Erdal İpekeşen

Taklit mal pazarında cigalalar kol geziyor

30 Aralık 2007
YOĞUN iş temposu, günlük koşuşturma derken bunaldığımı ve izin adı verilen sistemin benim içinde geçerli olduğunu fark ettim. Hal böyle olunca da deniz kenarında keyif sürmek için yılın son fırsatını kaçırmamak üzere Antalya’ya doğru yola çıktım. Belek’teki bir otele kapağı atmakla da dingin günlerin startını verdim.

Gidişim, BETUYAB’ın yani Belek Turizm Yatırımcıları Birliği’nin bir girişimine de denk geldi. Son zamanlarda golf sahaları için ağaçların kesilmesi suçlamasıyla karşı karşıya kalan BETUYAB, durumun hiç de anlatıldığı gibi olmadığını söylemek, daha doğrusu haksız saldırıların cevabını vermek için aktiviteler düzenlemişti.

Bu bölgeyi hiçbir tesis yokken, daha doğrusu bataklıkken bilirim. Maki bitki örtüsüne sahip alanda ne bir yol, ne de yapılaşma vardı. Günün birinde bölge turizme açıldı ve ilk iş olarak bu bataklık alanlar kurutuldu. Kurutma yöntemlerinden biri olarak da suyu çekmesiyle bilinen binlerce okiliptus ağacının dikilmesi gerçekleşti. Tesisler ise birbiri ardına palmiye, hurma gibi pahalı ağaçlarla yeşil bir kuşak oluşturdu. Golf sahaları ise doğayı tahrip etmek bir kenara, en büyük koruyucu oldu. Gidenler bilir; Belek, şimdi cennetten bir köşe olarak misafirlerini ağırlıyor. Esas tahribata ise bu tesisler değil, hemen ardındaki ikinci kuşak yapılaşma neden oluyor. Yerden mantar gibi biten bu düzensiz yapıların arasında yeşil alan görmeniz ise düşük bir olasılık.

SPA GÜZELLERİNİN ELİNE SU DÖKÜLMÜYOR

Dönelim esas konumuza... Bu mevsimde, bu kadar turist, hatta bu kadar güzel dilber tahmin etmediğim bir görüntüydü. İp mayosuyla, tangasıyla SPA merkezleri ve kapalı havuzlar ülkemize misafir gelmiş hatunlarla doluydu. Eh, bizdeki gibi saçını süpürge etme geleneği ve kültürü olmadığı için de, ev kadını potansiyelini hiç birinde görememem gayet doğaldı. Zorluklara göğüs germekte üstümüze başka bir millet tanımam, ama göğsünü germek konusunda bu SPA güzellerinin eline kimsenin su dökemeyeceğini de ilave etmeliyim. Sonradan öğreniyorum ki, bu kızlar güzellik yarışması için kampa girmişler.

Ne güzel demiş üstat; "Dudakların mühür olsa, ben açarım bana getir..." Gereken söylendiğine göre daha fazla bir şeyler anlatmadan susmak daha iyi olacak. Zira tatile ve oteldeki her köşeye, eşimle birlikte gittik de.

TAKLİT MAL PAZARI

Efendim, Antalya’da da rahat duramayıp, haber ayağıma kadar gelmişken gazetecilik damarımın kabarmasına izin verdim. Genç dilberler kadar ikinci baharının tadını çıkaran yaşlı hanımlar da bu cennet köşemize akın etmişlerdi. Sadece gündüz aktiviteleri değil, gece hayatı da konukların yoğun ilgisinden payını alıyordu. Belek bölgesini bilmeyenler için aktarayım; yan yana sıralı 5 yıldızlı tatil köyü ve otellerin hemen dibinde bitiveren düzensiz yapılaşma içinde eğlence, alış-veriş ve kooperatif evleri bulunuyor. Bu yerleşimde ticaretin canlı olmasının ana nedeni ise ünlü markaların hemen hemen hepsinin taklitlerinin yapılıp çok ucuza satılması.

Neyse gelelim esas konumuza. Belek otellerini tehdit eden yapılaşmanın çarşısında dolaşırken ilginç bir olaya tanık oldum. Hallerinden garson, inşaat işçisi, ya da o tarz işlerde çalışan gençler olduğu anlaşılan delikanlıların, kartal gibi bakışlarla etrafı süzdüğünü fark ettim. Kimi, kendince en şık kıyafetlerini giymiş, kolonya-esans karışımı kokularını sıkmış vaziyette yalnız ve yaşlı kadın turistlere şirin görünme çabası içindeydi. Yağız Anadolu delikanlısı olduğu her halinden belli bu gençlerden iki tanesinin tam arkasındaydım ki, önlerindeki üç Alman kadına bir şeyler fısıldadıklarını fark ettim. Biraz kulak kabartınca da, "Cigala var cigala" dediklerini duydum.

Neydi bu cigala? Yoksa asıl adı Diego Ramon Jimenez Salazar olan dünyaca ünlü Flamenko şarkıcısı Diego El Cigala’dan mı bahsediyorlardı. Neyse merakımı gidermem uzun sürmedi. Alış-veriş bahanesiyle girdiğim dükkanın sahibi soruma yanıtı vermekte gecikmedi.

CİGALA VAR CİGALA

Meğerse "jigolo var jigolo" demek istiyorlarmış, ama dilleri fazla dönmediği için "cigala var cigala" diye sesleniyorlarmış. Zaten belli bir zaman sonra bu deyim yerleşmiş ve adeta kod adı hüvviyetine bürünmüş. Çoğu, tahmin ettiğim gibi civardaki inşaatlarda çalışan gençlermiş. Yaşlı kadın turistlerin bazıları da bu gençlere pek meraklıymış. Hemen hemen hepsi hiç dil bilmediği halde el kol hareketleriyle anlaşmaya varıp, para karşılığı meraklısına yatak hizmeti veriyormuş. Onlar için 5 YTL, bilemediniz 10 YTL’nin bile yeterli olduğunu söyleyen dükkan sahibi, "Bu gençler parasız yatmaya bile razı, ama bahşiş niyetine verilen üç beş kuruş ve kadınların kaldığı lüks otellerde bir gece geçirmek onlara yetiyor da artıyor bile" deyince şaşkınlığım daha da arttı.

Zaten bir gün sonra, gençlerden birini kaldığım otelin restoranında yaşlı mı yaşlı bir Alman nineyle görünce içimden gülmek geldi. Av mı olmuştu, yoksa avcı mı; yorumu size bırakıyorum, ancak cigalamız açık büfe canavarı olarak halinden pek mutluydu.

Pavyonstar yarışması tüm hızıyla sürüyor

Geçenlerde, bir meyhanede masa masa dolaşan saz heyetini dikkatlice süzdüm. Zira gözüm hepsini bir yerden ısırıyordu. Zaten az sonra sohbete başlayınca kim olduklarını çıkardım. Hepsi dev gazinolarda, dev sanatçılara eşlik eden ünlü saz üstatlarıydı. Muazzez Abacı, Emel Sayın, Sibel Can gibi astsolistlerin arkasında çalan bu insanların, ekmek parası için hangi aşamalardan geçtiğini öğrendikçe üzüldüm. O anlı şanlı gazinolardan pavyonlara, oradan da masa eğlencelerine uzanan serüvenlerini dinledim. Gazinoların kapılarına kilit vurmalarına sitem ederken, tüm Ankara’yı kapsamı içine alan yeni bir modayı da şikayet ediyorlardı. Pavyonda çalmaya bile razıydılar ama, "Artık kimse Türk müziği sanatçılarını sahnesine çıkarmadığı ve fasıl istemediği için bizler de işsiz kaldık. Yerimize yabancı uyruklu Show Girl kızlar ve Ankara oyun havalarını icra eden bağlamacılar ile orkestralar tercih edilir oldu" diyorlardı. Belli ki, yaklaşık bir yıl önce duyurduğum bir moda halen hükmünü sürüyor. İsterseniz bu akımı bir kez daha aktarayım.

TABELAYA 06, SAHNEYE DE BAĞLAMA KOYDUNMU İŞ TAMAM

Ankara oyun havaları üzerine müstehcen sözler yazıp, piyasaya çıkaran Ankaralı Turgut, Sincanlı Oğuz, Namık gibi isimlerin pavyon kültürüyle hareket etmesi, başkentte ilginç bir modayı da beraberinde getirdi.

Bu yeni ve popüler akım, daha doğrusu televizyon ekranından izlediğimiz yarışmaların Ankara versiyonu büyük rağbet görmeye başladı. Şu sıralar Ankara pavyonlarında televizyon ekranından izlediğimiz "Popstar", "Benimle Dans Eder misin" gibi yarışmaların değişik bir versiyonu olan "Pavyonstar" yarışmaları düzenleniyor. Eskiden giriş bölümünde gece kulübü, ya da pavyon yazan bir çok müessese "Ankara Oyun Havaları kulübü" ya da "06 Oyun Havaları Merkezi" tabelasını asıyor. Nedeni ise mekanı doldurarak yeni akımdan pay kapmak. Nasıl mı? Tekrar anlatayım da gülün.

SIRF MASAYA DEĞİL, SAHNEYE DE REZERVASYON ŞART

Telefonla, pavyona yani Ankara oyun havaları kulübüne ulaşan müşteri, belli bir zaman dilimi için sahne rezervasyonu yaptırıyor. Bu zaman dilimi ise 20 dakikayı geçmiyor. Örneğin saat 23:45’de geleceğini söylüyor ve dediği sürede mekanda yerini alıp, toplam 20 dakika sahnenin tek hakimi oluyor. Bu arada önceden bildirmesi kaydıyla daha sonraki 20 dakikalık bölümleri de parası karşılığında kullanabiliyor. İşte, komedi de bundan sonra başlıyor.

İster tek, isterse arkadaşlarıyla pavyona gelen müşteri masasına kuruluyor ve sahneyi rezerve ettiği süreyi bekliyor. Orkestra solistinin "Şimdi sahne sırası... Beyin" demesiyle de piste fırlıyor. O andan itibaren de orkestranın veya bağlama grubunun çaldığı Ankara oyun havaları eşliğinde dans etmeye başlıyor. Tabii, onun pistte bulunduğu süre zarfında salonda bulunan diğer müşteriler sahneye çıkamıyor.

Ancak, rezerve yaptıran kişi isterse salondaki diğer müşterilerin, arkadaşlarının ya da parasını ödediği konsomatris kadınların kendisiyle dans etmesine izin veriyor.

Süresi biten rezervasyon sahibi, yerini diğer müşteriye bırakırken de, arkadaşları ve konsomatris kadınlardan oluşan ekibiyle masasına çekiliyor. Anlayacağınız pavyonlardaki hesap pusulasına içki, yemek ve kadın parasının yanı sıra, dans parası da yazılıyor.

PAVYONSTAR OLMAK İÇİN OLUK OLUK PARA AKITIYORLAR

Şimdilerde bir çok pavyonda en güzel oynayan kişi unvanını ele geçirmek için kıyasıya savaş yaşanıyor. Bir yerde Ankara oyun havalarının "Pavyonstarı" olmak için oluk oluk para dökülüyor. Tabii taraftar niteliğindeki konsomatris kadınlar da bir dakika boş kalmıyor.

Bir çok pavyonun Top 10 listesi, ya da bir diğer deyişle şeref listesi oluşmuş durumda. "Beypazarlı Ahmet Bey", "Sincanlı Nuri Bey", "Hacettepeli Behçet Bey" gibi lakaplarla anılan kişiler, her pavyonun peşinde koştuğu ve kapılarını sonuna kadar açtığı "Pavyonstar"lara dönüşmüş durumda. Daha da ilginci, bu gibi isimleri kendi pavyonuna çekmek için yarışan müessese sahipleri özel avantajlar bile sunuyor. Zira, bu isimlerin harcadığı paranın yanı sıra, salonu doldurma garantisi de var. Onları izlemek, bir sonraki seansta dans edip kıyasıya yarışmak ve eğlencelerine kıyıdan köşeden olsa da bulaşmak için pavyona gelen müşterilerin sayısı hiçte azımsanacak oranda değil.

Bu arada yılbaşı gecesi için ise şimdiden hummalı bir koşuşturma almış başını gidiyor. Otellerin, restoranların ve gece kulüplerinin yılbaşı balosu için rezervasyonları halen dolmazken, bir çok "Ankara Oyun Havaları kulübü"nün masaları şimdiden sahiplerini buldu. Hatta bazı mekanlarda binbir rica ve nazla yer bulma peşinde koşanlar var.
Yazının Devamını Oku

Ölümlerin yüzde 6’sı hava kirliliğine bağlı

23 Aralık 2007
HAVA kirliliğinin, özellikle astım ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının (KOAH) artışına ve hastalarda ölüm riskine yol açtığı bildirildi. Uzmanlar, hava kirliliğine bağlı ölümlerin, dünyadaki tüm ölümlerin yüzde 6’sını oluşturduğuna dikkat çekiyor. Göğüs Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Kürşat Uzun, hava kirliliğinin dünyada ve Türkiye’de halk sağlığını önemli ölçüde tehdit eden ciddi bir sorun olduğunu söyledi. Dünyada motorlu araç kullanımının artması ve teknolojinin hızlı ilerlemesi nedeniyle hava kirliliğinin daha da arttığını belirten Uzun, dünyada yaklaşık 400 milyon şehirli insanın solunum sistemini etkileyen, trafiğe bağlı hava kirliliğine maruz kaldığını bildirdi.

Hava kirliliğinin solunum sistemine zararlı etkisinin yıllardır bilindiğine dikkati çeken Uzun, ABD ve Avrupa’da yapılan çeşitli araştırmalarda da hava kirliliğin sağlık üzerine etkisinin ortaya konduğunu bildirdi.

RİSK TÜM DÜNYADA BÜYÜYOR Hava kirliliğinin özellikle astım ile KOAH artışına ve bu hastalarda ölüm riskine yol açabildiğini anlatan Uzun, şöyle konuştu: "Hava kirliliği ayrıca öksürük sıklığı, bronşit ve akciğer kanseri gibi hastalıklara ya da bunlarda artışa neden oluyor. Hava kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerde, bu nedenlerle hastaneye yatış oranlarında da artma yaşanıyor. Özetle havadaki kirleticilerin sağlığa etkileri, solunum sistemi hastalıklarında, kronik solunum sistemi rahatsızlığı olan kişilerin hastalıklarının alevlenmesinde, kanser görülme hızında ve ölüm riskinde artış olarak sıralanabilir."

Hava kirliliğine bağlı ölümlerin, dünyadaki tüm ölümlerin yüzde 6’sını oluşturduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Uzun, "Bu ölümlerin yaklaşık yarısına ise motorize araçlardan kaynaklanan hava kirliliğinin neden olduğu düşünülüyor ve bu risk tüm dünyada giderek büyüyor. Örneğin Çin’de 1992 yılında 600 bin, 2000 yıllarında 3 milyon olan araç sayısının 2010 yılında 20 milyonun üzerine çıkacağı tahmin ediliyor. Bu rakamlar da gelecekteki riski ortaya koyuyor" dedi.
Yazının Devamını Oku

Büyükanıt Paşa’dan çok özel anılar

16 Aralık 2007
Fahri Korutürk ve Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı esnasında Köşk’ün Basın Müşavirliği görevini üstlenen Ali Baransel, bir çok kişi gibi benim de çok sevdiğim bir insandır. Daha sonra bulunduğu Koç Holding Ankara Genel Koordinatörlüğü, RTÜK Başkanlığı ve TGRT Genel Müdürlüğü görevlerinde başarılı işlere imza atmış ve dostlarını hiçbir zaman göz ardı etmemiş bir kişidir. Hal böyle olunca da çevresindeki dostluk halkası hiçbir zaman küçülmemiş, bilakis büyüyerek devam etmiştir.

Sevgili Baransel, geçenlerde kendiyle aynı adı taşıyan oğlu Ali Baransel’i, Ankara Ticaret Odası Meslek Komite Müdürü Semih Kalfa’nın kızı Fulya Kalfa ile nişanladı. Basından takip etmişsinizdir; kalabalık bir davetli topluluğunun katıldığı törende nişan yüzüklerini Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt taktı. /images/100/0x0/55eab1f2f018fbb8f890cf10

KÖŞKTEN ARKADAŞLAR

Çok iyi dost olan Yaşar Büyükanıt ile Ali Baransel’in arkadaşlıkları, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde görev aldıkları yıllara dayanıyor. 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk döneminde, Ali Baransel, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve basın sözcüsü, Yaşar Büyükanıt da Albay rütbesiyle Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı idi.

Gelelim o geceye. Bilkent Otel’de gerçekleşen bu nişan töreninde bir çok eski ve yeni bakan, bürokrat ve iş adamıyla birlikte ben de hazır bulundum. Üstelik törenin gerçekleştiği saatlerde, günlerdir beklenen Galatasaray-Fenerbahçe derbi maçı da varken. Her konuda bir çözüm üretmesiyle de bilinen Ali Baransel, benim gibi maç hastalarını da düşünmüş ve nişan töreninin yapıldığı salona bitişik özel bir odaya dev ekran kurdurtmuştu. Bir Galatasaraylı olarak Beşiktaşlı ağabeylerim yazar Yalçın Doğan ve eski TRT Genel Müdürü Yücel Yener’le soluğu bu odada aldık. Gözlerimiz bir ekranda, bir bulunduğumuz bölümü salonla ayıran kapıdaydı. Zira, hasta Fenerli olan Büyükanıt Paşa da bu özel ekranlı odadan haberdar edilmiş ve oturacağı koltuk bile hazırlanmıştı.

ÖZEL ODADA ÖZEL ANLAR

Maçın ilk devresinin yarısında salona Büyükanıt Paşa’nın eşiyle birlikte girdiği haberini alırken, Ali Baransel’in de bizi salona davet mesajı geldi. Zaten az sonra da nişan töreni başladı. Aklımız maçta, gözümüz sahnede, genç çiftin yüzük heyecanını baştan sonra izlerken, tören bitimiyle beraber Büyükanıt Paşa önderliğinde ekran karşısındaki yerimizi aldık.

Fenerbahçe coşup gol pozisyonlarına girdikçe, Yaşar Büyükanıt keyifleniyor, bense renkten renge girip Galatasaray’ın makus talihine küsüyordum. İşte bu esnada paşadan ince dokundurmalar geliyor ve ben hariç ekran başındaki diğer 7 kişi kahkahaya boğuluyordu. Benim dışımda diyorum, zira tuzu kuru 3 Beşiktaşlı ile 4 Fener /images/100/0x0/55eab1f2f018fbb8f890cf12fanatiğinin arasında kalıyordum.

Fener bastırdıkça bastırıyor, Büyükanıt Paşa ise "Korkarım istediğimiz sonucu alamayacağız" diyerek başlayan cümlesini "Rekor altı sıfırdı, bu maç rekoru kırıp yedi sıfır yapamayacağız" diyerek tamamlıyordu. Bu insanın damarına basmak değil de nedir?

Hakan Şükür’ün ikili bir mücadele esnasında sendelemesi üzerine yaptığı espriye ise ben de gülüyordum.

"Ona düşmez kalkmaz Hakan derler"

BÜYÜKANIT’IN KAŞININ YARILDIĞI MAÇ

Bu esnada odaya eski bakanlardan Yücel Seçkiner ve Rüştü Kazım Yücelen de geliyor ve maç izleyenlerin arasına katılıyordu. Seçkiner’in sporcu kişiliği ve Büyükanıt Paşa ile çok eskilere dayanan dostluğu konuşmaları daha da sıcak bir havaya sokuyor ve anılar birbir ortaya dökülmeye başlıyor. Belki de içlerinden en ilginci ise Büyükanıt Paşa’nın kaşının yarıldığı bir futbol maçı oluyor.

1960’lı yılların başı... Jandarma Gücü ile Harp Okulu öğrencilerinden oluşan futbol takımı 19 Mayıs Stadı’nda ilk gece maçına çıkacaktır. O sıralar ordunun birimleri kendi arasında mini bir lig oluşturmuştur. Her iki takım da çok iddialıdır ve bu maçı kazanacak takım şampiyonluk yolunda devam edecektir.

Seramoni, hakemin başlama düdüğü derken maçta kavga çıkar ve jandarma ile harp okulu öğrencileri taşlı sopalı bir kavgayla tribünde birbirine girer. Emniyet güçlerinin zorlukla ayırdığı kavga sonucu 10 tanesi ağır olmak üzere 80 kişi yaralanır. Yaralılar arasında, o sıralar Harp Okulu öğrencisi olan Yaşar Büyükanıt da vardır. Karşı tribünden atılan bir taş alnına gelir ve kaşı yarılır.

STRES KARTIYLA PSİKOLOJİK ÖLÇÜM

Bu esnada söz dönüp dolaşıp tekrar Büyükanıt Paşa’nın Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı’nı üstlendiği döneme geliyor. Ali Baransel, Paşa’nın her zaman güler yüzlü ve sakin bir kişiliğe sahip olduğunu belirtip, "Stres kartlarını hatırlıyor musunuz?" diyor. Büyükanıt da, "Unutur muyum. Ali Bey’e yurt dışından özel kartlar gelmiş. Her sabah Cumhurbaşkanı’nın makamına girerken stresimizi ölçmek için bu kartlara bakardık. Kırmızı olursa stresi, mavi olursa sakinliği gösterirdi. Benimki hep mavi çıkar, Ali Bey ise kırmızı renkten bir türlü kurtulamazdı" diyerek gülmeye başlıyor.

Daha sonra, Büyükanıt’ın Diyarbakır’da çok sevilmesi, oradaki vatandaşla kurduğu mükemmel diyalog anlatılmaya başlanıyor. Paşa’nın Diyarbakırspor maçlarına gittiği zaman, stattaki 16 bin insanın hep birkte ayağa kalkıp alkışladığı anlar hatırlanıyor.

Büyükanıt ise bölge insanının aslında çok iyi olduğunu, teröristle bölge halkının birbirinden ayrılması gerektiği anlatırken de ilginç bir anısını aktarıyor.

Diyarbakır’da görevliyken bu ilin plakasını taşıyan otomobiliyle izne gidiyor. Gittiği şehirde o sıra teröre lanet gösterileri düzenleniyor ve bir grup, Diyarbakır plakalı aracı görünce, "PKK dışarı" diye bağırmaya başlıyor. Sinirlenen Büyükanıt Paşa arabasından inip de, kendini gösterince önce şaşıran grup, bir anda dağılıyor.

OLMUŞLA ÖLMÜŞE ÇARE YOK

2-0 Galatasaray’ın mağlubiyeti ile biten maç sonucu ise odadaki muhabbet devam ediyor ve Fenerlilerin klasik kızdırma lafları peş peşe geliyor. Eh olmuşla ölmüşe çare yok; bana da tümünü dinlemek düşüyor.

Nişan pastası seremonisi için salona geçtiğimiz vakit ise orkestra Fener marşını çalıyor ve genç çiftin etrafında dans pistine kümelenmiş Fenerliler dans etmeye başlıyor. Büyükanıt Paşa ise eşinin yanına geçerken, genç çiftin pist davetini kıramayarak ayakta durup, tempo tutuyor. Daha sonra da eşi Filiz Büyükanıt ile dans etmeye başlıyor.

Büyükanıt Paşa’yı yakından tanıma fırsatını ilk kez o gece yakaladım. Beyefendi, sıcak kanlı ve sevecen kişiliği ile beni çok etkiledi. İşindeki o otoriter ve kuralcı görüntüsünün aksine, hayat dolu, esprili tavırları ilgimi çekti. Hatta diyebilirim ki, sivil yaşama bu kadar entegre karşılaştığım ilk Genelkurmay Başkanı oldu. Yerine göre davranmasını bilen, hazmetmiş bir insanı karşımda görmekten mutlu oldum.

O nedenle de Tunceli Milletvekili Kamer Genç ile bazı basın organlarının Yaşar Büyükanıt’ın bu nişan törenine katılması hakkındaki saçma sapan eleştirileri garibime gitti. Neymiş efendim, Paşa dans pistinde nasıl oynarmış? Oynamadı ama, oynasa ne olacak? Kendisi resmi bir davette değil ki, dostları arasındaki özel bir gecede.

Minik bedenlerini saran kıyafetler soğuğa davetiye çıkarıyordu

İş yaşamının günlük koşuşturması ve stresi içindeyken, beraber çalıştığınız arkadaşlarınızın insani boyuttaki değerlerinin farkına varmazsınız. Tıpkı benim gibi. Bilmeyenler için hatırlatma yapayım; Hürriyet Gazetesi’ndeki misyonumun yanı sıra, aralarında Tempo, Capital, Ekonomist, Atlas, Elle gibi 28 derginin yer aldığı, eski adı Hürriyet Dergi Grubu olan Doğan Burda Dergi Grubu’nun Ankara Temsilciliği görevini de üstleniyorum. Ekibim ise siyasetten ekonomiye, magazinden dekorasyona kadar geniş yelpazede çalışan elemanlardan oluşuyor. Hepsi kendi dallarında önemli kariyere sahip, işinin ehli kişiler. Her şeyden önemlisi de candan, sıcak kanlı ve karakterli arkadaşlar.

Geçenlerde insana gurur veren çok güzel bir duyguyu hem yaşadılar, hem de yaşattılar. Aslında yaptıklarını yazmamı istememelerine rağmen, topluma örnek olması açısından bu taleplerini geri çevirdim. Ve başladım bu satırları yazmaya.

İki çalışma arkadaşım, Muş’un Alican Köyü’ndeki anaokulu öğretmeni Burcu Ergül Humbaracı’nın yardım çağrısına cevap vermiş ve ekibin diğer elemanlarını da uyararak harekete geçmişti. Minik yavrular, barakadan bozma bir okulda, kış şartlarının kendini iyiden iyiye hissettirdiği bu günlerde, üstte yok, başta yok misali eğitim görüyorlardı. Çıplak ayaklarını yırtık çoraplar ve delik bez ayakkabılar ısıtmıyor, minicik bedenlerini saran kıyafetleri adeta soğuğa davetiye çıkarıyordu. Kısacası bir çok Anadolu köyünde yaşanan yokluk ve yoksulluk burada da yaşanıyor, ama geleceğe umutla bakan o güzelim çocuklar okula gelmek için ertesi günü iple çekiyordu.

İMDADA YETİŞEN İŞ ADAMLARI

Hal böyle olunca da çalışma arkadaşlarım organize olup, bu çocuklara yardım için aralarında para toplamaya başladılar. Dar bütçelerine rağmen topladıkları para çocuklara almak istedikleri ayakkabı, mont, iç çamaşırı gibi giyim eşyasının tümüne yetmiyordu. İşte bu esnada devreye Yakupoğlu Deri ve Teksil Sanayi’nin sahibi Vedat Yakupoğlu ile Optimum Outlet’inde içinde yer aldığı Rönesans Alışveriş Merkezleri Türkiye Koordinatörü Özgen Özyurt’un katkıları girdi. Dostluğundan her zaman keyif aldığım Vedat Yakupoğlu, çocukların botlarını yolladı ki, ona kalsa her ihtiyaçlarını karşılayacaktı, Özgen Bey ise montlarını tedarik etti. Arkadaşlarım ise biriken parayla kıyafet, iç çamaşırları ve kırtasiye ihtiyaçlarını.

Şimdi tüm malzeme bayram ve yılbaşı öncesi kargoyla Muş’a gitti. Eminim ki, bu çocukların arasından geleceğin bakanları, milletvekilleri, bilim adamları, bürokratları çıkacak. Tıpkı, Muşlu Sanayi ve Ticaret Bakanımız Zafer Çağlayan gibi. Şimdi, bir çok okuyucu e-mail ve telefon yoluyla beni ve arkadaşlarımı arayıp, bu okulun irtibat numaralarını soracak. Merak etmeyin biz bu okulun ihtiyacını karşıladık. Ama sizler de çevrenize şöyle bir bakın; bu okulun benzerlerine bol miktarda rastlayacaksınız. Üstelik, Muş’a kadar da gitmenize gerek yok; Ankara’nın biraz dışına çıkın, orada binlerce çocuğun umutla beklediğini göreceksiniz.

Esenboğa değil Kokanboğa

Ankara’nın en önemli giriş kapılarından biri olan Esenboğa Havalimanı, yeni yapılan terminal binası ve çevre düzenlemesiyle modern bir şekle büründü. Sık sık seyahat etmemden dolayı bu görkemli yapıya hayran hayran bakıp, bir Ankaralı olarak gururlanırım. Ancak, her derin nefes alışımda da hayıflanır, kızarım. Zira, benimle beraber çevremdeki herkesin genizlerini dahi yakan o tezek kokusu, benimle beraber herkeste nefret hissi uyandırır. Sanki Esenboğa’ya değil de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle "Kokanboğa"ya geliriz.

Bir türlü önü alınamayan bu koku, havalimanı yetkililerini de canından bezdirir. Çünkü tüm yolcular kokuyu onlara, onlar da belediye yetkililerine şikayet edip durur. Sonuç mu? Bir türlü sorun çözülmez.

Çubuk İlçesi’nin ana geçim kaynaklarından biri olan hayvancılık sektörü bu kokunun ana sebebidir. Havalimanının hemen dibindeki ahırlar, tavuk çiftlikleri, gübre döküm alanları, Çubuk hayvan pazarı, kokunun esas kaynağıdır. Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Çubuk Belediyesi tarafından ortaklaşa yürütülen çalışmalar ise hiçbir zaman yeterli sonuca ulaşmaz. Kısacası bu iğrenç kokuyu hem koklar, hem de ülkemize gelen yabancı misafirlere koklatırız. En önemlisi Ankara’da ağırladığımız yabancı ülke devlet adamlarını tezek kokusuyla ağırlarız.
Yazının Devamını Oku

Başkent’in cemaat haritası

9 Aralık 2007
AKP’nin, 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden de tek başına iktidar olarak çıkması, İslami tarikat ve cemaatleri yeniden gündeme getirdi. Doğal olarak da AKP iktidarının, tarikat ve cemaatlerle arasındaki ilişki, meclise, oradan da tüm Başkente yansıdı. Son günlerde yoğun bir kadrolaşma suçlamasıyla karşı karşıya kalan AKP’nin, devlet bürokrasisini cemaat ilişkilerine dayanarak oluşturduğu ısrarla vurgulanıyor.

Gelelim bu iddiaların Ankara üzerindeki yansımasına. Yapılan araştırmalar, Ankara’nın tarikatlar bakımından oldukça zengin bir portföye sahip olduğunu gösteriyor. Öyle ki, artık bir çok semtin adı, bünyesinde barındırdığı tarikatların ismiyle özdeşleşiyor. İşte, bu özdeşleşmeden yola çıkarak, semt semt hangi tarikatın, nerede etkin olduğuna, daha doğrusu "Tarikat Gettoları"na değineceğim. Başvuru kaynağım ise meslektaşım Okan Konuralp’in Tempo /images/100/0x0/55ea0b2ff018fbb8f8668efcDergisi için hazırladığı araştırma dosyası oldu.

KUZEY KAPISI PURSAKLAR’DAKİ YAPILANMA

Pursaklar beldesi, Ankara tarikat ve cemaat haritasının en önemli parçasını oluşturuyor. Havaalanı yolu üzerindeki Pursaklar bir çok tarikatı bünyesinde barındırırken, Menzilciler ve Muradiye Vakfı faaliyetleri bakımından öne çıkıyor.

Nakşibendi Tarikatı’nın bir kolu olan Menzilciler, resmi adı Kasrı Şirin olan, ancak kamuoyunda Menzil Dergahı olarak bilinen camisiyle Pursaklar’a damgasını vuruyor. Cemaatin yalnızca Ankara’da 4 bin dolaylarında müridi olduğu tahmin ediliyor. Cemaatin Şeyh’i Raşit Erol’un Ankara’ya her gelişinde dergahta kalması, hayatını da burada kaybetmesi, Menzilciler için Pursakları önemli bir merkez haline getiriyor. Cemaat, ekonomik gücünü özellikle kendilerine derviş adını veren müritlerin kurduğu şirketlerin belediyelerden aldığı ihalelerle arttırıyor.

Muradiye Vakfı, Melih Gökçek’in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanmasının ardından kamuoyunda daha çok duyulmaya başladı. Özellikle, Büyükşehir belediyesinden aldığı ihalelerle adını duyuran Nakşibendi kökenli cemaat, Ankara’da siyasi gücü elinde bulunduran grupların başında geliyor.

YENİMAHALLE’YE KONUŞLANAN TİLLOCULAR

Kadiri Tarikatı’nın Tillo kolu, Yenimahalle’de bulunan Yoksullara Yardım Derneği adı altında sürdürüyor. Yaklaşık 3 bin müride sahip cemaat, Kadiri tarikatına uygun olarak bazı akşamlar zikir töreni gerçekleştiriyor.

HACIBAYRAM’IN HAKİKATÇILARI

Refahyol dönemine damgasını vuran 28 Şubat süreci, İslami cemaatlerin çalışma tarzlarında temel stratejik değişiklikler yapmalarına neden oldu. Bu stratejik değişiklik, cemaatlerin kitapevlerine verdikleri önemin artmasına, mensup ve sempatizanlarıyla iletişim konusunda kitapevlerinden yararlanma yolunu seçmelerine neden oldu. Kitapevlerinin altın çağını yaşadığı yerlerin başında Ankara Hacıbayram Cami geliyor.

Hemen hemen tüm cemaatlere karşı yürüttüğü mücadele ile tanınan Hakikatçılar da, Hacıbayram Cami Çarşısı’nda açtıkları Hakikat Neşriyat yoluyla çalışmalarını sürdürüyor. Mamak ve Keçiören Bölgesi’nde önemli sayıda mürite sahip olduğu bilinen Hakikatçılar, şeyhleri Ömer Öngüt’e "mutlak itaat" ilkesiyle bağlı bir yaşam sürüyor.

SEMTE SIĞMAYIP, TÜM KENTE YAYILAN SÜLEYMANCILAR

Süleymancılar, faaliyetlerini çoğunu "Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Dernekleri" adı altında yürüten bir cemaat. Bu topluluğun temellerini atan Süleyman Hilmi Tunahan’ın mehdiliğine inanıyorlar. Türkiye çapında yaklaşık bin 500 civarında Kuran kursu ve öğrenci yurdu olduğu tahmin edilen cemaat, Ankara’nın da hemen hemen her yerinde en az bir yurt binasıyla boy gösteriyor. Süleymancıların, Demetveler, Ayrancı ve Etimesgut bölgelerinde açtıkları yurtlar Ankara’nın en büyük özel statülü öğrenci yurtları olmasıyla dikkat çekiyor.

GÜLENCİLER HER YERDE

Fethullan Gülen
cemaati de Ankara’nın pek çok yerinde açtıkları okul, öğrenci yurtları ve "Işık Evleri" aracılığıyla faaliyet yütürüyor. İstihbarat raporlarına göre Gülen cemaati Ankara’daki en etkin cemaat olarak gösteriliyor.

ETLİK HİCRETÇİLERDEN SORULUYOR

Hicret Cami İlim ve Hizmet Vakfı Genel Merkezi’
nin aynı adı taşıyan cami, Ankara’daki en önemli Nakşibendi Tarikatı kollarında biri. İsmailağa geleneğinden gelen Hicret Cemaati, Şeyh Münir Hoca öncülüğünde faaliyetlerini sürdürüyor. Fıkıh ağırlıklı bir üslup benimseyen cemaat; inşaat, taşımacılık, marketçilik gibi alanlarda faaliyet yürüten ticari organizasyonlara sahip. Organizasyonların çoğunluğunda ’Hicret’ ön adı kullanılıyor. Sünnete uygun olarak giyindiklerine inanan cemaatin erkekleri şalvar ve sarık; kadınları ise çarşafı kıyafet olarak benimsemiş durumda.

TANK SESİNE RAĞMEN SİNCAN ONLARLA ANILIYOR

Kamuoyu, İslami kesimin önemli merkezlerinden biri olan Sincan’ı askerin tank sesiyle bütünleştirdiği "Balans Ayarı" operasyonuyla tanıdı. Radikal İslamcı Hizbul Tahrir örgütü, Ankara ve çevresindeki tüm çalışmalarını Sincan merkezli olarak halen yürütüyor. İstihbarat raporlarına göre, Sincan’da önemli sayıda üye ve sempatizan potansiyeline sahip. Örgüt yayınlarında amaçlarını, "Hiláfet Devleti olan İslám Devleti’nin gölgesinde bir İslami yaşantıyı yaşamaya Müslümanları tekrar döndürmektir." olarak açıklıyor.

DİKMEN’DEKİ SEMBOLİK NAKŞİ MERKEZİ

Melih Gökçek, Dikmen Vadisi Projesi bünyesinde yapılan caminin adını Nakşibendi Şeyhi Mehmez Zait Kotku koymasıyla Nakşibendilerin sembolik merkezi de ortaya çıkmış oldu. Recep Tayyip Erdoğan 3 Kasım Seçimleri sonrasındaki ilk cumasını bu camide kıldı. Daha sonra da sık sık bu camiye gelen Erdoğan’ı diğer AKP’li milletvekileri de yalnız bırakmıyor. Cami, Ankara’da yaşayan Nakşibendiler için, sembolik de olsa önemli bir buluşma noktası olmaya doğru hızla ilerliyor. Camiye adını veren Mehmet Zait Kotku, ölümüne kadar Nakşibendi tarikatının kollarından İskender Paşa Cemaati’nin şeyhliğini yaptı.

ÇUBUK’UN TİCANİLERİ TÜKENİYOR

Ticaniler, Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun çıkmasına neden olan cemaat olarak bilinir. Ankara’nın tarikat ve cemaat haritasında artık yer alamayan Ticaniler ilk olarak, Çubuk ilçesinde ortaya çıktı. Tarikatın lideri Ahmet Ticani’dir. Ticaniler, Atatürk heykellerine saldırarak ve Ankara’nın çeşitli camilerinde ve mecliste Arapça ezan okuma eylemleriyle adlarını duyurdu. Çubuk ve Çorum Şabanözü’nde az sayıda Ticani, tarikatın varlığını sürdürüyor.

HÜSEYİNGAZİ VE SİTELER’İ KAPSIYOR

Ankara’ya özgü en önemli tarikat örgütlenmesi ise Galibi tarikatı. Cemaatin liderliğini Hasan Galip Kuşçuoğlu yapıyor. Ankara Hüseyingazi’deki cemaate ait camide perşembe günü düzenli olarak zikir töreni yapan cemaatin tüm Türkiye çapında yaklaşık 5 bin müridi bulunuyor. Cemaatin ağırlıklı olarak Siteler esnafı içinde örgütlendiği biliniyor.

Arkadaşımın dinini 20 yıl sonra tesadüfen öğrendim

Arjantin Ankara Büyükelçisi Sebastian Brugo Marco, Buket Güler’e Hello Dergisi’nde verdiği özel röportajda çarpıcı yorumlarda bulunmuş. Türkiye’nin, özellikle de Ankara’nın ulaştığı nokta açısından büyükelçinin söyledikleri dikkatimi çekti. Ülkemize ilk kez 1975 yılında geldiğini ve Türk kadınlarını 30 yıldan beri tanıdığını belirtirken, "Türkiye’de kadınlar artık çok daha özgür" demiş ve başörtüsü hakkında ilginç bir tespitte bulunmuş.

Büyükelçi Sebastian Brugo Marco, "Bundan 30 sene önce Ankara sokaklarında yürüyen başı kapalı bir kadın asla görmezdim. Anadolu’nun tüm köylerinde vardı, ama şimdi her yerdeler. Bu iyi mi kötü mü, bilmiyorum" demiş. Bunun çok kişisel bir tercih olduğunu da sözlerine ekleyen büyükelçi, artışın sebebini ise bilmediğini söylemiş.

Müslüman kadınları suçlamadığını ve onlara saygı duyduğunu dile getiren Büyükelçi Marco, "Bazı kadınlar başlarını sıkı sıkı kapatıyorlar, ama bunun yanı sıra çok ağır makyajlar da yapıyorlar" şeklinde konuşurken, bunu bir din özgürlüğü olarak kabul ettiğini vurgulamış ve şöyle devam etmiş:

"Eğer kendi dininizi seçmekte özgürlüğünüz varsa, tamam. Ama Türkiye’de maalesef bu özgürlükten bahsetmek de mümkün değil. Sizin kimliğinizde din kısmı var ve orada İslam yazılıyor. Benim ülkemde böyle değil. Ben arkadaşlarımın dinini 20 yıl beraber çalıştıktan sonra tesadüfen öğreniyorum. "

30 yıl öncesinde Türkiye’de insan ilişkilerinin daha iyi olduğunu da belirten büyükelçi, bu tespitlerinin yanı sıra Hello Dergisi’ne özel yaşamı ile ilgili özel açıklamalarda da bulunmuş.

5 yıldızlı saltanatın unutulanları

Geçen hafta Başkentli yatırımcıların turizme sektörüne damgasını vurduğu yazıp, Ege, Akdeniz ve KKTC sahillerinde boy gösteren birinci sınıf turistik tesislerin listesini vermiştim. Bu tesislerin hem inşasını, hem de işletmesini yapan devler arasında Ankara’nın müteahhitlerin başı çektiğini vurgulayıp, tüm ülkedeki 5 yıldızlı otellerin yüzde 40’ının Ankaralı yatırımcılara ait olduğunu yazmıştım.

Bu yazım büyük ilgi çekti ve e-mail adresime bir çok e-posta geldi. İçlerinden bir kaçı ise haklı eleştirilerini aktardı. En önemli eleştiri ise yaptığım listede Üç önemli grupla, bir Ankaralı yatırımcıyı koymamam üzerineydi. Bu hafta eksiğimi gidermek üzere, yeniden bir yazı yazmam kaçınılmaz oldu. Ancak, enformasyon eksikliğimde bu turistik tesisler de kendinde hata aramalı. Otellerini daha aktif bir şekilde tanıtıp, akılda kalıcı olabilirler. Nasıl mı? Bir fıkra ile sözlerime açıklık getireyim.

CENNETİN KAPISI YUMRUKLANIR VE ...

Cennet’in kapıları şiddetli bir şekilde yumruklanmış. "Güm güm güm" sesleri arasında içeriden seslenmişler...

-Kim o?

Dışarıdan gök gürültüsü gibi tok bir ses: "Biz İstanbul’u fetheden Fatih’in yiğitleriyiz!" diye cevap vermiş. Bu cevap üzerine de içeriden "hoş geldiniz" diyerek kapılar ardına kadar açılmış ve yiğitleri içeriye buyur etmişler.

Her şey çok güzel gidiyormuş. Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar. Bir gün kapılar yine şiddetle çalınmış: "Güm Güm Güm!" İçeriden sormuşlar:

-Kim o?

Dışarıdan gök gürültüsü gibi tok bir ses: "Biz İstanbul’u fetheden Fatih’in yiğitleriyiz!"

İçeriden hemen cevaplamışlar: "Hadi len! Onlar 40 yıl önce geldi!"

Dışarıdan yine ses gelmiş: "Ama biz mehter takımıyız, ancak geldik!"

UNUTULAN TURİZM YİĞİTLERİ

Unutulan yatırımcılardan biri, iş adamı Erdal Tontu idi. Beldibi’ndeki 5 yıldızlı oteli Katamaran ile listeye girmemişti. Üstelik unuttuğum bu kişi Türkiye’de, turizmi iyi bilen yatırımcıların başında geliyordu. Üç kardeşiyle birlikte kurdukları Dörtel Tekstil’in bir yatırımı olan Belek’teki Adora Otel’in yapımında ve bugünlere gelmesinde büyük katkısı olmuştu. Daha sonra kardeşleriyle anlaşmazlığa düşüp ortaklığı bitirerek, tek başına gemi şeklindeki temasıyla büyük ilgi toplayan Katamaran’ı kurmuştu.

Listeye girmeyen zincir otellere gelecek olursak... Bunlardan en önemlisi Öztaş Şirketler Grubu’na ait 7 otelli Pegasos zinciriydi. Ege ve Akdeniz’e yayılan, toplam 12 bin yatak kapasiteli Pegasos zincirinin hiç kuşku yok ki amiral gemisi, Muğla Sarıgerme’de 300 dönüm üzerine kurulu Pegasos Tropical Place oteliydi. Bir diğer grup ise Ankaralı iş adamı (Şimdi Antalya’ya yerleşti) Akın Yılmaz’a ait Joy Grup’tu. Antalya, Marmaris Tekirova ve Bodrum başta olmak üzere bir çok sahil beldemizde 12 adet beş yıldızlı tesise sahipti. Bu zincirin lokomotifi ise Kemer’deki Kiriş World Otel’di.

Aynı zamanda Büyük kolej’in Yönetim Kurulu Başkanı olan Rumi Doğay ve ailesinin Kuşadası’daki 5 yıldızlı tesisleri Aqua Fantasy Otel ise unuttuğum üçüncü grubu oluşturuyor. Fantasy Otel, 3 bin 500 rakamını bulan yatak kapasitesi ve Türkiye’nin en büyük Aquapark alanıyla devasa bir yatırım.
Yazının Devamını Oku

Ankaralı yatırımcıların 5 yıldızlı saltanatı

2 Aralık 2007
2006 yılı verilerine göre, seyahat ve turizm sektörü, dünyanın toplam gelirinin yüzde 10,3’ünü sağlarken; 234 milyon çalışanla dünyadaki toplam istihdamın yüzde 8,2’sini karşılıyor. 40’ın üzerinde sektörü doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen turizm, ekonomiler için lokomotif sektörlerin başında geliyor. Ekonomik büyüme ve kalkınmanın anahtarlarından biri olan turizmde Türkiye, dünyada en çok turizm geliri elde eden sekizinci ülke konumunda. Yılda ortalama 20 milyon kişinin ziyaret ettiği Türkiye’nin turizm geliri 18 milyar doları geçmiş durumda.

1980 yılında dünya genelinde turist sayısı 260 milyon iken, bugün rakam 800 milyonun üzerinde seyrediyor. Dünya Turizm Örgütü’nün tahminlerine göre 2020 yılında dünya genelinde 1 milyar 600 milyon kişi seyahat edecek ve harcama miktarı 2 trilyon dolara çıkacak.

Dünya Seyahat ve Turizm Konseyi, Türkiye’nin önümüzdeki 10 yılda yıllık ortalama yüzde 10,2’lik artış oranıyla en hızlı büyüyecek ülke olacağını tahmin ediyor. 2005 yılında yüzde 21 büyüyen turizm sektöründen Türkiye, 2010 yılında 35 milyar dolar gelir ve 40 milyon turist ağırlamayı hedefliyor. Yaratacağı istihdamın ise 3 milyona kişiyi bulacağı hesaplanıyor.

Bu artıştan en büyük nasibi alacak yatırımcılar ise Ankaralı. Devletin teşviğiyle 1980’lerin ikinci yarısından itibaren yatırıma başlayan Ankaralı müteahhitler, turizm sektöründe büyümeye devam ediyorlar. Deniz, kum, güneş konseptindeki değişimi gören Başkentli yatırımcılar, sahil yörelerinden kış, kültür ve yayla turizmine doğru kayıyorlar.

TURİZMDE BAŞKENT DAMGASI

Başkentli müteahhitler, turizme de damgalarını vuruyor. Gerek Ege ve Akdeniz sahilinde gerekse KKTC’de yer alan birinci sınıf turizm tesislerinin hem inşasını, hem de işletmesini yapan devler arasında Ankara’nın müteahhitlikle başlayıp turizmle büyüyen şirketleri başı çekiyor. Bu gelişime en güzel örnek ise Türkiye’nin Riviera’sı ya da Costa Del Sol’u olarak adlandırılan Belek Turizm Merkezi. Yan yana sıralanmış beş yıldızlı otel ve tatil köyleriyle insanı büyüleyen bir görünüme sahip. 50 bine yakın nitelikli yatak kapasitesiyle hizmet veren 47 otel ve tatil köyünün yanı sıra, 10 adet golf kulübü bu özel bölgenin ev sahipleri. Ve gelelim Türk turizminin lokomotifi Belek’in Ankara’yla bağlantısına.

Değişik tip ve büyüklükte yan yana yer alan bu tesislerin yüzde 80’ninin sahibi Ankaralı yatırımcılar. Denizden yoksun Ankaralıların sahillerdeki hegemonyası 1980’li yıllara, bir diğer değişle Turgut Özal dönemine uzanıyor. Turizmin kalkınması için yeni düzenlemelere giden, arsa tahsisi ve düşük faizli kredilerle yatırımları cazip hale getiren Başbakan Turgut Özal, beş yıldızlı tesislerin kurulması için büyük imkanlar sağlıyor. Üstelik geri ödemede de büyük kolaylıklar getiriyor. 49 yıllığına kiralanan arsaların ve üzerine kurulacak tesislerin açıldıktan sonra ödenmeye başlanacak kira bedelleri, yatırımcıları cezbediyor.

BOL KESEDEN TEŞVİKLERE KAYITSIZ KALMADILAR

O yıllarda, daha çok devletle iş yapan büyük müteahhitler, turizm sektörüne sağlanan "bol keseden teşviklere" kayıtsız kalmayarak, kamudan sağladıkları sermaye birikimini turizm yatırımına dönüştürüyorlar. İstanbul ve diğer illerdeki yatırımcılar ise gerek devletle olan "ilişki" eksikliğinden, gerekse turizmin önemini kavrayamamaktan olacak, Ankaralılar kadar atılımcı olamıyor. Ancak, tesisler birbiri ardına tamamlanıp, bacasız fabrika da denilen turizm gelirinden pay almaya başlayınca, kayıtsız kalanların istekleri kabarıyor, ama iş işten geçiyor.

Turizmin cazip yatırım sektörleri arasına girmesiyle 5 yıldızlı otel ve tatil köyü sahibi Ankaralıların sayısı her geçen gün artıyor. Akdeniz’in diğer turizm bölgeleri ile Ege kıyıları da, bozkırdan gelen yatırımcıların istilasına uğruyor. Rakamlarla örnek vermek gerekirse, Ege ve Akdeniz kıyılarında yer alan 5 yıldızlı tesislerin yüzde 40’ı Başkentli yatırımcıların eline geçiyor. İsterseniz, 5 yıldızlı tesislerin sahibi Başkentli iş adamlarına ve Türk turizmini uçuran yatırımlarına bir göz atalım.

ANKARALILAR’IN BELEK’TE SAHİP OLDUĞU OTELLER

Dörtel Tekstil ile ülkemizin ilk 500 firması arasına giren Tontu ailesine ait Adora Golf Resort Otel.

Uzun yıllardır Ankara’da vergi rekortmeni olan Talip Kahraman’a ait Altis Golf Otel.

çtaş İnşaat’ın sahibi İbrahim Çeçen’e ait IC Hotel Santai

Aydıner İnşaat’ın sahibi Mehmet Aydıner’e ait Xanadu High Class

Kebele Yatırım’ın sahibi müteahhit Tarık Pekkan’a ait Club Asteria.

ETA Turizm’in sahipleri Kemal Görgülü, Metin Acet ve Semih Durmuş’a ait Robinson Club Nobilis.

Özaltın İnşaat’ın sahibi Özaltın ailesine ait Gloria Golf Resort, Gloria Serenity ve Gloria Verde Resort.

Metiş Holding’e ait Grida Golf Resort.( Kısa bir süre önce Diana Turizme satıldı)

Mesa Şirketi’nin ortaklarından Özhan Akçalı’ya ait Mia Belpark Palace

Limak İnşaat’ın sahibi Nihat Özdemir ile Sezai Bacaksız’a ait Arcadia Golf Resort Otel ve Atlantis Resort.

Muna İnşaat’ın sahibi Mustafa Nazik’e ait Papillon Belvil Hotel ve Papillion Zeugma Hotel

Yenigün İnşaat’ın sahibi Mithat Yenigün’e ait Hotel Sun Zeynep.

Çalışkan Kardeşler Turizm’in sahibi Cemil Uğurlu’ya ait Club Marmara Bellıs.

UTE Holding’in sahibi Özcan Toplar’a ait Belconti Resort Otel.

Varuna Turizm’in sahibi Süreyya Pekuysal’a ait Club Hotel Varuna.

Kaya Şirketler Topluluğu’nun sahibi Burhanettin Kaya’ya ait Hotel Kaya Belek ve Kaya Select Resort and SPA

Aksa İnşaat’ın sahibi Metin Kaya’ya ait Pine Beach Resort ve Club Pine Beach.

UDE Turizm ve Yatırım’ın sahibi Talha Görgülü’ye ait Club Forest And Sea Otel.

İçkale Holding’in sahibi Nadire İçkale’ye ait Spıce Otel,

Özkar İnşaat’ın sahibi Özdoğan ailesine ait Calista Luxury,

LARA’DAKİ ANKARALILAR VE TESİSLERİ

MÖN İnşaat’ın sahibi ve Fenerbahçe yöneticisi Nihat Özbağı’ya ait Miracle Otel.

GTI Turizm’in sahibi Talha Görgülü’ye ait Riva Diva Otel.

Zafer İnşaat ve Lara Turizm’in sahibi Necati Yağcı’ya ait Concorde Otel.

Limak İnşaat’ın sahipleri Nihat Özdemir ve Sezai Bacaksız’a ait Limak Lara Otel.

MNG Holding’in sahibi Mehmet Nazif Günal’a ait Kremlin ve Topkapı otelleri.

Ünal Group’un sahibi Necati Ünal’a ait Venezia Palace Otel.

Cömertoğlu Otelcilik’in sahibi ve Damla Sakızları’nın üreticisi Ufuk Cömertoğlu’a ait Delphin Palace Otel.

Çeçen Holding’in sahibi İbrahim Çeçen’e ait IC Green Palace Otel.

EGE VE AKDENİZ’E EL ATANLAR

MNG Holding- Bodrum’da World Of Wonders Bodrum Resort Otel.

Nurol Holding’in sahibi Nurettin, Erol ve Oğuz Çarmıklı’ya ait Kemer’de ki Salima Tatil Köyü ve Kuşadası’ndaki Asena Otel.

Kiska şirketinin sahibi Oğuz Gürsel’e ait Bodrum’daki The Marmara Otel.

Dedeman ailesine ait oteller zinciri içinde Antalya, Park Antalya, Kapadokya, Bodrum, Club Bodrum, Olive Tree (KKTC), Erciyes, Club Belköy, olmak üzere sahil zincir otelleri.

Güriş Holding’in sahibi İdris Yamantürk’e ait Göynük’teki Mirage Park Otel.

Aydoğan şirketinin sahibi Derviş Aydoğan’a ait Kemer’deki Kiriş World Otel.

Akfen Holding’in sahibi Hamdi Akın’a ait Mercure Hotel (KKTC), Akfen Kuşadası Otel, Afken Uludağ otelleri.

Prestij Mensucat’ın sahibi Ahmet Yaşar’a ait Side ve Kumluköy’deki Belinda Oteller.

Yahya Kurt’a ait Side’de Sol Kamelya Otel.

Ufuk Cömertoğlu’na ait Side’de Botanik Otel.

Büyükhanlı şirketlerinin sahibi Büyükhanlı ailesine ait İncekum’daki Club Justınyano ve Kemer’deki Club Vista Oteller.

Gençler Şirketler Grubu’nun sahibi Mehmet Gençler’e ait Taşucu’ndaki Best Resort Otel.

Ersan Şirtekler Grubu’na ait Recai Ersan’a ait Bodrum’daki Club Hotel Ersan Holıday Vıllage.

Aykut Kazanları A.Ş’nin sahibi Sedat Yıldız’ın ortak olduğu Marmaris’teki Aqua Otel.

Akman Şirketler Grubu’na ait Kemer’deki Club Akman Park And Beach.

Tepe Grubu’nun bünyesinde yer alan Bilintur’a bağlı Bilkent Kemer Otel

Cengiz Gruba’a ait Kiriş’te Le Jardin Resort Hotel.

Eko İnşaat’a ait Manavgat’ta Pemar Beach, Bodrum’da Hotel Ambarosia.

Göçay İnşaat’a ait Kuşadası’nda Pine Bay Holiday Resort, Pine Bay Beach Club, Pine Bay Marina Hotel, KKTC’de tatil köyü,

Şefik Gül’e ait Gülsan İnşaat’ın ise Kemer’de Eliza Beach Resort, Kilikya Palace otelleri.

Koçoğlu İnşaat’a ait Uludağ’da Karinna Hotel, Manavgat’ta Hotel Arinna. Kıbrıs’ta otel inşaatı ise devam ediyor. Kolin İnşaat’a ait Çanakkale’de Kolin Otel ve Kongre Merkezi.

Şarkının nostaljisi iyi de fıkranınki insanı boğuyor

Lüks denince, akla ilk gelen otomotiv markalarından biri olan dünya devi BMW’nin, daha doğrusu Türkiye distribütörü Borusan Oto’un özel gecesindeyim. Ankara merkezinin kuruluşunun 10. yıl dönümü nedeniyle Esenboğa havalimanın hemen bitişiğindeki plazasında görkemli bir balo ve Erol Evgin konseri gerçekleşiyor. Kalabalık ve seçkin davetli topluluğu, ilk etapta, Borusan Holding Onursal Başkanı Asım Kocabıyık ile Borusan Oto Ankara Genel Müdürü Azmi Kalemcisoy’un açılış konuşmalarını dinliyor.

Bana göre, işinde olduğu kadar, katıldığı sosyal projelerde de çok başarılı çalışmalara imza atan Genel Müdür Kalemcisoy, 10 yılda satışlarını 20 misline çıkardıklarını belirtip, lüks sınıfındaki araçlarının büyük talep gördüğünü söylüyor. Ardından konuşan Asım Kocabıyık ise geçmişten günümüze hatıralarını aktarıp, bir Volkwagen sahibi olabilmek için kurduğu hayalleri ve Amerikan aracına binmek için kaç yıl beklediğini anlatıyor. Ve sözlerini Türkiye’nin ihracat-ithalat dengesine getirip. "Bakın, ülke olarak 102 milyar dolar ihracat yaptık. Keşke ithalatımız 160 değil de 30-40, hadi bilemediniz 50 milyar dolarda kalsaydı; inanın Türkiye ihya olurdu" diyerek konuşmasını bitiriyor.

BMW, Land Rover gibi araçları ithal edip Türkiye’de satan bir şirketin sahibi olarak icraatıyla, fikirleri tam ters düşerken, öz eleştiri yapması ilgimi çekiyor. Tabii, Azmi Kalemcisoy’un 10 yılda elde ettikleri başarıları anlatırkenki konuşmasına tezat düşmesi de.

Gecenin ikinci dikkat çeken unsuru ise Erol Evgin’in sahne performansı oluyor. Kişiliği ve sanata katkısı tartışılmaz, ama repertuarı takılmış plaktan farksız olunca sıkıntılı anlar başlıyor. Şarkılarda nostalji yaşanabilir, ama her şarkının arasında anlattığı anekdotlar ve fıkralar tam bir felaket. Zira, yıllardır noktası virgülüne dokunmadan aynı anlatım şekli ve içerik insanı biraz sıkıyor. Konuşmalarda nostaljinin nostaljisi yaşanmaz ki! Allahtan Azmi Bey ve ekibinin sıcak misafirperverliği devreye giriyor da, gecemize renk geliyor.
Yazının Devamını Oku

Siyasete hükmediyorsa etkin gece hayatında sonsuz yetkin

25 Kasım 2007
Akşam karanlığı Ankara’nın üzerine çökerken, eğlence sektörü renkli neonlarıyla sizlere "Merhaba" der. O andan itibaren de Başkentin iki yüzü gözler önüne serilir. Her cins ve kalitede pavyonlar madalyonun bir yüzünü, gazino, restoran, bar, kafe ve özel kulüplerden oluşan, yani ailece gitmeye olanak tanıyan yerler de madalyonun diğer yüzünü oluşturur. Oteller ve özel ev partileri ise kalitelerine göre eğlence yelpazesindeki yerlerini alırlar. Bu arada Ankara, hemen hemen her gün birçok davete tanık olur. Bu toplantılarda değişik insanlarla tanışma olanağı, yerli-yabancı dostlar edinme fırsatı vardır. Hele bazı günler yarımşar saat arayla kokteyller düzenlenir sefaretlerde, lüks otellerde ve özel mekanlarda.

Ve tüm bu yerlerin abonesi siyasetçilerimiz, bürokratlarımız vardır. Birinde olmasa diğerinde mutlaka burun buruna gelirsiniz o anlı şanlı zevatla. İsimleri önemli değil, ama bizim politikacılarımız ve bürokratlarımız Başkent gece yaşamında nasıl eğleniyor? Nereleri tercih edip, ne tür eğlence tarzından hoşlanıyor? İşte bu haftaki yazımda bu soruların yanıtını aktarmaya çalışacağım.

POLİTİK GECELER VE UYGULANAN TAKTİKLER

Pavyonları kendilerine eğlence mekanı seçen politikacılarımızın sayısı geçmiş dönemlere göre azalsa da, yine de bir hayli fazladır. Çoğu, tabelasına gece kulübü yazıp, daha kaliteli olduğunu vurgulayan ve insafsız hesap pusulasını ödetmeyi amaçlayan pavyonlara gider. Salondaki en kamufle edilmiş yerler onlara ayrılır. Masanın hesabını ise genellikle beraber geldikleri dostları öder. Her nedense bu dostların büyük kısmı da seçim bölgesinden gelen tüccarlarla devletle bağlantısı olan iş adamlarından oluşur.

Tabii aralarında daveti beklemeden kendi tercih ve zevkini tatmin için gidenlerin sayısı da az değildir.

Hesap pusulasındaki bol sıfırlı rakamları ödemeyi göze alarak gece kulübünde boy gösteren siyasilerimizin geliştirdikleri belli başlı yöntemler vardır. Örneğin, çoğu yabancı uyruklu konsomatrislerin çalıştığı mekanlara giderler. Geceyi geçirdikleri kadınlar yabancı oldukları için, tanınma ve daha sonra başlarına musallat olma riskini azaltırlar. Kendileri her hangi bir dil bilmediği, kadınların ise Türkçe’yi pek sökemediği düşünülecek olursa masada öyle koyu bir sohbet ortamı da oluşmaz. Güzel bir kadından alınan buseler ve makaslar, kulüp kuşu siyasetçilerimize yeter de artar bile.

YTL’DEN UZAK DUR YOKSA YANARSIN!

Gecenin sonunda hesap pusulası ödenirken kredi kartı ve Türk lirası asla kullanılmaz. Zira kredi kartı kullanmak, arkasında kanıt bırakmakla eş değerdedir. Hesapta yazılı olan rakamlar yüksek olduğu için de cebinde tomarla YTL taşımak hem ev halkına, hem de yakın çevresine karşı izah edilemeyecek sakıncalar doğurur. O nedenle de başta Euro olmak üzere, hesapları dövizle öderler.

Gelelim bürokrat ve siyasilerimizin pavyon dışındaki eğlence tarzlarındaki konumlarına. Lüks bir restoranda yemek, geçmişten günümüze uzanan alışkanlıkları arasındadır. Eğer onları kalabalık grup içinde görürseniz bilin ki siyasi bir faaliyetin içindelerdir. Tabii eş, dost yakın çevresiyle gittikleri gecelerden bahsetmiyorum.

MASANIN KONUMU İP UCU VERİR

Bürokrat ve politikacılarımızı erkek erkeğe oturmuş yemek masasında görürseniz genelde ortada önemli bir politik ya da ekonomik iş takibi var demektir. Hele hele fısıldayarak konuşuyorlarsa büyük çapta işler konuşuluyor anlamını çıkarabilirsiniz. Masalarını bir bayan şereflendiriyorsa işin rengi değişiktir. Elbette ki nikahlı eşlerinden, onlarla başbaşa geçen zamanlarından bahsetmiyorum. Bu ya bir kaçamağın görüntüsüdür, ya da iş takibi konusunda uzmanlaşmış ve bitireceği işten yüzde olarak pay alma gayreti içindeki güzel bir hanımın yemek masasında ikna çabasıdır.

Bu tür görüşmeler için genellikle Gölbaşı’ndaki restoranlar ile şehrin dışındaki mekanlar tercih edilir. Hatta Elmadağ, Kızılcıhamam, Abant gibi yerleşim birimlerine kadar gidilebilir. Sonuçta, Abant’a otoban üzerinden araçlarıyla ulaşmak 1,5 saatlerini alacaktır.

KALABALIĞA KARIŞIP KAMUFLE OLURLAR DA...

Restoranlara başbaşa gitmek genelde tercih etmedikleri bir yöntemdir. Kalabalık bir grup içinde hanım arkadaşlarını ağırlamak daha az tehlike yaratır. O nedenle içinde bürokrat veya politikacıların da olduğu kümeleşmiş gruplara rastlarsanız ve masadaki hanımlar size tele kız gibi gelirse, gözlerinizi bu önemli zat üzerinden sakın ola ayırmayın. Zira hanımlardan ayrı konumda oturan zatımız, içkinin de tesiriyle gerek mimikleri, gerekse konuşmalarıyla gecenin ilerleyen saatlerinde renk vermeye başlayacaktır.

Son zamanların gözde mekanları ise bazı bürokrat ve siyasilerimizi mıknatıs gibi kendine çekmeyi başarır. Sosyoekonomik yapısı iyi kişilerin gittiği mekanları daha çok aile fertleri ve yakın dostlarıyla ziyaret ederler. Zira bunun nedeni, eşinin tanıdığı ahbaplarının da orada olma ihtimali ve bazen çocuklarının eğlenmek için o mekanı seçmesidir. Eh, Ankara’daki eğlence mekanları kısıtlı olunca gidilecek yer sayısı da o kadar fazla değildir.

ÖZEL MEKANLARIN ÖZEL DİLBERLERİ

Ancak, bu tür özel mekanların yanı sıra, ailelerin tercih etmediği bazı özel yerler vardır ki, işte burada gördüğünüz bürokrat ve politikacıyı iş üzerinde yakalayabilirsiniz. Hanım müşterileri genelde zengin ve kariyer sahibi erkek avına çıkmış dilberlerden oluşan bu tür barların sahipleri, genelde aranan hanımlarla arayan beyleri biraya getirip cirosunu yükseltmek isteyen yatırımcılardan oluşur. Servis yaptığı içki ve mezelerin hesabını alan garsonlar orada tanışan veya buluşan hanımlarla beyleri gecenin geri kalan kısmı için yalnız bırakırlar. Zamparalığa çıkmış beyler için de sonradan oluşacak masrafların faturası ise birlikte muhabbete girdiği hanım tarafından önüne konacaktır. Bu tür yerlere giden ve bir hanımla dostluk kuran bürokrat ve politikacımız için iki türlü hesap pusulası karşısına çıkar. Ya nakit ödeme yapıp geceyi bitirir, ya da gücünü kullanıp bu hanım için iş bitirir. Üstelik bir gecelik zevk için iş bitirdiği, bar çevresinde yayılmaya görsün, daha sonraki gelişlerinde dilberlerin akınına uğrar.

OTURDUĞU YERE BAK; İKTİDAR MI YOKSA MUHALEFET MENSUBU MU ANLA

Gerek aile fertleriyle, gerekse zamparalık dostlarıyla bar ve gece kulüplerine giden siyasilerimizin muhalefete mi, yoksa iktidara mı mensup olduğunu zorlanmadan öğrenebilirsiniz. Mekanın kuytu köşelerinde mütevazı bir şekilde eğleniyorsa muhalefet, en itibarlı masada oturup, donanımlı bir masaya sahipse ve etrafı kalabalıksa iktidar partisine mensup olduğunu kolayca anlayabilirsiniz. Üstelik bağlı bulundukları kurum içindeki kariyerlerini bile bu kriterlere bakıp tahmin edebilirsiniz.

Son 15 yıldır moda olan bir başka mekan türü de, onlara rahat davranma imkanı sağlar. Gerek kamu, gerekse özel sektöre ait şirketlerin kendi iç bünyesinde oluşturdukları VİP tarzı özel bölümler onlar için bulunmaz bir nimettir. Halka açık olmayan, sadece sahipleri veya üst düzey yöneticilerince kullanıma açık olan bu yerlerde büyük iş bağlantıları kurulduğu gibi, ufak tefek kaçamaklar da yapılır.

VİP KATLARINDA NELER OLUYOR?

Bazı önemli zatlar bu tür şirketlerin hatırlı dostlarıdır ve her türlü imkan önlerine serilir. Genellikle mesai bitim saatinden sonra kullanılan bu mekanlarda, ağzı sıkı güvenlik elemanları ile güvenilir servis elemanı dışında personel de kalmaz. Yaşananların dört duvar arasında kaldığı bu yerler, ev ahalisine karşı da kurtarıcı gibidir. Eşi veya çocukları telefonla arayan zatımız bulunduğu yerin ismini, hatta telefonunu verip iş görüşmesinde olduğunu söylerken, gece yarılarına kadar yoğun çalışan aile reisi portresi çizebilir.

Allah’tan bir çok bürokrat ve politikacımız için aile kavramı daha ağır basıyor da içlerinde eğlence ve kadın düşkünleri azınlıkta kalıyor. Ya da saman altından su yürütenler kaçamaklarında başarılı oluyor ki, biz onları azınlıkta zannediyoruz.

Kaçamağı eline yüzüne bulaştırdı

Geçmiş dönemlerde bakanlık koltuğunda oturan bir zat, hanım arkadaşıyla gittiği tavernada eğlenirken kapıdan içeriye gazeteciler girer. Telaşa kapılan bakan hemen yerinden kalkıp, müessese yetkilerine talimatlar yağdırmaya başlar ve foto-muhabirlerinin dışarıya çıkarılmasını ister. Görevli personel bu isteğe uyar ve salon içindeki gerekli tertibatı alır.

Ancak, paparazziler inatçı ve birbirlerine haber verdikleri için sayıları artık daha fazladır. Tüm çıkışları kontrol altında tutup bakan beyin çıkmasını beklerler.

İçeride durumun kötüye gittiğini gören bakan, ani bir kararla hanım arkadaşını mutfak kısmından kaçırmayı düşünür ve komşu apartman ile tavernanın arasındaki 2 metrelik bahçe duvarına merdiven dayatır. Hanım arkadaşı merdivenin son basamağına adımını attığı anda ise flaşlar patlamaya başlar.

Uyanık paparazziler, kaçma ihtimaline karşın arka tarafta da tertibatını çoktan almıştır. Sonuçta çaresiz içeriye dönülür ve bu kez yarma harekatı denenir. Tavernanın depo kapısının önüne çekilen özel araca karga tulumba binen bakan ve hanım arkadaşı şoföre gaza basmasını söyler. Kendileri arka koltuğa tam siper yatmış vaziyette araç hızla anayola çıkar, ama daha beter bir durum kendilerini bekler.

Trafik akışının yoğun olduğu caddeye aracın hızla girmesi, zincirleme kazaya neden olur ve biri taksi olmak üzere üç otomobile çarpan araçları yolun ortasında sıkışıp kalır. Eh, paparazzilerin kaçarken ve kaza anı çektiği resimleri siz düşünün. O zamanın Hafta Sonu Gazetesi’nde manşetten verilen bu görüntüler bakan beyin politik yaşamının sonunu hazırlar. Bu bakan kim diye soracak olursanız. Şu kadarını söyleyeyim, şimdi o hanımla mutlu bir evliliği var.

Tebdili kıyafet gitti sakalı kaptırdı

1984 yılı... 17. dönem İstanbul Halkçı Parti milletvekilimiz çevresinde de eğlenceye çok düşkün olarak tanınıyor. Gazetecileri seviyor ve bu meslek grubundan dostları da bir hayli fazla. O yıllar Monamour Ankara’nın en renkli gece kulüplerinden biri. Kulübe yabancı revülerin biri geliyor, biri gidiyor. Milletvekilimiz ise revü kızlarına bayılıyor. Her akşam onları izlese yine doymuyor.

O günlerde milletvekilimiz gündemde, dolayısıyla gazete manşetlerinden de inmiyor. Ama canı da gece kulübüne gitmek istiyor. Arkadaşına, "Gitsem beni tanıyacaklar" diye dert yanıyor. Devlet tiyatrolarındaki makyöz arkadaşı, "Üzülme sana öyle bir makyaj yaparım ki, annen bile tanıyamaz" diyor.

Milletvekilimize makyaj yapıyor ve sakal takıyor. aynaya baktığında kendini tanıyamamanın verdiği sevinçle ellerini ovuşturup "Oldu bitti bu iş" diyor.

Gece, içi rahat bir şekilde kulüpteki masasına oturup viskisini yudumlayarak revü kızlarını izlemeye koyuluyor. Keyiften dört köşe olduğu sırada sarışın bir konsomatristi masasına "Buyur" ediyor. Muhabbet koyulaşıyor, sarışın kadın ile milletvekilimiz sarmaş dolaş bir konuma bürünüyor. İçkilerin biri gelip diğeri giderken, sarışın dilber milletvekilimizin yanaklarını mıncıklamaya başlıyor. İşte ne oluyorsa o anda oluyor. Takma sakalı bir anda konsomatrisin elinde kalıyor. Annesinin bile tanıyamayacağından emin milletvekilimizi sarışın kadın tanıyor.

"Aaaa sen gazetelerde çıkan milletvekili değil misin?"

Pavyonda içince soluğu şehirlerarası yolda aldı

Kızılay Semti’ndeki bir pavyona abone olan siyasetçimiz en muteber müşteriler arasındaydı. Her gece en az iki bayanı masasına alan ve onları ihya etmesini bilen zatımız, gece aleminden tanıdığı konsomatrisleri gündüz makamında ağırlamaktan çekinmezdi. Tabii, "Düzgün giyinip, aklı başında davranarak gelin" uyarısını eksik etmeden.

Bir gece, seçim bölgesinden, şehirler arası yolu aşarak doğruca pavyona giden politikacımız içkiyi fazla kaçırmış olacak ki, sabahın 04:00’üne kadar eğlencesini sürdürmüş. Çıkışta aracına atlayan ve ortadan kaybolan beyefendiyi ertesi gün başta eşi ve çocukları olmak üzere çalışma arkadaşları aramaya başlamış. Hatta onun katılması şart olan bir toplantı bile iptal edilmiş. Sonuçta ertesi gün saat 17:00 sıralarında bizim politikacının telefonu gelmiş.

"Ben filanca şehre geldim, ama neden burada olduğumu bilmiyorum"

İşin aslı ise 2 gün sonra anlaşılmış. Sarhoş kafayla eve gidiyorum diye Ankara’daki değil, seçim bölgesindeki evine giden politikacı, ertesi gün sızıp kaldığı aracın içinde akşama doğru uyanmış. Bu arada 250 kilometre yol gittiğini ise aracını park ettiği benzinliğin görevlilerinden öğrenmiş. O gün bu gündür de kadınlara değil, ama aşırı alkole tövbe etmiş durumda.
Yazının Devamını Oku

İşte rakamlarla Ankara ekonomisi

11 Kasım 2007
Ankara’nın sosyo-ekonomik yapısında kamu sektörü önemli bir yer tutuyor. Başkent’in iş görebilen nüfusunun dörtte üçü kamu hizmetlerinde çalışıyor ve şehrin Gayri Safi Hasılası’nda en büyük paya sahip. Bunun ana sebebi de, göçle gelen nüfusa yeterli istihdam olanağı sağlayabilecek ölçüde sanayinin gelişememesi gösteriliyor. Kent merkezi dışındaki alanlarda tarım ön plana çıkıyor. Toprakların yaklaşık yüzde 60’ı tarım arazisi olarak kullanılıyor ki bu oran Türkiye ortalamasının da üzerinde bir rakam olarak karşımıza çıkıyor.

Gelelim rakamlarla Ankara ekonomisine... Ankara, Ülke Gayri Safi Milli Hasıla’nın yüzde 9’una sahip. Türkiye’nin toplam vergi gelirlerinin yüzde 12’si ve toplam bütçe gelirlerinin yüzde 12.3’ü Başkentten toplanıyor. Şehrin bütçe harcamalarından aldığı pay ise yüzde 6,4 düzeyinde kalıyor. 2006 yılında Ankara’nın bütçe vergi gelirlerine katkısı 16,5 milyar YTL, toplam bütçe gelirlerine katkısı ise 21,1 milyar YTL olarak gerçekleşirken, bütçeden aldığı pay ise 11,3 milyar YTL’de kalıyor.

Ankara’dan 2006 yılında yapılan ihracat 3,5 milyar dolara, ithalatı ise 14,2 milyar dolara ulaşırken, Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 4.2’si ile toplam ithalatının yüzde 10.3’üne sahip. Başkentten yapılan ihracatın önemli bir bölümünü demir-çelik eşyası, makine ve cihazlar, motorlu kara taşıtları, hava taşıtlarının aksam ve parçaları, mobilya, kıymetli taş ve metal, giyim eşyası, inorganik kimyasal maddeler, hububat, taş ve toprağa dayalı ürünler oluşturuyor.

Ankara, 2006 yılında kamu yatırımlarından 900 milyon YTL ile yüzde 4,2 pay alırken, teşvik belgesine bağlanan yatırımların da yüzde 4,5’ini, yani 1 milyar 27 milyon YTL alıyor.2006 yılında toplam 1 milyon 355 bin kişinin istihdam edildiği Ankara’daki işsiz sayısı ise 185 bin kişi olarak karşımıza çıkıyor. İşsizlik oranı ise yüzde 12,1 olarak hesaplanıyor.

SSK’ya kayıtlı işyerlerinin yüzde 8,7’si(90 bin 375 işyeri), SSK’ya kayıtlı sigortalıların da yüzde 8,5’i(667 bin 750 kişi) Ankara’da bulunuyor. Bağ-Kur’a kayıtlı esnaf-sanatkar ve kendi hesabına çalışan çiftçilerin sayısı ise 202 bin 874 rakamına ulaşıyor. Türkiye genelindeki Bağ-Kur üyelerinin yüzde 5.9’u Ankara’da bulunuyor.

ANKARALI’NIN BANKADA 9,5 BİN YTL’Sİ VAR

Türkiye’deki toplam mevduatın yüzde 18,1’i Ankara’da yaşayanlara ait bulunuyor. Ankara’da kişi başına 9 bin 584 YTL mevduat ve 5 bin YTL banka kredisi düşüyor. Ticaretle siyasetin buluştuğu bir kent olan Başkent’te dördü özel olmak üzere sekiz üniversite, bir devlet konservatuarı, bir polis akademisi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Kara Harp Okulu bulunuyor. Bu durum da Ankara’yı tam anlamıyla bir üniversite şehri yapıyor. Üniversitelerde ön lisans, lisans ve lisans üstü öğrenim gören toplam 150 bin öğrenci bulunuyor.

EXPO 2015’in önemi ve 2005 Aichi’de yapılanlar

Geçenlerde Ankara Kalesi içinde yer alan Çengelhan’da önemli bir davet vardı. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, Uluslararası Sergiler Bürosu İnceleme Heyeti onuruna bir resepsiyon veriyordu. Amaç ise 2015 yılında gerçekleşecek EXPO Fuarı’nın İzmir’e alınmasını sağlamak için heyetin gönlünü kazanmaktı.

Bu organizasyon, olimpiyat veya uluslararası futbol ile basketbol turnuvasını düzenlemek kadar önemli. Zira, ülkemize katacağı değerler inanılmaz ölçekte büyük. Nasıl mı? Japonya’ya gidip bizzat yerinde gördüğüm EXPO 2005 Aichi Fuarı’nda yaşananları özetleyerek cevabını vereyim.

Tokyo ve Osaka’dan sonra Japonya’nın üçüncü büyük metropolü ve sanayi kenti Nagoya’da açılan EXPO 2005 Aichi fuarı; 173 hektara yayılan bir alana sahipti. Açık kaldığı 6 ayda yaklaşık 20 milyon ziyaretçiye ev sahipliği yaptı. "Doğanın Bilgeliği" temasının işlendiği EXPO 2005’e, 120 ülke ile çok sayıda Japon firması katıldı. Ülke ve firma pavyonlarında çevre ve bileşim alanında, bir çoğu deneme aşamasındaki teknolojiler sergilendi.

Belki de içlerinde en ilginci, elektromıknatıslarla raylar üzerinde hareket eden "Limino" isimli trendi. 7 kilometrelik hat boyunca zeminden 6 milimetre yukarıda hareket eden trene binmek, paten sahasında kaymak gibi bir duygu yarattı.

Bir başka ulaşım aracı da sürücüsüz otobüslerdi. Otomatik Konvoy Sistemi(IMTS) adı verilen bu araçlar, birbirinden 20 metre aralıklarla, raylar üzerine döşenmiş mıknatıslar aracılığıyla otomatik olarak hareket ediyorlardı. 1.6 kilometrelik yolda hareket eden sürücüsüz bu özel otobüslerin en önemli özelliği ise belirlenen hattan çıkıp, normal karayolunda da seyahat edebilmesiydi.

EXPO 2005 Fuarı’nda yayalar için de yarının teknolojisi düşünülmüştü. Japonlar, oldukça engebeli olan fuar alanında tepeleri kazıp vadileri doldurmak yerine hiç yokuşu olmayan, ortalama 7,5 metre yükseklikte, 21 metre genişlikte bir yol inşa etmişlerdi. Küresel çember yol, 2,6 km boyunca tüm fuar alanını çevreliyor ve 200 metre mesafede bir ara yol sayesinde istediğiniz pavyona rahatça ulaşmanızı sağlıyordu. Ayrıca yolun orta bölümünde 6 metre genişliğinde elektrikle çalışan araçlar için bir bölüm bırakılmıştı.

Özetle, yaklaşık 8 bin insanın görev aldığı fuarda, son teknolojiler görücüye çıkmıştı. Ve bugün takip ettiğim kadarıyla bu teknolojiler toplumsal yaşamın bir parçası olarak işlevsel hale getirildi. Japonya hem teknolojik atılımını sergiledi, hem de yeni pazarlara el attı. EXPO için yaptığı masrafı çıkardığı gibi, bugün halen para kazanmaya devam ediyor.

Ve geliyorum EXPO 2005 fuarının en önemli püf noktasına. Milyarlarca dolar para harcanarak inşa edilen bu fuar alanı işlevini tamamladıktan sonra tümüyle yıkıldı. Yani, yollar, raylar, pavyonlar hepsi yerinden sökülüp satıldı. Yerine de, tekrar doğanın birer üyesi ağaçlar, çiçekler dikildi. Kısacası, doğal parka dönüştü. Bu arada Japon turizmi ve üretim devleri inanılmaz rakamdaki cirolara ulaştı.

Metroseksüel AKP’liler olay oldu

Geçen
hafta, köşemde yayınladığım "AKP’nin Metroseksüel Milletvekilleri" başlıklı yazım bir hayli ses getirdi. Hatta bu ses, Meclis Genel Kurulu’ndan bile duyuldu. AKP’lilerin kendi aralarında gerçekleştirdikleri sohbetlerde, metroseksüel olduklarını yazdığım milletvekilleri ile bunun dışında kalan isimler arasında esprili şakalaşmalar yapıldı.

Listede yer alan bir milletvekili, kapsam dışı kalan arkadaşlarına, "Biraz medeni olun. Giyiminize dikkat edin. Bakın, medeni olan arkadaşlar basının ve kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor" diyerek tartışmalara çanak tuttu. Listenin bir başka önemli ismi ise metroseksüel AKP’liler arasında yer almaktan mutlu görünürken, adının beraber anıldığı bazı isimlere itiraz etti. Üstelik bir meslektaşını "beyaz çorap giydiğini" söyleyerek kızdırmaya çalıştı, bir diğerini "bit pazarından giyinmekle" suçladı.

Bir başka milletvekili ise beni yakalayınca içini dökme ihtiyacı duydu. Haber hem hoşuna gitmiş, hem de biraz şaşırtmıştı. "Giyimime, kuşamıma dikkat ederim, ama manikür ve cilt bakımına filan gitmem. Şimdi, siz metroseksüel deyince vatandaşlar bakımlı erkek filan demez, kafayı ters bir şekilde sonundaki seksüel kelimesine takar. Ancak, bakımlı demeniz hoşuma gitmedi de değil!" diyerek yorumunda tarafsız kaldı.

Daha da ilginci, benimle telefonda konuşan bir milletvekili ise soluğu kuaförde aldı. 70 kadar AKP’linin aksine, bu kuaför salonuna ilk kez gelirken, salondan içeri girer girmez, "Ben haberde bahsedilen metroseksüel milletvekili Ö Tanışalım ve sizin deneyimlerinizden yararlanalım istedim" diyerek koltuğa oturdu. Tabii, bu esprili yaklaşım karşısında da salonda kahkaha tufanı koptu.

Giyim müzesi için niyet var mekan yok

Bilindiği üzere Balgat Semti, Ankaralı tekstilcilerin üretim üssü olarak her geçen gün büyüyor. 2003 yılında, 97 firma, bu bölgede faaliyetini sürdürürken, bugün sayı 440 rakamına ulaşmış durumda. Hal böyle olunca da, Başkentli tekstil ve konfeksiyon firmaları için Balgat yetmez oldu. Ankara Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Canip Karakuş, plansız büyümenin getirdiği sıkıntıları dile getirirken, yeni stratejilerini açıkladı. Birkaç yıl içinde tüm tekstil fabrika ve imalathaneleri ASO’nun yaptığı 2. Organize Sanayi Bölgesi’ne taşınacak... Balgat’taki mevcut fabrikalar ise showroomlara dönüşecek.

Yaklaşık 18 bin kişinin yeni bölgeye taşınacağını belirten Canip Bey’in yürüttüğü önemli bir proje de, Ankara Kalesi’nde Otantik Türk Kültürü ve Giyim Müzesi açmak. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan Çengelhan benzeri bir yer talep eden tekstilciler, isteklerine olumlu bakıldığını söylüyor. Böyle bir müzenin şart olduğunu belirtirlerken de "Bu yıl 15 milyon dolarlık ihracat yaptık. İki yıl içinde bu rakam 50 milyon Dolara çıkacak. Müze ise müşterilere gururla sunacağımız prestij bir mekan olacak" diyorlar.
Yazının Devamını Oku

Metroseksüelliğe AKP yaklaşımı

4 Kasım 2007
Çankaya Köşkü’nde Cumhuriyet Bayramı için verilen resepsiyonda, siyaset, iş, spor, sanat ve medya dünyasından çok sayıda davetli hazır bulundu. Katılanlar arasında 33 türbanlı bayan ve ilk kez Köşk protokolünde yerini alan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün, frak vari kıyafeti dikkat çekti. Benim dikkatim ise koyu renk elbisenin mecbur olduğu davetteki erkek misafirlerin kıyafetlerindeydi. Açık renk kıyafetlerin seçilmesi bir kenara, renk uyumsuzluğu en göze çarpan unsurdu. Bıyık, özellikle de badem bıyık bir tercih olabilirdi, ama siyah pantalonun altına kahverengi ayakkabı ya da gri ve lacivert çorap tam bir zevksizlik örneğiydi. İşte bu görüntülerden yola çıkarak birazdan aktaracağım konuya değinmek istedim.

Son yıllarda, "Metroseksüellik" bir yaşam tarzı olarak, Türk erkeğinin gündemine girdi ve çıkacak gibi de görünmüyor. Türk Dil Kurumu, "metroseksüel" sözcüğünün yerine "bakımlı erkek" tanımlamasının kullanılmasını tavsiye ederken, bu kavramın Fransızca kökenli olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla da insanların aklında başka çağrışımlar yaptığını vurguluyor ve yanlış anlaşılmayı ortadan kaldıracak, "bakımlı erkek" deyiminin daha kullanışlı olduğunu savunuyor.

Peki metroseksüellik nedir? Bu kelime, cilt bakımı, manikür yaptıran, kıyafetlerini özenle seçen, saç bakımı için birkaç çeşit ürün kullanan erkeklerin yaşam tarzını ifade ediyor. Kelime, kentli anlamına gelen "metropoliten" kelimesinden türetiliyor ve bakımlı olmayı seçen erkekler için tercih ediliyor. Hollywood’un ünlüleri George Clooney, Brad Pitt, Tom Cruise, Ben Affleck. Justin Timberlake gibi isimlerin yanı sıra İngiliz Futbolcu David Beckham için bakımlı erkek tanımı yapılıyor. Politikacılar arasında ise ABD’nin eski Başkanı Bill Clinton, metroseksüel erkeklerin politikadaki temsilcisi olarak niteleniyor.

Türkiye, bakımlı erkek tanımlamasıyla yeni bir kentli, modern, şık erkek tipiyle tanışıyor ve bu tanışma kendisine şaşırtıcı bir biçimde siyasi hayatta da karşılık buluyor. Hal böyle olunca da, tüm gözler AKP’ye çevriliyor.

AKP’lİLERİN DEĞİŞEN YÜZÜ

Adalet ve Kalkınma Partisi
, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri’nde aldığı oy oranını yüzde 47’ler seviyesine yükselterek konumunu daha da güçlendirdi. AKP’nin bu ikinci seçim başarısı kendisiyle ilgili "merkez partisi" tanımlamasını da tam sağlamlaştıran bir sonuçtu.

AKP’ye yönelik "Merkez partisi olmayı büyük ölçüde başardı" değerlendirmesi, partiyi yalnızca siyasi olarak tanımlamıyor; aynı zamanda bünyesinde farklı yaşam alışkanlıklarını sürdüren geniş bir milletvekili, danışman, üye, yönetici profilini barındırdığı gerçeğine gönderme yapıyor. Türkiye, parti ideolojisi olarak belirlenen "Muhafazakar Demokratlık" kavramı şemsiyesi altında, farklı siyasal ve kültürel tercihleri bulunan ve bu tercihlerini gündelik hayatlarına da yansıtan AKP’lilerle tanışıyor. Bu evrimleşmenin görsel yansıması kendisini en belirgin şekilde partinin meclis grubunda gösteriyor.

SONU SEKSÜEL YA!

Gerek Refah, gerekse Fazilet Partili milletvekillerinin büyük bir çoğunluğunun ortak özelliği, Türkiye’nin muhafazakar dokusunu yansıtmasıydı. Bu yansıtışın göze hitap eden yanı, özellikle kendisini giyim tarzında, sakallı ya da her an sakal bırakmaya hazır suratlarla kendini gösteriyordu. Oysa, liberal görüşlü isimlerin AKP içerisinde yer almasıyla birlikte, Milli Görüş geleneğinden gelen milletvekillerinin muhafazakarlıkları da değişme uğramaya başladı.

İsmi bende saklı bir Ak Partili milletvekili, kendileri ve partileri için taşıdığı anlamı temkinli bir davranışla şöyle anlatıyor. "Sonunda ’seksüel’ olan her kavramın ağırlıklı olarak muhafazakar ve köy kökenli olan Anadolu insanı tarafından hoş karşılanmadığını düşünüyorum. Örneğin Heteroseksüel de kötü bir şey değildir, ama sonunda "seksüel" olduğu için Anadolu insanı tarafından hoş karşılanmaz. Aslında bu kavram etrafındaki bütün tasarrufların kötü, günah ve sakıncalı olduğu düşünülür. Oysaki uygarlık dünyası, bu kavram ile ilgili eğitimin bile çok gerekli ve kaçınılmaz olduğunu bize dikte ediyor. Ben metroseksüel kavramını, seksüel bir ilişkinin içinde değerlendirmek yerine, o kavramı dönüştürüp Türkçeleştiriyorum. Metroseksüel erkek yerine özenli ya da bakımlı erkek sözünün kullanılmasını tercih ediyorum".

Bir başka AKP’li milletvekili ise bakımlı ve özenli olmak çağımızın gereği derken fikrini; "Bugün saç tıraşı ve diş bakımı da bunun bir parçasıdır. Bakımlı ve özenli erkek olmak birkaç milyarlık bir takım elbiseyi üzerine geçirmek değildir" şeklinde özetliyor.

AKP’lİLERİN BAKIM ÜSSÜ

Kavaklıdere semtinde bulunan bir erkek kuaför salonu AKP’lilerin bakım merkezlerinin ana üssü olarak karşımıza çıkıyor. Bu kuaförün tecrübeli berberleri, kabinenin büyük bir çoğunluğu ile yaklaşık 70 kadar AKP milletvekilinin saç kesimlerinin yanı sıra, el ve ayak bakımları için de kendilerini tercih ettiklerini belirtiyor.

"Milletvekillerimizin el ve ayak bakımlarını yaptığımız sırada, "Bizi "Metroseksüel yaptınız" diye espriler yapılıyor. Önce yapılanları yadırgıyorlar, yapılmasını istemiyorlardı. Ancak zamanla arkadaşlarının da etkisiyle, özellikle el ve ayak bakımlarını yaptırmaya başladılar. Artık, bakımlı ve kendilerine özen gösteren bir milletvekili olmanın gereğini anladılar. Ayda bir kez düzenli olarak, salonumuza gelerek, el, ayak ve yüz bakımlarını yaptırıyorlar. İlk zamanlardaki tutuklukları da kalmadı."

Diğer bir kuaför ise gün geçtikçe, el, ayak ve cilt bakımına özen gösteren milletvekili sayısının arttığını, arkadaşlarının tavsiyesiyle salona gelenlerin hizmetlerinden memnun kaldığını vurguluyor. Usta kuaför, sadece saç tıraşı için gelen milletvekillerinin, tavsiyeleri sonucu manikür ve pedikür yaptırdıklarını, cilt bakımından geçtiklerini ve bunun onlarda bir alışkanlığa dönüştüğünü açıklıyor. AKP’lilerin bir başka önemli özelliliğinin de, salonlarına gelen milletvekillerinin yüzde 40’ının saçlarını boyatması olduğunu belirtiyor. Boyamada, beyaz saçlı AKP’liler için gri renk tonlar kullanılıyor.

Bu arada her iki kuaför de işe manikürle başlandığını, pedikürle devam edildiğini, parafin adlı maddeyle el ve ayak maskesi yapıldığını, saç kesimi, burun kıllarının alınması ve cilt bakımının ardından kaş dizaynı gerçekleştirilerek, AKP’lilerin bakımlarının tamamlandığını söylüyor.

İŞTE PARTİNİN BAKIMLILARI

AKP
meclis grubunda ve kabine de Türk Dil Kurumu’nun metroseksüel kavramına getirdiği "Bakımlı erkek" tanımına uyan bir çok isim bulunuyor. Kimi kıyafet tutkusuyla, kimi de vücuduna gösterdiği bakım ve ihtimamla dikkatleri üzerinde topluyor. Bu isimler arasında Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan ile Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen öne çıkıyor. Çağlayan, özellikle modayı yakından takip eden, giyimine özen gösteren bir bakan olarak biliniyor. Tüzmen ise yalnızca giyimi ve bakımına gösterdiği özenden kaynaklı olarak değil, özellikle dalış sporundaki öncülüğüyle de kentli, bakımlı ve modern bir profil çiziyor. Tekstilci bir aileden gelen Dışişleri Bakanı Ali Babacan da, Çağlayan ve Tüzmen’den geri kalmıyor. Babacan, kabinenin önde gelen şıkları arasında gösteriliyor.

Başbakan Erdoğan’ın yakınındaki en önemli isimlerden biri olan AKP Adana Milletvekili Ömer Çelik de partide bakımına özen gösteren isimlerin başında geliyor. Çelik, özellikle, müzik ve kıyafet tercihleri açısından da ön plana çıkıyor.

Uzun yıllar, ABD’de yaşamını sürdüren İstanbul Milletvekili Egemen Bağış, yalnızca Erdoğan’ın tercümanı olarak değil, giyim tarzıyla da Başbakan’ın özellikle dış gezilerde en yakınındaki isim olmayı layıkıyla yerine getiriyor. Bu isimlerin yanı sıra, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Adana Milletvekili Dengir Mir Fırat, Ağrı Milletvekili Cemal Kaya, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün, Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam da AKP’nin bakımlı erkeleri arasında sayılıyor.

Bakalım hedefi onikiden kim vuracak

PEK çok sporcumuz, dünyanın bildiği spor dallarında ülkemizi başarıyla temsil ediyor. Keza, spor adamlarımızla yönetim katlarında da söz sahibiyiz. Örneğin dünya futbolunda söz sahibi olan isimler arasında bir de Türk, UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik var.

Peki, dünya spor camiasında, yönetici olarak tek temsilcimiz Şenes Erzik mi? Elbette ki hayır. Zira, en az onun kadar etkili, hatta daha önemli bir konumda bulunan başka bir Türk var; Dünya Okçuluk Federasyonu’nun (FITA) Başkanı Prof. Dr. Uğur Erdener.

Evet, Türklerin ata sporu olan okçuluğun, dünya çapındaki lideri de yine bir Türk. Hacettepe Hastaneleri Genel Koordinatörü Prof. Dr. Uğur Erdener, bu göreve 2005 yılında seçildi. Tabii bu öyle havadan gelen bir başkanlık değildi. Erdener, deyim yerindeyse hayatını okçuluk sporuna adamış bir bilim adamı. 20 yıl Türkiye Okçuluk Federasyonu Başkanlığı, 5 yıl da Avrupa Başkanlığı görevini yürüttü. Bu görevleri sırasında öyle önemli başarılar gösterdi ki, seçimlerde 96 üyenin 80’inden oy aldı. Erdener, 2009 yılındaki seçimlere kadar bu unvanı taşıyacak.

Ve dünya çapında bir organizasyonun başındaki Uğur Erdener, bu günlerde bambaşka bir arenada süren yarışın içinde. Yaklaşık 8 yıldır Hacettepe Üniversitesi’nin Rektörlüğünü üstlenen Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in görev süresi dolup, ayrılacak olması nedeniyle boşalacak makama talip. Tabii onunla beraber aynı üniversiteden 9 kişi daha. Anlayacağınız yakın bir gelecekte Hacettepe’de seçim var.

Okçuluk alanındaki başarısını hastanesinin gelişiminde de gösteren Erdener, üniversitenin geleceğine talip. Referansı ise başında bulunduğu Hacettepe Hastaneleri’ndeki değişim. Bir zamanlar herkesin yaka silktiği hastaneyi, çağa uygun bir görünüme sokup, dünyanın sayılı hastaneleri arasına sokmak her baba yiğidin harcı değil.
Yazının Devamını Oku