Erdal İpekeşen

Siyah beyaz da olsa bir çok ilki onunla yaşadık

15 Temmuz 2007
Geçenlerde kalabalık bir grup oturmuş, TRT’nin dünü ve bugününü konuşuyorduk. Masada kimler yoktu ki. Eski TRT Genel Müdürü Yücel Yener ile yardımcısı Bülent Varol duayenler olarak başı çekerken, şimdi özel kanallarda yönetici konumundaki bir çok eski kurum çalışanı. Tabii daha çok geçmişe dalıp, şimdi hafızalardan silinmeye yüz tutmuş kişi ve olayları hatırlıyorduk. Sahi, tek kanallı TRT hayatımıza renk katarken ilk kez tanık olduğumuz görüntüler nelerdi? İşte bunları tek tek hatırladık ve sizlere aktarmak üzere de notlar aldık.

31 OCAK 1968: TRT’de ilk kez televizyon yayınları başladı. Nuran Devres’in açılış anonsu ve Zafer Cilasun’un sunduğu ilk haber bülteni büyük ilgiyle izlendi.

15 HAZİRAN 1968: Dünya turunu tamamlayarak dönen Kısmet teknesi ve Sadun Bora ile eşi İstanbul’da krallar gibi karşılandı.

25 EKİM 1968: Fransa Cumhurbaşkanı General De Gaulle ziyaret yapmak üzere Türkiye’ye geldi ve " Kıbrıs için bölünme şarttır" dedi. Bu gün Fransa’nın izlediği politikaya değinecek olursak, nereden nereye geldiğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

21 TEMMUZ 1969: İnsanoğlu ay’a ayak bastı. Ben o sıralar 11 yaşındaydım ve televizyondan izlediğim görüntüleri dün gibi hatırlıyorum. Ne büyük heyecan ve şaşkınlık yaratmıştı.

12 MART 1971: Askerlerin verdiği muhtıraya ait televizyonda yayınlanan ilk haber korku saçmıştı.

6 EKİM 1971: 6b Akdeniz Oyunları İzmir’de sonradan Atatürk Stadı adı verilen Halkapınar Olimpik Stadı’nda törenle açıldı.

6 MAYIS 1972: Deniz Gezmiş, Aslan, İnan hakkında verilmiş olan ölüm cezası, Ankara Cebeci Sivil Kapalı Cezaevi avlusunda yerine getirildi. Ve bizler bu haberi içi burkularak izledik.

8 MAYIS 1972: İnönü, 33 yıldır sürdürdüğü CHP liderliğinden istifa etti. TRT günlerce ilk haber olarak verdi. Tabii, 14 MAYIS 1972’de gerçekleşen CHP Özel Kurultayı’nda Bülent Ecevit’in Genel Başkan seçilmesini de.

1 EKİM 1972: Boksör Cemal Kamacı 63,5 kg.da Avrupa profesyonel boks şampiyonu oldu.

30 EKİM 1973: İstanbul Boğaz Köprüsü, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından törenle açıldı ve TRT canlı yayınla bizlere izletti.

25 ARALIK 1974: ismet İnönü vefat etti. 3 gün sonraki cenaze törenini TRT naklen yayınladı.

20 TEMMUZ 1974.: Türkiye Kıbrıs’a müdahale etti. TRT, müdahaleyi ve sonrası başlayan savaş görüntülerini geniş bölümler halinde verdi. Bu televizyondan izlediğimiz ilk savaş görüntüleri oldu.

30 TEMMUZ 1976: Hora(sismik 1) gemisi Ege’ye açıldı ve Yunanistan ile aramızda kıta sahanlığı sorunu yeni boyut kazandı. Hepimiz Hora ile yatıp kalktık ve Yunanlılarla bir deniz savaşını bekledik.

1 ŞUBAT 1979: Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi öldürüldü ve olayın aydınlanma sürecini televizyondan takip ettik. O sıralar 2 yıllık bir muhabir olarak bu olay beni çok etkiledi.

12 Eylül 1980: Darbe yapıldı. TRT’den bu darbenin ilk veriliş haberi yeni bir döneminde başlangıcı oldu.

Peki, hepimizin yaşamında izler bırakan dramalara ne demeli. İsterseniz hatırlayabildiklerimizin adlarını şöyle bir sıralayalım.Diyet, Bir muharririn ölümü, Ferman, Hanende Melek, Pembe İncili Kaftan, Topuz, Yılkı Atı.

Gelelim müzik eğlence programlarına. Cemile Kutgün’ün sunduğu, Erşan Başbuğ’un yönetmenliğini üstlendiği "Bizden Size" halen akıllardadır. Tıpkı, TSM Özel Konserleri gibi. Bir de darbe ve muhtıraları hatırlatsa da Hasan Mutlucan programları.

Serin sulardan derin düşüncelere

Ankara’nın
bozkırına düşen o kavurucu sıcağı hissetmeden havuz başında öğle yemeğimi atıştırıp, buz gibi kolamı içiyorum. Üstelik yemek sonrası uzandığım şezlong o kadar rahat ki, uyuşukluktan kapanan gözlerime Saygı Öztürk’ün son kitabı "Sınır Ötesi Savaşın Kurmay Günlüğü"nü okuması için direktif bile veremiyorum. Ve o anda kulaklarımda patlayan sesle irkiliyorum.

"Teröristlerin yola döşediği mayına basan er ..... hayatını kaybetti"

Evet, günlük hayatımıza giren Güneydoğu’dan bir şehit haberi daha ve spikerin benzer metni bilmem kaçıncı kez okuması. Kısacası gece gündüz demeden görevini yapan askerlerimizden yine kötü bir haber var.

O Ankara sıcağında bilgisayarımın karşısında öyle hayallere dalmışım ki, masanın altına doğru yayılan bacaklarımı toplayıp, ellerimden birini klavyenin üzerinden, diğerini Saygı Öztürk’ün kitabından ayırıp, televizyon ekranına dikkat kesiliyorum. Sıcak havadaki havuz üzerine kurduğum fantezilerim ise son buluyor. Bizler hayal bile kurabilecek rahat bir ortamda yaşarken, elleri tetikte, gözleri teröristlerin üzerinde vatan kahramanlarını düşünüyorum. Aslında onlara ne kadar çok şey borçluyuz.

İşte o an Saygı’nın son kitabına göz gezdirmeye devam ediyorum. Tıpkı önceki kitapları gibi soluksuz okutuyor ve sürekli bir sonraki sayfada neler yazdığını merak ettiriyor. Katır Reşo ile çatışmada gülen askerin hikayesi ise aldığım notların ilk sırasına yerleşiyor.

Askerin madalyalı katırı

O çatışmadan kendileri sağ kurtulmuşlardı ama yüklerini taşıyan katır, her taraftan yağan kurşunlardan ne yapacağını şaşırmıştı. Bir o yana, bir bu yana koşuyordu. "Katır Reşo"nun öyküsü biliniyordu, ama ona "Reşo" adını kimin verdiğini bilen yoktu. Irak’ın Kuzeyi’nde her operasyonda yıllarca "Reşo" da yer aldı. Teröristlerin döşediği mayınları bulmak için gerekli donanımları olmayan askerler, geçecekleri yerlerde mayın olup olmadığını belirlemek için önden katırları sürer, arkasından da onların izine basarak askerler ilerlerdi.

Katırların kimi mayın patlaması sonucu telef oldu. Nice mayınlı araziden geçen "Katır Reşo"ya ise bir şey olmadı. Eğer "Reşo" bir yerden geçiyorsa siz merak etmeyin, orası mayın yönünden "temiz"dir. "Reşo" o dağlarda, sanki mayının nerelere konulduğunu biliyor, bazen mayınlı bölgeden geçerken, birden gidiş yönünü değiştiriyordu. Bazen anırıyor, garip işaretler yapıyordu. Ondaki bu değişiklik hemen dikkat çekiyor, oradan geçilirken mayınlara karşı daha dikkatli olunuyordu.

"Reşo"nun ünü, Güneydoğu’da tüm birlikler tarafından biliniyordu. Bazen komutanlar, "Reşo olduktan sonra bizim için mayın tarayıcıya gerek yok" diyorlardı.

Güneydoğu’nun bu efsanevi katırına, Türk Silahlı Kuvvetleri de o güne kadar yapılmamış bir şey yapıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri Süvari Birliği’nde bir tören düzenleniyordu. Güneydoğu’dan Ankara’ya getirilen "Katır Reşo" bir anda kendini törenin içinde buldu. "Katır Reşo"ya o gün "kahramanlık madalyası" takılmıştı. O, ömrünün bundan sonraki kısmını çok iyi bakılarak geçirecekti.

Kurşun bir yanağından girdi diğerinden çıktı

Onu ancak yaşayan bilir. 10 kişilik bir tim vadide ilerlerken üzerlerine kurşun yağmaya başladı. Sabah saatlerinde sıkıştırılan tim, ne dağa tırmanabiliyor, ne de geriye doğru gidebiliyordu.

Vakit ilerliyor, beklenen yardım da bir türlü gelemiyordu. Saatlerdir ölümle burun buruna olan askerler işi şakaya vuruyorlardı. Ataist olduğunu daha önce söyleyen Dr. Asteğmen, dualar okuyordu.

İşte, o ortamda asker gülmeyi de ihmal etmiyor. İnanılmaz bir olay yaşanıyor. Kurşun vızırtıları arasındaki esprilerden birisine er gülüyor. O an, biraz da kafasını gizlediği taşın üzerine çıkarıyor. İşte, o an merminin "cıvv" diyen sesini duyuyor...

Komutan, askerinin o an neye güldüğünü anımsamıyor. Er kahkaha atarken, kurşun yanağından giriyor, diğer yanağından çıkıyor. İşin bir başka ilginç yönü de dişlerine de bir şey olmuyor. Tabip Asteğmen, sürünerek erin yanına gidiyor. "Bir ,şey yok, kurşun bir yanağından girmiş, öteki yanağından çıkmış" diyor. Yaralı eri pansuman yapıyor.

O er, "ben iyiyim komutanım" diyor ve operasyon bölgesinden ayrılmıyor.

Kamera şakası gibi

Ankara-Konya Otoyolu’nda kalabalık bir motosiklet filosu tüm şeritlere yayılmış ağır ağır ilerliyor. Dikkatleri motorların üzerine çeken şey ise sürücülerin beline sımsıkı sarılmış kızlar. Özel aksesuarlı deri kıyafetleri ve çeşit çeşit kasklarıyla dokuz motorcu, arkasında taşıdıkları dekolte kıyafetli kızlarla tezat bir giyim tarzı sergiliyor.

Oldukça yoğun trafikte kamyon ve otobüs şoförlerinin hali görülmeye değer. Yanlarından geçen motosiklet filosunu ilk anda algılayamıyor, daha sonra da gördüğünün bir rüya olmadığını anlayıp yetişebilmek için gaza basıyor. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken de, az ötedeki kavşakta kovalamaca son buluyor.

Trafik polisleri motorcuları durdurup, ceza yazıyor ve oldukça komik bir diyalog içine giriyor. Görevli polisin gözleri, yarı çıplak kızların üzerinde dolaşırken, ceza yazacağını söylemesi belki makul karşılanabilir, ama bu cezayı kızların kask takmamasından dolayı kesmesi ise bana komik geliyor. Makbuzun üzerine konuşlanmış kalemi tam yazmaya hazırlanırken de yaşanan komedinin ikinci perdesi başlıyor.

Motorcular, polislere telaşlı bir şekilde konuşmaya ve hemen hareket etmeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyor.

"Siz ne yapıyorsunuz? Şu anda film çeviriyoruz ve siz bizi durdurmakla bütün çalışmaları engellediğinizin farkında mısınız?"

Bu sözler üzerine "geçin" komutunu veren polisler, bir yandan makbuzlarını ceplerine sokmaya, diğer yandan da meraklı gözlerle çevreyi izlemeye çalışıyorlar. Doğru ya, bu kamera ekibi nerede? Onlar çevredeki tüm tepelerin üzerine göz gezdirip, kamerayı ararken motorcular da ufukta kaybolup, izini kaybettiriyor.

Sonradan öğreniyorum ki, uyanık motorcular bellerine sımsıkı sarılan kızlarla bir tanıtım için bir araya gelmiş. Aslında aktivitenin yapılacağı alan içinde gezinmeleri gerekirken otoyola çıkmışlar ve kendi zevklerini tatmin için biraz önce bahsettiğim ortamı yaratmışlar. Tabii polise yakalanınca da, film çekimi yapılıyor yalanını uydurmuşlar. Benden söylemesi, polisler uzun zamandır bu motorcu grubunu arıyor ve ilk fırsatta intikam almak için diş biliyor.
Yazının Devamını Oku

Adaylık yoksa rozet de yok

8 Temmuz 2007
Siyasi partiler tarafından belirlenen ve kamuoyuna açıklanan Milletvekili aday listeleri sevinenlerden daha fazla üzülenler ordusu yarattı. Kimi seçilmesi mucizelere bağlı bir sıraya konduğundan, kimi de listeye bile giremediğinden şikayetçi olup, veryansın etmeye başladı. Ancak üzülme nedeni ne olursa olsun, bütün adayzedelerde ortak bir yan etki belirdi. Listeler belirlenene kadar en ateşli taraftar gibi davranan adaylar, yakalarından partilerinin rozetlerini eksik etmiyordu. Listeler açıklanıp da, kendilerini adaylar arasında göremeyince, bu "sadık" partizanlar rozetlerini yakalarından birer birer sökmeye başladılar. Tabii, bu işlemi yaparken de farklı nedenler dile getirerek. Kimi, rozeti diğer ceketinin yakasında unuttuğunu, kimi partisine tepki için çıkardığını söyledi. Ancak içlerinden birinin itirafı tüm gerçeği bütün çıplaklığıyla açığa vuruyordu:

"Ben dahil birçok kişi Milletvekili olmak, partide etkili bir yere gelmek ve geleceğe yatırım yapmak için aday oldu. Listeye giremeyince de partimle yeni başlayan flörtümüz son buldu. Ben iş adamıyım. Bırakın aday isimleri içinde yer alamamayı, seçilemeyecek yerden listeye girmek bile, partili damgası yiyeceğim için işlerime sekte vururdu. Geleceğin ne getireceği belli olmaz! O yüzden de yakamda parti rozetiyle dolaşıp, kendimi daha fazla deşifre etmemin manası yok. Diğerleri de inanın benim gibi, kendi geleceğine yatırım peşinde. Yoksa vatanı, milleti düşünen yok."

Bu sözleri duyduktan sonra partilerin aday listelerine dikkatlice bir daha baktım. Adları polütbüro üyesine çıkan eski isimler hariç, başvuran adayları sıkı bir elemeden geçirildiğini gördüm.

Yaşlılık artık kader değil

İlkel insanda yaşam döngüsü sadece doğum ve üremeyle sınırlıydı. Evrimsel gelişim sürecinde bunlara yaşlılık da eklendi. Ve günümüz tıbbı ölümsüzlüğün sırlarını araştırırken, yaşlanmanın bir kader olmadığını gösterme çabası içine girdi. Üstelik, 2050 yılında yaşlı insan nüfusunun günümüzün üç katı olacağı tahminlerini göz ardı etmeyerek. Daha da ilginci, bu artışın üçte ikisini kadınların, üçte birini erkeklerin oluşturması bekleniyor. Yine aynı yıllarda her dört kişiden birinin yaşlı olması ise bilim adamlarının harekete geçmesine haklı zemin hazırlıyor.

Bilim adamları olgun erkeğe yönelik büyük adımlar attı. Erkekler için devrim niteliği taşıyan bu araştırmalarda önemli müjdeler var. Bu güne kadar kadına yönelen tıp erkeği de keşfetti. Günümüz erkeği artık kendine bakıyor ve her yönüyle sağlıklı bir yaşam istiyor. Andropoz tehlikesini ortadan kaldıran yeni yöntemlerle erkekler gençlik yıllarına geri dönüyor.

Yaş ilerledikçe boyu kısalan, kemikleri erimeye başlayan, cinsel gücü azalan ve başta göbeği ve göğüsleri olmak üzere vücudu yağlanan erkekler için bu sorunlar ortadan kalkıyor. Prostat ve kalp krizi sorunu ise yeni trendlerle tehlike olmaktan çıkıyor.

Östrojen hormonuyla kendini yenileyen kadına karşı erkekler çaresizdi. İkinci baharını yaşayan kadınlar erkeğinin yetersizliğinden şikayet ediyordu. Ancak bu gün testestoron seviyesi yükseltiler erkekler sayesinde kadınlarda mutluluğu yakaladı. Hormon takviyesi gören erkek daha şekilli ve sağlıklı bedene sahip olurken, cinsel yönden de gençlik yıllarına geri döndü.

Tıp, yeni trend erkeklerin sağlıklı ve güçlü yaşam için en az kadınlar kadar istekli olduğunu fark etti. Ekonomik gücüde elinde bulunduran erkekler için tıp araştırmalara ve yeniliklere çok büyük paralar harcıyor. Erkeklerde, en az kadınlar kadar yeniliklere para harcıyor.

Dünyada 40 yaş üstü erkeğe müjde jinekologlardan geldi. Yurt dışında bir çok kongreye katılan ve dünyanın sayılı isimleriyle bilgi paylaşımında bulunan Prof. Dr. Recai Pabuççu, ister kadın isterse erkek olsun daha kaliteli ve sağlıklı yaşam için önerilerde bulundu. Araştırmalarına ve ulaştığı senteze göre de dünyadaki son gelişmeler, 40 yaş üstü erkeğe daha sağlı bir yaşam ve cinsel hayat yolları sunuyor. Bu güne kadar bilinen birçok şeyin aslında yanlış olduğu ve hemen hemen tüm sorunların giderilebildiği belirten Pabuççu, ulaşılan noktayı şöyle özetliyor:

"Sağlığını güven altına alan erkek botoks, lazer, yüz gerdirme estetiği, saç boyama gibi yöntemlerle fiziki görünümünü de gençleştiriyor. Artık ambalajın içi de, dışı da mükemmelleşiyor."

Atları da turizm elçisi yaparlar

Hipodromlardan ve manejlerden emekli olan atlar ya damızlık olur, ya da haralarda ömrünü tamamlaması için bir köşeye atılırdı. Ta ki, Jandarma At ve Köpek Eğitim Merkezi Komutanlığı(JAKEM) devreye girene kadar. Bugüne kadar birçok yarışa katılan, sahiplerine kupa ve para ödülü kazandıran sekiz at, şimdilerde turizmin başkenti Antalya’da, turistlerin güvenliği için hizmet veriyor. Yeni binicileri jandarma erleriyle, muhteşem görüntüleri ve kıvrak hareketleriyle, özellikle Belek ormanlık alanı ile halk plajında her gün altı saat devriye geziyorlar.

Aslında, JAKEM bünyesinde 38 at bulunurken, turizmin hizmetine bu sekiz eski yarış atının verilmesinin en önemli sebebi ise ihtişamlı görüntüleri. Turistlerin de büyük ilgisini toplayan atların yarattığı en önemli sıkıntıya gelirsek. Zaman zaman yarış sahasındaki işlevleri akıllarına düşünce rüzgara karşı bir yarış da beraberinde geliyor. Hal böyle olunca da, jandarma erlerine dizginleri sıkı sıkıya tutmak ve insanların yoğun olduğu alanlardan uzak durmak düşüyor. Sözün özü, "Atları da vururlar" deyişi "Atları da turizm elçisi yaparlar" diye değişebilir.
Yazının Devamını Oku

Ankara’nın üçte ikisi hizmet sektöründen kazanıyor

1 Temmuz 2007
Ankara ekonomisinin esas ağırlığı hizmetler sektöründe. 2001 verilerine göre Başkentin, Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) içinde hizmetler sektörünün yüzde 83 gibi ezici ağırlığı var. 2006 yılına ilişkin işgücü piyasası verileri de ilde istihdam edilenlerin yüzde 67’sinin hizmetler sektöründe çalıştığını gösteriyor. Yani, Ankaralıların üçte ikisi ekmeğini hizmet sektöründen çıkarıyor. Hizmetler sektörünün il ekonomisi içinde bu kadar ağırlıklı olması da kuşkusuz Ankara’nın başkent olmasından ve neredeyse bütün kamu kurum ve kuruluşlarının bu ilde yerleşik bulunmasından kaynaklanıyor.

Buna karşılık Ankara’nın nüfusuna göre hem özel, hem de kamu yatırımlarından hakkettiği payı alamadığını görüyoruz. Örneğin 2006 yılında kamu yatırımlarının ancak yüzde 4.2’si, teşvik belgesine bağlanan özel sektör yatırımlarının ise yüzde 4.5’i Ankara’ya yapıldı. Oysa Ankara, Türkiye nüfusunun yüzde 6’sını barındırıyor.

Devlet Planlama Teşkilatı’nın geçen yıl yaptığı bir araştırma, Ankara’nın GSYİH’sinde yüzde 13’lük bir paya sahip olan sanayide ise dört sektörün ön plana çıktığını gösteriyor. Bu sektörleri mobilya, makine-teçhizat, otomotiv ve tıbbi aletler oluşturuyor.

Ankara’nın sanayisi içinde ön plana en fazla çıkan sektör mobilya, ki imalatı açısından önemli bir merkez konumunda. Çevre illerde evlilik hazırlıkları yapan gençlerin mobilya alma zamanı geldiğinde Ankara’ya mutlaka yolları düşüyor. Mobilya imalatı, Ankara’da memur olarak bulunmayan vatandaşların önemli geçim kaynaklarından birini oluşturuyor.

Ankara ekonomisinde öne çıkan sektörler içinde en ilginç olanı tıbbi aletler sektörü. Bu ilginçlik, Ankara’nın bu sektörün öne çıktığı tek il olmasından kaynaklanıyor. Tabii bu durum Ankara’nın sanayi yönünden fakir olmasından da kaynaklanıyor olabilir.

Ankara, Türkiye’nin önemli üniversitelerine ev sahipliği yapıyor. Sanayi sektörü ise yeniliklere kolayca uyum sağlayabilecek küçük ve orta boy işletmelerden oluşuyor. Aynı zamanda savunma sanayi kuruluşları nedeniyle bilgi ve yüksek teknolojiyle sahip bulunuyor. Bu üç unsur bir araya getirilebilirse Ankara, Türkiye’nin en önemli ileri teknoloji merkezlerinden biri konumuna getirilebilir. Bu anlamda da bilgisayar yazılımı, elektronik, savunma sanayi gibi alanlarda gelişim gösterebilir.

Plaj kapkaççıları iş başında

Geçenlerde Türk turizminin başkenti Antalya’daydım. Alman ve Ruslar başta olmak üzere yabancı konukların doldurduğu otelleri dolaştım. Tabii, çok ilginç olaylar dinledim, hatta kimine de tanık oldum. Öncelikle konuk kalitesinin yükseldiğine ve kişi başı alınan rakamların birkaç misline çıktığına şahit oldum. Bu şekilde zengin turistleri bölgeye çekmeyi başaran otellerin, hizmet kalitelerinde de önemli ölçüde artış oluşmuş. Bu furyadan nasibini almak isteyen yeni otel işletmecileri de daha lüks tesisler inşa etmeye başlamış. Odaların metre kare ölçüleri artmış, dekorasyonu tamamlayan mobilyaları üst sınıfa hitap eder konuma gelmiş. Tabii, personelin hizmet anlayışı da o oranda artmış.

Üst sınıfa yönelen turizmimizle beraber olumsuz bir gelişmede kendini göstermeye başlamış. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirler başta olmak üzere ülkemizin bir çok kentinden işsizler ordusu soluğu Antalya’da almış. Onlarla beraber hırsızlar, gaspçılar ve yankesicilerde çoğalmış. Hatta çete haline dönüşen gaspçılar ordusu can yakmaya da başlamış. Üstelik yeni metotlar geliştirerek.

Ünlü otellerinden birine dadanan çete, çocukları kullanmaya başlamış. Yaşları 8 ile 10 arasında değişen çocukları mayo giydirip, otelin plajına yollayan çete liderleri, hedef olarak da çantası yanında konukları seçmiş. Kumda oynayan çocukları tehlike olarak görmeyen ve şezlongunun yanına çantasını bırakıp denize giren turistlerden bazılarının canı fena halde yanmış. Hatta yaşan bir olay insana parmak ısırtacak cinstenmiş.

Tek başına tatile gelen yaşlı bir Alman turistin yanına yaklaşan dört çocuk onunla şakalaşmaya başlamış. Kısa sürede kurulan dostluk kumdan kaleler yapmaya kadar ilerlemiş. Ancak, Alman turistin denize girip gelmesiyle de olaylar başlamış. Çantasının içine koyduğu oda anahtarını(Kartlı sistem) bulamayan yaşlı Alman, önce resepsiyona, ardından da odasına doğru koşmuş. Odasına ulaştığı zamansa az önce şakalaştığı çocuklardan iki tanesi hızla kapıdan fırlayıp, koridor boyunca kaçmaya başlamış. O şaşkınlıkla içeriye girince de yaşları 8 civarı diğer iki çocuğu dolabın içindeki eşyalarını karıştırırken bulmuş. İlk şoku üzerinden atar atmaz da kollarından tuttuğu gibi otel güvenliğine teslim etmiş. Tabii, ardından soruşturma için polislerin gelmesi, karakolda ifade verilmesi gibi gelişmeler birbirini takip etmiş.

Otelin güvenlik kameralarının en ince detayına kadar izlenmesi ise her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiş. Çete liderleriyle sahile gelen çocuklar dört bir tarafa yayılırken, avlarının peşine düşüyor ve yaşı büyük çete üyeleri de onları uzaktan izliyor. Daha sonra çocuklardan biri arkadaşlarının oyaladığı yaşlı turistin çantasından oda anahtarını alıyor ve ortalıktan kayboluyor. Biraz sonra Alman turistin denize girmesiyle de 4 çocuk güle oynaya otelin içine giriyor ve doğruca kartı ellerindeki odaya yöneliyor.

Sonuçta olayı soruşturan ve sorumlularını mahkemeye sevk eden polis bu çetenin icraatına son veriyor. Ancak, yeni yasaya göre sanıkların hepsi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. Üstelik çetenin savunmasını yüklenen bayan avukat, otel yönetimi ve polisler hakkında şikayette bulunuyor. Neymiş efendim, çocukların amacı hırsızlık değil, oyun oynamakmış.

Şimdi Antalya Emniyeti, jandarma ve MİT bu gasp çeteleri için sıkı kontroller yapıyor. Doğal olarak otel yönetimleri de kendi güvenlik önlemlerini en üst düzeyde uyguluyor.

Ankara’nın karanlık yüzü

Ankara’yı az da olsa tanıyanlar, şehrin tam ortasından geçen demiryolunun insanları birbirinden ayırdığını çok iyi bilir. Demiryolu, sosyal ve ekonomik ayrımı yaratsa da, insanların içiçeliğini engelleyemez. O yüzden de Başkentlilerin ortak zevkidir alışveriş merkezlerinde sinemaya gitmek, fastfoodlarda ayaküstü bir şeyler atıştırıp, mağazaları gezmek.

Samanpazarı’ndaki dükkanlarda pazarlık yaparken rastlayabilirsiniz Türkiye’nin en varlıklılarına. Kale burçlarının içindeki restoranlarda buluşur zengini-fakiri. Sonradan yaratılan baraj göllerinde, ailesiyle deniz hasretini giderirken yudumlar çayını siyasetçi, bürokrat, işçi ve işadamı.

En karanlık Başkent olmanın ezikliğine beraber üzülür varoştaki gecekondu sakiniyle, lüks semtteki daire sahibi. Zira, AB’ye girmeye hazırlanan Türkiye’nin kalbi Ankara, Avrupa’nın en karanlık başkentidir.

Caddelerdeki direklerin ampulleri mum ışığı gibidir. En gözde ana caddelerinde bile sokak lambalarının çoğu yanmamakta diretir. Akşam saatleriyle birlikte 4 milyonluk şehrin bir çok cadde ve sokağı karanlığa gömülür. Ancak sokaklar yanan bir kaç ampulle "loş" bile olamazken, Balgat’taki AKP Genel Merkezi’nin bulunduğu cadde ile Başbakan’ın konutunun bulunduğu sokak onlarca sokak lambasıyla, fener alayı gibidir.

Gündüz sokakta, gece bir eğlence yerinde gördüğü bakanı, milletvekilini veya çok önemli bürokratı yadırgayıp, şaşırmaz. Hatta Cumhurbaşkanı’yla büyük marketlerde omuz omuza alışveriş yapmaya alışıktır. Bu yüzden de kabullenemez, karanlıkları, içki yasağını, haremlik selamlık havuzları ve kenti ele geçirmeye çalışan tarikatları.
Yazının Devamını Oku

Alışveriş merkezi rekabetinin yeni yüzü

24 Haziran 2007
ÜLKEMİZDE tarım sektöründe yaşanan çözülmeyle birlikte hızlı bir kentleşme olgusu yaşanıyor. Yapılan hesaplamalara göre Büyükşehir nüfuslarının yılda ortalama yüzde 10 civarında arttığı görülüyor. Ekonomide son 20 yılda sağlanan gelişmeler ve yaşanan kesintisiz büyüme süreci, kişi başına milli geliri yükseltirken, Başkent Ankara da nüfus yapısı ve artan gelir seviyesiyle yatırımcıların dikkatini çekiyor.

Belki de yatırımcıların en yoğunlaştığı alan ise alışveriş merkezleri. Atakule, Karum ve Galleria gibi Ankara’nın en eski üç alışveriş merkezinin arkasından Armada, Migros, Carrefour, Optimum gibi devler arenaya çıkarken, çok sayıda da küçük alışveriş merkezi de bu pazardan pay kapmaya çalışıyor. Üstelik yatırımcılar bu kadarla da kalmayıp 13 alışveriş merkezinin yer aldığı Başkent’te yenilerini yapmak için adeta birbiriyle yarışıyor. İşte, bu yarışı yakından takip eden ve geniş bir araştırmaya giren dergi grubunun iki muhabiri Aysel Alp ile Fırat Tur’un ulaştığı sonuç...

Oran bölgesinde Armada’ya kardeş geliyor. 90 milyon dolarlık Panora Alışveriş ve Yaşam Merkezi projesi hakkında bilgi verilmek istenmezken, merkezin bu yılın sonuna doğru açılması öngörülüyor. Yaklaşık 40 ortaklı Panora’da Ankaralı yatırımcı Salih Bezci başı çekiyor ve mağazaları AVİ Grup pazarlıyor. İşyeri açacak girişimcilerden istenilen en önemli özellik ise tanınmış bir markayı getirmeleri.

TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜĞÜ

İsmi bir yarışmayla belirlenen ve akrebin kalbi anlamına gelen Antares Alışveriş ve Yaşam Merkezi projesi, Etlik Kasalar mevkiinde yer alıyor. Türkiye’nin en büyük iş, konut, alışveriş ve yaşam merkezi projesi özelliğini taşıyan Antares’i, Dolunay Ltd. Şti gerçekleştiriyor.

Toplam 350 milyon dolarlık bu yatırım ile Ankara’da konut ve alışveriş merkezi ilk kez iç içe olacak. 222 bin metrekare alana yapılan alışveriş merkezinde 200’ü aşkın mağaza yer alacak. Konsept danışmanlığını başta İngiltere olmak üzere dünyadaki pek çok metropolde önemli alışveriş, iş ve yaşam merkezi projelerine imza atan İngiliz mimarlık şirketi Chapman Taylor LLP yapıyor. 29 Ekim 2007’de açılacak Antares’te, Real Hipermarket ile Praktiker Yapı Market de yer alıyor.

Demir çelik sektöründe faaliyet gösteren Celebcioğlu Şirketler Grubu, alternatif bir sektör olarak alışveriş merkezi yatırımına yönelmiş durumda. Batıya doğru gelişen Ankara’nın 4 milyonluk nüfusu ve göç almaya devam etmesi, Kızılay- Çayyolu metrosunun yakın zamanda hizmete girecek olması nedeniyle şirket, Eskişehir Yolu’nda Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezi yatırımlarından birini yapıyor. İnşaatına bir buçuk yıl önce başlanan merkezin, yatırım tutarı 120 milyon dolar olarak ifade ediliyor. Yakın bir süreçte açılması planlanan merkezde 200 mağaza, iki katlı Carrefuor (ilk kez iki katlı), Türkiye’nin en büyük Bauhaus’u, Ankara’nın en büyük sinema komplekslerinden biri olarak 10 Salonu ve 2050 kişilik koltuk kapasitesi ile AFM Sinemaları bulunuyor. Yine Türkiye’nin ilk renkli spektrumlu dış cephesine sahip olan merkezin otoparkı, elektronik yönlendirmeli olacak.

İKİSİ BİR ARADA

Alışveriş ve yaşam merkezi olarak planlanan bir diğer proje ise Kentpark. Eskişehir Yolu’nda yapımı devam eden projenin yatırım bedeli 140 milyon dolar iken, toplam inşaat alanı 224 bin metrekareye ulaşıyor. Hipermarket ve yapı marketin yanı sıra, 128 mağazanın yer aldığı projede, 11 sinema ve 48 tane de ofis bulunuyor. Konut bölümü ise 7 blokta 470 konuttan oluşuyor. Cepa Alışveriş Merkezi ile yan yana bulunan Kentpark’ın 2008 yılının Mart ayında bitirilmesi planlanıyor.

Avrupa’nın en büyük proje geliştirme uzmanı Multi Development ile Turkmall’un ortak kuruluşu olan Multi Turkmall, Ankara’da ilk projesini gerçekleştiriyor. Tüm projelerinde tasarımın yerel kültüre ve ortama uygunluğunu esas alan Multi Turkmall, Ankara’nın Kuzeyinde Ovacık’ta Forum Ankara Alışveriş Merkezini yapıyor. 170 bin metrekare alanda kurulan Forum’un en büyük avantajı planlı konut alanları, kongre merkezi, otellerin yer alacağı Kentsel Dönüşüm Projesi’ne yakın olmasından kaynaklanıyor. İki katlı bir alışveriş ve eğlence merkezi olarak tasarlanan proje, perakende alanlarının yanı sıra çeşitli sokakları, meydanları (çeşmeler, gölcükler, çadırlar...) özel rekreasyon, spor ve dinlenme alanları ile Ankara’da eğlencenin yeni adresi olmaya aday görünüyor.

Hollandalı T+T Design ve Portekizli CPU tarafından projelendirilen Forum Ankara’nın tasarımı, modern özellikler ile birlikte yerel mimariden unsurları da yansıtıyor. Yılda 15 milyonun üzerinde ziyaretçi çekmesi öngörülen merkezde Tesco Kipa Hipermarket, yapı market, teknoloji marketi, restoranlar, Cinemars’ın işleteceği 10 salonlu sinema ile pek çok yerli yabancı markanın yer aldığı mağazalar bulunacak. Forum Ankara, 2008 yılının ikinci yarısında hizmete girecek.

ATAKULE’YE RAKİP

Başkent’in simgelerinden Atakule’ye rakip geliyor. 56 yıllık geçmişiyle Türkiye’nin basım yayın matbaacılık tarihine damgasını vuran Ajans Türk Topluluğu, Ankara’nın uydukent yerleşkesi Eryaman’da alışveriş merkezi yapıyor. Merkezin 5 katında mağaza ve hipermarketler yer alıyor. Binanın İstanbul Yolu cephesinde 25 katlı bina yüksekliğinde bir de kule yapılıyor. Üzerinde kafeler ve seyir terasları olan kule bittiğinde Başkent’in yeni sembollerinden biri olacak. Ajans Türk Yönetim Kurulu Başkanı Sarp Evliyagil, alışveriş merkezlerinin bu yılın Kasım ayında açılmasını planladıklarını söylüyor.

Üstün Plaza, hem konutta hem de alışveriş merkezi yatırımlarının gözdesi Eskişehir Yolu Ümitköy mevkiinde inşa ediliyor. 30 bin metrekare kapalı alanda 80 bağımsız bölümden oluşan projede 500 metrekare buz pisti ile çocuk eğlence alanları, buz pistine ve 800 metre kare açık terasa bakan restoranlar ve fastfood dükkanları yer alıyor. Bezci İnşaat tarafından yapılan merkezin 2008 yılında açılması planlanıyor.

RÖNESANS TAM GAZ

Özellikle yurtdışında üstlendiği projelerle dikkat çeken Rönesans, Ankara’da Optimum ile girdiği sektörde hızla ilerliyor. Yılda 7 milyon kişinin ziyaret ettiği bu merkezin ardından Rönesans AVM, Başkentte toplam 5 noktada 150 bin m2 kiralanabilir alan oluşturmayı hedefliyor. Şirket bu çerçevede Mamak, Çayyolu, Konya Yolu, Eskişehir Yolu, Yenimahalle üzerinde 5 ayrı proje gerçekleştirme planları yapıyor. Rönesans Grup Yönetim Kurulu Başkanı Erman Ilıcak, Ankara’daki 13 alışveriş merkezinin yeterli olmadığını belirterek, "Bu bağlamda yapacağımız yatırımların çok yerinde ve zamanında olduğunu düşünüyoruz. Hem Ankara hem de Rönesans AVM açışından önümüzdeki dönemlerin çok olumlu gelişmeler getireceğine inanıyoruz" diyor.

İlk butik merkez

Ankara’nın ilk butik alışveriş merkezi Mina Sera Çayyolu’nda açılıyor. Büyük alışveriş merkezlerindeki yoğunluktan sıkılanlar, "özel olduğunu hissetmek isteyenler" için tasarlanan merkezde, metal kargaşası olmayacak. Sokak havasında tasarlanan Minasera, müşterileri kapıda valeler tarafından karşılanacak ve uğurlanacak. Böylece vallet parking sayesinde ziyaretçilerini park yarışına düşmekten kurtarıyor.

Minasera’da "keyif", ilk adımdan son adıma kadar ön plana çıkan tema olmuş. Özel kaplama tekniği ile tavana yerleştirilen gökyüzü illüzyonu, merkezde sürekli gündüz olmasını sağlarken, geniş yürüme alanları da ziyaretçisine nefes aldırıyor. Yürüme alanları, gerçek çiçekler, sokak lambaları ve banklarla zenginleştirilerek, ziyaretçileri için kapalı alanda da sokakta alışveriş yapmanın ve yemek yemenin keyfini çıkarma olanağı sağlıyor. Bunun yanında kafelerine ait bahçeler sayesinde de bahar ve sıcak yaz günlerinin tadını çıkarma fırsatını tanıyor. Büyük alışveriş merkezlerinden farklı olarak "fast- food" yerine müşteriye hizmet odaklı servis anlayışını öne koyuyor. Elli önemli markayla kapılarını açacak Minasera, müşterilerini Ekim ayında kabul etmeye başlayacak.
Yazının Devamını Oku

Ankara’nın en pahalı arsası ve...

10 Haziran 2007
Ankara’nın en pahalı arsası nerede olabilir? Bu soruya cevap vermek için zihnini zorlayanlar, her halde öncelikle Çankaya, Oran, Gaziosmanpaşa, Kavaklıdere, Ümitköy gibi lüks semtleri söylerler. Kimsenin aklına Altındağ Belediyesi’nin sınırları içinde kalan bir mekan gelmez. Oysa şehrin en pahalı arsası bu bölgede konuşlanmış durumda; yeni sahiplerini bekler durur.

Sözü fazla uzatmadan, yeri ve astronomik rakamların nedenini aktarayım. Ankara’nın en pahalı arazisi Cebeci Asri Mezarlığı’nda bulunur, ki oradan tedarik edilebilecek mezar yeri altın değerindedir. Mezarların metrekaresi için ödenen bedel dört bin YTL’yi (eski parayla dört milyar TL) bulur. Zor bulunan bu küçük toprak parçası da Asri Mezarlık dolup taştığı için yıllar önce satın alınıp, ihtiyaçtan dolayı devredilen mezar yerleridir.

Cebeci Asri Mezarlığı’nda şehit diplomatlarla, Uğur Mumcu’yla, Adnan Menderes’in oğulları Yüksel ve Mutlu’yla, eski Başbakan Refik Saydam’la ve daha niceleriyle beraber ebedi uykuların uyunacağı mezarlar, rayiç bedel itibarıyla Ankara’nın en pahalı arsası unvanını hak ediyor. Üç metrekarelik yere 12 bin YTL (12 milyar TL) öderseniz, mezarın metrekaresi 4 bin YTL’ ye (4 milyar TL) geliyor.

Ankara’da en pahalı arsaların metrekaresi ise iki bin 750 YTL’yi geçmez. Tabii, Kızılay, Tunalı Hilmi caddeleri gibi yerlerdeki işyeri olabilecek tek tük arsalar hariç. Örneğin, Çankaya Köşkü civarında arsa alacak olsanız, ödeyeceğiniz bedel taş çatlasa üç bin YTL’ yi bulmaz.

Geçmişe sahip çıkanlar, neden 2 mezara sahip çıkmadı?

Bu arada söz Adnan Menderes’in oğulları Yüksel ve Mutlu’dan açılmışken, önemli bir konuya da değineyim. Doğru Yol Partisi, kendini fes edip Demokrat Parti adını aldı ve geçmişine sahip çıktı. Yani, Adnan Menderes ile başlayan köklerine geri dönüp, yeni dönemi açtı. Ancak, gel gör ki, mirasın önemli parçalarından birini oluşturan Yüksel ile Mutlu Menderes’in ebedi uykularına yattığı mezarlara aynı hassasiyeti göstermedi. Bugün Adnan Menderes’in iki oğlunun mezarları, bakımsız halleriyle görenlerin içini burkuyor. Hatta, mezarlık müdürlüğünün kayıtlarına göre Yüksel Menderes’in adresi olarak yapılı olmayan ve üzerinde mermer lahiti bulunmayan mezar yeri karşınıza çıkıyor. Acaba bu ilgisizliğin suçu bir döneme sahiplenenlerde mi, yaşamı idam sehpasında son bulan Menderes’e sığınanlarda mı, yoksa sağa sola "Helallik" dağıtan Aydın Menderes’te mi?

Unutanlar için geçmişi şöyle bir hatırlayalım: 10 yıl başbakanlık yapan Menderes’in 18 Şubat 1959’da Londra yakınlarında bindiği uçak düşer, ama bu korkunç kazadan yaralı olarak kurtulur. Ancak Menderes’i 27 Mayıs darbesinden sonra acı dolu günler beklemektedir. Yargı, hapishane derken acı son gelmekte gecikmez: İdam.

Menderes ailesinin dramı, baba Menderes’in idamıyla son bulmaz. O sıralar Aydın milletvekilli olarak Meclis çatısı altında yer alan ailenin en büyük oğlu Yüksel Menderes, 1 Mart 1972’de Ankara’daki evinde ölü bulunur. Başucunda ise kareli bir kağıda yazdığı veda mektubu vardır. Bıraktığı yazıda "Hayatta kaderin bütün cilveleri beni buldu. Kötü hadiseler karşısında daha fazla tahammül gösteremeyeceğim. Artık yaşama gücümü kaybettim" der.

Ailenin diğer ferdi Mutlu Menderes de, Ankara’da 8 Mart 1978 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeder. Adnan Menderes’in hayattaki son oğlu Aydın Menderes de trafik kazası geçirir. Bugün hayati tehlikeyi atlatmış durumdaki Aydın Bey, kol ve bacaklarındaki felçle yaşamak zorunda.

Tesettür odalarında neler oluyor?

Diplomatik plakalı araçtan inip, Ankara’nın en lüks kadın kuaförünün kapısından içeriye giren kara çarşaflı bayan dikkatimi çekmişti. Sonradan öğrendim ki, Arap ülkelerinden birinin Büyükelçisinin eşiymiş. Saç bakımı, manikür, pedikür ve diğer kadınsı ihtiyaçları için tam üç saatini kuaförde geçirirmiş.

İçeride onlarca erkek ve bayan çalışana rağmen, çarşafa bürünerek örttüğü saçlarını açması, merakımı arttırmıştı. Doğru ya, saçının tek bir telini bile erkek çalışanların görmesi günah değil miydi? Üstelik cilt bakımını bile ihmal etmemişken. Kısa bir araştırmadan ve çok özel sohbetlerden sonra tüm sorularıma yanıt aldım. Bunun yanı sıra, Ankara’da başlayan yeni bir modanın detaylarını da.

Büyükelçi eşinin gittiği lüks kuaför gibi, Başkentteki birçok kuaför salonu, hizmet için özel odalar oluşturmaya başlamış. Çarşaflı ve türbanlı müşterilere hizmet için de bayan personeller işe almış. Röfleden saç kesimine, manikürden cilt bakımına kadar her alandaki taleplere bu elemanlar cevap veriyormuş. Bu özel odalara erkeklerin girmesi ise kesinlikle yasakmış.

İlgimi çeken bir başka nokta da, buraların abonesi kadınların çağdaş sayabileceğimiz her imkandan faydalanmaları. Röfleli saçlar, ojeli parmaklar, vücut için her türlü kreme bulanmak, hatta solaryumla bronz tene kavuşmak alışkanlıkları arasında. Aldıkları birçok hizmet her ne kadar çarşafın altında kalsa da, çok sık aralıklarla bu kuaförlere gitmekten geri kalmıyorlar.

Aklıma, bizim AKP iktidarı yöneticilerinin türbanlı eşleri geldi. Öğrendim ki, onlar da bu tip özel kuaför hizmetinden yararlanıyormuş. Örneğin, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrunisa Hanım ile bir iki bakan eşinin kuaförü aynıymış. Kimi zaman onlara Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Hanım da eşlik ediyormuş..

Anlayacağınız Ankara’da kuaförde özel hizmet odası modası başladı. Yakında giyim mağazalarında da özel soyunma kabinleri oluşturulursa hiç şaşırmayın. Bakalım mahrem anlayışı hangi boyutlara varacak?

Kararı kamuoyu ve yargı verecek

Gökçek’in oğlu otursun diye aldığı villayı kaleme aldığım yazı birhayli yankı buldu. Üstelik Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i çok öfkelendirdi. Zira, 31 Mayıs ve 7 Haziran 2007 gecelerinde birlikte katıldığımız Star TV’deki Objektif programında, Kadir Çelik’in karşısında açtı ağzını yumdu gözünü. Kimi zaman terbiye sınırlarını aşan laflar ederken de, birçok konuya kendince açıklık getirmeye çalıştı.

İşte bu televizyon programları ile oğluna aldığı "villa" hakkında gazetemizde çıkan haber ve Star TV’de yayınlanan program kamuoyu’nda çok tartışıldı. Emin Çölaşan, Ahmet Hakan, Necati Doğru, Melih Aşık gibi bir çok yazar, yazılarım ile konuşmalarımızı köşelerine taşıdığı gibi, görsel ve yazılı medya da konuya kayıtsız kalmadı.

Sonuçta da karşılıklı iddialarımız mahkeme salonlarına taşınacak boyuta ulaştı. İşte bu nedenle Gökçek hakkında yazılarıma ara verdim. Kararı kamuoyu ve bağımsız yargı verecek.
Yazının Devamını Oku

Demokrat Parti’nin 61 yıllık macerası

3 Haziran 2007
Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu anlaştılar ve DYP ile ANAP’ı birleştirerek eski Demokrat Parti’yi "ihya" etmeye karar verdiler. DP, bundan 61 yıl önce 7 Ocak 1946 günü kurulmuş ve 14 Mayıs 1950’de seçimleri kazanarak iktidara gelmişti. 17 Mayıs 1960’da ordu yönetime el koyduktan kısa süre sonra da Cemal Özbey adındaki vatandaşın başvurusu sonucu verilen bir Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla, "kongresini zamanında yapmadığı" gerekçesiyle kapatılmıştı. 1992’de çıkan yasanın verdiği imkanla yeniden oluşturulan Demokrat Parti’de Hayrettin Erkmen, Aydın Menderes, Korkut Özal, Cüneyt Zapsu gibi isimler Genel Başkanlık yapmışlar; Melih Gökçek de 2002 seçimleri öncesinde AKP rotasına girmeye karar vermeden önce bu siyasi odağı pazarlık unsuru olarak kullanmıştı. En sonunda DP, 2005’de kendisini feshederek isim hakkıyla Anavatan Partisi’ne iltihak etmişti.

Gazeteci Serhat Hürkan’ın yakında yayınlanacak olan "14 Mayıs 1950" adındaki kitabında ilginç ayrıntılarla DP’nin iktidara geldiği günün öyküsü anlatılıyor. Kitapta o günü muhabir olarak yaşayan gazeteci ağabeyimiz Kemal Bağlum’un anlattıklarına da yer veriliyor:

"İtfaiye Meydanı’na bakan Hacıdoğan Mahallesi’nde oturuyordum. 14 Mayıs 1950 günü, oyumu Gazi Lisesi’ndeki sandığa attım. Akşam üzeri de, Demirtepe’de Sümer Sokak’ta bulunan DP Genel Merkezi’ne postu serdim. Celal Bayar’ın ve öteki parti büyüklerinin yabancısı değildim. Seçim gezilerinde hep yanlarında olmuştum. Akşam saatlerinde sonuçlar gelmeye başladı ve gece 23’e doğru durum aydınlandı. DP Genel Merkezi’nde Celal Bayar, ilk zafer açıklamasını yaptı: İktidarı aldık!

Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü bir kanepede oturuyorlardı. Ben de arka taraftaydım. DP lideri Celal Bayar, aslında 150 milletvekili çıkarsalar razıydı. Hiç itiraz etmeyecekti. Ama, zafer kazandıkları anlaşılınca üç kurucu bir ağızdan "Dağ Başını Duman Almış" marşını söylemeye başladılar. Ben de katıldım. Ankara Hukuk Fakültesi’nde Yüksel Menderes’in (Adnan Menderes’in intihar eden büyük oğlu) sınıf arkadaşıydım. Kamran İnan da bizim sınıftaydı. Hukuk Fakültesi tümüyle DP taraftarıydı. Seçim sonuçları kesinleşene kadar üç gün, üç gece uyumadım."


Hayalleri gerçeğe, Alaçatı da Venedik’e dönüştü

Bu hafta size Ankara’da Avrupai tarzda ilk "Uydu Kent"i yaratan başarılı bir proje adamından ve eserlerinden bahsedeceğim. Ardında kalıcı eserler bırakan bu kişinin adı, Aykut Mutlu.

MESA Şirketler Topluluğu’nun kurucusu Aykut Bey, Mesa Koru projesini hayata geçirirken, Eskişehir Yolu da bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Ardı ardına kurulan siteler, yapılan lüks villalar bölgenin çehresini kısa sürede değiştiriyor.

Mesa Koru uydu kentiyle ismini duyuran Aykut Bey’i, dolayısıyla da projelerini anlatmak için 1990’lı yılların başına gitmek gerekiyor.

Avrupa, ABD ve Orta Amerika’da en başarılı liman yerleşmelerini planlayıp gerçekleştirmiş olan mimar François Spoerry, benzer bir proje gerçekleştirmek amacı ile Türkiye’nin Ege kıyılarını geziyor. Amaca en uygun bölgelerden biri olarak da Alaçatı beldesini seçiyor. Fransız yatırımcılar proje ile iki yıl uğraştıktan sonra, Türkiye’deki ekonomik istikrarının bozulması, bürokrasinin çok ağır işlemesi gibi nedenlerle yatırımdan vazgeçip ülkemizi terk ediyor. Sonuçta, 1994 yılında Ankara’daki Mesa Şirketler Topluluğu’nun kurucusu, ODTÜ Şehircilik Bölümü eski öğretim görevlisi Aykut Mutlu ile temasa geçiyorlar.

O sıralar Aykut Mutlu, 1989 yılında kurmuş olduğu Mesa Şirketler Grubu ile ilişkisini kesmiştir. Türkiye’de ilk defa, kamu-özel teşebbüs işbirliğini gerçekleştirip, Ankara Büyükşehir Belediyesi ile "Portakal Çiçeği Vadisi" kentsel yenileme projesine başlamıştır. Aynı zamanda, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi kent merkezini yenileme projesinde liderliği de sürmektedir.

Ardından 1995 yılı yazında Tepe Grubu’nun yüzde 51 hissedarı olduğu, Alaçatı Belediyesi ile İzmirli genç işadamlarının da konsorsiyumda yer aldığı "Alaçatı Turizm Yatırım ve İşletme A.Ş." yi kurar. Amacı, Alaçatı’yı İtalya’nın Venedik, Fransa’nın Port Grimaud stili 2 bin 500 evle donatmak ve denizden karaya doğru açılacak kanallarla küçük bir Venedik yaratmaktır. Hedefi, konut sahiplerinin yatlarını kapılarının önüne demirleyebilecekleri bir mekan inşa etmektir. Ayrıca, örnek bir proje gerçekleştirerek yörede mevcut sörf ve yelken faaliyetlerinin gelişmesine katkıda bulunmak, golf, sağlık hizmetleri, kongre merkezi gibi faaliyetlerin ilavesiyle kısa olan turistik mevsimi uzatmak, yapmak istedikleri arasındadır.

Tüm harita ve imar planlarının hazırlanması ilgili Bakanlıklardan ve Anıtlar Kurulu’ndan projenin onay alınması 2004 yılını bulur. Bu sırada mimar François Spoerry ölmüş, çalışmalar onun başyardımcısı ile sürmektedir. 2000 yılında Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik kriz, Tepe Grubu’nun bu projeyi terk etmesine neden olur. Tepe, hisselerini Aykut Mutlu’ya devir ederek ayrılır.

2004 yılı sonbaharında projenin ilk bölümünü oluşturan 25 konut ve 18 odalı Butik Otel inşaatı başlar. Alaçatı yerli halkı kendi tabiri ile projeyi "Venedik Projesi" diye adlandırmaya çoktan başlamıştır.

TSK’de öylesi de var böylesi de

Aylık ekonomi dergisi Forbes Türkiye, son sayısında iş dünyasında yöneticilik yapan emekli generalleri "Şirket Paşaları" adıyla kapak konusu yapmış. Dergi haberinde, asker kökenli yöneticilerin mücadeleci yapıları ve savaş oyunlarındaki becerileri sayesinde stresli dönemleri daha kolay atlatabildiğini vurgulamış. Ayrıca, emekli generallerin siyasete girerek güç ve statüye ulaşmak yerine milyar dolarlık cirolara sahip şirketleri tercih etmesinde güç dengesinin giderek iş dünyasına doğru kaymasının etkili olduğunu belirtmiş. Son olarak da şirket yönetim kurullarında ve üniversite, vakıf mütevelli heyetlerinde yer alan 50 emekli paşanın ismini yazmış.

Bu haber bana, bir dönem Koç Şirketler Topluluğu’nun Ankara Genel Koordinatörü olarak da çalışan, Cumhurbaşkanlığı eski Basın Müşaviri Ali Baransel’in anlattığı ilginç bir anıyı hatırlattı.

Görevi kötüye kullanmak, kendisinin ve eşinin özel harcamalarını devlete ödetmek ve haksız mal edinmek gibi suçlamalarla yargının karşısına çıkan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil’in gündemde olduğu günlerdi. Baransel, Özdil davasının TSK içindeki münferit bir olay olarak algılanmasını gerektiğini söyleyip, dün gibi hafızasında kalan bir anısını anlatmıştı.

12 Mart Muhtırası’nda da imzası bulunan dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Mevdut Tağmaç, 1972 yılında görev süresinin bitimiyle emekli oluyor. Tağmaç Paşa, meşhur Erzincan Depremi’nde ailesini kaybetmiş, orta okuldan itibaren askeri eğitim almış ve tüm yaşamı silahlı kuvvetlerin içinde geçmiş bir kişi. Emekli olur olmaz İstanbul’a yerleşiyor ve birikmiş parası ancak 100 metre karelik mütevazı bir apartman dairesi almasına yetiyor. Üstelik ekonomik sıkıntılar da aynı anda kendini hissettirmeye başlıyor.

Orgeneral Mevdut Tağmaç’ın zor durumda olduğunu öğrenen Vehbi Koç, dostluk adına telefonla kendisini arıyor ve "Sayın Paşam, şan ve şöhretle köşenize çekildiniz. Uygun görürseniz şirketimizin yönetim kurulunda bulunmanızı arzu ediyoruz. Araba, şoför ne isterseniz emrinizde" diyor. Yanıt ise gecikmeksizin geliyor:

"Vehbi Bey, beni rencide ediyorsunuz. Devletim bana, mesleğimin en büyük rütbesini vermiş ve emekli maaşı bağlamış. Kutsal mesleğime gölge düşürebilecek hareketlerden uzak durmak ölünceye kadar şiarım olacaktır."
Yazının Devamını Oku

Çamur deryasından doğan tekstil üssü

27 Mayıs 2007
Daha düne kadar, tekstil merkezi denince akla, İstanbul’un Mahmutpaşa, Merter ve Osmanbey gibi semtleri gelirken, şimdi Ankara’nın Balgat semti ilk sırada söyleniyor. Zira, Ankaralı tekstilciler atağa geçti ve İstanbul’un iç piyasadaki üstünlüğüne son verdi. Peki bu birinciliğin altında yatan sebep ne? Lafı fazla uzatmadan cevabı hemen vereyim. İstanbul’un tekstil firmalarının ağırlıklı olarak ihracata yönelmeleri ve iç piyasaya yönelik üretim yapan firmaların da koleksiyonlarını Laleli esnafına hitap eden tarzda değiştirmeleri. Hal böyle olunca da, Balgat’lı tekstilciler hiç beklemedikleri bir başarıyla buluştu. Sonuçta Başkentli tekstilciler ihracatın yanında, Türkiye’nin her yerinden gelen iç piyasa taleplerini de karşılamaya başladı.

Ankaralı tekstilcilerin "Balgat tarihi" aslında 1970’li yılların ortalarına dayanıyor. İlk olarak Ankara’nın meşhur Dörtel firması 1974’de 22 bin metrekarelik bir alana sahip fabrikasıyla Balgat’ı yeni üretim adresi olarak seçiyor. Dörtel’i kısa sürede Karton, Desen, Ekol, Seçil, Modailgi, Tüzün firmaları takip ediyor ve zamanla semtteki tekstil fabrikalarının sayısı 130’u geçiyor. Bu sayı, kısa bir süre öncesine kadar siyasi partilerin merkezi olarak bilinen Balgat’ı bir tekstil üssü haline dönüştürüyor.

Bu arada yan yana dizilen showroomlara ise her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Hatta bir çok İstanbullu ünlü marka Ankaralı tekstilcilerin yarattığı bu pazardan pay kapmak için dev yatırımlar yapıyor.

Balgat’ın bir tekstil üssüne dönüşüşünün öyküsünü Ankara Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Canip Karakuş şöyle anlatıyor: "Biz buralara ilk geldiğimizde gecekondudan başka bir şey yoktu. Kumaşçı arkadaşlarımız geldiğinde, çamur içindeki caddeyi özel aldığımız çizmeleri giyerek geçerlerdi. Ancak zamanla Balgat bir moda merkezi haline geldi. Şimdi burada 150’ye yakın firma var ve yaklaşık 8 bin kişi çalışıyor."

Karakuş, Ankara’nın özellikle kadın giyiminde iç piyasa üstünlüğünü ele geçinmesini ise üyelerinin modayı ve teknolojiyi yakından takip etme kararlılığına bağlıyor. Canip Bey, "Beş sene önce AGSD’ni kurduk. Derneğin kurulmasıyla birlikte, bayan giyimi ve trikoda hızla bir numaraya yükseldik. Şu anda Türkiye iç piyasasının büyük bir çoğunluğunu biz karşılıyoruz." diye konuşuyor. Ayrıca Ankaralı tekstilcilerin, bayan giyiminde modayı İstanbul’dan daha iyi takip ettiğini, Türkiye’de en kaliteli malın Ankaralı firmalar tarafından üretildiğini de savunuyor.

Tüzün Giyim’in sahibi Tüzün Mirza ise sürecin Ankara’nın lehine değişimini, "İstanbul’da çok büyük ihracatçı firmalar var. Ama eskiden iç piyasada da üstünlük tamamen İstanbul’daydı. Ankara bu son dört yılda özellikle daha çok iç pazarda İstanbul’un önüne geçmeye başladı. Çünkü, neredeyse on yıldır Osmanbey’deki, Şişli’deki o üreticiler Laleli piyasasına yönelik koleksiyonlar yapmaya başladılar. Bu süreç, iç piyasadaki güçlerini kaybetmelerine neden oldu. O müşteriler de yavaş yavaş Ankara’ya kaydı. Ankara’ya kayınca da herkes Balgat’ı üs olarak seçti" şeklinde özetliyor.

Güncel gelişmeler seksin önüne geçti

Yaklaşık 4 yıl önce meslektaşım Recep Tanıtkan’ın güzel bir haberi yayınlanmıştı.. www.kurandaara.com sitesinde "bizim insanımız en çok hangi soruların cevabını arıyor" diye araştırma yapılmış ve ilk sıraları cinsellikle ilgili kelimelerin aldığı ortaya çıkmıştı. İlk yirmi soru arasında, oral seksten mastürbasyona, zinadan ters ilişkiye kadar birçok cinsel içerikli soru yer almıştı. Hatta bu tür sorularına Kuran’da yanıt arayanlar, ilk üçü bile zorlamıştı.

Geçen gün merak edip aynı siteye girdim ve sıralamanın değişip, değişmediğine baktım. İlk yirmi arasında "Namaz" kelimesinin ilk sıraya, "Oruç"un ise ikinci sıraya yerleştiğini gördüm. Üçüncülük kürsüsünde ise "Zina"nın hakimiyetine tekrar tanık oldum. Son rakamlara göre, siteyi tıklayan 813 bin kişi Kuran’da "Namaz"ın karşılığını ararken, yaklaşık 214 bin kişi de "Oruç" hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmış. Yine tüm zamanlarda 164 bin kişiyle "zina" üçüncülüğe yerleşmiş.

İlgimi çeken bölüm ise kadınların örtünmesi üzerine sorulan soruların azlığıydı. Sadece 38 kişi "Kadınlarda örtü"yü sorarken, 28 kişi "Örtünme"nin Kuran’daki karşılığını aramış. Anlayacağınız, vatandaşımızın soru yağmuru arasında dini bilgi ve farzlar ilk sıraları alırken, cinsel içerikli arayışlar artarak devam etmiş. Bu arada oral seks, mastürbasyon, ters ilişki gibi sorular, dolayısıyla da cevapları siteden kaldırılmış.

Müjde Ar aşkına gerçek gibi tatbikat

Geçenlerde verilen bir davette Müjde Ar ve eşi Ercan Karakaş ile koyu bir sohbete dalmıştık. Uzun yıllara dayanan dostluğumuz ise hoş anıları hatırlamamıza neden olmuştu. Müjde Ar ve ben anlattıkça da çevremizdeki insan halkası yoğunlaşmaya, kahkaha sesleri daha da yükselmeye başlamıştı. İşte, o hoş anılardan biri...

Müjde Ar’ın fırtına gibi estiği seksenli yılların başıydı. Bir yandan film, diğer yandan sahne çalışması yapan Ar, sosyal etkinliklerini hiç ihmal etmezdi. İşte o etkinliklerden birinde, askerlerin sosyal aktivitesine katkı sağlamasından dolayı Etimesgut’taki karargahta kendisine teşekkür şildi verilecekti. Karavanadan yenilen yemek sonrası, bahçedeki çardak altında içilen kahveler ve yapılan sohbetler, biraz sonra yanımıza gelen iki komutanın anlattıklarıyla kahkaha tufanına dönüşmüştü.

O gün tatbikat vardı ve eğitimin bir parçası olan bu etkinlikte, askerler tam teçhizatlı olarak savaş oyunu gerçekleştirecekti. Tatbikat start aldığında her zamankinden farklı bir şeyler oluyor, silah elde taarruza geçen askerler kendilerini uçarcasına yere atıp, sipere uzanıyor, adeta Rambo filmlerindeki gibi sahneler yaşanıyordu.

Onlardaki bu istek ve hareket komutanlarını da şaşırtmış ve kısa bir süre sonra işin aslı anlaşılmıştı. Müjde Ar’ın gelişini gören askerler, tatbikat esnasında film çekileceği dedikodusunu yaymış ve tüm birlik kameralara daha iyi görüntü verme telaşı içine girmişti. Eh, ne de olsa Yeşilçam ayaklarına kadar gelmişti. Her şey iyi hoştu da, bu dedikoduya inananlar, kafalarını şöyle bir kaldırıp "Kamera var mı, yok mu?" diye bakmamıştı. Üstelik Müjde Ar, tatbikat alanının yanından bile geçmemişken.

İşte, eşine siyasi faaliyetlerinde yardımcı olmak amacıyla Ankara’ya gelen Müjde Ar ile bu anıyı paylaştık. Zira, ekrandan haber programlarını izlerken birçok Amerikalı ve İngiliz askerin, kendilerini halen Hollywood filminin bir aktörü zannettiği kanısına vardık.
Yazının Devamını Oku

Ankara’yı bilmem ama bizim sokağı ihya etti

13 Mayıs 2007
TÜM semt sakinleri olarak önce şaşırmış, sonra da çok sevinmiştik... Ankara’nın en gözde yerleşim birimlerinden biri olan Oran’da, üstelik meşhur TBMM lojmanları’nın yanı başındaki sokakta oturuyorduk, ama belediye imkanlarından yeterince faydalanamıyorduk. Delik deşik asfalt yollar, bidon ve kovasıyla bir türlü buluşamadığı için sağa sola savrulan çöpler, yıllardır bitmeyen çilemizdi. Protokol yolu olarak ilan edilen Turan Güneş Bulvarı’yla kesişen sokağımız, kar yağdığı zaman kayak pistine döner, bulvardan vızır vızır geçen kar küreme araçlarının arkasından baka kalırdık.

Bir gece, dozer gürültüleriyle yatağından fırlayan herkes gibi ben de gözlerime inanamadım. Büyükşehir Belediyesi’nin asfalt ekipleri, deliklerden kevgire dönmüş yolları onarmaya başlamışlardı. Spotlar altında gerçekleşen çalışma bütün gece devam etmiş, ertesi gün de aynı hızla sürmüştü. Öyle yoğun bir çalışma yapılıyordu ki, kaldırım kenarlarında farelere geçecek delik bile bırakılmıyordu. Doğrusu tüm semt sakinleri olarak yoğun çalışma karşısında önce şaşırmış, ardından da yıllar sonra Büyükşehir Belediyesi’nin bizleri hatırlamasına sevinmiştik.

Sonuçta belediyenin olağanüstü çalışmasının sebebini öğrendik. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan komşumuz olmuş, yanımızdaki sitenin dairelerinden birine yerleşmişti. TBMM Lojmanları’nın hemen dibinde kurulan "Mesa Akasya" sitesine konuşlanan Erdoğan Ailesi, mahallemize hem renk, hem de hizmet getirmişti! Komşumuzun taşınmasıyla birlikte delik deşik yollardan kurtulmuş, bidonu olmadığı için sağa sola savrulan çöplerden arınmıştık. Üstelik en küçük deliğine kadar yamanan yollarda araç kullanmanın keyfini de çıkarmaya başlamıştık.

Bizim İmam, İmam olalı böyle cemaat görmedi

Bu arada Başbakan’ın oturduğu sitenin hemen yanındaki "Oran Fatih Cami"i de, tarihi günlerini yaşamıştı. Cuma namazlarını kaçırmayan Başbakan Erdoğan’a görünmek ve gözüne girmek isteyenlerin tekmili birden bizim mahallenin minik camiine doluşmuştu. Cuma günleri bizim 48. Sokak kuruldu kurulalı böyle bir araç trafiği görmemişti. Tabii, caminin imamı da, imam olalı böyle yoğun bir cemaat...

Fatih Cami’ ini, 48. sokağın ilk yerleşim birimi olan Ceyko sitesi’nin müteahhitleri yapmıştı. Bölge yerleşim planında itfaiye merkezi olarak görünen arsaya müteahhitler el koyup, camiyi inşa etmişti. Hal böyle olunca da, caminin hiçbir zaman iskan ruhsatı olmadı. Yani başbakanımız gibi semt sakinleri de aslen itfaiye binası olması gereken ruhsatsız yapıda dini görevlerini yerine getirdiler. Şimdilerde de getirmeye devam ediyorlar.

Ancak "güzel günler çabuk biter" derler ya! Büyükşehir Belediyesi ile balayı günlerimizin bittiğini anlamakta gecikmedik. Başbakan, Keçiören’de bir apartman dairesine taşınmış, önce o, sonra da belediye bizleri terk etmişti.

SEMT İKİNCİ BAHARINI YAŞIYOR

Gelelim günümüze. Semtimiz şimdi ikinci baharını yaşıyor. Zira komşumuz olan Funda Sitesi’ne önemli bir şahsiyet taşınıyor. Belki de sitenin en güzel villasını mesken edinecek kişi ise Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in büyük oğlu Ahmet Gökçek. Şu sıralar hem villanın içinde, hem de dışında hummalı bir çalışma sürüyor. Başbakan’ın Keçiören’deki eve taşınmasıyla eski deliklerine kavuşan yollar yeniden onarılıyor, aylardır yanmayan sokak lambaları bölgeye sevk edilen ekiplerin sihirli ellerinin değmesiyle gecelerimizi ışıl ışıl aydınlatıyor. Parklarımız ise yeni dikilen ağaç ve çiçeklerle bambaşka bir havaya bürünüyor. Anlayacağınız, Başbakan Erdoğan’dan sonra Belediye Başkanı’nın oğlu Ahmet, mahallemize bereket getiriyor.

Bu arada villanın iç dekorasyonu ile bahçe tazimi ise son sürat devam ediyor. Her ne kadar Funda sitesi sakinleri, Ahmet Gökçek’in oturacağı villanın etrafına mazıdan ve betondan duvar örmesine sinirlense de ellerinden bir şey gelmeyeceğini biliyorlar. Sitenin çevre duvarları dururken, içte de bölümlere ayrılmanın üniter yapıyı bozduğunu ve bunun yasal olmadığını söylemeleri ise yetkililere sinek vızıltısı gibi geliyor.

Yılın sonunda evsiz, barksız kalabilirler

Bu konular Funda sakinlerinin kendi iç sorunudur deyip bir kenara bırakıyorum, ama aklıma gelen önemli bir sorunun yanıtını bulmaya çalışıyorum. Bu sitede villaların fiyatı 1 milyon 500 bin dolardan başlıyor. Kiralar ise 3 bin dolardan. Anlayacağınız öyle orta halli,hatta oldukça varlıklı olanların bile oturacağı cinsten bir yerleşim birimi değil.

Peki, Belediye Başkanı Melih Gökçek, televizyonda Hürriyet yazarı Emin Çölaşan ile tartışırken ne demişti? "Bizim ailece öyle fazla bir paramız yok."

Tam hatırlamıyorum ama, toplam 50- 60 bin dolar birikimleri olduğundan bahsetmişti. Hal böyle olunca, bu villayı satın alacak paralarının olmaması gerekiyor. Kiraladığını farz etsek ve ayda en az 5 bin YTL ödese, bir yılda ailenin tüm birikiminin tükeneceği apaçık ortada.

Endişem, Allah korusun, daha ikinci senede Ahmet Gökçek ve ailesinin evsiz barksız ve parasız kalacak olması! Gerçi böylesine kötü bir senaryo gerçekleşse, Melih Bey’in o dar bütçesiyle (!) yaptırdığı ve Fikri Sağlar’ın iddiasıyla çevre hizmetlerini Büyükşehir Belediyesi’ne havale ettiği Angora’daki yüzme havuzlu süper lüks villasına taşınırlar olur biter. Bu arada Angora’daki kartal yuvası gibi duran villanın emsalleri de 1,5 milyon dolardan satılıyor.

Angora evleri Melih Gökçek, bizim mahalle Ahmet Gökçek sayesinde kurtuldu. Sözün özü, sizler de dua edin, çevrenize Gökçek ailesinden biri taşınsın ve belediye hizmetleri bol kepçe ayağınıza gelsin!

Ankara’ya beş yıldızlı otel akını

ANKARA, son yıllarda otel yatırımcılarının gözdesi olmaya başladı. Butiğinden beş yıldızlısına kadar her kategoride ve büyüklükte oteller açılırken, yenileri de inşa edilmeye devam ediyor. Tabii, bu gelişmenin en önemli sebeplerinden biri Avrupa Birliği süreci. Bilindiği üzere AB’ye giren her ülkede başkentler çok daha fazla önem kazanmaya başlıyor. Bu önemle birlikte, şehre gelen yabancıların sayısında da artışlar oluyor. Gelişmeye kayıtsız kalmayan Ankaralı turizmcilere ise kolları sıvamak düşüyor.

Bu arada otel yatırımcılığının gelişmesindeki bir diğer etken de kongre turizmi. Ankara, kongre merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Ankara Ticaret Odası’nın yaptığı kongre merkezi, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin inşaatı süren kompleksi, Sheraton, Swis gibi otellerin hizmete soktuğu merkezler nedeniyle, önümüzdeki yıllarda Ankara’da yatak açığı olacağı kesin olarak görünüyor.

Siyasetçi ve bürokratların ön görüsü ise kongre, fuar, sağlık turizmi alanında yapılacak yatırımlarla 8 yıl sonra Ankara’ya 10 milyon turistin gelmesi. Bu yatırımların yanı sıra, AB’ye üyelik sürecinin de katkıda bulunacağı yadsınamaz bir gerçek. Tam üyelik için 2015 yılını hedefleyen yatırımcılar, projeksiyonlarını bu süreçte Başkente gelmesi muhtemel binlerce AB uzmanına göre yapıyorlar.

Basit bir hesapla, tam üyelik sürecinde üç bin 500 başlık üzerinde çalışmak üzere AB’den binlerce uzman gelecek ve bunların büyük çoğunluğu beş yıldızlı otellerde konaklayacak. Yani bir yerde Ankara yol geçen hanına dönecek. Doğaldır ki, turizm yatırımcılarına da katlanarak artacak bu potansiyeli ağırlamak için şimdiden gardını almak düşecek.

Şimdilerde Ankara’da 8 adet beş yıldızlı otel var. Bu rakam birkaç yıl içinde 13’e çıkacak. İlk açılacaklardan biri ise Ankamall AVM’nin yanı başında yükselen Crowne Plaza... Otelin işletmesini Laledan Turizm yapacak. Uluslararası çapta 3 bin 700 adet otel işletmesine sahip IC Hotels Group’tan Crowne Plaza ile 30 yıllık lisans anlaşması yapan Laledan Grup, 2007’in Ekim ayında hizmete sokacağı bu otelde "Business Class" hizmet sunacak.

2008 yılının ilk ayında müşterilerine "Merhaba" diyecek bir diğer otel ise TBMM’nin bitişiğinde yer alan Büyük Ankara Oteli. Bilindiği üzere, geçen yıl Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, oteli 36,8 milyon dolara Çelikler İnşaat’a vermişti. Yeni yatırımcı da bir taraftan tesisin tadilatını gerçekleştirirken, diğer taraftan da uluslararası otel zincirleriyle görüşmelere başlamıştı.

Bir diğer otel yatırım alanı ise Armada Alışveriş Merkezi’nin karşısında yapımı süren ticaret ve kongre merkezinin dibindeki geniş arazi. Finansman ve planlamada son aşamaya gelinen otelin sahipleri ise AK Parti’ye yakın isimlerden oluşuyor ve yaz bitimi ilk kazma vurulacak.

Antalya’daki Venezia ve İzmir’deki Mysia otellerinin sahibi Ünal Grup ise Konya yolu üzerinde 5 yıldızlı ve temalı bir otel yapmaya hazırlanıyor. Büyük bir yatırım bütçesiyle, Hilton, Sheraton gibi rakiplerine kafa tutmaya çalışacak otelin en büyük avantajı ise ATO ve Büyükşehir Belediyesi kongre merkezlerine yakın olması.

Yaklaşık iki yıl içerisinde tamamlanması planlanan bir diğer beş yıldızlı otel ise Ahmet Hattat’a ait Gaziosmanpaşa Semti’ndeki yatırım. Aslında yapımına yaklaşık 14 yıl önce başlanan ve bitişi yılan hikayesine dönen otel tamamlanırsa, işletmesini önemli bir uluslararası otel zinciri üstlenecek.
Yazının Devamını Oku