14 Aralık 2006
EKONOMİK büyümeyi yavaşlatmaya yönelik önlemler yoluyla değil, belirsizliklerin artmasıyla büyüyen riskler yoluyla, ekonomik büyüme yavaşlamış görünüyor. Nedeni ne olursa olsun, yavaşlayan ekonomik büyüme dış açıklar üzerinde mutlaka olumlu etkiler yapacaktır. Ama, dış açıkların önümüzdeki dönemde ne denli olumlu etkileneceği o denli açık değildir.
2003 ve 2004 yılarında büyüyen dış açık sorununu ciddiye alıp daha makul büyüme oranlarını gerçekleştirmiş olabilseydik, bugünkü durum farklı olabilirdi.
Geçen iki-üç yıl içinde ekonominin dinamikleri değişti. Ekonomi daha fazla dış açığa bağımlı hale geldi.
GÖZLEMLER
Önümüzdeki dönemde ekonomik büyümenin hız kesmesinin dış açıkları arzulanan ya da geçmiş yıllarda gözlenen biçimde etkilemeyebileceğine yönelik bazı gözlemler şunlardır:
İhracata yönelik üretimin ara mal ve yatırım malları ithalatına bağımlılık oranı artmıştır. İhracatta ürün yelpazesini farklılaştıramadığımız sürece, ihracat artışları ithalat artışlarını da beraberinde getirecektir.
Aynı oranda milli gelir artışı daha fazla ara malları ithalatına gereksinim duymaya başlamıştır. Yani,
yalnızca ihracata yönelik üretim değil, genel üretim düzeyi giderek daha fazla ithalat bağımlısı olmuştur. Benzer bir eğilim imalat sanayi üretimi ile ara malları ithalatında görülmektedir. Kısacası, ekonomik büyümenin yavaşlamasına paralel olarak aynı oranda ithalatın azalmasını beklemek kısa dönemde çok gerçekçi görünmemektedir.
Son dönemde ithalat birim değer endeksi ihracat birim değer endeksinden daha hızlı artmaya başlamıştır. Grafikten de görüldüğü gibi, geçen yılın ekim ayı civarında bu iki endeks (2003 yılı baz olmak üzere) yaklaşık aynı değerdeyken, bu yılın ekim ayına gelirken (petrol fiyatları göreli olarak istikrara kavuştuğu halde), ithalat birim değer endeksindeki artış ihracata göre daha hızlı olmuştur. Bu eğilim önümüzdeki dönemde de devam ettiği taktirde, ithalattaki olası reel daralma ithalatın dolar değerine aynen yansımayabilecek, ithalatın toplam faturası daha fazla olabilecektir.
Geleneksel olarak dış ticaret açığı veren Türkiye ekonomisinde cari işlemler açığının dış ticaret açığına göre daha düşük olmasını sağlayan unsur hizmetler dengesinde (cari transferler dahil) verilen fazladır.
Hizmetler dengesindeki fazla son dönemde azalma eğilimine girmiştir. Özellikle turizm gelirlerindeki azalma ve artan dış borçlara ödenen faizlerin artmasıyla hizmetler dengesindeki fazla sınırlı kalmaya başlamıştır. 1990’lı yılların ikinci yarısında ortalama yıllık 11 milyar doların üzerinde olan hizmetler dengesindeki fazla bu yıl 8 milyar dolar civarında olacaktır. Dolayısıyla, hizmetler dengesindeki fazlanın azalmasının da etkisiyle cari işlemler açığı büyüme eğilimine girmiştir.
Bu gelişmeler ışığında ekonomik büyümedeki yavaşlama dış ticaret dengesine çok büyük bir etki yapmayacak gibi görünmektedir. Kısacası, dış ticaret açığının kısa dönemde düşmesi çok olası değildir.
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2006
TÜRKİYE ekonomisinin en temel sorunlarından biri ekonomik büyümenin ithalata dayalı olmasıdır. Bu gerçek, ekonomi politikalarında hem bir ikilem hem de önemli riskler yaratmaktadır. Türkiye’de ekonomik büyüme oldukça dalgalıdır. Son beş yıl hariç, genellikle iki yıl üst üste yüksek büyüme performansı yakalandığında, ya ekonomik daralma ya da büyümede sert düşüşler gözlenir.
Ekonomik büyüme performansını olumsuzlaştıran tek etken her zaman ödemeler dengesi sorunları olmuştur.
Ekonomik büyüme ile artan ithalat sonucunda cari işlemler açığı artar. Yurt dışı piyasalar artan açığı finanse etmek istemediklerinde ekonomik büyümeden fedakarlık edilerek cari işlemler açığı finanse edilebilir düzeye çekilir. Farklı kur rejimleri uygulamada olduğu halde, 1950’lerden bu yana bu gerçek hiç değişmemiştir.
VERİLER
1950 yılından bu yana on yıllık dönemler itibariyle Türkiye ekonomisinin büyüme performansına bakıldığında, 2000’li yıllara kadar aslında
ortalama ekonomik büyümenin giderek düştüğü görülür. 1950-59 döneminde ortalama yüzde 6.9 olan Türkiye ekonomisindeki büyüme, 1960-69 döneminde yüzde 5.5’e, 1970-79 döneminde yüzde 4.7’ye, 1980-89 döneminde yüzde 4’e, 1990-99 döneminde yüzde 3.8’e düşmüştür.
2000-2005 döneminde ise ortalama ekonomik büyüme yüzde 4.5 olmuştur. Grafikte dönemsel büyüme hızları sol eksende ölçülerek mavi çizgiyle gösterilmiştir.
İthalatın dolar bazındaki milli gelirimiz içindeki payı grafikte sağ eksende ölçülüp sarı üçgenlerle gösterilmiştir. 1950-59 yıllarında ortalama ithalat/milli gelir oranı yüzde 5.6 iken, 1960-69 döneminde yüzde 6.1, 1970-79 döneminde yüzde 8, 1980-1989 döneminde yüzde 15, 1990-1999 döneminde yüzde 19.5 ve 2000-2005 döneminde yüzde 33.7 olmuştur.
HİZMET İHRACATI
Bu veriler Türkiye’de ithalata dayalı büyümenin yeni bir olgu olmadığını göstermektedir.
Verilerin gösterdiği kaygı verici gerçek, ekonomik büyümenin giderek daha fazla ithalata dayalı hale geldiğidir. Doğal olarak ithalatın finansmanı için aynı paralelde kalıcı yurt dışı gelirler elde edilemedikçe, Türkiye’de ekonomik büyümenin doğal bir sınırı olacaktır.
Mal ihracatının da giderek ithal girdilere bağımlı olduğu göz önüne alınırsa,
Türkiye ekonomisindeki büyümenin üzerindeki kısıdın ancak hizmet ihracatının artırılmasıyla kaldırılabileceği anlaşılmaktadır. Hindistan gibi, uluslararası pazarlara göreli olarak geç açılan ülkelerdeki gelişmeler de bu yolda olmaktadır. Kaldı ki, istihdam sorununun çözümü de büyük ölçüde hizmet üretiminin artırılmasından geçmektedir.
Yazının Devamını Oku 12 Aralık 2006
UZUN dönemli büyüme ve ithalat ilişkisi üzerindeki yazıyı yarına bırakıp dün açıklanan ekonomik büyüme verilerinin bana ilk düşündürdüklerini paylaşmak istiyorum. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre, bu yılın temmuz-eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre, gayri safi milli hasıla (GSMH) yüzde 3, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) yüzde 3.4 büyüdü.
Tahminler doğrultusunda ekonomik büyümenin hızı düştü. Ama, düşüş, tahminlerin de ötesinde oldu. Yılın ilk üç ayında yüzde 6.4, ikinci üç ayında yüzde 8.8 büyüyen bir ekonomide, büyümenin bir sonraki dönemde yüzde 3’e gerilemesi her zaman şaşırtıcıdır.
Bir kez daha, giderek olasılığının düştüğü düşünülse de, Türkiye ekonomisinin son derece oynak bir ekonomi olduğunu tespit etmiş oluyoruz. Bir dönem diğerinden çok farklı olabiliyor. Dolayısıyla, geçmiş dönemler bakarak büyük hatalar yapmadan büyüme tahminleri yapmak Türkiye ekonomisinde çok zor oluyor.
Ne oldu da ekonomik büyüme bu denli hızlı düştü?
RİSKLER ARTTI
Milli gelirin alt kalemlerine bakarak, bazı sektörlerdeki büyümenin düştüğü öne sürerek bazı yanıtlar üretilebilir. Ama, ileriye dönük tahminler yapabilmek için asıl irdelenmesi gereken nokta yılın ikinci yarısını birinci yarısından ayıran özellikleri saptamaktır. Bu alanda açıkça görülebilen iki önemli gelişme mayıs-haziran ayları piyasa dalgalanmaları ve faizlerin yükselmesidir.
Acaba, faizler yükseldiği için mi ekonomik büyüme yavaşlamıştır? Faizlerin yükselmesinin elbette ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkisi vardır. Ama, tüm gelişmeleri faizlerin yükselmesine bağlamak çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
Aslında, faizlerin de yükselmesinin nedeni olan beklentilerdeki bozulmalar (risk priminin artması) ekonomik büyümenin hız kesmesinde çok daha önemli bir etken olarak görülmektedir. Yurt dışı piyasalardaki oynaklıklardan en fazla Türkiye ekonomisinin etkilenmesi, yurt dışında oynaklıkların artabileceği beklentileri ve gelecek yıla yönelik artan siyasi belirsizlikler yurtiçindeki ekonomik birimleri daha tutucu yapmıştır. Artan belirsizliklerle, yatırım ve tüketim harcamalarındaki büyümede çok ciddi yavaşlamalar olmuştur.
Döviz kuru ilk sıçradığı noktadan geri geldiği halde, faizler geri gelmekte zorlanmaktadır. Hazine faizleri, piyasa diliyle, fonlama düzeyine (Merkez Bankası faizlerine) gerilememektedir. Dolayısıyla, sorun, Merkez Bankası’nın faizleri artırmasından çok, artan iktisadi ve siyasi belirsizliklerdir.
TUİK verilerine göre, yılın ilk yarısında yüzde 9.5 artan özel kesim tüketim harcamaları yılın üçüncü çeyreğinde ancak yüzde 1.3 artmıştır. Aynı şekilde, yılın ilk yarısında yüzde 21 artan özel kesim yatırım harcamaları bu yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 13 artmıştır. Aynı dönemlerde kamu kesimi tüketimi artmaya devam ederken, kamu kesimi yatırımlarında bir önceki döneme göre gerileler görülmüştür.
POLİTİKA SONUCU DEĞİL
Bu yılın son çeyreğinde (ekim-aralık dönemi) milli gelir büyümesi daha da düşecek, hatta milli gelir büyümesi eksi dahi olabilecektir. O taktirde, 2006 yılı ortalama ekonomik büyümesi yüzde 5’in altında çıkabilecektir.
Ekonomide belirsizlikler yaratıp beklentileri bozarak ekonomik büyümede ciddi sayılabilecek bir yavaşlama gözlenmektedir. Büyümedeki yavaşlamayı ekonomi politikalarındaki değişmeye bağlamak bu anlamda doğru değildir.
Bu yavaşlamanın dış ticaret açığı ile cari işlemler açığına nasıl yansıyacağı ise farklı olabilecektir. Örneğin, ekonominin yüzde 8.8 büyüdüğü ikinci çeyrekte dış ticaret açığı yüzde 32.7 büyürken, ekonomik büyümenin yüzde 3’e gerilediği üçüncü çeyrekte dış ticaret açığındaki büyüme yüzde 18 olmuştur.
Ekonomik büyüme durduğu için dış ticaret açığının riskli düzeylerden gerilemesinin, en azından bugünkü veriler ışığında, çok kolay olmayacağı anlaşılmaktadır.
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2006
MAYIS ve haziran aylarında yaşanan piyasa çalkantısıyla ileriye dönük beklentiler bozuldu. Yeni çalkantıların olabileceği olasılığı arttı. Bütün bunların üzerine 2007 yılına dönük siyasi ve ekonomik belirsizlikler eklendi. Bu yılın mayıs ayından itibaren döviz kurlarındaki oynaklık geçmişe göre arttı. Hazine faizleri yüzde 20’nin üzerine sıçradı ve oralarda kaldı. Olumlu haberlere döviz kurları hızla düşme yönünde tepki verirken, faizlerdeki tepki çok daha sınırlı olmaya başladı. Ekonomide risk primi geçmişe göre arttı.
BELİRTİLER
Ekonominin farklı alanlarında gözlenen dengeler hem finans sektörünün hem de reel sektörün daha tutucu hale geldiği yönünde işaretler veriyor. Örneğin, son yayınlanan ekim ayı sanayi üretimi endeksi verileri imalat sanayi üretiminin geçen yılın aynı ayına göre ancak yüzde 3.3 arttığını gösteriyor. Bu verilerde son dönelerde yapılan revizyonlar da genellikle aşağı yönde oluyor.
Aylık bazda üçer aylık hareketli ortalamalara bakıldığında, imalat sanayi üretiminin yılın ilk yarısında hızlı bir çıkış eğilimi yakalayıp temmuz ayında bir önceki yılın aynı dönemine yüzde 10’a yaklaştığı, ama yılın ikinci yarısında yavaşlayarak ekim ayında yüzde 3.6’ya kadar düştüğü görülüyor.
Üretimin en önemli destekçilerinden ithalat verileri de benzer bir duruma işaret ediyorlar. Aylık bazda, ağustos ayından bu yana tüketim malı ithalatının geçen yılın aynı dönemine göre azalmaya başladığı görülüyor. Yılın ikinci yarısında yavaşlama eğilimine giren yatırım malları ithalatındaki artış ekim ayı itibariyle durdu. Ara malları ithalatı ise yıl ortasında yüzde 30’a varan artışlar gösterirken, ekim ayında ara mallar ithalatındaki artış yüzde 15’e geriledi.
İthalatın miktar endeksindeki değişmeler de ekonomik büyümenin yavaşlamakta olduğuna yönelik işaretler veriyor.Yılın ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10.2 artan ithalat miktar endeksi (basit ortalama olarak) bu yılın temmuz-ekim döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2.2 arttı. İmalat sanayi ürünleri ithalatındaki resim çok daha çarpıcı. İmalat sanayi ürünleri ithalatı yılın ilk yarısında yüzde 11.5 artarken, son dört ayda yüzde 1.5 artış gösterdi.
Banka kredilerindeki artış yavaşladı. Bankaların TL bazında bilanço büyümesi durdu. Döviz mevduatlarında dikkat çekici artışlar var. Finans piyasalarında gözlenen bu gelişmeler yurt içi yerleşik ekonomik birimlerin daha tutucu olmaya başladıklarının işaretleri. Dolayısıyla, tüm bu verilerden iç talep genişlemesinde de belli bir yavaşlama olduğu izlenimi elde ediliyor.
BU YIL BÜYÜME İYİ
Bütün bunlar bir araya konduğunda, ekonomik büyümenin yavaşlama eğilimine girdiği sonucuna varılmaktadır. Büyümedeki yavaşlamayı aynı paralelde dış ticaret açığındaki gelişmelerde göremememizin iki nedeni var. Birincisi, aynı üretim düzeyi için giderek daha fazla ithalata ihtiyaç duyulmasıdır. Uzun dönemli bir bakış açısıyla bu konuya yarın geri döneceğim. İkincisi, bu yılın mayıs ayından itibaren ithalat birim değerlerindeki artış hızlanmış, buna karşı ihracat birim fiyatları düşmeye başlamıştır.
Dolayısıyla, reel olarak ithalat artışı büyümedeki yavaşlama paralelinde düşmemektedir. Fiyat hareketleri ile reel olarak aynı dış ticaret açığı dolar bazında daha büyük dış ticaret açığına tekabül etmektedir.
Bugün açıklanacak yılın üçüncü çeyreğine yönelik milli gelir büyümesi ikinci çeyreğe göre daha düşük olacaktır. Ama, bu verilerin ileriye dönük çok fazla bilgi verme olasılığı az görünmektedir.
Ekonomik büyüme yavaşlıyor olsa da, yılın ilk yarısındaki ivmeyle bu yılın tümünde milli gelir artışının yüzde 6 civarında gerçekleşmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2006
GEÇEN perşembe günkü yazıda bankacılık sektörünün son beş yılda küçümsenmeyecek bir mesafe aldığını vurgulamıştım. Alınan mesafe önemlidir, ama yeterli değildir. Daha gidilecek çok yol vardır. Gidilecek yollardan en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz bankacılık sektöründe risk yönetimini sağlam temeller üzerine oturtmaktır. Risk yönetimi, yalnızca riskleri doğru ölçmek değil, aynı zamanda ölçülen riskleri karar mekanizması içinde kullanabilmektir. Bu yolda da adımlar atılmıştır, atılmaktadır, ama atılacak daha çok adım vardır.
Bankacılıkta atılacak bir başka adım sektörün yurt içindeki faaliyetlerinin üzerindeki vergi yüklerini azaltıp bankacılık sektörünün büyümesinin önünün açmak ve bankacılık işlemlerinin yurt dışına kaymasını önlemektir.
REKABET
Bankacılık, mali tasarrufları değerlendiren bir aracılık hizmeti sektörüdür. Aracılık hizmetlerini üretirken, sektörün kullandığı en önemli girdi insan kaynağı ve paradır. Sektörün ürünü de paradır. Dolayısıyla, normal şartlarda, girdisi de çıktısı da para olan bankacılık sektörü nakit zengini bir iş koludur. Ama, bankaların nakit zengini olmaları çok kár ettikleri anlamına gelmez. Kár başka, nakit başkadır.
Çoğu zaman, nakit zengini olmakla kár etmek birbirine karıştırılır. Bankacılık sektörü dışındaki kişilerce de, bu iki konu çok karıştırıldığından, ne zaman bir yere para lazım olsa, ihtiyaç duyulan para bankalardan istenir. Devlet ne zaman ek gelir elde etme ihtiyacında olsa ilk baş vurduğu kaynaklardan biri bankacılık sektörüdür.
Bankacılık aracılık faaliyeti üzerine doğrudan ve dolaylı yükler getirmek mali aracılık hizmetleri üretimini pahalılaştırmaktadır. Bir noktada, aynı bankacılık hizmetini yurt dışından vermek göreli olarak ucuz kalmakta ve bankacılık işlemleri yurt dışından yapılır hale gelmektedir. Yüksek vergilerle, devlet vergi matrahının yurt dışında oluşmasını teşvik etmektedir.
Küreselleşen ekonomik ilişkiler yumağında, sermaye hareketlerinin tamamen serbest olduğu bir ortamda, devletin bankacılık sektörü üzerine yükleyeceği vergi ve benzeri yüklerin doğal bir sınırı olmaktadır. Bu doğal sınır aşıldığında, aracılık hizmeti göreli olarak daha ucuz yerlere kaymaktadır. Bankacılıkta aracılık hizmetlerinin bir ülkeden diğerine gitmesi tekstil üretiminin bir ülkeden diğerine kaydırılmasından çok daha çabuk ve kolay olmaktadır. Sınır aşıldığında, Türkiye’deki bankalar rekabetçi olmaktan çıkmaktadırlar.
PARA TORBASI
Yurt içindeki işlemlerde giderek rekabetçi olmaktan çıkan Türkiye’deki bankalar yurt dışı şubeleri, yurt dışındaki iştirakleri ya da yurt dışındaki hissedarları yoluyla Türkiye’de iş yapmaya başlamışlardır. İlk kez bu yıl, Türkiye’deki bankaların yurt dışındaki şubeleri kanalıyla Türkiye’deki kurumsal müşterilerine açtıkları döviz kredileri Türkiye’deki mevduat bankalarının Türkiye’deki kurumsal müşterilerine açtıkları döviz kredilerini geçmiştir.
Bir başka ifadeyle, Türkiye’deki şirketlerin kullandıkları döviz kredilerinin yarısı Türkiye’deki bankaların yurt dışındaki şubeleri kanalıyla açılmaktadır. Bu eğilimin bir bölümü döviz kredileri konusundaki mevzuatın arkasından dolaşma güdüsünden geliyor. Ama, önemli bir bölümü de işlemlerin yurt dışına taşınmasıyla aracılık maliyetlerinin ucuzlatılması çabasından kaynaklanıyor.
Devlet artık bankacılık sektörünü her elini attığında para alabileceği para torbası olarak görmekten vazgeçmelidir. Aksi taktirde, bankacılık hizmetlerinin önemli bir ayağı giderek daha fazla yurt dışına taşınacaktır. Bununla mücadele bankaların yurt dışı şubelerindeki işlemleri de vergilendirmeye çalışmak değildir.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2006
SON beş yılda kamu finansman dengesinde gelinen nokta hiçbir biçimde küçümsenemez. Bütçe açıkları hızla düştü. Hızlı düşüşün ardında, faiz dışı harcamalarda yapılan tasarruflardan çok, Hazine’nin borçlanma maliyetinin düşmesiyle sağlanan faiz harcamalarındaki tasarruflar ve gelir artışları var.
Genel bütçe gelirleri içinde en önemli kalem vergi gelirleridir. 1990’lı yılların ikinci yarısında toplam genel bütçe gelirleri içinde vergi gelirlerinin payı düşme eğilimine girmişti. Bu oran yüzde 82’lerden 2001 yılında yüzde 77’lere kadar düşmüştü.
Krizden sonra artırılan vergi oranları ve getirilen yeni vergilerle bu oran 2003 yılında yüzde 85.5’e kadar yükseldi. 2005 yılında yüzde 81.5 oldu. Bu yılın ilk on aylık verilerine göre, toplam genel bütçe gelirleri içinde vergi gelirlerinin payı yüzde 83.2 oldu. Geçen yılın aynı döneminde bu oran 83.4 idi.
DOLAYLI VERGİLER
Vergi toplamada bir sorun olduğu artık çok iyi biliniyor. Yeterli vergi geliri elde edemeyen devlet toplayabildiği vergileri de daha çok dolaylı yoldan elde ediyor. Yani, vergilerin önemli bir bölümü gelirlerden (doğrudan) değil, harcamalardan (dolaylı) alınıyor.
Bir başka yazıda da vurguladığım gibi, toplam vergi gelirleri içinde doğrudan vergilerin payı hızla düştü. 1990’lı yılların ilk yarısında doğrudan ve dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yaklaşık yüzde 50-50 iken, 2005 yılında doğrudan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 30’a düşüp dolaylı vergilerin payı yüzde 70’e fırladı. Kısacası, "gelir vergisini yalnızca vergisi kaynakta kesilenler veriyor" dense çok abartılı olmayacaktır.
Gelir ve kazanç üzerinden alınan vergilerin üçte biri kurumlar vergisidir. Kişisel gelir vergisi tahsilatının yüzde 90’ı kaynakta kesilen vergilerdir.
Bütün bu rakamlar devletin doğrudan vergi tahsilatındaki zorlukları göstermektedir. Bu durumda, harcamalarını kısarak artık daha fazla küçülme olanağı kalmamış devletin dolaylı vergilere yaslanmasını zorunlu olmaktadır. Bu alandaki en önemli iki kalem dahilde alınan mal ve hizmet vergileriyle uluslararası ticaret ve muamelelerden alınan vergilerdir.
KDV VE ÖTV
Dahilde alınan mal ve hizmet vergileri katma değer (kdv) ve özel tüketim vergileridir (ötv). 2003 yılında vergi gelirlerinin yarısı bu iki kalemden geldi. Bu oran 2005 yılında yüzde 44’e geriledi. Bu yılın ilk on ayında da yüzde 45 civarında. Dahilde alınan mal ve hizmet gelirleri içinde katma değer vergisinin payı düşüp özel tüketim vergisinin payı artmaktadır. Çünkü, katma değer vergisinden kaçınmak özel tüketim vergisinden kaçınmaya göre çok daha kolaydır. Özel tüketim vergisi içinde en önemli pay akaryakıt ve alkollü içkiler üzerinden alınan vergidir. Tüketicilerin bu vergiden kaçınmaları çoğu zaman olanaksız olmaktadır.
Uluslararası ticaret ve muamelelerden alınan vergilerin önemli bir bölümü ithalat üzerinden alınan katma değer vergisidir. Bu yapı eskiden beri böyledir. Son yıllarda dış ticaretten alınan vergilerin önemi daha da artmıştır. İthalat arttıkça bu kalemdeki vergi tahsilatı artmaktadır. Toplam vergi gelirleri içinde uluslararası ticaretten alınan verginin payı yüzde 18’i aşmıştır. Bu oran 2000 yılında yüzde 16 civarındaydı.
İthalat arttıkça vergi gelirleri artmaktadır. Ödemeler dengesi kaygılarıyla ileride ithalatın azalmasının doğal olarak kamu finansmanına olumsuz etkisi olacaktır.
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2006
TÜRKİYE ekonomisinde son yıllarda en köklü değişim bankacılık sektöründe yaşandı. Kalıcı istikrarı oluşturmak yönünde bankacılık sektörü küçümsenmeyecek bir dönüşümden geçti. Ama, benzer bir dönüşümün ekonominin diğer sektörlerinde de yaşandığını savunmak güçtür.
Evin bir tarafının temizlenip diğer taraflarının dağınık bırakılmasıyla tüm evin bir gün toparlanacağını beklemek çok gerçekçi değildir. Aksine, evin düzgün taraflarının da süratle dağılması söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla, ekonominin diğer sektörlerinin de zaman kaybetmeden bankacılığa benzer bir dönüşümden geçmesi kalıcı istikrar için önemlidir.
Her dönüşüm maliyetlidir. Maliyetinden korkarak geciktirilen dönüşümlerin ilerideki maliyeti çok daha fazla olmaktadır. İşin bu tarafını bankacılık sektörünün yaşadığı dönüşümden öğrenmiş olmamız gerekir.
GELİŞMELER
1. 2000 yılından önce Türkiye’de 81 adet banka vardı. Şimdi, 47 tane kaldı.
2. Bir zamanlar bankacılık sektöründe 175 bin civarında insan çalışıyordu. Birkaç yıl içinde, sektörde çalışan insan sayısı 130 binin altına düştü. Şimdi ise, çalışan sayısı ancak 140 bine ulaşabildi.
3. Sektörde kişi başına aktif büyüklüğü 2002 yılında 1800 doların altındaydı. Şimdi, 4 bin doları geçiyor.
4. Bankacılık sektörünün toplam aktifleri 2002 yılında milli gelirin yüzde 70’inin altındaydı. Şimdi, yüzde 85’in üzerine çıktı.
5. Son dört yılda bankacılık sektörünün toplam bilançosu sabit fiyatlarla yüzde 50’ye yakın büyüdü. Milli gelirdeki büyüme aynı bazda yüzde 30 oldu.
6. 2002 yılında sektörün toplam yükümlülüklerinin TL-döviz dağılımı yüzde 50-50 idi. Şimdi bu oran yüzde 62-38 oldu. Aynı şekilde, 2002 yılında sektörün varlıklarının TL-döviz dağılımı yüzde 57-43 iken, şimdi 66-34 oldu.
7. 2002 yılında kredilerin toplam bilanço içindeki payı yüzde 25 dahi değilken, şimdi yüzde 44 oldu. Bankalar yapmaları gereken geleneksel işlere dönmeye başladılar.
8. Bankalarımız hem daha fazla kredi vermeye başladılar, hem de çok daha fazla TL kredileri vermeye başladılar. 2002 yılında bankaların verdikleri TL kredileri milli gelirin yüzde 9’u iken şimdi bu oran yüzde 26 oldu. Döviz kredilerinin milli gelir içindeki payı aynı dönemde değişmeyerek yüzde 11’de kaldı.
10. Mevduatın krediye dönüşmesi arttı. 2002 yılında 100 TL’lik mevduatın 40 TL’si krediye dönüşürken, bu oran şimdi yüzde 70’i geçti. Daha da önemlisi, mevduatı yapanlar kredi kullanmaya başladılar. Bireysel krediler/tasarruf mevduatı oranı 2002 yılında yüzde 7 civarındayken, şimdi yüzde 36 oldu.
11. Bankacılık sektörünün artık daha fazla sermayesi var. Daha da önemlisi, bankacılık sektörünün serbest sermayesi son beş yılda çok arttı.
DÖNÜŞÜM BİTMEDİ
Bankacılık sektöründe bu yazıya sığmayan daha birçok olumlu gelişmeler sağlandı. Bütün bunların hiçbiri bankacılık sektörü kalıcı istikrar için tüm dönüşümü tamamladı anlamına gelmiyor. Aksine, sektörde gidilecek daha çok yol var.
Genelde finans sektörü, özelde bankacılık sektörü devletin daha fazla vergi toplamak için elinin altında bulundurduğu para torbası halinde olmamalıdır. Bugüne kadar hep böyle oldu.
O kadar ki, yasaklı kambiyo rejiminden kalma kambiyo gider vergisi dahi sermaye hareketlerinin tümüyle serbest olduğu son on sekiz yıldır kaldırılamamıştır. Bu bakış açısının Türkiye’de finans piyasasının çarpıtılmasında önemli bir etkisi vardır.
Bir başka yazıda devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2006
KASIM ayı tüketici fiyatları endeksi bir ay öncesine göre yüzde 1.28 arttı. Son on iki ayda tüketici enflasyonu 9.86, yıllık ortalama enflasyon ise 9.44 oldu.
Bu yıl sonunda yıllık enflasyon yüzde 10’un biraz üzerinde de olabilir, biraz altında da. Bunun hiçbir önemi kalmadı. Artık önemli olan, bu yıl sonundaki enflasyon değil, bundan bir yıl sonraki ve daha ilerideki enflasyondur. Daha uzun dönemli bakıldığında,
enflasyonun ileride olumlu yönde bugünkünden çok farklı olabileceği yönünde henüz güçlü işaretler gelmiyor.
OLASI KATILIKLAR
Gelecek yıl sonu için enflasyon hedefinin yüzde 4 olarak kalması yönünde ısrarcı olundu.
Eğer bu hedef, hedefi koyanlar tarafından ciddiye alınıyorsa, bugün gözlenen enflasyon düzeyi ve eğilimler, hedefe varmak için çok ciddi önlemler alınması gerektiği yönünde işaretler vermektedir.
Gelecek yıl sonu enflasyonunun yüzde 7-8 civarında olması, yüzde 4 hedefini saptayanlar tarafından memnuniyetle karşılanacaksa, bugünkü enflasyon verileri ve eğilimler, bu beklentiyle çok ters değilmiş gibi görünüyor.
Önümüzdeki dönemde yapılabilecek olası kamu zamları ise gelecek yıl sonu enflasyonun yüzde 7-8 bandını da aşabileceği riskini gündeme getirmektedir.
Grafikten de görüldüğü gibi, 2004 yılının başından bu yılın nisan ayına kadar yıllık tüketici enflasyonu yüzde 7-9 arasında salındı. Bu süre içinde yıllık enflasyon geçici olarak yüzde 9’u aştı.
Nisan ayı ile beraber tüketici enflasyonu kafayı kaldırmaya başladı. Mayıs ve haziran aylarındaki döviz kurlarındaki hareketle enflasyon daha da arttı. Şimdi, tüketici enflasyonu yüzde 10 civarında salınmaya başladı.
Enflasyonun inme sürecinde yüzde 20 ve yüzde 10 düzeylerinde bir katılık olabileceği beklentisi vardı. Bu düzeylerde ciddi bir katılık gözlenmedi. Ama,
şimdi, gecikmiş bir biçimde enflasyonun yüzde 10 civarında bir katılık gösterebileceği işaretleri gelmektedir.
PARA TALEBİ
Birçok ülkede temel enflasyon alarak alınan yiyecek ve enerji fiyatlarını dışarıda bırakan tüketici fiyatları endeksi (D) bu yılın mart ayından bu yana kararlı bir biçimde artmaktadır. Bu endeks yüzde yıllık 7.33’den yüzde 9.77’ye gelmiştir. Merkez Bankası’nın temel enflasyon olarak dile getirdiği (H) endeksi ise yıllık bazda yüzde 9.33’e gelmiş ve yükselme eğilimini sürdürmektedir.
Mayıs-haziran dalgalanmalarından sonra Merkez Bankası bilanço büyüklüğündeki hızlı artış hız kesmişti. Aylık ortalamalar bazında, bu yılın haziran ayında Merkez Bankası bilançosu yıllık yüzde 43 civarında büyürken, döviz satışları yoluyla bilanço büyümesi ekim ayında yüzde 22’ye kadar düştü.
Döviz alımları yeniden başladı. Kasım ayında
Merkez Bankası bilançosundaki büyüme eğilimi yeniden artmaya başladı. Devam ettiği taktirde, bu gelişme de enflasyon açısından çok olumlu değildir. Çünkü, yerli yatırımcı daha tutucu olmaya başlamıştır.
Para talebinde bu dönemde artış olacağını beklemek çok gerçekçi görünmemektedir.
Yazının Devamını Oku