8 Ekim 2008
BEŞİKTAŞLILARIN gözü aydın. Yıldırım Demirören nur topu gibi bir çocuk daha hediye etti onlara... Nasıl olsa, yakında bir çocuk daha gelecek. Şu anda Demirören nerede çalışıyordur bilemem bu çocuğu yapmak için. Bütün doğan çocuklardan sonra bu çocukların hepsinin başını yiyen yine Yıldırım Demirören. Ama Beşiktaşlılar hala şunun farkında değiller. Bu Yıldırım Demirören bu kafayla sonunda Beşiktaş'ı da yiyecek. Kulubü soktuğu borç batağı üst üste yapılan yanlışlar, bu büyük takımı 3-5 yıl sonra küçük takımlar sınıfına sokabilir. Gidişat öyle. Yönetime talip kimse de çıkmıyor. Neden? Çok basit. Yıldırım Demirören, borcu arttırdıkça arkadan da sopayı gösteriyor. Giderken de paramı alırım diye.
Babası da herhalde oğlunun Beşiktaş'taki başarılarını gördükçe!!! Yarın bu çocuk Beşiktaş'ı bırakır bizim kurduğumuz işin başına geçmeye kalkarsa, bizim şirketler yanar sonra da iflasa gideriz diyor ki, oğlunu ısrarla Beşiktaş'ın başkanı kalması için arkadan itiyor.
Hakiki Beşiktaşlılar kenardan seyrediyorlar. Ama, birkaç yıl daha seyrederlerse ve duruma el koymazlarsa, bu sefer Beşiktaş'ı karşıdan seyredecekler. Hem de çok daha hüzünlü olarak...
Çünkü Yıldırım Demirören, getirdiği teknik direktörlerin tazminatlarını vererek gönderiyor. Tigana'da zorlandı. O konuda da bazılarından yardım istediği bile oldu. Tigana'yı yıpratın, kurtulalım diye.
Koltuk için
Bakınız, yeni bir teknik direktör gelecek. 3-5 ay sonra onu da gönderecek. Beşiktaş'taki sorun kesinlikle teknik direktörlerde değil. Yıldırım Demirören, bunları getirip götürerek, koltukta kalmak için zaman kazanıyor.
Açın gazeteleri, Yıldırım Demirören'den bahseden var mı. Herkes Ertuğrul'dan bahsediyor kaç gündür. Peki Beşiktaş'ın ligdeki sıralaması kaç. Zirvede 16 puanlı Trabzon, ikinci 15 puanlı Bursaspor, üçüncü ise Ertuğrul'un Beşiktaş'ı..Yenilgisiz 14 puan. Fenerbahçe ile aradaki puan farkı sekiz, Galatasaray ile de üç... Yani Ertuğrul'un bir defosu var. Avrupa Kupaları'ndan gitti. Kupalarda ise Fener'in hali de ortada, Galatasaray'ın hali de...
Ertuğrul desen, yapı olarak düzgün bir insan. Futbolcu transferlerinde komisyoncu olarak dedikodusuna hiç rastlamadım. Peki, o zaman neden.. Cevap basit; Yıldırım Demirören'den...
G.Saray keşke Ukrayna'da oynasaydı
BEŞİKTAŞ'ı eleyen takım Galatasaray ile oynayacak. Galatasaray'ın eleme oynamayıp grup maçları yapması avantajı. Yalnız şöyle bir takıntım var. Keşke Galatasaray, Beşiktaş'ı eleyen Metalist Kharkiv ile Ukrayna'da oynasaydı.
Çünkü bizim üç büyük takımımız da o tarz sert, çabuk futbol oynayan ve hızlı hücuma çıkan takımları sevmiyorlar. Ve bu tip top oynayan yerli takımlara karşı da hep kaybediyorlar.
Eğer Galatasaray, orada oynasaydı biraz daha defansta kapanarak kolay kontratak yemeyi önlerdi, rakibe açık alan bırakmazdı. Çünkü Galatasaray defansına atılan her ara top pozisyon oluyor.
Bu tip grup elemelerindeki dönüm noktası maçı olabilecek, üçüncü maçı Kharkiv ile evinde oynaması Galatasaray için bence avantajlı gözükmüyor.
Vitrindeki süs bebekleri!..
FENERBAHÇELİ yöneticiler, nasıl iyi giden maçlarda protokol tribününde sonuna kadar oturuyorlarsa, kötü giden maçlarda da oturmalılar. Futbol işi başka şeye benzemez. Hele müteahhitlik yapmaya hiç benzemez. Eğer benzeseydi, aralarında devlet müteaahitliği bile yapan yöneticilerin bulunduğu sarı lacivertliler, her sene 20 puan farkla şampiyon olurdu. Transfer yapmak, beton dökmeye benzemez.
Fenerbahçe ve Galatasaray'ın zaten bu duruma gelmelerindeki en büyük sebep yönetimlerinde veya futbol takımına bakan şahısların futbolu bilmemeleri. Veya böyle bir şahısı çalıştırmamaları. Ama Aziz Yıldırım, "Bu futbolu herkesten iyi bilirim" dediği yerde zaten başka birşey konuşmak yersiz olur. Zaten Türkiye'de de meşhur olan atasözleri de hep böyle durumlarda ortaya çıkar. Ne demişler; "Çok bilen çok yanılır"..
Fenerbahçe'yi bekleyen başka bir tehlike daha var. Taraftar isyanı... Eğer bu işin üzerine köpük sıkılmaz, en doğru yerden tatlıya bağlanmazsa, Allah korusun yarın birgün Fenerbahçe Stadı'nı kan götürürse bunun sorumlusu bu yönetim olur. Fenerbahçe'de bir yönetimin olduğu da ayrıca tartışılır. Çünkü bu külüpte bir başkan var ve diğerleri...Siz bunun adını ister yönetici koyun, isterseniz vitrindeki süs bebekleri.
Sakata geldik
TÜRK futbolu sakatta. Kulüplerde en az beşer, altışar futbolcu sakat. Sonunda o sakatlardan dolayı Milli Takım da çıkaramıyorsun. Peki Futbol Federasyonu kulüplerdeki bu sakatlığı hiç soruşturmuyor mu, araştırmıyor mu? Çünkü sonunda zararı kendi görecek. Bu konuda tıp doktorlarından bir heyet kurup bilir kişi gibi kulüpleri denetlemiyorlar mı.
İhmal ve ayıp!..
AK Parti ile ordunun arası pek şekerli değil. Bir buçuk acılı Adana gibi. Ama şu son karakol baskınından sonra, yıllardır kamuoyunda yapılan güvenilirlik testlerinden hep birinci çıkan sevgili ordumuz acaba kendini sorguluyor mu. Düşünün bir kere aynı karakol beş defa basılıyor, onlarca şehit var. Mübarek karakol değil yol geçen hanı olmuş.
Açıklama, yeterli değil. Zaten, açıklama yeterli olsaydı, bu baskınlar bir de, en fazla iki de biterdi. Açıklamalara da gerek kalmazdı. Beş kere baskın yapılan bir yerden sonra neyi açıklıyorlar anlamak mümkün değil. Neymiş efendim o karakol zamanında kaçakçıları engellemek içi yapılmış. Neymiş efendim ödenek yokmuş. Bu karakol baskını Türkiye Cumhriyeti devletinin ihmalidir ve ayıbıdır.
Aslında Hilmi Özkök Paşanın " Ben öğlen yemeklerini evden sefer tası ile getiriyorum" dediğinde sevgili Türk halkının anlaması gerekirdi. Bir Genel Kurmay Başkanı herhangi bir suikasta karşı öğlen yemeğini sefer tası ile makamında yediği yerde senin aynı karakolun beş defa basılmış, normaldir.
Ben kodum mu oturtan Genel Kurmay Başkanı istiyorum dediğimde bazıları bu cümlemi çözemediler. Bazıları da istedikleri gibi yorumladılar. Ne yazıktır ki, bir taraf dinin arkasına sığınıyor, bir taraf Atatürk'ün.... Olan da düzgün gariban vatandaşa oluyor. Onların ocakları yanıyor.
İş vatandaşa kaldı
GEÇEN gün İstanbul'da yine bir katil taksiye bindim. Bir tek şöforde başlık vardı. Diğer üç koltukta yok.
Sordum taksiciye, gülerek bana dedi ki: " Erman abi yazdığın yazıları okuyorum. Ama bu hususta ne emniyet ne vali bize birşey yapamaz"
Æ Bu başlıkları taksilerden patronlar çıkarttıyor. Ama Türk vatandaşı da hakkını hiç aramıyor abi deyince 'Nasıl yani' dedim.
Æ Geçen gün İstanbul'da bir vatandaş, bu taksinin başlıksız olması yüzünden boynundan ve omzundan büyük bir darbe almış. Adam, taksiyi mahkemeye vermiş. 7 milyara yakın hastane ve özel masrafları taksinin patronuna ödettirmiş.
Sevgili ilgisiz vatandaşlarıma duyurulur. Ben bu konuda hem emniyetten hem de valilerden ümidimi kestim. Anlayacağınız iş yine her zaman olduğu gibi vatandaşın kendisine kalıyor.
Yazının Devamını Oku 6 Ekim 2008
BU maç yorumu, televizyondan seyredilerek yapılmıştır. İlk yarıda, televizyon görüntülerine göre Lincoln, Sabri’ye iki dakika boyunca acaba neler dedi? Dudak okuma sistemiyle bunlar çevrilse, acaba ne olur? Futbolcular oyun kurallarının genelini pek bilmiyorlar ama bir şeyi daha bilmiyorlar. Bir oyuncu rakip oyuncuya kötü söz sarf ederse atılır, bu tamam. Ama bir oyuncu kendi takım arkadaşına da aynı şekilde kötü sözler sarf etmişse yine atılır.
Takımın içinde arkadaşını ikaz etmek vardır. Tartışırsan o da vardır. Ama iş büyük boyutlara ulaşırsa bu yoktur. Yalnız Lincoln mü? Kaleci De Sanctis defanstaki arkadaşlarını birkaç pozisyonda hem de sertçe ikaz etti. Kötü söz sarf ettiğini sanmıyorum ama abartılı yapmayacaksın. Bu hareketler aslında şunu gösteriyor. G.Saray takımında disiplin yok, otorite yok. Bakın Bursa’ya... Herkes Yusuf’un ağabeyliğini ve kaptanlığını kabul etmiş. Yusuf dışarıdan geldi ama oynadığı futbolla kariyeriyle bu kaptanlığın ağırlığını kaldırıyor. Kaptan demek koluna bandı takıp takımın önünde sahaya çıkmak değildir.
Bursaspor hak etti
Doksan dakikaya baktığımızda, maçı kazanmak isteyen taraf Bursaspor. Maça daha iyi hazırlanan takım Bursaspor. Rakibini daha iyi etüd etmiş takım Bursaspor. Sahada daha fazla mücadele eden takım Bursaspor. Daha iyi defans yapan takım Bursaspor. Daha iyi hücum eden Bursaspor. Kim galip? Bursaspor.
Peki G.Saray kötü oynadı diye mi Bursaspor galip. Kesinlikle hayır. Bursaspor çok iyi oynadı. Çatır çatır oyununun karşılığını aldı. Helal olsun onlara. Hem yönetimine, hem Samet’e, hem de futbolculara. Çok değil daha 6 ay önce bu Bursa’da tuhaf işler oldu. Bir grup var, adam yiyen Timsahlar mı desem veya adam vuran Teksaslılar mı? Bunlar "Samet Aybaba gitsin" diyorlardı. Ama başkan çıktı, "O benim işim, siz karışamazsınız" dedi, kestidi attı. Ve bugünlere geldiler.
Yarın belki Samet Aybaba kötü sonuçlar alacak. Ama Samet Aybaba Bursaspor’da doğru işler yapıyor mu? Evet. Yönetimle uyumlu çalışıyor mu? O da evet. Ama yine Bursaspor için büyük bir tehlike var. Bu seyirci, takım yarın biraz sallanınca yine isteyecek bir kelle bulurlar.
Yaz-boz tahtası gibi
Peki G.Saray ne yaptı? Arda bir devre sağda, bir devre solda. Oyuncuların biri bir tarafa, diğerleri başka yere giriyorlar, çıkıyorlar. Yani yaz boz tahtası gibi.
Bakın Bursaspor’a, herkesin ne yapacağı belli. Kadro da belli. Belki girecekler ve çıkacaklar da belli, bazı ufak tefek detaylar dışında. G.Saray’ın futbolcu yapısı şu anda kaliteli mi? Evet. Peki niye böyleler? O da yönetimin sorunu. Bakınız teknik direktör demiyorum. Bu konularda özellikle Türkiye’de, yani liderliğin önemli olduğu bir ülkede bu işlerden sorumlu en başta gelir. Yani G.Saray’da da bu isim Adnan Polat’tır.
Hoş, Adnan Polat, Aziz Yıldırım gibi "Ben bu işi herkesten iyi biliyorum" demiyor. Bir takım mağlup olabilir, önemli değil. Ama G.Saray sahada iyi mücadele etti mi? Kesinlikle hayır. G.Saray’da da Beşiktaş’ta da F.Bahçe’de de teknik direktör-futbolcu sorunları var. Kavanoz ile kapakları birbiri ile örtüşmüyor.
Aradaki fark kayboluyor
Türkiye’de hakemler biraz ortadan ve yürekli düdük çalsınlar. birçok ufak takım, büyük takımı yener. Neden? Çünkü onlar bütçelerine göre ayaklarını uzatıyorlar, maceraya girmiyorlar. Daha doğrusu transferde uçmuyorlar. Ve bunlar artık iyi de çalıştırılıyorlar. Antrenman sistemleri çok bilinmeyenli değil ve Türkiye’de takımlar arasındaki fark kayboluyor.
Bunlar arasındaki farklar önce aziz Türk basınından kaynaklanıyor, sonra da hakemlerden. Zaten dikkat edin, G.Saray yine hakemden şikayet edecektir. Tekmeden bashedecektir. Böyle dedikçe de hatalı teknik direktörlerini ve futbolcularını kurtarıyorlar. Aynen Beşiktaş’ın yaptığı gibi. Sonuçlarını da görüyorsunuz.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2008
TELEVİZYONDAN maç seyredip yazmak ne kolaymış. Hem etrafınla sohbet ediyorsun, hem de içeceğini yudumluyorsun. Televizyon da gösteriyorsa ona razısın. Yani gel keyfim gel. Bu arada etraftan güzel yorumlar da geliyor. Mesela arkamdan biri diyor ki: "Bu Beşiktaş takımı rakipten topu almak için çocuklar gibi koşuyorlar." Bakıyorsunuz, 90 dakikayı en iyi tanımlayacak cümlelerden biri. Bu yorumu yapan, Edirne’de ceza hakimiymiş. Bir diğeri diyor ki: "Bunlarda ruh falan kalmamış." O da doğru.
Yarın Beşiktaşlı yöneticiler şunları söyleyebilirler. "UEFA’nın hakemleri bu işi bilmiyorlar. Bizim hakkımızı yiyorlar. Hakem en az üç tane penaltımızı vermedi. Bizi sahada ezdirdi." Ve devam edebilirler: "Beşiktaş’ın başarılarını kimse engelleyemez. Bazı güçlerin, bazı mihrakların bu tarz sabotajlara güçleri yetmeyecek. Beşiktaş çok büyük takımdır." Yani hepsi hikaye. Herhangi bir takım kafa kafaya oynayınca neyin ne olduğu meydana çıkıyor. Özellikle iki yıldır Beşiktaşlı yöneticilerin bu tarz beyanatları hem futbolcuların, hem de teknik heyetin yaptıkları bütün yanlışların üstünü örtüyor. Kamuoyuna karşı yöneticiler esas hatalıları kurtarıyorlar. Olan kulübe oluyor, takıma oluyor.
Delgado iyi bir oyuncu. Veya diğer yabancılar Beşiktaş’ta fena değiller. Peki bunun iyi olduğunu nerede anlayacağız? Böyle maçlarda sen Beşiktaş’ın kasasına girebilecek paraları ve Beşiktaş’ın dünyada sağlayacağı kariyerleri düşünürsen, aldığın yabancıların ne aşamada olduğunu daha iyi görürsün. Beşiktaş’taki yabancılar da belki kötü değil ama sen yerli ve yabancıyı iyi harman edip bir takım yapamamışsın. Yani Beşiktaş’taki yabancıları çıkarsan ve dünkü maçı tamamen yerlilerle oynasan hiç olmazsan tekmeye kafa sokarlardı, daha iyi mücadele ederlerdi. Yani arkamda seyredenlerin dediği gibi hiç olmazsa Beşiktaş’ın bir ruhu olurdu.
Beşiktaş ilk tehlikeli atağını 41’inci dakikada yapıyor. İkinciyi 67’nci dakikada. Sonunda da bir gol atıyor. Peki Beşiktaşlı yöneticiler, İstanbul’da bu takımla oynadıkları maçta "Attığımız gol ofsayt, rakibimizin de net bir penaltısı verilmedi" deselerdi, kendi futbolcularını ve teknik direktörlerini rövanş maçına daha iyi hazırlamış olurlar mıydı? Bence kesinlikle evet. Bakınız, dün akşamki maçtan Beşiktaş açısından yazabileceğimiz en ufak bir teknik konu yok. Bir tek cümle var. Beşiktaş’ın oyunu da kötü, özellikle mücadelesi de rezaletin ötesinde. Aslında en önemli konu ikinci cümle.
Yabancıları sorgulayalım
Geçenlerde bir tartışma vardı, Türkiye’ye gelen yabancı oyuncular hakkında. "En faydalısı hangisi, Alex mi, Hagi mi?" diye. Bu, şunu gösteriyor. 20 yılda iki tane iyi yabancı gelmiş çok faydalı. Diğerleri koy sepete. Ama sizce bu yabancıların alınmaları, maliyetleri ve bunlar üzerinden dahi yöneticilerin rantı ne kadar? Aslında bir gün inşallah Türkiye’de bunlar da konuşulur....
Yazının Devamını Oku 2 Ekim 2008
HÜRRİYET'in spor ekinde, "Alex mi, Hagi mi?" tartışması yapıldı. Görüşler yayınlandı. Bence, ne Alex ne de Hagi. İkisi de futbolcu. Aslında orada tartışılacak konunun "Faruk Süren mi, Aziz Yıldırım mı?" olması lazım. "Hangi tip başkan istersiniz?" diye. Sportif başarılarda tavana vuran ama maddi açıdan kontrolsüz giden bir başkan, diğer taraftan maddi açıdan tavana vuran, sportif açıdan aynı başarıyı gösteremeyen başka bir başkan. Birinin elinde üst üste dört Türkiye Ligi Şampiyonluğu, Avrupa'da Kupa-2'nin kupası ve Avrupa'nın en büyük kupası var. Diğerinde bunlar yok. Aslında tartışılacak konu bu.
Sonuna kadar haklı, ama...
İkisi de Türk futbolunda belli çizgilerde en başarılı başkanlar. Tabiki Aziz Yıldırım giderken, çıkaracağı borç önemli. Onu henüz kimse bilmiyor. Faruk Süren'in de sportif başarılarındaki kupalar, zaten kulübün müzesinde duruyor.
Aziz Yıldırım bir grup seyirciyle karşılıklı olarak sıcak temasta. Fenerbahçe kulübü başkanı, açıklamalarıyla, deklarasyonlarıyla ve Fenerbahçe TV'deki konuşmalarıyla kendisini istifaya çağıran, kendi söylemleriyle Fenerbahçe üzerinden çıkar sağlayan bu rantçı grupla mücadelede.
Aziz Yıldırım haklı. Sonuna kadar hemde. Peki bu işin başlangıcında bu rantçı dediği gruba, maddi çıkar sağladı mı? Veya bu rantçı dediği grubu, Mustafa Denizli gönderilirken göreve çağırdı mı? Veya bu rantçı grubu, ilk istifasında ve ikinci istifasının sonunda Kadıköy'den, Caddebostan'a yürüyüşe davet etti mi?
Eğer bunların hiçbirisini yapmadıysa, Fenerbahçe taraftarı Aziz Yıldırım'ın sonuna kadar arkasında durur. Ama sadece birini yaptıysa, "Attığın silahla vurulursun kardeşim" der ve geçer gider.
Bu rantçı grubun bir ara Haluk Ulusoy Futbol Federasyonu ile dirsek teması olduğu söylenildi. Ve şikayet edildi, Aziz Yıldırım tarafından. Şimdiki Futbol Federasyonu'nun bunlarla bir alakası yok. O zaman?..
Hakem alemindeki koku çabuk yayılır
BEŞİKTAŞ, hakem Bülent Yıldırım'dan yakınıyor. Haklı değiller. Ateş eden geçen yıllarda olduğu gibi yöneticiler değil. Akıllılar, taşeron kullanıyorlar. Taşeroncu kim? Sinan Engin. Peki, Sinan Engin, Bülent Yıldırım konusunda haksız. Ama, Kocaelispor-Galatasaray maçındaki Nonda'nın golünde kaleci Serdar'a yaptığı hareket ve bu hafta Galatasaray'ın, Konyaspor'a attığı ilk iki gol konusunda haksız mı? Sonuna kadar haklı. Yani Sinan Engin diyor ki, "Size ballı, kaymaklı, tereyağlı ekmek kadayıfıyla börek, bize kol saati."
Adnan Polat, Sinan Engin ikisi de bu alemi çok mükemmel tanıyan isimler. Özellikle hakem camiasının son 20 yılda neler yaptıklarını, neler yapmadıklarını, hakemlerin ayakkabı numaralarını, giydikleri kilotların "x-large" mi, "medium" mu, "small" mu olduklarını bilen iki kişi. Kamuoyu önünde rahat, rahat konuşamıyorlar. Çünkü konuşurlarsa boğazlarına kadar batarlar. Nefes alamazlar. Su yutarlar, suni tenefüsle bile kendilerine getiremezsiniz. Ne yapacaklar. İşte böyle, "Sana benden fazla kıyak yapılıyor" diye devam edecekler.
Aslında, eskisi kadar rahat top oynatamıyorlar. Oynatamıyorlar dediğimde, yalnızca Polat ve Engin ikilisinden bahsettiğimi sanmayın. Vereceğim çok ismin hakemlerle, bağlantıları kesildi. Ama hepsinde şüphe var. "Acaba kenardan, kıyıdan dalıyorlar mı?" diye. Bu filmleri biraz daha seyredeceğiz. Ama Federasyon'un dimdik ayakta durması lazım.
Hasan Doğan bu işleri çok net öğrenmişti. İktidara yakın olmanın avantajıyla da su yollarını iyi keşfetmişti. Bu Federasyon'un gücü ne kadar yeter, onu bilemem. Şu anda hakemlik yüzde 100 demesem bile, bayağı temizlendi. Yalnız hata yaptıklarını zannediyorum. Veya benmi çok safım, öyle zannediyorum onu bilemem. Ama, varsa kokular bu hakem aleminde çabuk çıkar. Çünkü pisledikleri zaman tam yaparlar, yanına yaklaşamazsınız. Cümle alem kokuyu duyar. Kokuyu duyarsın da elinle yakalayamazsın. Olsun koku da bize kafi gelir.
İpten Yattara düştü...
YATTARA, akıllı adam. Zaten futbolcu zekidir. Bundan evvelki yönetimle Yattara, top gibi oynadı. Teknik Direktörle de oynadı. Yalnız, öyle bir başkan geldi ki Yattara'ya, o Yattara, gündüzleri ve geceleri, gezdiği tozduğu yerlerde cirit atan adam buldu karşısında. Yani, Yattara'nın okuduğu kitabı yıllar önce, yalayıp yutmuş bir başkanla çalışmaya başladı.
Kolay değil. Bir ipte iki cambaz olmazdı. İpten o düştü. Şimdi anlatıyor. Hikaye. Sadri Şener, iki yıldır ayrı ayrı Avrupa Kupası maçında atılan ve Trabzon'a büyük mali zarar veren Yattara'yı allayıp, pullayıp sattı. Bence doğru da yaptı. Yattara yatıp kalkıp, Sadri Şener'e dua etsin. Kendisi de iyi para alacak. Peki Trabzon'da kalsaydı. Bildiğim Ersun Yanal onu oynatmazdı. Çünkü Ersun Yanal, Hakan Şükür gibi biriyle aynı pozisyonlarda mücadele etti. O zaman Hakan, Ersun'u yedi. Ama, Ersun'un gözü açıldı. Bir daha o tufaya düşmez.
Aksini söyleyen Divan-ı Harbe !
DİNAMO Kiev maçı sonunda canlı yayında Mahmut Uslu, "Başınıza taş düşse, Aziz Yıldırım yaptı diyeceksiniz" demiş. Ben de maçtaydım. Çıktım, stadın ışıkları sönmüş. Sakın bunu başka yerlerde aramayın. Elektrikleri mutlaka yayıncı kuruluş Star söndürmüştür. Elektrik kablolarını Star'ın elemanları kesmiştir. Bunun aksini söyleyen, Divan-ı Harbe gönderilir. Çünkü bu film geçen yıllarda bir daha oynamıştı. O zaman da kameraların kabloları kesilmişti. Ve yine aynı hikaye söylenmişti!..
Bir gün belki kaldırır
FUTBOLU herkesten iyi bilen Aziz Yıldırım, çok iyi bildiğinin kanıtı olarak Emre Belözoğlu'nu aldı. Şu ana kadar Emre, Yıldırım'ın, "Çok iyi biliyorum" cümlesini doğrulatamadı. Emre bu cümleyi doğrultur mu, yoksa Aziz Yıldırım Emre'yi mi doğrultur onu bilemem.
Çünkü, Emre hala o aklıyla Fenerbahçe ve Galatasaray'ı birbirine düşürmeye kalkıyor. Ama çocuk haklı. Kaç defa kolunu kaldırdı kimse bir şey yapamadı. Fatih Terim de ona kol kanat gerdi. Ama, kolunu kaldırdığı kadar, bacaklarını kaldırsa sorun bitecek. Bakalım ne zaman kaldıracak.
Kılıçdaroğlu'nun kellesi tehlikede
KEMAL Kılıçdaroğlu tehlikede. CHP'de önemli muhalefet yapan, boş konuşmayan, az konuşan, hedefi tam vuran Kılıçdaroğlu bence yandı. Kulüp başkanı Deniz Baykal, Kılıçdaroğlu'nu bu takımda tutmaz. Acilen onun yıpranıcı bir göreve veya bir başka takıma gitmesi lazım. Çünkü, Kılıçdaroğlu böyle giderse yarın Deniz Baykal için büyük bir tehlike olacaktır. Deniz Baykal için Kılıçdaroğlu'nun en kısa zamanda kafası götürülmelidir.
Bir tane Beyoğlu var
BEYOĞLU'nu çok severim. Çok da gezerim. Orada fazla entel, dantel takımını bulamazsınız. Damardan gezenler, eğlenenler oradadır. Her keseye uygun eğlence yeri veya yemek yenilecek yer vardır. İki, üç yıl evvel kapkaççılar ve serseriler maalesef Beyoğlu'nu işgal etmişti. Özellikle son 6 aydır Beyoğlu'nda rahat rahat gezebiliyorsunuz. Her yerde resmi polis de var sivil polis de. Sakatlık yapana göz açtırmıyorlar. Bu mükemmel.
Yerlere döşenen taşlar ise rezalet. Hepsi darmadağın oldu. Türkiye taş ülkesi. Bir tane de Beyoğlu ve İstiklal Caddesi var. Ama biz oraya o güzelim taşlardan döşeyemedik. Birileri bir şeyler döşedi de İstiklal Caddesi'ne mi döşedi, halka mı döşedi, gezenlere mi döşedi, onu bilemem.
Yalnız, polisin bir şeye dikkat etmesi lazım. Kalabalık eğlence mekanlarına çok kalabalık girerek, belediyenin veya maliyenin yapacağı işleri kendileri yapmaya kalkıyorlar. Hadi biz yerliler alışkınız ama yabancı turisti ürkütüyorlar. Ona biraz dikkat.
Taksi şöförlerine bakın
MALİYE Bakanı Sayın Kemal Unakıtan, iş yerlerini, restaurantları, akla gelebilecek her yeri, maliye ekipleriyle basarak sigortasız işçi avına çıkıyor. Kesinlikle doğru yapıyor. Sigortasız işçi çalıştırılmasın. İyi, güzel de Sayın Unakıtan, senin adamların çok fazla baskın yapmaya gerek olmadan, İstanbul'un herhangi bir caddesinde iki saat kontrol yapsınlar.
Taksileri çevirsinler. Eğer 100 taksinin, 5 tanesinin şöförü sigortalıysa ben adımı değiştireceğim. Yüzde 100'e yakını sigortasız. Peki nasıl oluyor bu iş. Onu siz daha iyi bilirsiniz. Ben de biraz ekonomi kitabı yaladım, ama siz yutmuşsunuz. Daha iyi karar verirsiniz. İsterseniz bir gün deneyelim. Canlı canlı. Nasıl olsa denemesi bedava. Ne dersiniz.
NOT: İstanbul'daki taksi ve dolmuş plakalarının en düşüğü 500 YTL'den başlıyor. Peki, nasıl oluyor bu işler Sayın Unakıtan. Bir ses versen de anlasak. Ama şu sıralar Eskişehirspor da iyi gitmiyor, belki de sinirlisindir. Onu bilemem.
Bayramda full mesai
BAYRAM tatili yapıyoruz. Maddi durumu iyi olan patronlar, 10 gün yurtdışına gidiyorlar. Zaten uçaklara bakın, dolululuk oranlarını görürsünüz. Yurtiçinde maddi durumu iyi olanlar da yazlık yerlere gidiyorlar. Onlar da belli. Peki çalışanlar. Bayram tatili 3.5 gün, yasal olarak. Türkiye'de de son moda kapalı alışveriş merkezleri var. Buralarda çalışanların yüzde 80 ve 90'ı bayramın üç günü full mesai yapıyorlar. Peki onlar insan değil mi? Patrona karşı gelemiyorlar. Gelseler kovulacaklar. Bayram, bayram çalışıyorlar. Yani patron onları bayramda da öpmeye devam ediyor.
Hadi, Şeker Bayramı dedik geçiyor. Buyrun, Kurban Bayramı'na. Kurbanlıklar gene çalışanlar olacak. Zavallılar..
Yazının Devamını Oku 1 Ekim 2008
FENERBAHÇE kötü oynuyor. Kötü oynamasından ziyade Fenerbahçe mücadele etmiyor. Ondan da önemlisi Fenerbahçe, geçen seneki takım olma özelliğini süratle kaybediyor. Zico varken de belki aman aman oynamıyordu ama özellikle Avrupa maçlarında ayrı bir havası vardı. Bu sene o hava da kayboldu. Maçtan bir gece evvel Azizsilin sahneye çıkıyor. Önce Alex ve Roberto Carlos’u, sonra da o futbolcuyu Dereağzı’na çağırıyor arabalarından. Bu toplantıdan Aragones’in haberi var mı acaba? Veya bu toplantı neden kamp yapılan yerde yapılmıyor da Dereağzı’nda yapılıyor?
Kararı Aragones mi Yıldırım mı veriyor?
Demek ki, Fenerbahçe’deki bu tuhaflıklar maçtan bir gün evvel patlak veriyor. Bütün bunlar oldukça, net haberler çıktıkça, bu sefer Brezilyalı futbolcuların Aragones’le arası iyi olmadığı söyleniyor. Lig maçında sakat sakat 90 dakikayı tamamlayan Alex bu maçta son dakikalarda oyundan çıkıyor. Sakatlanıyor mu yoksa Aragones mi oyundan alıyor?
90 dakika maça şöyle bir bakın. Fenerbahçe’nin bir baskısı var mı? Yok. Dinamo Kiev bir gol atıp öne geçse Fenerbahçe karton kale gibi yıkılacak. Bunu sahadaki futbolcu da hissediyor, tribündeki seyirci de. Maçta Volkan Babacan oynayacak dediler, Volkan Demirel çıkıyor. Aragones mi bu kararı veriyor yoksa Aziz Yıldırım mı? Bakın, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi maçı oynuyor, biz neleri yazıyoruz. Bütün bunları yazan biz miyiz? Hayır, yazdırıyorlar. Kim yazdırıyor? Sahnedeki aktörler.
Fenerbahçe seyircisi takımı destekleyecek ateş arıyor. Onu da 42. dakikada buluyor. Güiza, iki defa üst üste hücum pres yapıyor. Ve bütün stat "Güiza... Güiza..." diye bağırıyor. Düşünün, organize bir hücum yok, güzel bir şut yok, atak yok. Pardon, yanlış yazdım. Güzel bir şut var, Selçuk’tan. Dakika 74. yani maçın bitimine 15 dakika kala...
Yanlış transfer politikaları
Bir Türk insanı ve spor adamı olarak, bir Türk takımının Avrupa’da başarılı olmasını isterim, kazanmasını isterim. Çünkü, orda olay Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray, Ankaragücü değil, bir Türk takımı var. Ama maalesef, Fenerbahçe Yönetimi’nin yanlış transfer politikaları ve teknik idareleri bu kulübü bu hale getirdi. Diyeceksiniz ki, ne var bunda Şampiyonlar Ligi’nde oynuyor? Doğru da, ticarette bir laf vardır; verdiğine, kazancına bakacaksın. Fenerbahçeli yöneticilerin hepsi ticari hayatta başarılılar. Fenerbahçe’nin de ticari hayatında başarılılar. Ama Fenerbahçe teknik hayatında sınıfta kaldılar ve kalmaya da devam ediyor.
Bari, sarı lacivertliler işin sonunda grupta üçüncü olup Kupa2’ye kalabilseler.
Yazının Devamını Oku 29 Eylül 2008
BAROS’la Kewell biraz kıpırdayınca fark meydana çıktı. Galatasaray, farklı aldığı maçta çok iyi top oynadı mı? Bence hayır. Bu Galatasaray, Türkiye Ligi’nde her takım karşısında en az 6-7 gol pozisyonuna girer mi? Kesinlikle girer. Burada rakiplerinin zaafı mı tesir eder, yoksa Galatasaraylı oyuncuların kalitesi mi? Galatasaraylı oyuncuların kalitesi. O zaman geriye ne kalıyor? Teknik direktörün yerinde takım çıkarması, futbolcuları yerli yerinde oynatması... Lincoln’de biraz kıpırdama var. Var da esas Lincoln mü? Hayır. Hala çakma Lincoln.
Konyaspor’da başkanlar değiştikçe teknik direktörler de değişiyor. Öyle olunca da takımın havası değişiyor. Düşünün, bir başkan geliyor, "3’er yıldan 9 yıl Konyaspor’da başkan kalacağım. Teknik direktör Raşit Çetiner de benimle 9 yıl çalışacak" diyor. Ama daha 9 gün dolmadan Çetiner kovuluyor. Böyle bir kulübün futbol takımından da istikrar beklenemez. Öyle olunca da ortaya dün akşamki tablo çıkar. Yani Konyaspor küçük takım kalmaya devam eder, Galatasaray da biraz kıpırdayarak büyük takım olmaya devam eder. Türkiye’de büyüklük kolay mı? Böyle küçükler olursa büyük olmak ve büyük kalmak kolay.
İlk iki gol ofsayt
Galatasaray’ın attığı birinci ve ikinci goller ofsayt gözüküyor. Diyeceksiniz ki, adam 2 gol yemiş 2’si de ofsayt. Türkiye’de küçükler böyle goller yerse fark etmez. İş büyüklere gelince yangın çıkar. Görürsünüz, nitekim bu da çok çabuk kapatılır.
Galatasaray biraz kıpırdar, kadro olarak da iyi idare edilirse Türkiye Ligi’nde şampiyonluğu sonuna kadar kovalar.
Galatasaray seyircisine bir çift lafım var. Futbol maçları tarihte her zaman vardır, ileride de devam edecek. Ama futbol maçı bir yere kadar futbol maçı. İnsan faktörü çok önemli. Bir futbol maçı candan daha önemli değil. Nitekim Allah rahmet eylesin UltrAslan’da bir arkadaşlarını kaybettiler, haklı olarak son derece üzüntülüydüler. Nitekim dün gece bu olayın tesiriyle tribünlerden küfür de çıkmadı, rakip takıma fazla tepki de... Yalnızca takımlarını teşvik ettiler. Doğrusu da bu değil mi? İlla böyle bir kötü olay mı yaşanmalı?
Yazının Devamını Oku 28 Eylül 2008
ATATÜRK Olimpiyat Stadı’nda lig maçı oynamak futbolcuya da seyirciye de ters geliyor. Bir tek hakemler açısından avantaj. Çünkü, onlar seyirci baskısından etkilenmiyorlar, saha tribünlere çok uzak. Bu uzaklık yüzünden de sahada maç oynanıyor, neredeyse 100-150 metrede öteden de seyirciler bu maçı zoraki izlemeye çalışıyorlar. İstanbul BŞB, oyunu rölantiye almak istemiş. Beşiktaş’ın üstüne fazla gitmiyor. Orta alanda siyah beyazlıları durdurup, çabuk atak başlatıyorlar. Kalelerinde acele hareketler yapan bir kaleci var. Beşiktaş da golü erken buluyor. Ama bütün şartlar Beşiktaş’ın lehine olmasına karşın rakibin zaaflarından faydalanamıyorlar.
Müdahale edemiyor
Sivok’un sakatlanması Beşiktaş için iyi olmuyor. Beşiktaş’ın diğer maçlardaki akıllı oyunu yok. Hani, o son dakikalarda tempoyu artıran, belki de Nobre’nin 90 dakika oynaması bu son dakikalardaki Beşiktaş baskısını yaratamıyor. Delgado gözükmüyor. Siyah beyazlılar, ne tempo yaptırabiliyorlar ne de düşürebiliyorlar. Maçın direksiyonu Büyükşehir’in elinde. O ne yapıyorsa Beşiktaş ona göre oynuyor. Peki, sen şampiyonluğa oynayan bir takımsın, Büyükşehir değil. O zaman nasıl şampiyon olacaksın? Bunun önlemini alacak, oyuncu değiştirecek, alternatif şıkları hazırlayacak adam da Ertuğrul.
O da kenardan oyuna müdahale edemiyor. A planı da B planı da yok gibi. Mesela; dün Sivas-Fenerbahçe maçında Sivasspor Teknik Direktörü Bülent Uygun, o kısıtlı kadrosuna rağmen oyunla da oynadı, neticeyle de. Ertuğrul Sağlam’ın kadro sıkıntısı yok. Bayağı da değişik alternatifi var. Eğer, bu takım böyle maçlarda puan kaybederse bunun tek sorumlusu vardır; teknik direktör. Aynen Fenerbahçe’de Aragones’in olduğu gibi.
Kararlar doğruydu
Maçın geneline baktığımızda "Beşiktaş galibiyeti kaçırdı" diyemezsiniz. İstanbul BŞB için de bu cümleyi söyleyemeyeceğimize göre, o zaman beraberlik normal netice çıkıyor. Maçta iki tane kritik pozisyon var. İkisi de Beşiktaş’ın pozisyonları. Birinde Nobre, rakip oyuncuya ceza alanı içinde ayakla müdahale ediyor. Topa vurmasını engelliyor. Delgado’nun gol vuruşunu hakem haklı olarak iptal ediyor. Diğerinde İstanbul BŞB kalecisi Mehmet Ali topu elinden kaçırıyor. İkinci bir hamleyi yaparak sağ elini topun üstüne koyuyor. Yerdeki bir topa, kaleci bir elini üstüne koyar da durursa, top "kalecinin kontrolü ve hakimiyeti altındadır" yorumunu getirir. Yani, bu tarz pozisyonda rakip tarafından yapılan müdahale fauldür. Yani golün iptali doğrudur.
Beşiktaşlı yöneticiler, dünkü maçın neticesini kesinlikle hakeme bağlamasın. Eğer bağlarlarsa teknik direktörleri ile futbolcularını kurtarmış olurlar, hakeme de haksızlık yapmış olurlar.
NOT: Bu yorum maç televizyondan seyredilerek yapılmıştır.
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2008
TARTIŞMA var; "Şeker Bayramı mı yoksa Ramazan Bayramı mı?" diye. O taraftaki tartışmayı bilmem ama bu tarafta, yani Sivas’ta şeker gibi bir Fenerbahçe vardı. Maç başladı, biraz diri, biraz sertti. Zaman ilerledikçe şeker gibi eridiler. Sonunda da bittiler. Sivasspor geçen sene başarılıydı ama biraz amatörceydi. Bu sene hem yöneticisi, hem teknik direktörü, hem futbolcular yavaş yavaş profesyonelliğe doğru geçmişler. Bir kişi hariç. İlk golden sonra koluyla ısrarla "nasıl g....dik" işareti yapan terbiye noksanı Sivasspor’un kulüp doktoru. Bülent Uygun bu maçı resmen bir maraton gibi düşünmüş. Uzun bir koşu. İlk çıkardığı kadro ile maçın devamında yaptığı değişiklikler ve sonunda başarı. Şansı da yaver gitti, planladığı gibi bitirdi.
Fener 9 kişi oynadı!
Fenerbahçe ilk yarı ne var ne yok oynadı. Dörtlünün önünde çift ön libero, önlerinde Alex. Colin Kazım, Güiza’ya daha yakın. Ama Colin Kazım önce rakiple, sonra da seyirci ile kontak noktası kurup kırmızı kart görebileceği bir pozisyonda sarı kartı da görünce bomba elinde oynamaya başladı. Zaten Alex sekiyor. İkinci yarı Colin Kazım da toplara giremeyince Fenerbahçe 9 kişi kaldı. Aragones de aynen devam etti. İspanyol bunları yaparken bu sefer Bülent hamle üstüne hamle yapmaya başladı. Defansı daha ileri çıkardı, önce Balili’yi, sonra Tum’u aldı. Riskleri kademe kademe maceraya girmeden uygulamaya koydu. Sonra da istediğini aldı. Sivasspor bir hata yaptı. İkinci yarı kenar çizgilere biraz daha inselerdi, neticeye daha çabuk ulaşırlardı.
Fenerbahçe gibi tecrübeli, Şampiyonlar Ligi’nde oynayan bir takım, ısrarla ofsayt yaptırmaya çalışıyor. Yaparsın yaparsın yedirirsin. Ondan sonra hem de duran topta bir atlarsın sana yedirirler. Aynen dün akşam olduğu gibi şekil 16, sayfa 5.
Petkoviç’i de anlamak mümkün değil. Tecrübesiz dersen o da değil. Eğer öyle bir hata yapıp, golü yiyorsa, o zaman yabancı kalecinin Türkiye’de işi ne? Benim yerli kalecim de o hatayı yapıyor. Farkınız olacak ki, yabancıyı oynatacaksın. Burak’ın Fenerbahçe’ye geldikten sonra sarı kart görmeden bitirdiği maç var mı acaba?
Ya o topu atsaydı...
Bünyamin Gezer iyi niyetli, gördüğünü çalmaya çalışıyor. Bazılarını yanlış gördü. Ama Colin Kazım’a ya kart gösterme ya da kırmızıyı göster. Senin gibi tecrübeli bir isim 82. dakikada hakem atışı yaptırıyor, atışı yaptırdığın anda senin elinde de top var, kaleci Petkoviç’in elinde de. Senin yaptırdığın atışta rakip topu taca atıp centilmence diğerine veriyor. O sırada Sivas kalecisi Petkoviç’in elinde de top var. Ya gol pozisyonu olsa da, Petkoviç elindeki diğer oynanmayan topu oynanan topun üstüne atsa ne yaparsın?
Yazının Devamını Oku