun yaşı yok. Onun için bu Yusuf’tan biraz daha fazla faydalanmak gerekirdi.
Maçın hakemi bayağı iyi maç idare etti. Zaten UEFA’nın de güvendiği birisi. Yine birkaç geri zekalı çıktı, tribünde ateş yaktı ve sahaya yabancı madde attı. Bunların Türklüğünden şüphe etmek gerekir. Veya provakatör demek lazım. Aslında yanında oturan seyircilerin bunların ağzını burnunu kırması lazım. Çünkü biz bu işi yapmazsak UEFA bizim ağzımızı burnumuzu kırıyor, yamultuyor. Sonra federasyon başkanlarımız gidip el etek öpüyorlar, "ne olur affedin bizi" diye yalvarıyorlar bu dangalaklar yüzünden.
Yazının Devamını Oku