Ercan Kumcu

Yatırım-tasarruf dengesi

28 Nisan 2006
CARİ işlemler açığının ardındaki neden ekonominin toplam yatırımlardan daha az tasarruf etmesidir. "Tasarruf açığı" denen bu olgu cari işlemler açığına eşittir. Yurtiçindeki toplam tasarruf açığı yurtdışındaki tasarrufların ithali yoluyla finanse edilmektedir. O halde, cari işlemler açığını "Tanrı’nın takdiri" boyutundan çıkarıp azaltmaya yönelik her türlü önlem tasarruf açığını azaltmayı gerektirecektir. Tasarruf açığının azaltılması ekonomideki toplam tasarrufların artırılması ve/veya toplam yatırımların azaltılması yoluyla olmak zorundadır.

Tasarruf ve tüketim madalyonun iki yüzü gibidir. Tasarrufların artırılması aynı gelir düzeyinde tüketimin azaltılması anlamına gelir. Cari açığın azaltılmasına yönelik önlemler tasarrufların artırılması ve yatırımların azaltılmasını içerdiğine göre, cari açıkla mücadele ekonomideki toplam tüketim ve yatırım harcamalarının kısılması anlamına gelmektedir. Buna da, kısaca, toplam iç talebin kısılması deniyor./images/100/0x0/55eaaeaef018fbb8f8900356

FARKLI EĞİLİMLER

Ekonomik analizlerde kamu sektörünü ve hane halkı dahil özel kesimi birbirinden ayırmak önemli olmaktadır. Çünkü, kamu sektörünün tasarruf ve yatırım kararları maliye politikalarının parçalarıdır. Özel kesimin yatırım ve tasarruf kararları ise ekonomi politikalarından etkilenen büyüklüklerdir, ama bu politikaların bir parçası değillerdir.

Grafiklerde kamu sektörü ve özel kesim yatırım ve tasarruf eğilimleri ayrı ayrı gösterilmektedir. 2000 yılından 2005 yılına kadar 1998 fiyatlarıyla toplam tasarruflar ve yatırımlar verilmektedir. 2005 yılındaki büyümenin yüzde 5 olduğu varsayılarak 2005 rakamları türetilmiştir. Son milli gelir verileri ile yeni denge henüz yayınlanmamıştır. Yine de, temel eğilimler grafiklerden açıkça görünmektedir./images/100/0x0/55eaaeaef018fbb8f8900358

2001 yılından bu yana kamu sektörü sabit fiyatlarla yılda 2.8-3.6 milyar YTL arasında yatırım yapmaktadır. Büyük bir olasılıkla kamunun toplam yatırımları 2005 yılında daha fazla olmuştur. Buna karşılık, 2001 yılından bu yana artan harcanabilir gelirin de katkılarıyla, kamu sektörünün tasarrufları çok ciddi bir artış eğilimine girmiştir. Bu dönem içinde kamu tüketimi çok fazla değişmezken, artan kamu harcanabilir gelirlerinin tümü tasarrufa gitmiş görünmektedir. 2001-2005 yılları arasında kamu harcanabilir geliri reel olarak yıllık bazda ortalama yüzde 41 artmıştır.

Özel kesimde ise çok farklı bir eğilim gözlenmektedir. 200 yılından 2003 yılına kadar özel kesim mutlak tasarruflarını reel olarak artırırken, 2003 yılından sonra özel kesim tasarrufları azalma eğilimi içine girmiştir. Buna karşılık, özel kesim yatırımları 2001 yılından sonra çok ciddi bir biçimde artmaya başlamıştır. Özel kesimin harcanabilir geliri 2001-2005 yılları arasından reel olarak yıllık ortalama 3.9 artarken (milli gelir büyümesinden daha az), yatırımları aynı bazda yüzde 30 artmıştır. Toplam milli gelir artarken, özel kesimin harcanabilir gelirinin göreli olarak çok daha az artması büyümenin halka yansımadığı izleniminin önemli bir parçasıdır. Bu konuya pazartesi günü döneceğim.

Cari işlemler açığını "Tanrı’nın takdiri" olmaktan çıkaracak önlemler galiba çok açık bir biçimde karşımızda duruyor.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik istikrara örnek: Şili

27 Nisan 2006
DÜNKÜ yazımda piyasa ekonomisi içinde ekonomik dengesizliklerin ilacının esnek maliye politikaları olduğundan söz etmiştim. Maliye politikalarındaki esnekliği azaltan en önemli etken devletin geçmişten gelen yükümlülükleriyle esnekliğini kaybetmiş, devlet harcamalarıdır. Bunun başında da sosyal güvenlik sistemi gelmektedir.

Sosyal güvenlik sistemi batmış olan tek ülke biz değiliz. Farklı nedenlerle, dünyanın bir çok ülkesinde sosyal güvenlik sistemi kanayan bir yaradır. Öyle görünüyor ki, piyasa ekonomisi dinamikleri içinde başarılı olacak ülkeler sosyal güvenlik sistemini kendi ayakları üzerinde yaşatabilecek ülkeler olabilecektir. Amerika, Avrupa ve bir çok gelişmekte olan ülke bu alanda çok zorlanmaktadır.

KALICI İSTİKRAR

Şili örnek bir ülke durumundadır
. Geçmişte küçümsenmeyecek ekonomik çalkantılara sahne olmuştur. Çok acı darbe deneyimleri yaşamıştır. Devlet sistemlerini sil baştan yeniden yapılandırmışlardır. Bu arada, yepyeni bir sosyal güvenlik sistemi kurmuşlardır. Bugün ekonomik alanda geldikleri nokta ve yıllardır gösterdikleri ekonomik performans, bir başarı hikayesidir.

Şili’de 1985 yılında 1500 dolar olan kişi başına gelir, bugün 7000 dolara ulaşmıştır. 1990’lı yılların ortalarından beri tek haneli enflasyonla yaşamaktadırlar. Son beş yıldır enflasyon yüzde 4’ün altındadır.

Milli gelirleri 100 milyar dolar civarındadır. Yani, yaklaşık bizim dörtte birimiz kadardır. Çok yüksek olmayan, ama kararlı bir ekonomik büyümeleri vardır. Yaklaşık yüzde 3 civarında büyümektedirler. Yani, artan uluslararası sermaye hareketlerinin şımartıp büyümeye gaz verilmediği sayılı ülkelerden biridir. Sermaye hareketlerinin göreli olarak kısıtlı olduğu 2000 öncesi yıllarda, daha hızlı büyüyorlardı. Büyümede aşırıya kaçmamış olmamaları enflasyonu yüzde 4’ün altına çekmekte yardımcı oldu.

Şili’nın de parası reel olarak değer kazanıyor. 2001 yılından beri Şili Peso’su reel olarak yüzde 20’ye yakın değer kazandı. İthalatları iki mislinden daha az arttı. İhracatları ikiye katlandı. Dış ticaret fazlaları 2 milyar dolardan 9 milyar dolara tırmandı. Cari işlemler dengesi 2005 yılında yalnızca 400 milyon dolar kadar açık verdi.

Şili ekonomisinin en dikkat çekici tarafı kamu finansmanını kalıcı olarak sağlam temellere oturtmuş olmalarıdır. Bu konuda da kamuoyu desteği oldukça fazladır. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı 1980’li yıllarda gündeme gelmiştir. 2000’li yıllarda bütçe fazlası verilirken, son iki yılda seçimler nedeniyle bütçe açıkları oluşmuştur. Bütçe açıklarının yarattığı rahatsızlıkları giderebilmek için yeni seçilen solcu başkan siyasetle hiç ilgisi olmayan bir Harvard profesörünü Maliye Bankanı yapmıştır. Yeni idare bütçenin milli gelirin yüzde 1’i kadar yapısal fazla vermesini hedeflemektedir.

Şili’de devlet borçları milli gelirin yüzde 10’unun altındadır. Bütçede faiz dışı fazla milli gelirin yüzde 6’sına yakındır. Ülkenin tüm dış borçları milli gelirin yüzde 40’ının altındadır. Dış borçların önemli bir bölümü özel sektöre aittir.

KONJONKTÜR

Şili ekonomisi ekonomi politikalarında esnekliğe sahiplik açısından dünya ekonomileri içinde önemli bir örnek teşkil etmektedir
. Kamu finansmanı alanında Şili birçok ülkenin baş belası haline gelmiş olan yapısal sorunlarının önemli bir bölümünü çözmüş durumdadır.

Son yıllarda artan bakır fiyatları yoluyla Şili önemli kazanımlar elde etmiştir. Ama, ekonomik başarısı ile hammadde fiyatlarındaki artış arasındaki neden-sonuç ilişkisi benzer ülkeler ile karşılaştırıldığında yok denecek kadar azdır. Yani, Şili’nin ekonomik başarısı artık konjonktüre bağlı değildir.
Yazının Devamını Oku

Dünya artık eskisi gibi değil

26 Nisan 2006
DÜNYA son otuz yıldır çok değişti. Bu denli hızlı değişime ayak uydurabilmek kolay değil. Yalnızca biz değil, tüm dünya ülkeleri bu değişime ayak uydurmakta zorlanıyorlar. Değişimi bizler yarattık. Şimdi, değişmiş dünyada yaşamakta ve dengeleri idare etmekte yine bizler zorlanıyoruz.

Ulusal ekonomileri idare etmek kolaydı. O denli kolaydı ki, enflasyonla mücadele için mal ve hizmet fiyatlarıyla ücretleri dondurmak etkili bir çözüm olarak düşünülürdü. Amerika’da Nixon İdaresi 1970’lerde bu yolu seçmemiş miydi?

Döviz kuru sorunu diye bir şey fazla düşünülmezdi. Kurlar sabitti. Biraz sıkıntı yaşanırsa, "devalüasyon" ya da "revalüasyon" yoluyla çözüm bulunurdu. Serbest dalgalanan kurun temel ekonomik dengesizliklere çözüm olamayabileceği sabit kur rejimi terk edildikten sonra fark edildi. Dengesizliklerin ilacı dalgalı kur olmayabilirdi.

Dış ticaret dengesi sorunları ile mücadele etmek de kolaydı. İthalat çok artıp dış ticaret dengesi alt-üst olduğunda gümrük vergileri artırılırdı. İthalat kısılırdı. İthalat fiyata duyarlı değilse, kotalar konurdu. Hiç kimde de ses çıkarmazdı. İhracat desteklenmek istediğinde, bolca parasal ve diğer teşvikler verilirdi.

KURUMLAR VE KURALLAR

Ulusal ekonomiler merkez idare güdümünden çıkıp piyasa dinamiklerinin egemenliğine bırakıldığında, oyunun kuralları değişti
. Uluslararası ekonomik ilişkiler de yapı değiştirdi. Yeni ekonomik düzenin kuralları ve kurumları oluştu.

Artık, dilediğiniz gibi, ithalatı gümrük vergileri ya da kotalar yoluyla kısıtlayamıyorsunuz. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) karşınıza çıkıyor. İthalat kısıntıları için sizden iyi bir neden bulmanızı istiyor. Dış ticaret açığı ile mücadele iyi nedenlerden biri sayılmıyor. Uluslararası ticarette rekabet öne çıkıyor.

Artık, yerli üreticiyi destekleyip yabancı rekabetin önüne engeller koyamıyorsunuz. Koyarsanız, Avrupa Birliği kırmızı kart gösteriyor. IMF bağırıyor. OECD eleştiriyor. DTÖ diğer ülkelerin size karşı önlemler almasına sesini çıkarmıyor. Kısacası, piyasa kuralları dışına çıktığınızda bütün dünyayı karşınıza almış oluyorsunuz.

Dalgalı kur rejiminin ekonominin temel dengesizliklerine çare olmadığını düşünüp kur rejimini istediğiniz gibi saptayamıyorsunuz. IMF yine kırmızı kart gösteriyor. Amerika bastırıyor. Avrupa destekliyor. Dış dünya ile ilişkileriniz tehdit altına giriyor. Çin’in üzerindeki baskılar ortada.

Bir çok gelişmiş ülke Çin’den rahatsız. Rahatsızlık Çin parasının gerekenden değersiz olduğu görüşünde birleşiyor. Bir başka açıdan, Çin parası çok değerliyse, gelişmiş ülkelerin paralarının çok değersiz olduğu da iddia edilebilir. Ama, gelişmiş ülkeler paralarının değerinin piyasada oluştuğunu, dolayısıyla Çin’in de parasının piyasada belirlenmesi gerektiğini söylüyorlar. Bundan orta dönemde Çin’in de kaçışı yok.

POLİTİKA ESNEKLİĞİ

Merkezi idare iyiydi, piyasa ekonomisi işi zorlaştırdı diye bir iddia da bulunmak mümkün değildir. Sorun, ekonomi politikaları oluşturucuların ve uygulayıcıların piyasa ekonomisinin gerektirdiği kıvraklığı gösterememesinden kaynaklanmaktadır.

Piyasa ekonomilerinde en esnek olması gereken ekonomi politikası araçlarının başında maliye politikaları gelmektedir. Maliye politikalarının önemi hem beklentilerin yönetimi hem de toplam iç talebin yönlendirilmesi açısından öne çıkmaktadır.

Bu alanda esnekliği azaltan en önemli etken devletin geçmişte oluşturduğu mali yükümlülüklerin maliye politikalarını kilitlemesidir. Bugün, piyasa ekonomisinin dengesizliklerine çözüm bulmakta zorlanan ülkelerin tümünde maliye politikalarının esnek olmayışı söz konusudur.
Yazının Devamını Oku

Dünyada faiz artırımlarının sonuna gelindi mi

25 Nisan 2006
BAŞTA Amerika Merkez Bankası (FED) olmak üzere gelişmiş ülkelerin merkez bankaları para politikalarını sıkılaştırmakta bugüne kadar son derece sorumlu davrandılar. Faiz artırımlarını göreli olarak uzun bir döneme yayıp piyasaların faiz artırımlarını hazmetmelerine olanak verdiler. FED 2004 yılının ortasından bu yana her toplantısında faizleri artırdı. Faizler yüzde 1’den yüzde 4.75’e geldi. Avrupa Merkez Bankası geçen yıl başladığı faiz artırımlarına aralıklı olarak devam ediyor. Faiz artırma sinyallerini üç-dört ay evvelden vermeye başlıyor. Japon Merkez Bankası henüz sıfır faiz düzeyini değiştirmedi, ama yılın ikinci yarısında faiz artırımı yapabileceği sinyalini verdi.

ENFLASYON BASKISI

Küresel sermaye akımlarının rekorlar kırdığı ve bu sayede gelişmekte olan ülke ekonomilerinin en iyi /images/100/0x0/55eb1254f018fbb8f8a92e98dönemlerini yaşadığı bir aşamada gelişmiş ülkelerin para politikalarını daha fazla sıkılaştırmaları önemli riskleri de beraberinde getirmektedir
. Her şeyden önce, sermaye akımlarının radikal bir biçimde ters dönmesi durumunda gelişmekte olan ülke ekonomilerinin küçümsenmeyecek bir sarsıntı geçirecekleri aşikardır. Şimdilik böyle bir tehlike yoktur, ama risk vardır.

Böyle bir ortamda, mali piyasaların gözü, kulağı gelişmiş ülke merkez bankalarına çevrilmiş durumdadır. Devam eden faiz artırımları ne zaman duracaktır? Nerede duracaktır? Gelişmiş ekonomilerde faiz artırımlarının devam etmesi gelişmekte olan ülkelerin çekiciliğini doğal olarak azaltmaktadır.

Bir yanda olumsuz iç dinamikler, diğer yanda artan petrol ve hammadde fiyatlarından (genelde varlık fiyatları) dolayı gelişmiş ülkelerde enflasyon baskısı artmaktadır. Bu ülkelerde faiz artırımlarının ana nedeni bu olmaktadır. Gelinen faiz düzeyi gelişmiş ülkelerde enflasyon baskısını kontrol altına almaya yeterli midir? Asıl can alıcı soru budur.

Dünya ekonomilerinin hiçbir döneminde altın ve hammadde fiyatlarının (genelde varlık fiyatlarının) artmasının genel enflasyon düzeyine ciddi ölçülerde olumsuz etki yapmadığı görülmemiştir. Önlemlerin yeteri kadar önceden alındığı dönemlerde enflasyon kontrol altına alınabilmiş, aksi taktirde gelişmiş ülkelerin alışık olmadığı enflasyon düzeyleri yaşanmıştır.

Bugünkü veriler de gelişmiş ülkelerdeki enflasyon baskılarının giderek arttığı yönünde işaretler vermektedir. Amerika’da faizler ciddi bir biçimde artırıldığı halde, ekonomik büyüme o denli olumsuz etkilenmemiş, ama aylık bazdaki temel enflasyon beklentilerin üzerine çıkmıştır. Avrupa biraz daha talihsizdir. Ekonominin bir türlü canlanamadığı bir ortamda enflasyonla mücadele adına faiz artırımları yapmak zorunda kalabileceklerdir.

ARALIKLARLA DEVAM

Grafikte altın fiyatları (Londra sabah fixing) ile FED funds rate’in (FED’in bankalara verdiği günlük borçların faizleri) hacim ağırlıklı aylık ortalamaları verilmektedir. Altın fiyatlarının arttığı dönemlerde, yaklaşık 18-24 aylık bir farkla faizler artış eğilimine girmektedir. Düştüğü dönemlerde de, yine yaklaşık 18-24 aylık bir farkla faizler düşme eğilimine girmektedir.

Petrol fiyatlarının 70 doların üzerine çıkıp 80 doları zorladığı ve altın fiyatlarının 2002 yılı başında 300 doların altındayken bugün 600 doları geçtiği bir ortamda (son sekiz ayda 430 dolardan 640 dolara fırladı), son günlerdeki izlenimin tersine, gelişmiş ülkelerdeki faiz artırımlarının sonuna gelindiğini düşünmek biraz zordur. Faiz artışlarının sıklığı düşebilir, ama bu şartlarda artırımlar devam edecek gibi görünmektedir.
Yazının Devamını Oku

Belirsizlikler artıyor, piyasalar oynaklaşıyor

24 Nisan 2006
ULUSLARARASI piyasaların sinirlerinin bozulduğu bir döneme girdik. Doğal olarak, uluslararası piyasaların tedirginliği bize de yansıyor. Bizim özel şartlarımız bu tedirginliği bazen dengeliyor bazen de artırıyor. Uluslararası piyasalardaki tedirginliğin önemli bir bölümü "bu böyle gitmez" beklentisinden kaynaklanıyor. Son yıllarda, Amerikan ekonomisinin dünya ekonomisindeki büyümenin neredeyse tek başına motoru olması riskleri artıran bir etken görülüyor. Çünkü, Amerikan ekonomisi dünya için bir motor olurken, ekonomik dengesizlikleri de artıyor. Bütçe ve dış açıkları büyüyor.

Yalnızca bir ayda Amerikan ekonomisine giren yabancı mali sermaye 80 milyar doları aşmış durumda. Uluslararası piyasalar bunun daha ne kadar devam edebileceğini sorguluyorlar. Sermaye akımlarında bir kesinti olduğu taktirde, Amerika’da kur ve faizlerde ciddi bir düzeltme bekleniyor. Her gelişme düzeltmenin başlayıp başlamadığını sorgulatıyor. Tedirginliği kaynağı da burada.

RİSK AZALTMA

Siyasi olaylar iktisadi tedirginliğin üzerine tuz biber ekiyor
. Siyasi belirsizliğin İran üzerinde yoğunlaşmış olması gelecekteki petrol üretimi üzerine belirsizlik yaratıyor. Petrol fiyatları rekorlar kırıyor. Altın fiyatları petrol fiyatlarını izliyor. Bütün bunların düşündürdüğü Amerikan dolarının değerinin ilerideki seyrini çok daha belirsiz hale getirmesidir. Dolayısıyla, şimdilik beklenti tersine de olsa, Amerika’da faizlerin daha da artma olasılığı giderek artmaktadır. Bu da tedirginlik yaratmaktadır. Bunun aksine edinilen izlenimler ise, geçici de olsa, piyasaları rahatlatıyor. Geçen haftanın ortasında böyle bir dönem yaşadık.

Amerikan faizlerinin artması son dört yıldır gelişmekte olan piyasalara giden uluslararası sermayeyi tedirgin etmektedir. Tüm belirsizliklere rağmen, Amerikan ekonomisi gelişmekte olan ülkelere göre daha iyi bir risk olduğuna göre, sermayenin gelişmekte olan ülkelerden çıkıp yeniden gelişmiş ülkelere dönmesi olasılığı giderek artmaktadır.

Gelişmiş ülke merkez bankaları bugüne kadar çok başarılı bir biçimde piyasaları alıştırarak para politikasını sıkılaştırdı. Ama, bu alanda daha ne kadar gidilecek yol olduğu konusundaki belirsizlikler (bu konuyu yarın işleyeceğim) piyasaları rahatsız ediyor. Belirsizlikler giderek artıyor. Piyasalar oynaklaşıyor. Dünyada kurlar ve faizler bir aşağı, bir yukarı gidiyorlar.

Bu şartlarda, Türkiye çok daha dikkatli davranmak zorundadır. Gereksiz yere risk artırıcı uygulamalardan kaçınmalıdır. Bu çerçevede, Merkez Bankası Başkanı’nın atanmış olması olumlu bir gelişmedir. Bu konuma doğru bir isim bulunmuştur. Etrafımız toz dumanken, gereksiz bir belirsizlik giderilmiştir.

IMF ile ilişkilerde pürüz yaratılmaması uluslararası yatırımcıların kafalarını karıştırmamak açısından önemli olmaktadır. Başka gelişmelerle kafalar karışırken, Türkiye kendine özel kafa karıştırıcı uygulamalardan ya da savsaklamalardan kaçınmalıdır. Dolayısıyla, sosyal güvenlik reformunun Meclis’ten geçirilip IMF ile programlanan gözden geçirmenin başarıyla tamamlanması "risk azaltıcı" bir rol oynayacaktır.

Cari işlemler açığındaki gelişmeleri "Tanrı’nın takdiri" havasında izlemeyi bırakmalıyız. Açığın artmasını önleyecek, hatta açığı daha makul düzeylere düşürecek maliye politikaları önlemlerini düşünmeliyiz. Çoğu zaman, olumsuzlukların tetikleyicisi güzel havalarda "bu böyle gitmez" beklentisinin yaygınlaşmasındandır.

ORTA DÖNEMDE İTİBAR

Bütün bunlar küresel düzeyde uluslararası sermayenin tedirgin olduğu bir ortamda Türkiye’yi kurtarır mı?
Kurtarmaz, ama Türkiye ekonomisinin yerle bir olmasını önler. Fırtına çıktığında amacımız gemiyi sallamamak değil, doğru yönde sallanarak gemiye su aldırmamak ve batırmamak olmalıdır.

Bu şartlarda, Merkez Bankası’nın ilerideki faiz kararları önemli olmaktadır. Bugün, kısa vadeli değerlendirmelerle faizlerin indirilmesi yarın faizlerin artırılması olasılığını artırabilecektir. Bu nedenle, Merkez Bankası’nın yeni yönetimi üzerinde piyasaların ve diğer çevrelerin olası baskılarının ölçüsü kaçırılmamalıdır.

Orta dönemde para politikasının itibarı kısa dönemde faizleri artırmak zorunda kalmaması ile çok yakından ilgili olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Çocuk Bayramı kutlu olsun

23 Nisan 2006
BUGÜN 23 Nisan. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 86. yıldönümü. Geleceğin liderlerinin ve özgürlüklerin koruyucularının bugünkü çocuk ve gençlerden çıkacağı gerçeğinden hareketle Atatürk bugünü çocuklara armağan etmişti. Dünya’da Çocuk Bayramı’nı kutlayan ilk ve tek ülke olarak bu olguyla hep övündük. Övünmekte de haksız değildik. Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden inşa edilen yeni Türk Devleti’nde 10 milyonun biraz üzerinde nüfus ve bir milyonun biraz üzerinde okumuş yazmış insan vardı. Muasır medeniyet seviyesine çıkabilmemiz için çocuklarımızı, gençlerimizi, kendimizi eğitmemiz gerekiyordu. Bu yönde teşvik gerekiyordu.

ZORUNLU EĞİTİM

Nüfusumuz bugün 75 milyona dayandı
. Yaklaşık 15 milyon çocuk ve gencimiz okula gidiyorlar. Ülkede okuma-yazma oranı çok yükseldi. Mücadele, okuyup yazan insan sayısını artırmaktan çıkıp iyi eğitilmiş insan yetiştirmeye kaydı.

Geçmişe bakarak övünecek çok şey bulabiliriz. Eğitim konusunda alınan mesafe de küçümsenmeyecek boyutlardadır. Bir açıdan, övünülecek bir gelişme kaydedilmiştir. Ama, övünmek yerine, küreselleşen yeni dünya düzeninde "dünya vatandaşı" insanlar yetiştirmenin arayışı içinde olmamız gerekmektedir.

Eğitim tek başına önemlidir. Ama, en azından eğitimin varlığı kadar kalitesi de önemlidir. Yani, miktar kadar kalite de önemlidir. Miktarı kaliteden ödün vermeden, kaliteyi artırarak sağlamak zorundayız.

Üzerine gitmemiz gereken alanlardan biri zorunlu eğitim döneminin kapsamıdır. Bütün dünya zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarma aşamasına gelmişken, biz sekiz yıllık zorunlu eğitimi ancak uygulamaya koyabildik. Geç kaldık. Geç kalıyoruz. Zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmalıdır. Tüm gençlerimiz en az lise mezunu olmalıdırlar.

REKABETİN GİTTİĞİ YER

"Ağaç yaşken eğilir" lafı boşuna söylenmemiştir. Eğitim de küçük yaşta başladığında kendinden beklenen verimi sağlar. İnsanların kavramları öğrendiği, kişiliklerinin geliştiği çocuk yaşlarındaki eğitim ilerideki yıllarda verilecek eğitimin temel taşlarıdır. Bu açıdan, okul öncesi eğitim önemli olmaktadır.

Okul öncesi eğitim bugün birçok ailenin çocukları için kafalarından geçirdikleri eğitim planlamasında yer almamaktadır. Özellikle kırsal kesimde okul öncesi eğitim diye bir kavram bilinmemektedir dahi. Kentsel kesimde ise, okul öncesi eğitim kavramı farklı ailelerce farklı algılanmaktadır.

Okul öncesi eğitime ülkemizde "çocuk bakım evi" olarak bakmak oldukça yaygındır. Çocukların 4-6 yaş dönemi eğitimi okumuş yazmış aileler arasında dahi hafife alınmaktadır. Halbuki, deneyimler ve araştırmalar bu dönemdeki eğitimin önemini vurgulamaktadırlar.

Eğitim sürecinde, 4-6 yaş dönemi eğitime okul öncesi eğitim demek de yanlış olmakta, yanlış çağrışımlar yapmaktadır. Bu döneme okul öncesi diyerek bu dönemdeki eğitimi okul eğitiminden ayrıştırıldığı izlenimi verilmektedir. Halbuki, tam tersi vurgulanmalıdır. Okulda eğitim 4 yaşında başlamalıdır. Bu dönemdeki eğitim de zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır. Dünya bu yöne gitmektedir. Kısacası, rekabet bu yönde gitmektedir. O halde, biz de bu yönde gitmeye mecburuz.

Bütün bunlar elbette kaynak gerektiren konulardır. Kaynak, başka alanlarda har vurup harman savurduğumuz kaynakları bu çaptaki bir eğitim sürecine yönlendirmekle bulunacaktır.

Çocuklarımızı çok daha iyi eğitebildiğimiz nice 23 Nisan’lara...
Yazının Devamını Oku

Ankara izlenimleri

21 Nisan 2006
VAKIF 2000 tarafından düzenlenen bir panele katılmak için Ankara’ya gittim. Konu "2006 başında Türkiye ekonomisi" olarak tespit edilmişti. İçinde bulunduğumuz sosyo-ekonomik durum, fırsatlar ve risklerin irdelenmesi isteniyordu. Panelden aldığım genel izlenim, geçenlerde uluslararası bir toplantıda Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean Claude Trichet’den dinlediğim bir hikayeyi bana hatırlattı.

Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde İngiltere Başbakanı John Major Moskova’yı ziyaret eder. Gorbachev ile görüşmesinde Sovyet ekonomisinin durumunu tek kelime ile özetlemesini ister. Gorbachev "iyi" der. Cevaba Major şaşırmıştır. Çünkü, İngiliz Hazine yetkilileri kendisine tam tersi bilgiler vermişlerdir. Major sorusunu yineler. Bu kez, Sovyet ekonomisini iki kelimede özetlemesini ister. Gorbachev "iyi değil" der. Panelden anladığım genel izlenim de Türkiye ekonomisinin durumunun kaç kelime ile özetlenmesine bağlı olduğu yönündeydi.

DEMİREL FARKI

Aslında toplantının en ilginç yanı panel değil, 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in bazen güldüren, bazen düşündüren, bazen de öğretici olan konuşmasıydı. Demirel’den önce Demirel’in "Aziz Kardeşim" diye hitap ettiği Kuzey Kıbrıs 1. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş konuştu ve bir Demirel hikayesi anlattı.

Demirel’in Başbakanlığı döneminde Kuzey Kıbrıs mali açıdan çok zor duruma düşünce, Denktaş soluğu Ankara’da alıp durumu Demirel’e aktarmış. Giderlerini gelirleriyle karşılayamadıklarını, artık idare edemediklerini söylemiş. Demirel başını Denktaş’a doğru çevirip "biz idare ediyoruz ya" demiş. Denktaş başka bir şey söyleyemeden ayrılmış. Sonradan da Demirel gerekli yardım için düğmeye başmış.

Demirel konuşmasında sanayileşmenin önemini vurguladı. 1950’lede hiçbir şeyi olmayan Türkiye’nin sanayileşmede belli bir noktaya geldiğini, ama şimdi sanayide zorluklar olduğunu anlattı. Sanayi olmadan kalkınma olamayacağını vurguladı. Sanayileşmeye "montaj sanayi" ile başladığımızı, sonra iyileşmeler olduğunu, şimdi yeniden montaj sanayine geri dönmekte olduğumuzu ima etti.

Kurların düşüklüğünden dert yandı. Türk parasının güçlü olmasının ne demek olduğunu sordu? Paramızın neden güçlü olmasını istediğimizi merak edip "Paramıza güreş mi yaptıracağız da güçlü olmasını istiyoruz" diye sordu. Kendimi tutamadım. Kahkahaya boğuldum.

"Paranın fonksiyonu kalmamıştır" dedi. Sonra yakınında oturan bana başını döndürüp "Kalmış mıdır?" diye sordu. Zaten güçlü para esprisinden sonra gülmekten gözlerim yaşlı bir durumda bana bakılarak sorulan bu soruya sırıtarak yanıt verebildim. İçimden, "Hiç olmuş muydu?" diye geçmedi desem, yalan söylemiş olurum.

"Ne yaparsanız yapın, enflasyonu artırmayın, hatta daha da düşürün" dedi. Türkiye’nin enflasyondan çok çektiğini, çok zarar gördüğünü anlattı. Hazır enflasyon inmişken, enflasyonu azdıracak uygulamalardan kaçınılmasını tavsiye etti.

BİLİP SÖYLEMEMEK

Daha birçok konuya girdi. Tüm konularda, tecrübesini, espri kabiliyetini, topluluğa hitap etme hünerini gösterdi. Konuşmasının sonunda da bir fıkra anlattı.

Köylünün öküzü ölmüş. Kaymakama çıkıp devletten yeni bir öküz istemiş. Devletin elinde öküz kalmadığından Kaymakam köylüye ayı vermiş. Ayı senin işini görür ama sakın adını kendisine söyleme çok kızar diye de uyarmış. Öküzünü yitiren köylü durumdan pek memnun kalmasa da ayıyı alıp köyüne dönmüş. Tarlasını ayı ile sürmeye başlamış. Tarlayı sürerken ayı sabanı kırmış. Köylü kızarak ayının önüne geçip "Ben senin adını biliyorum, ama söylemeyeceğim" demiş.

Demirel’in de söylemek isteyip de söylemediği şeyler vardı herhalde.
Yazının Devamını Oku

Para arzı hızlı artıyor

20 Nisan 2006
PARA arzı ile enflasyon arasındaki ilişki asırlar boyunca tartışılmıştır. Uzun dönemde, para arzı artışı ile enflasyon arasında çok yakın bir ilişkin gözlenir. Kısa dönemde ise, yakın ilişki para talebindeki değişmelere göre farklılaşabilir. Yüksek enflasyon ortamından enflasyonun inandırıcı bir biçimde düşüş eğilimine girdiği dönemlerde, para talebindeki artışa paralel olarak daha fazla para arzı artışının daha düşük enflasyon yarattığı bilinmektedir. Yerli paraya güvenin artması para talebini artıran en büyük etkendir. Ekonomik büyüme de para talebini artıran unsurlardandır.

Türkiye ekonomisinin son dört yıldır deneyiminde, para arzı ile enflasyon arasındaki ilişki de genel gözlemlerle tutarlıdır. Enflasyon düşme eğilimine girdiği halde, para arzı artışı enflasyonun oldukça üzerinde seyretmeye devam etmiştir. Yüksek enflasyon dönemlerinde de, para arzı artışının üzerinde enflasyon yaşandığı dönemler olmuştur./images/100/0x0/55eb1e11f018fbb8f8ac4481

SİNYAL

Grafikte üçer aylık ortalama para arzları yıllık artışları ile yine üçer aylık bazda ortalama yıllık enflasyon karşılaştırılmaktadır. M1 olarak tanımlanan para arzı bankacılık sistemindeki vadesiz mevduatlarla dolaşımdaki banknot ve madeni paralardır. M2, M1 ile bankalardaki vadeli mevduatların toplamıdır. L0 ise M2 ile bankalardaki resmi mevduatlar, Merkez Bankası’ndaki diğer mevduatlar ve bankalardaki döviz tevdiat hesaplarının toplamına eşittir. Bir anlamda, L0 en geniş tanımlı para arzı olarak alınabilir.

Çeşitli para arzlarındaki artışta doğal olarak belli bir paralellik vardır. 2004 yılının ikinci üç ayından sonra para arzları artışı göreli bir yavaşlamaya girmiş, 2005 yılının birinci üç ayından sonra para arzları artışı hızlanmıştır. Enflasyon ise aynı dönemde yüzde 7.4 ve 9.5 arasında kalmıştır. Son on iki ayda ise enflasyon ortalama yüzde 8 civarındadır.

Bu yılın ilk çeyreği itibariyle, yıllık bazda, M1 artışı yüzde 37, M2 artışı yüzde 41, L0 artışı ise yüzde 29 olurken, enflasyon yüzde 8.1 olmuştur. Geçen yılın aynı döneminde, yıllık bazda M1 artışı yüzde 28, M2 artışı yüzde 23, L0 artışı yüzde 19 olurken, enflasyon yüzde 8.6 idi.

Para arzı artışı ile enflasyon arasındaki ilişki, para talebi değişmelerinden ayrı olarak, yalnızca aynı dönemdeki enflasyonu değil, ilerideki tarihlerde oluşacak enflasyonu da kapsayacak bir yapıdadır. Bu açıdan bakıldığında, son bir yıldaki para arzı artışlarındaki hızlanma artan (ya da azalmayan) enflasyonist baskılar açısından bir sinyal niteliğinde kabul edilebilir. Bir açıdan, son bir yıldır enflasyonda gözlenen katılığın geniş anlamdaki para arzları artışını düşürememekten kaynaklanıp kaynaklanmadığı da sorgulanmalıdır.
Yazının Devamını Oku