Fahri Korutürk ve Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı esnasında Köşk’ün Basın Müşavirliği görevini üstlenen Ali Baransel, bir çok kişi gibi benim de çok sevdiğim bir insandır. Daha sonra bulunduğu
Koç Holding Ankara Genel Koordinatörlüğü,
RTÜK Başkanlığı ve
TGRT Genel Müdürlüğü görevlerinde başarılı işlere imza atmış ve dostlarını hiçbir zaman göz ardı etmemiş bir kişidir. Hal böyle olunca da çevresindeki dostluk halkası hiçbir zaman küçülmemiş, bilakis büyüyerek devam etmiştir.
Sevgili
Baransel, geçenlerde kendiyle aynı adı taşıyan oğlu
Ali Baransel’i,
Ankara Ticaret Odası Meslek Komite Müdürü Semih Kalfa’nın kızı
Fulya Kalfa ile nişanladı. Basından takip etmişsinizdir; kalabalık bir davetli topluluğunun katıldığı törende nişan yüzüklerini
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt taktı.
KÖŞKTEN ARKADAŞLAR
Çok iyi dost olan
Yaşar Büyükanıt ile
Ali Baransel’in arkadaşlıkları,
Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde görev aldıkları yıllara dayanıyor.
6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk döneminde,
Ali Baransel, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve basın sözcüsü,
Yaşar Büyükanıt da Albay rütbesiyle Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı idi.
Gelelim o geceye.
Bilkent Otel’de gerçekleşen bu nişan töreninde bir çok eski ve yeni bakan, bürokrat ve iş adamıyla birlikte ben de hazır bulundum. Üstelik törenin gerçekleştiği saatlerde, günlerdir beklenen
Galatasaray-Fenerbahçe derbi maçı da varken. Her konuda bir çözüm üretmesiyle de bilinen
Ali Baransel, benim gibi maç hastalarını da düşünmüş ve nişan töreninin yapıldığı salona bitişik özel bir odaya dev ekran kurdurtmuştu. Bir
Galatasaraylı olarak
Beşiktaşlı ağabeylerim yazar
Yalçın Doğan ve eski
TRT Genel Müdürü Yücel Yener’le soluğu bu odada aldık. Gözlerimiz bir ekranda, bir bulunduğumuz bölümü salonla ayıran kapıdaydı. Zira, hasta
Fenerli olan
Büyükanıt Paşa da bu özel ekranlı odadan haberdar edilmiş ve oturacağı koltuk bile hazırlanmıştı.
ÖZEL ODADA ÖZEL ANLAR
Maçın ilk devresinin yarısında salona
Büyükanıt Paşa’nın eşiyle birlikte girdiği haberini alırken,
Ali Baransel’in de bizi salona davet mesajı geldi. Zaten az sonra da nişan töreni başladı. Aklımız maçta, gözümüz sahnede, genç çiftin yüzük heyecanını baştan sonra izlerken, tören bitimiyle beraber
Büyükanıt Paşa önderliğinde ekran karşısındaki yerimizi aldık.
Fenerbahçe coşup gol pozisyonlarına girdikçe,
Yaşar Büyükanıt keyifleniyor, bense renkten renge girip
Galatasaray’ın makus talihine küsüyordum. İşte bu esnada paşadan ince dokundurmalar geliyor ve ben hariç ekran başındaki diğer 7 kişi kahkahaya boğuluyordu. Benim dışımda diyorum, zira tuzu kuru 3
Beşiktaşlı ile 4
Fener fanatiğinin arasında kalıyordum.
Fener bastırdıkça bastırıyor,
Büyükanıt Paşa ise
"Korkarım istediğimiz sonucu alamayacağız" diyerek başlayan cümlesini
"Rekor altı sıfırdı, bu maç rekoru kırıp yedi sıfır yapamayacağız" diyerek tamamlıyordu. Bu insanın damarına basmak değil de nedir?
Hakan Şükür’ün ikili bir mücadele esnasında sendelemesi üzerine yaptığı espriye ise ben de gülüyordum.
"Ona düşmez kalkmaz Hakan derler"
BÜYÜKANIT’IN KAŞININ YARILDIĞI MAÇ
Bu esnada odaya eski bakanlardan
Yücel Seçkiner ve
Rüştü Kazım Yücelen de geliyor ve maç izleyenlerin arasına katılıyordu.
Seçkiner’in sporcu kişiliği ve
Büyükanıt Paşa ile çok eskilere dayanan dostluğu konuşmaları daha da sıcak bir havaya sokuyor ve anılar birbir ortaya dökülmeye başlıyor. Belki de içlerinden en ilginci ise
Büyükanıt Paşa’nın kaşının yarıldığı bir futbol maçı oluyor.
1960’lı yılların başı...
Jandarma Gücü ile
Harp Okulu öğrencilerinden oluşan futbol takımı
19 Mayıs Stadı’nda ilk gece maçına çıkacaktır. O sıralar ordunun birimleri kendi arasında mini bir lig oluşturmuştur. Her iki takım da çok iddialıdır ve bu maçı kazanacak takım şampiyonluk yolunda devam edecektir.
Seramoni, hakemin başlama düdüğü derken maçta kavga çıkar ve jandarma ile harp okulu öğrencileri taşlı sopalı bir kavgayla tribünde birbirine girer. Emniyet güçlerinin zorlukla ayırdığı kavga sonucu 10 tanesi ağır olmak üzere 80 kişi yaralanır. Yaralılar arasında, o sıralar Harp Okulu öğrencisi olan
Yaşar Büyükanıt da vardır. Karşı tribünden atılan bir taş alnına gelir ve kaşı yarılır.
STRES KARTIYLA PSİKOLOJİK ÖLÇÜM Bu esnada söz dönüp dolaşıp tekrar
Büyükanıt Paşa’nın
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı’nı üstlendiği döneme geliyor.
Ali Baransel,
Paşa’nın her zaman güler yüzlü ve sakin bir kişiliğe sahip olduğunu belirtip,
"Stres kartlarını hatırlıyor musunuz?" diyor.
Büyükanıt da,
"Unutur muyum. Ali Bey’e yurt dışından özel kartlar gelmiş. Her sabah Cumhurbaşkanı’nın makamına girerken stresimizi ölçmek için bu kartlara bakardık. Kırmızı olursa stresi, mavi olursa sakinliği gösterirdi. Benimki hep mavi çıkar, Ali Bey ise kırmızı renkten bir türlü kurtulamazdı" diyerek gülmeye başlıyor.
Daha sonra,
Büyükanıt’ın Diyarbakır’da çok sevilmesi, oradaki vatandaşla kurduğu mükemmel diyalog anlatılmaya başlanıyor.
Paşa’nın
Diyarbakırspor maçlarına gittiği zaman, stattaki 16 bin insanın hep birkte ayağa kalkıp alkışladığı anlar hatırlanıyor.
Büyükanıt ise bölge insanının aslında çok iyi olduğunu, teröristle bölge halkının birbirinden ayrılması gerektiği anlatırken de ilginç bir anısını aktarıyor.
Diyarbakır’da görevliyken bu ilin plakasını taşıyan otomobiliyle izne gidiyor. Gittiği şehirde o sıra teröre lanet gösterileri düzenleniyor ve bir grup, Diyarbakır plakalı aracı görünce,
"PKK dışarı" diye bağırmaya başlıyor. Sinirlenen
Büyükanıt Paşa arabasından inip de, kendini gösterince önce şaşıran grup, bir anda dağılıyor.
OLMUŞLA ÖLMÜŞE ÇARE YOK
2-0
Galatasaray’ın mağlubiyeti ile biten maç sonucu ise odadaki muhabbet devam ediyor ve
Fenerlilerin klasik kızdırma lafları peş peşe geliyor. Eh olmuşla ölmüşe çare yok; bana da tümünü dinlemek düşüyor.
Nişan pastası seremonisi için salona geçtiğimiz vakit ise orkestra
Fener marşını çalıyor ve genç çiftin etrafında dans pistine kümelenmiş
Fenerliler dans etmeye başlıyor.
Büyükanıt Paşa ise eşinin yanına geçerken, genç çiftin pist davetini kıramayarak ayakta durup, tempo tutuyor. Daha sonra da eşi
Filiz Büyükanıt ile dans etmeye başlıyor.
Büyükanıt Paşa’yı yakından tanıma fırsatını ilk kez o gece yakaladım. Beyefendi, sıcak kanlı ve sevecen kişiliği ile beni çok etkiledi. İşindeki o otoriter ve kuralcı görüntüsünün aksine, hayat dolu, esprili tavırları ilgimi çekti. Hatta diyebilirim ki, sivil yaşama bu kadar entegre karşılaştığım ilk Genelkurmay Başkanı oldu. Yerine göre davranmasını bilen, hazmetmiş bir insanı karşımda görmekten mutlu oldum.
O nedenle de
Tunceli Milletvekili Kamer Genç ile bazı basın organlarının
Yaşar Büyükanıt’ın bu nişan törenine katılması hakkındaki saçma sapan eleştirileri garibime gitti. Neymiş efendim, Paşa dans pistinde nasıl oynarmış? Oynamadı ama, oynasa ne olacak? Kendisi resmi bir davette değil ki, dostları arasındaki özel bir gecede.
Minik bedenlerini saran kıyafetler soğuğa davetiye çıkarıyorduİş yaşamının günlük koşuşturması ve stresi içindeyken, beraber çalıştığınız arkadaşlarınızın insani boyuttaki değerlerinin farkına varmazsınız. Tıpkı benim gibi. Bilmeyenler için hatırlatma yapayım;
Hürriyet Gazetesi’ndeki misyonumun yanı sıra, aralarında
Tempo, Capital, Ekonomist, Atlas, Elle gibi 28 derginin yer aldığı, eski adı
Hürriyet Dergi Grubu olan
Doğan Burda Dergi Grubu’nun Ankara Temsilciliği görevini de üstleniyorum. Ekibim ise siyasetten ekonomiye, magazinden dekorasyona kadar geniş yelpazede çalışan elemanlardan oluşuyor. Hepsi kendi dallarında önemli kariyere sahip, işinin ehli kişiler. Her şeyden önemlisi de candan, sıcak kanlı ve karakterli arkadaşlar.
Geçenlerde insana gurur veren çok güzel bir duyguyu hem yaşadılar, hem de yaşattılar. Aslında yaptıklarını yazmamı istememelerine rağmen, topluma örnek olması açısından bu taleplerini geri çevirdim. Ve başladım bu satırları yazmaya.
İki çalışma arkadaşım,
Muş’un
Alican Köyü’ndeki anaokulu öğretmeni
Burcu Ergül Humbaracı’nın yardım çağrısına cevap vermiş ve ekibin diğer elemanlarını da uyararak harekete geçmişti. Minik yavrular, barakadan bozma bir okulda, kış şartlarının kendini iyiden iyiye hissettirdiği bu günlerde, üstte yok, başta yok misali eğitim görüyorlardı. Çıplak ayaklarını yırtık çoraplar ve delik bez ayakkabılar ısıtmıyor, minicik bedenlerini saran kıyafetleri adeta soğuğa davetiye çıkarıyordu. Kısacası bir çok Anadolu köyünde yaşanan yokluk ve yoksulluk burada da yaşanıyor, ama geleceğe umutla bakan o güzelim çocuklar okula gelmek için ertesi günü iple çekiyordu.
İMDADA YETİŞEN İŞ ADAMLARIHal böyle olunca da çalışma arkadaşlarım organize olup, bu çocuklara yardım için aralarında para toplamaya başladılar. Dar bütçelerine rağmen topladıkları para çocuklara almak istedikleri ayakkabı, mont, iç çamaşırı gibi giyim eşyasının tümüne yetmiyordu. İşte bu esnada devreye
Yakupoğlu Deri ve Teksil Sanayi’nin sahibi
Vedat Yakupoğlu ile
Optimum Outlet’inde içinde yer aldığı
Rönesans Alışveriş Merkezleri Türkiye Koordinatörü Özgen Özyurt’un katkıları girdi. Dostluğundan her zaman keyif aldığım
Vedat Yakupoğlu, çocukların botlarını yolladı ki, ona kalsa her ihtiyaçlarını karşılayacaktı,
Özgen Bey ise montlarını tedarik etti. Arkadaşlarım ise biriken parayla kıyafet, iç çamaşırları ve kırtasiye ihtiyaçlarını.
Şimdi tüm malzeme bayram ve yılbaşı öncesi kargoyla
Muş’a gitti. Eminim ki, bu çocukların arasından geleceğin bakanları, milletvekilleri, bilim adamları, bürokratları çıkacak. Tıpkı,
Muşlu Sanayi ve Ticaret Bakanımız Zafer Çağlayan gibi. Şimdi, bir çok okuyucu e-mail ve telefon yoluyla beni ve arkadaşlarımı arayıp, bu okulun irtibat numaralarını soracak. Merak etmeyin biz bu okulun ihtiyacını karşıladık. Ama sizler de çevrenize şöyle bir bakın; bu okulun benzerlerine bol miktarda rastlayacaksınız. Üstelik,
Muş’a kadar da gitmenize gerek yok; Ankara’nın biraz dışına çıkın, orada binlerce çocuğun umutla beklediğini göreceksiniz.
Esenboğa değil KokanboğaAnkara’nın en önemli giriş kapılarından biri olan
Esenboğa Havalimanı, yeni yapılan terminal binası ve çevre düzenlemesiyle modern bir şekle büründü. Sık sık seyahat etmemden dolayı bu görkemli yapıya hayran hayran bakıp, bir Ankaralı olarak gururlanırım. Ancak, her derin nefes alışımda da hayıflanır, kızarım. Zira, benimle beraber çevremdeki herkesin genizlerini dahi yakan o tezek kokusu, benimle beraber herkeste nefret hissi uyandırır. Sanki
Esenboğa’ya değil de,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle
"Kokanboğa"ya geliriz.
Bir türlü önü alınamayan bu koku, havalimanı yetkililerini de canından bezdirir. Çünkü tüm yolcular kokuyu onlara, onlar da belediye yetkililerine şikayet edip durur. Sonuç mu? Bir türlü sorun çözülmez.
Çubuk İlçesi’nin ana geçim kaynaklarından biri olan hayvancılık sektörü bu kokunun ana sebebidir. Havalimanının hemen dibindeki ahırlar, tavuk çiftlikleri, gübre döküm alanları, Çubuk hayvan pazarı, kokunun esas kaynağıdır.
Ankara Büyükşehir Belediyesi ve
Çubuk Belediyesi tarafından ortaklaşa yürütülen çalışmalar ise hiçbir zaman yeterli sonuca ulaşmaz. Kısacası bu iğrenç kokuyu hem koklar, hem de ülkemize gelen yabancı misafirlere koklatırız. En önemlisi Ankara’da ağırladığımız yabancı ülke devlet adamlarını tezek kokusuyla ağırlarız.