Ercan Kumcu

Kur artışı ’devalüasyon’ mudur ’paranın değer yitirmesi’ midir

18 Mayıs 2006
DÖVİZ kuru endeksi (1 Amerikan Doları artı 0.77 Euro) Merkez Bankası’nın yayınladığı kurlarla 7 Mayıs günü 2.5959 düzeyindeyken, 15 Mayıs günü 2.8832 düzeyine geldi. Bazı yayın organları 6 iş gününde gerçekleşen bu değer değişmesini "devalüasyon" olarak nitelendirdiler. Önce, Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı bu nitelendirmeye karşı çıktı. Dalgalı kur rejiminde "devalüasyon" diye bir şey olamayacağını söyledi. Ardından, geçen gün Başbakan kurların artmasına "devalüasyon" demenin cahillik olacağını söyledi. Belli ki, siyasetçilerimiz "devalüasyon" kelimesini sevmiyorlar. Bir duyarlılık söz konusu.

SİYASETÇİ TEPKİSİ/images/100/0x0/55eae1b4f018fbb8f89cb247

Akademik çevrelerde, döviz kurlarının merkezi bir otorite tarafından belirlendiği kur rejimlerinde (sabit kur rejimi), paranın merkezi bir kararla değer yitirmesi "devalüasyon" (devaluation) olarak nitelendirilir. Tersi de, revalüasyondur (revaluation). Dalgalı kur rejimlerinde ise, paranın zaman içinde piyasa şartları içinde erimesi, "değer yitirmesi" (depreciation) olarak nitelendirilir. Tersi de, değer kazanımıdır (appreciation). Akademik açıdan, Bakan da Başbakan da haklılar.

Türkiye’de siyasetçiler "devalüayon" kelimesine daima duyarlı olmuşlardır. Sabit kur rejimi içinde, 1950’lerden 1980 yılına kadar her devalüasyon kararı yalnızca ekonomik değil, siyasi sonuçlar da doğurmuştur. Bu nedenle olacak ki, Türkiye’de "devalüayon" kelimesini siyasetçiler sevmezler. Bizim gibi ülkelerde, "devalüasyon" kelimesi hükümetlerin başarısızlığını simgeler.

1980’lerin ortalarında döviz kurlarını günlük olarak Merkez Bankası belirlerdi. O dönemde izlenen strateji Amerikan Doları ve Alman Markı’ndan oluşan bir döviz kuru sepetinin tahmin edilen yıllık enflasyonun 5-10 puan üzerinde yıllık bazda değer kaybetmesiydi. Enflasyonun yılda yüzde 50’lerde dolaştığı dönemde, doğal olarak Türk Lirası her gün değer yitirirdi. Ama, Türk Lirası’nın değer yitirmesinin haber değeri kalmamıştı. Bu durumdan rahmetli Turgut Özal çok memnun olurdu. Türkiye’de "devalüasyon" kelimesini gündemden çıkarmış olmakla övünürdü.

Özal’ın bu övüncü kısa sürdü. 1986 yılının mart ayında bir gece Merkez Bankası döviz kurlarını yüzde 6 daha yüksek açıklamak zorunda kaldı. Yayın organları döviz kurunun artmasını "devalüasyon" olarak nitelendirdiler. Özal’ı kızdırdılar.

1990 yılının sonlarında ve 1991 yılının başlarında serbest kur rejimi altında kurların artışı hızlandı. Cumhurbaşkanı Özal kurların hızlı artışına "devalüasyon" denmesine yine kızdı. Bu kelimenin Türkçe sözlükten çıkarılmış olması gerektiğini düşündü.

Aynı şekilde, 1994 yılının önce ocak sonra nisan aylarında döviz kurları fırlayınca da, "devalüasyon" tanımı kullanıldı. Bu kez Çiller kızdı. O dönelerde de dalgalı kur rejiminin bir versiyonu yürürlükteydi.

KAMUOYU TEPKİSİ

Hangi kur rejimi altında olursa olsun, döviz kurları kısa bir süre içinde hatırı sayılır bir sıçrama yaparsa kamuoyu açısından bunun tanımı devalüasyondur
. Akademik tanımlamaların ardına sığınarak yaşanan hızlı kur değişmesini göreli olarak daha yumuşak nitelendirmelerle hafife almanın olanağı yoktur. Yurt içinde ya da yurt dışında akademisyenler de böyle bir olayı, olayın vahametini vurgulayabilmek için "devalüasyon" sözcüğü ile nitelendirirler. Zaten, öyle de yaptılar. Bu kişilerin cahil olduklarını sanmıyorum.

Söz konusu kur değişmesi bir yıllık bir sürede olsaydı, akademik açıdan devalüasyon nitelemesi ağır kaçabilirdi. Örneğin, şubat ayı ile nisan ayı arasındaki kur değişmesine (2.5 ile 2.6 arası) devalüasyon olarak tanımlamak abartılı olurdu. Ama, 6 iş gününde bir paranın yüzde 11 değer kaybetmesi, hatta bir günde yüzde 4 değer kaybetmesi (geçen pazartesi günü), kamuoyu açısından devalüasyondan başka bir şey değildir.

Grafikte, döviz kuru hareketinin ne denli keskin olduğu çok daha açık görünmektedir.
Yazının Devamını Oku

Kur basit bir fiyat değildir

17 Mayıs 2006
"DALGALI kur rejimi" her derde deva gibi gösteriliyor. Bu yaklaşım çok yanlıştır. Cari işlemler açığının yüksekliğine dalgalı kur rejiminin çözüm olmadığı görüldü. Son günlerde kurlar ithalatçılar çok döviz talep ettiği için çıkmadı. Kurlar bazı yatırımcıların Türk Lirası’ndan çıkmak istediği için yükseldi. Dalgalı kur rejimi yabancı yatırımların çıkmasını engelleyen bir etken de değildir. Kurların yükselmesi yabancı yatırımcıların karlarını düşürür, zarar ettirir. Ama, çıkmasını engellemez. Aksine, kurların sürekli yükselmesi yabancı yatırımcıların çıkışını özendirir. O aşamada, karları azamiye çıkarmak değil, zararları asgaride tutmak önemlidir.

"Kurlar çıkar, ama bir yerde nasılsa durur" yaklaşımı genelde doğrudur. Ama, her doğru mutlaka arzulanan demek anlamına gelmez. Kurlar çıkıp bir yerde durabilir, ama çıkarken yapacağı tahribat da iyi düşünülmelidir. Kur basit bir fiyat değildir.

RİSK ARTIŞI

Döviz kurları bugünkü düzeylerinde kalması halinde, bir süre sonra döviz kurlarındaki yükseliş kaçınılmaz olarak ortalama fiyat düzeyine yansıyacaktır. Merkez Bankası’nın hedeflediği enflasyonun gerçekçiliği bir kez daha sorgulanır hale gelecektir.

Bir haftadır, ithalatçılar gümrüklere gelen malları çekmekte tereddüt etmektedirler. Malları bugün çekseler, bir dolarlık mal için 1.33 YTL ödeyeceklerini hesaplarlarken, 1.5 YTL’ye yakın ödeme yapacaklardır. Maliyetlerin yüzde 13 artmasından kaçınmaya çalışmaktadırlar. Ama, kurlar artmaya devam ederse, daha yüksek maliyetlere katlanıp mallarını gümrüklerden çekeceklerdir. İthalat yavaşlama eğilimine girecektir, ama fiyatlar da artış eğilimine gireceklerdir.

Kurlara endeksli tüm fiyatlamalar kurların hızlı çıkışıyla alt-üst olma riskini taşımaktadır. Dolarla kiralanan iş yerlerinde kiralar bir ayda yüzde 15’e yakın artmış olacaktır. Bu denli kısa sürede yaşanan kur yükselmeleri öngörülebilir olamaz. Bu denli kısa sürede oluşan oynaklıklar ancak piyasa riskini artıran etken olurlar. Artan riskler doğal olarak faiz oranı düzeyine ve diğer fiyatlandırmalara yansıyacaktır.

Finans piyasalarında bugünlerde yaşanan çalkantılar Merkez Bankası’nın itibarına yönelik en önemli tehdittir. Dolayısıyla, itibarı korumak ve güçlendirmek görevi doğal olarak Merkez Bankası’na düşmektedir. "Bu böyle gitmez" beklentisini taşıyanlar "haklı" oldukları izlenimine kapılmamalıdırlar. Kapılırlarsa, bugün yurt dışı kaynaklı tedirginlikler yarın yurt içi kaynaklı hale dönüşebilir. Yani, tahribatın boyutları artabilir.

DİNLENME

Dün finans piyasaları durulmuş göründü
. Bir anlamda, piyasaları etkileyen unsurlar beklemeye geçti. Bütün dünyada benzer gelişmeler yaşandı. Bütün bunlar fırtınanın geçtiği anlamına gelmemektedir.

Fırtınanın geçmesi dolar kurunun yeniden 1.35 düzeyine yaklaşması ya da belli bir düzeyde uzun süre kalması ile belli olacaktır. Genellikle, piyasalarda yaşanan bu tür çalkantılar belli bir süre dinlenme döneminden sonra yeniden oluşabilmektedir. Bir-iki günlük sakinlik bu nedenle "her şey geçti" olarak yorumlanmamalıdır. Depremlerde olduğu gibi, yaşananlar bazen "öncü" bazen de "artçı" olabilmektedir.

Bütün bu çalkantılardan bir gerçeği bir kez daha öğrenmiş olduk. "Biz bu işi başardık" gibi söylevlerle tribünlere oynayacak lüksümüz yok. Piyasalar tetikte. IMF’yi de boşlamak söylendiği kadar kolay değil. Bu bir uyarı olarak alınmalıdır. Çünkü, piyasalar dayak atınca kötü atıyor.
Yazının Devamını Oku

Kurların artışı ne düzeltme ne yabancı çıkışına engel

16 Mayıs 2006
KURLAR yükseliyor. Bono faizleri yıllık bazda yüzde 15’e yaklaşıyor. Borsa tepe taklak oldu. Finans piyasalarında uzun zamandan beri alıştığımız bahar havası dağıldı. Hava bulutlandı. Gök gürlüyor. Döviz kurlarında yaşananlar bir düzeltme değil. Bir haftada bir para yüzde 8 kadar değer kaybederse, bu düzeltme olamaz. Paradan kaçış vardır. Paradan kaçış durursa, durum normalleşirse, kurlar zaten yeniden geri dönecektir. Dolayısıyla, kurlar düzeliyor diye kimse sevinmesin!

Dalgalı kurun paradan kaçışı önleyeceği yargısı yanlıştır.

Yabancı yatırımcılar çıkmaya karar verirse, kur ne olursa olsun çıkarlar. "Önce çıkan kazanır" mantığı geçerlidir. Bunu önleyecek tek şey yabancı yatırımcıların döviz alacak TL bulamamaları ya da ellerindeki TL ile döviz bulamamalarıdır. Şimdi, ikisi de bolca mevcuttur. Ama, döviz kıtlığı YTL kıtlığından önce gelir.

TEST

Türkiye gibi piyasalarda beklentiler bozulduğunda ya da olağanüstü iyileştiğinde, hareket daima tek taraflıdır
. Ya herkes almak ister ya da herkes satmak ister. Başlarda, hareketin geçici olduğu düşünülerek alıcının karşısına satıcı çıkmaya çalışır. Dayak yiyip kenara oturur. Aynı şekilde, satıcının karşısına alıcı çıktığında da durum değişmez. Kısacası, tüm piyasa sandalın aynı tarafına koşar.

Bizim gibi ülkelerde, herkesin sandalın aynı tarafına koşmasını engellemenin tek yolu sandalı sarsmamaktır. Sandal sarsılmaya başladığında, sandalın üzerindekileri sakin tutmak neredeyse olanaksızdır. Sandalın sarsılması için galiba yeteri kadar çaba harcadık.

Bugünlerde finans piyasaları Merkez Bankası’nı birçok açıdan test etmektedirler. Gözler ve kulaklar Merkez Bankası’na çevrilmiştir. "Orta vadeli görünüm değişmemiştir" diyen Merkez Bankası, kısa vadeli faizleri indirdikten bir hafta sonra yılın ilk üç ayın ardından beklediği enflasyon düşüşü yerine Nisan ayında "sürpriz" bir enflasyon rakamını görmüştür. Yani, Merkez Bankası ters köşeye yatmıştır. Şu ana kadar da neden ters köşeye yattığını kamuoyuna inandırıcı bir biçimde anlatamamıştır. Piyasa, güçlü, inandırıcı ve ileriye dönük mesajları olan açıklamalar beklemektedir. Yani, piyasalar Merkez Bankası’nın analiz gücünü görmek istemektedirler.

Testin ikinci ayağı Merkez Bankası’nın döviz kurlarının yükselişi konusunda alacağı tavırdır. Döviz piyasasına müdahale edilecek mi, edilmeyecek midir? Bu soruya yanıtın olumlu ya da olumsuz olması çok kısa dönemde piyasa dinamiklerini radikal bir biçimde değiştirecekmiş gibi görünmemektedir. Ama, enflasyon hedeflemesine geçmiş bir merkez bankasının bastığı paranın değeri konusundaki fikrinin piyasalar tarafından öğrenilmesi açısından sorunun yanıtı önemlidir. "Döviz kurları ile enflasyon arasındaki ilişki artık eskisi kadar güçlü değildir" gibi bir söylev hiç kimsenin karnını doyurmaz.

Merkez Bankası’nın asıl test edildiği nokta belirlenen enflasyon hedefine Merkez Bankası’nın ne denli bağlı kalıp kalmayacağıdır. Bu alanda Merkez Bankası’nın testi geçemeyecek gibi bir izlenim vermesi işleri daha da karıştırabilecektir.

GÖREV

Konunun bu yanı üç alandaki testi aynı yere yoğunlaştırmaktadır: Merkez Bankası hükümete rağmen fiyat istikrarına yönelik olarak ne denli sağlam duracaktır?

Bugün yaşanan sıkıntıların tümü hükümet tarafından yaratılmış olsa dahi, gözler Merkez Bankası’ndadır. Çünkü, etrafı kirletenler kim olursa olsun, pislikleri daima Merkez Bankası temizler. İşin doğası budur. Dolayısıyla, haksızlık da olsa, Merkez Bankası’na önemli bir görev çıkmaktadır.

Piyasalar Merkez Bankası’nı test etmektedirler. Devamı yarın.
Yazının Devamını Oku

Yanıltıcı beklentiler

15 Mayıs 2006
FİNANS piyasalarında genel eğilim yatırımcıların beklentilerinin kurumların para kazanmaları yönünde oluşturulmaya çalışılmasıdır. Faizlerin düşmesinden para kazanılacaksa, faizlerin düşmesi beklenir. Döviz kurlarının düşmesiyle para kazanılıyorsa, kurların düşmesi, en azından yükselmemesi beklenir. Borsanın yakın gelecekte düşeceğini bekleyen bir aracı kurum olabilir mi? Kısacası, finans piyasalarında herkes kendi eline göre konuşur.

Bugünlerde Türkiye’de finans piyasaları biraz karışık. Bono faizleri yükseliyor. Kurlar yükseliyor. Borsa’da da hava sevimsiz.

Halbuki, dünyada bizim grubumuzdaki ülkelerde işler göreli olarak daha iyi gidiyor. Oralarda borsa artıyor. Faizler düşme eğiliminde. Döviz kurları üzerine kaygı verici bir baskı yok. Son iki haftadaki gelişmeler Türkiye’nin grubundaki diğer ülkelerden biraz farklılaştığını düşündürüyor. Şimdi, finans piyasaları yatırımcıların beklentilerinin bozulmamasına çalışıyorlar.

Küçük yatırımcıların yeniden dikkat etmesi gereken bir döneme girmiş bulunuyoruz.

BOZUK SAATE İNANMAYIN

Faizler her çıktığında, banka ya da aracı kurumların araştırma bölümlerinden şöyle bir yorum almak şaşırtıcı olmuyor: "Bono faizleri fonlama düzeyine yaklaştı, bu bir alım fırsatıdır."

Bono faizleri artmaya devam ediyor. Gelişmelere yeni bir yorum getiriliyor: "Bono faizleri fonlama düzeyinin üzerine geldi, yeni alımlar için fırsat doğdu." Doğan fırsattan yararlanmak isteyen çok yok ki, bono faizleri artmaya devam ediyor. "Yabancı satıyor, yerliler alım yaparak faizlerin daha da artmasını engelliyorlar" deniyor. Yani, yabancılar hücumda, yerliler defansta. Acaba, yerliler yabancıların bilmediği ne biliyorlar?

Borsa düşüyor. Yapılan yorumlar yakında Borsa’nın yükseleceği yönünde oluyor. Şimdi düşüyor da, yakında ne olacak da Borsa yükselecek? Dolaylı yoldan yatırımcılara Borsa’dan çıkmayın deniyor.

Dikkat edilirse, her Merkez Bankası Para Kurulu toplantısından önce faizlerin düşürüleceği beklentisi dile getirilir. Bu yönde beklentinin oluşmasının gerçekçi bir nedeni olup olmadığı önemli değildir. Faizler düşerse para kazanılacaktır. Beklentilere göre el oluşturulur. Ardından, eldeki kağıda göre konuşulur.

Bu eğilim yalnızca Türkiye’deki finans piyasalarına özgü bir olgu değildir. Dışarıda da durum böyledir. Amerikan Merkez Bankası (FED) 16 kez hiç ara vermeden kısa vadeli faizleri artırdı. Faizler yüzde 1’den yüzde 4 düzeyine yaklaştığında, "gelecek toplantıdaki faiz artırımından sonra artışa ara verilebilir" beklentisi yayılmaya başladı. Beklenti hiç gerçekleşmedi. Son beş faiz artırımından önce hep ara verileceği konuşuldu. Hala aynı şey konuşuluyor.

Beklentiler elbette bir gün gerçekleşip FED bir-iki toplantı atladıktan sonra faizleri biraz daha artırabilecektir. Bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterir.

KENDİ BEKLENTİNİ KENDİN YARAT

Küçük yatırımcılar için tavsiye edilen en önemli hareket tarzı finans piyasalarındaki spekülatif akımlara kapılmamalarıdır
. Konusunda uzmanlaşmış kuruluşlara ve kişilere kulak vermeleri söylenir. Bunların hepsi doğrudur. Doğru olan bir diğer şeyse, konusunda uzmanlaşmış kuruluş ve kişilerin söylediklerini belli bir zaman test ettikten sonra küçük yatırımcıların söylenenlere kulak vermeleridir.

Yanıltıcı beklentiler yaratma finans piyasalarının doğasında vardır. O nedenle, küçük yatırımcılar dikkatli olmalıdırlar. Sağduyu ile hareket etmelidirler. Finans piyasalarında, küçük yatırımcıların iştahlarının artması kurumsal yatırımcıların iştahlarının kapanmasına da neden olabilir. Herkes herkesi dinlemeli, ama herkes kendi beklentilerini aklı yettiği kadar kendi oluşturmaya çalışmalıdır.

Küçük yatırımcı açısından içine düşülebilecek en büyük tuzak paniklemektir.
Yazının Devamını Oku

Eğitim üzerine çeşitlemeler (1)

14 Mayıs 2006
EĞİTİM bir amaca ya da amaçlar bütününe yönelik olmalıdır. Temel eğitim, en geniş anlamıyla, insan beynin gelişmesine fırsat verip insana insan olmayı öğretmelidir. Gerisi, mesleki eğitimdir. Çoğu zaman amaçlar birbirine karıştırılır. Çok iyi müzik yapan, anasından doğduğunda ressam olan ya da çok iyi dans eden bir çocuk üniversiteye rahatlıkla girebilir mi? Bizim sistemimizde çok zor. Çünkü, üniversiteye girebilmek için iyi bir sanatçı olmak yetmiyor da gerekmiyor da. Büyük çoğunluğu sonradan unutulacak bilgiler üniversiteye girişte karar verici konumdalar.

KİTAPSIZ OKULLAR

Eğitimin en önemli aracı kitaplardır
. Eğitim sistemimizde kitap okumayı sevdiren ve özendiren mekanizmalar var mıdır? Varsa da, ben göremiyorum. Edebiyat derslerinde öğrencilerin birkaç kitap okumalarını isteyerek okuma sevgisi aşılanamaz. Kitap sevgisi kütüphaneler yoluyla küçük yaşta aşılanabilir. Aslında, kütüphanesi olmayan bir okul, okul değildir.

Kaç ilkokulumuzun ya da lisemizin kütüphanesi vardır? Benim okuduğum okullarda kütüphane diye bir şey yoktu. Öğretmenler odasında birkaç kitap dururdu. Onlara da öğrencilerin dokunması yasaktı. Bizler için kitap büyük çoğunlukla ders kitaplarıydı. Doğal olarak, can sıkıcıydılar. Sınavlarda iyi not almak işe yararlardı. Kitap sevgisini aşılamak aileye kalmıştı.

Bugün ilkokul ve liselerimizin büyük bir bölümünde hiç kitap yok. Okulların öğretmenleri ya da idarecileri her gün kitap bağışı için yalvarıyorlar. Arayışlarında çok başarılı olduklarını sanmıyorum. Kitap bağışı istenenlerde doğru dürüst kitap yok ki, kitabı olmayanlara bağışlasınlar!

Bırakın ilkokul ya da liseleri, üniversitelerimizde kütüphanelerimizin durumu nedir? Hiç de iç açıcı değil. İyi üniversitelerimizin kütüphanesinde 300-400 bin tane kitap varsa, kütüphaneleriyle övünüyorlar. Birçok üniversitemizde süreli yayınlara ulaşabilmek mümkün olamıyor. Üniversite açmayı biliyoruz, ama iyi kütüphaneler oluşturmayı ya da kütüphane kullanmayı henüz öğrenemedik.

Avrupa’nın en eski ilk on üniversitesinden biri olmakla övünen İstanbul Üniversitesi’nin Merkez Kütüphanesi’ne giderek yararlanan kişi sayısı 2005 yılında 32,672 olmuş. Yani, günde ortalama 90 kişi bu kütüphaneden yararlanmak istemiş. Bunların yarıya yakını da başka üniversitelerden gelen kişiler. İstanbul Üniversitesi’nin 5000 öğretim üyesi ve öğretim elemanı var, on binlerce de öğrencisi!

Eğitim uluslararası rekabete en açık sektörlerden biridir. Rekabette geri kaldığınızda, işgücünün kalitesinde geri kaldınız demektir. Dünyanın belli başlı üniversiteleriyle karşılaştırıldığında, bizdeki üniversite kütüphaneleri "koltuk altı kütüphane" izlenimi vermektedir.

Tayvan’daki 24 üniversite kütüphanesinin ikisinde 2 milyondan fazla kitap bulunuyor. Amerika’da Brown Üniversitesi’nde 3.3 milyon, Chicago Üniversitesi’nde 7.1 milyon, Harvard Üniversitesi’nde 15.4 milyon, Princeton Üniversitesi’nde 6.4 milyon, Virginia Üniversitesi’nde 5 milyon, Yale Üniversitesi’nde 11.4 milyon kitap bulunmaktadır.

İngiltere’de Oxford Üniversitesi’ne bağlı birçok kütüphanedeki kitap sayısı 10 milyonu geçmiştir. Cambridge Üniversitesi’nin kütüphanelerinde 7.4 milyon kitap bulunmaktadır. Her yıl bizim en iyi üniversitelerimizdeki kütüphanelerde bulunan kitap sayısı kadar stoklarını artırmaktadır.

KİTAPSIZ EVLER

Üniversiteleri de bir kenara bırakalım. Türkiye’de üniversiteyi bitirmiş kaç tane ailenin evinde binden fazla kitap vardır? Bu sayının çok olduğunu sanmıyorum. Bizde kitaplar daha çok evin salonunun dekorasyonunun bir parçası görevini görülürler. Kitapların çoğu da okul döneminden kalan kitaplardır.

Bu çeşit konular açıldığında, ekonomik olanaksızlıklar dile getirilir. Gelir düzeyi elbette önemlidir. Ama, kabul edelim ki, kitap sevgisi aşılamayan bir eğitim sürecinden geçen toplumundan çok fazla kitap okuması beklenemez. Türkiye’de kitap satışları da zaten bu gerçeği gayet iyi gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

İlk üç ayda cari işlemler dengesi

12 Mayıs 2006
TÜRKİYE ekonomisi 2002 yılından bu yana artan bir hızda cari işlemler açığı veriyor. "Finanse edildikçe sorun yoktur" anlayışıyla gidişat seyrediliyor. Ama, son dönemde, cari işlemler açığındaki gelişmeler yurt içinde ve dışında ekonomik birimleri daha fazla rahatsız etmeye başladı.

Geçmişe göre, Türkiye ekonomisinin cari işlemler açığı verebilme kapasitesi arttı. 1980’li ve 1990’lı yıllarda cari işlemler açığı milli gelirin yüzde 4’ünü geçtiğinde, kriz beklentileri yeşerip kriz olurdu. Şimdi, bu oran yüzde 7’ye yaklaştı. Bir sorun yokmuş gibi görünüyor. Çünkü, ekonominin açık verebilme kapasitesi arttı. Cari işlemler açığının finansmanı en azından şimdilik daha kaliteli olma yoluna girdi./images/100/0x0/55eaded3f018fbb8f89bf986

Sorun, artan cari işlemler açığını finanse etme kapasitesini tam olarak ya da tama yakın kullanma eğiliminden kaynaklanmaktadır. Aksi taktirde, borçlanma kapasitesinin altında cari işlemler açığı vermek orta dönemli ekonomik stratejinin önemli bir parçası olmalıdır. Finans piyasalarını çok kredi kullananlardan çok, limitlerine yakın kredi kullananlar rahatsız eder.

DIŞ AÇIK

Bu yılın ilk üç ayında cari işlemler açığı 8.6 milyar dolar oldu
. Geçen yılın aynı döneminde açık 6.2 milyar dolardı.Dolayısıyla, artış 2.4 milyar dolar oldu.

Türkiye’de cari işlemler dengesinin en önemli parçalarından dış ticaret dengesi geleneksel olarak açık verir. Hizmetler dengesi (yatırım gelir-gider dengesiyle cari transferler dahil) ise daima fazla verir. Cari işlemler açığının artması, genellikle dış ticaret açığının artış eğilimine girip hizmetler dengesinde artan dış ticaret açığını kapatacak kadar fazlanın artmamasından kaynaklanır. Bazen de, hizmetler dengesindeki fazlanın düşmesi cari işlemler açığını artıran bir etken olur.

Yılın ilk üç ayında dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemindeki 6.2 milyar dolardan 8.7 milyar dolara çıktı. Dış ticaret açığındaki artış 2.5 milyar dolar oldu. Hizmetler dengesindeki fazla ise 82 milyon dolar oldu. Geçen yıl hizmetler sektöründeki fazla 40 milyon dolar civarındaydı. Dolayısıyla, cari işlemler açığındaki artışın tümünün dış ticaret dengesindeki artıştan kaynaklandığı söylenebilir. Yılın ilerleyen aylarında turizm gelirlerinin artmasıyla hizmetler dengesindeki fazla da artacaktır.

Cari işlemler açığı 2.4 milyar dolar artıp 8.6 milyar olurken, ülkeye giren yabancı kaynaklar (finans hesabı) geçen yıla göre 6.6 milyar dolar artarak 16.5 milyar dolar oldu. Gelen dış kaynakların yaklaşık yarısı cari işlemler açığının finansmanında kullanıldı, diğer yarısı ise döviz rezervlerimizi artıran etken oldu. Bu yılın ilk üç ayında döviz rezervlerimizdeki artış 8.9 milyar dolar oldu. Geçen yılın aynı döneminde döviz rezervlerimiz 4.3 milyar dolar artmıştı.

DIŞ KAYNAK RİSKİ

Bugünkü makro ekonomik dengeleri muhafaza etmek için döviz rezervlerindeki artışın belli bir düzeyde devam etmesi gerekmektedir
. Dolayısıyla, ekonominin cari işlemler açığı finansmanının üzerinde yabancı kaynak girişine ihtiyacı vardır. Kısacası, yabancı kaynak girişinde geçmişteki eğilimlerin devam etmesi gerekmektedir.

Bu şartlarda, cari işlemler dengesinde büyüyen açığın sıkça sorgulanması ekonominin dış kaynak çekebilme kapasitesine bir sınırlama getirme riski giderek artmaktadır. "Böyle gitmez" beklentisinin yaygınlaşması yeterli dış kaynak çekebilme açısından büyük bir risk oluşturmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Büyümenin niteliği değişiyor

11 Mayıs 2006
YILIN ilk üç ayında imalat sanayi üretimi ortalama yüzde 2.4 arttı. Üretimde artış var, ama geçen yıla göre daha yavaş. Geçen yılın aynı döneminde, imalat sanayi üretimi yüzde 5.5 artmıştı. İmalat sanayi üretiminde dikkati çeken bir diğer konu üretim artışlarının alt sektörlerde yeknesak olmamasıdır. Örneğin, yılın ilk üç ayında tütün ürünleri, deri mamulleri, kimyasal ürünler, büro malzemeleri ve motorlu taşıtlar imalatı yüzde 10’un üzerinde artış gösterirlerken, tekstil, hazır giyim, kağıt ürünleri, kömür ve plastik ürünler imalatları ciddi düşüşler yaşamışlardır.

Son dört yıldır, her yıl çok ciddi boyutlarda yatırımlarını artıran özel sektörün üretim düşüşlerine doğal olarak tahammülü azdır. İmalat sanayindeki büyümenin yeknesak olmaması doğal olarak rahatsızlık yaratmaktadır.

EKONOMİK BÜYÜME/images/100/0x0/55ea9c26f018fbb8f88b393d

Geçen yıla göre, imalat sanayi üretimi büyümesi ortalama bazda bu yılın ilk üç ayında yarı yarıya düştü denebilir. İlk üç aydaki büyüme geçen yıl yüzde 5.5 iken bu yıl yüzde 2.4 oldu. Son iki aylık ortalama büyümeye bakıldığında, imalat sanayi üretim artışının bu yıl yüzde 4.1, geçen yıl aynı dönemde yüzde 8.8 olduğu görülmektedir.

Bu yılın mart ayında geçen yılın aynı ayına göre imalat sanayi üretimindeki artış yüzde 9 olmuştur. Halbuki, 2005 yılının mart ayında bir önceki mart ayına göre artış yüzde 2.2 olmuştu. Bu yılın mart ayında üretimdeki sıçrayış bir eğilim değişmesine işaret ediyor olabilir. Benzer bir eğilim değişmesi geçen yılın ağustos ayında yaşanmıştı. Eğilimin kalıcı olup olmadığı bundan sonraki aylarda ortaya çıkacaktır.

Geçen yıla göre, bu yılın ilk üç ayında imalat sanayi üretimindeki büyüme yarı yarıya düşmüş de olsa, milli gelir bazında büyümenin geçen yılki düzeyi civarında kalacağı beklenmelidir. Geçen yılın ilk üç ayında milli gelir yüzde 7.5 büyümüştü. Tarım üretimi şaşırtıcı bir biçimde düşmediği taktirde, hizmetler sektöründen gelen büyümeyle beraber bu yılın ilk üç ayındaki milli gelir büyümesi yüzde 6 civarında olabilecektir.

EĞİLİMLER

Bir açıdan, imalat sanayi sektörü genel ekonomik büyümeden giderek daha az pay almaktadır denebilir. Bir başka açıdan, son dönemde Türkiye ekonomisinin ortalama büyümesinin daha az ithalatı gerektiren bir yapıda olduğu da düşünülebilir. En azından, grafikten de görüldüğü gibi, 2002-2005 yılları dönemindeki büyüme ithalat ilişkisi 2002 yılı öncesi paralellik düzeyine yaklaşma eğilimindedir.

Son verilerde dikkati çeken bir başka konu elektrik üretimindeki ortalama artışların yeniden imalat sanayi üretim artışlarının üzerine çıkmış olmasıdır. Bu eğilim grafikten açıkça görünmektedir.

Bir başka ilginç nokta, bu iki eğilimin de yaklaşık aynı zamanlarda ortaya çıkmış olmasıdır.
Yazının Devamını Oku

Merak edilenler

10 Mayıs 2006
TÜRKİYE ekonomisinin üzerinde oturduğu denge beklentilerin idaresini giderek daha fazla önemli hale getiriyor. O kadar ki, içinde yaşanan şartlarda yanlış anlaşılmaya dahi yer yok. Açıklanan siyasi ve ekonomik gündeme sıkı sıkıya bağlı kalmak gerekiyor. Geçen yıl 44 milyar doların üzerinde yabancı yatırımcı parası çeken Türkiye büyük bir olasılıkla bu yıl da benzer düzeyde yabancı sermaye çekme durumunda. Cari işlemler açığı düşmeye niyetli görünmüyor. Büyük bir olasılıkla, bu yıl geçen yıldan daha büyük bir cari işlemler açığını finanse etmek durumunda kalacağız. Aksi taktirde, bugünkü ekonomik dengeleri muhafaza etmek mümkün olmayabilecektir.

SİYASET

Bu durumda, yabancıların ülkemizi ve ekonomimizi nasıl yorumladıkları önemli oluyor
. Yapılacak yorumları dengelerin bozulmamasına yönelik oluşturmak biraz da bizim elimizde.

Yabancılar önümüzdeki dönemde siyasi gelişmeleri merak ediyor:

Erken seçim olacak mı?

Cumhurbaşkanlığı seçimi sorun yaratır mı?

Seçim atmosferine girildiğinde, ekonomik dengeleri sarsabilecek girişimlerde bulunulur mu?

Seçimlerden sonra siyasi istikrar devam eder mi?

Türkiye ekonomisinin göreli istikrara kavuşmasının arkasındaki Avrupa Birliği ve IMF çapaları seçimlerden önce ya da sonra bir kenara atılır mı?

Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusunda eski heyecan kalmadı. Yakın bir tarihte bu konuda yine heyecanlanacak mıyız yoksa bu konu belli aralıklarla mı gündeme gelip sonra yeniden rafa kalkacak?

Soruların genelde seçim ve seçim sonrasına yoğunlaşması aslında yabancı yatırımcılar gözünde, ne zaman olursa olsun (erken ya da zamanında), Türkiye kararlarında "seçim" olgusunun artık öne çıktığını gösteriyor. Dolayısıyla, önemli olan, hükümetin ekonomik alanda şimdiye kadar gösterdiği performansın devalılığıdır. "Erken seçim olmayacaktır" yanıtı yeterli olmaktan çıkmıştır.

EKONOMİ

Yabancı yatırımcıların ekonomik alanda da soruları artmaktadır.

IMF’nin hükümet üzerindeki etkisi azalmakta mıdır?

Cari işlemler açığını düşürmeye yönelik herhangi bir politika önlemi düşünülmekte midir? Düşünülmekteyse, bunlar neler olabilir?

Kamu finansmanında sağlanan olumlu gelişmeler ne denli kalıcıdır?

Faiz ve "sosyal güvenlik artı personel harcamaları dışındaki harcamalar" kalemlerinden sağlanan tasarrufların sonuna gelinmesiyle, bütçede iyileşme durup kötüleşme eğilimlerinin artması olasılığı artmakta mıdır?

Merkez Bankası hükümetin siyasi içerikli tercihlerine en az eskiden olduğu kadar kayıtsız mıdır?

Enflasyonda sürprizler devam ettiği taktirde, Merkez Bankası faizleri artırabilecek midir? Merkez Bankası’nın piyasaları ikna gücü bundan böyle sorgulanmalı mıdır?

Bu sorulara yanıtlar farklı kişilerce farklı olabilir. Önemli olan bu soruların soruluyor olmasıdır. Sorulara alınan yanıtlar ne olursa olsun, yabancı yatırımcılar "bekleyelim ve görelim" tutumunu tercih edeceklermiş gibi bir izlenim vermektedirler. Bu yaklaşım Türkiye ekonomisindeki tüm ekonomik birimlere bir uyarı olarak alınmalıdır.
Yazının Devamını Oku