25 Şubat 2007
DÜNYA nüfusunun 2006 yılı ortalarında 6.5 milyar kişi olduğu tahmin ediliyor. Dünyada nüfus büyümesinin henüz ne zaman istikrara kavuşabileceği konusunda bir fikir birliğine ulaşılmış değil. Toplam dünya nüfusunun yüzde 61’i Asya’da yaşıyor. Asya’dan sonraki en kalabalık kıta dünya nüfusunun yüzde 14’ünü barındıran Afrika olmaktadır.. Avrupa nüfusu toplamın yüzde 11’i kadarken, Kuzey Amerika’nın nüfusu toplamın yüzde 8’i, Güney Amerika nüfusu ise yüzde 6’sından biraz azdır.
En ilginç gelişmelerden biri Avrupa kıtasındaki nüfusun giderek düşmesidir. Tahminlere göre, Avrupa’nın nüfusu 2025 yılında dünya nüfusunun yüzde 8.9’una gerileyecektir. Nüfus açısından Avrupa hem küçülmektedir hem de hızla yaşlanmaktadır.
Buna karşılık, Asya kıtasındaki nüfus artışının yavaşlaması beklenmektedir. 1950-2000 yılları arasında ortalama yılda yüzde 2’ye yakın büyüyen Asya nüfusu 2000-2006 yılları arasında yılda yüzde 1.23 büyümüşken, bugünden 2025 yılına kadar ortalama yılda yüzde 1 kadar büyüyeceği tahmin edilmektedir.
AFRİKA
Afrika, nüfusu en hızlı büyüyen kıtadır. 1950-2000 yılları arasında Afrika’nın nüfusu ortalama yılda yüzde 2.5’in üzerinde büyümüştür. 2000-2006 yılları arasında nüfus artışı Afrika’da yüzde 2.2’ye kadar gerilemiş görünmektedir. Afrika’da nüfus artış hızının önümüzdeki yirmi yılda da düşeceği, ama yıllık yüzde 2’nin altına gelmeyeceği tahmin edilmektedir.
Afrika nüfusunun artış tahminlerinin arkasında hayat beklentisinin artacağı varsayımı önemli bir yer tutmaktadır. Bugün Afrika’yı kasıp kavuran bulaşıcı hastalıkların azalacağı umulmaktadır. Sağlık hizmetlerindeki artışla çocuk ölümlerinin azalacağı varsayımı yapılmaktadır.
2005 yılında Orta Afrika’da (Sub-Saharan) 24.5 milyon kişinin HIV/AIDS ile başının belada olduğu bilinmektedir. Bu hastalığa yakalanmış toplam dünya nüfusunun yüzde 60’ından fazlası bu bölgede yaşamaktadır. Yalnızca 2005 yılında AIDS’den 2.5 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Aynı yıl dünya’da AIDS’den ölenlerin sayısı da zaten 2.8 milyondur.
Önümüzdeki 25 yıl içinde Afrika’da AIDS’den ölümlerin önemli ölçüde azalacağı varsayılmaktadır. Bu varsayımla, bugün HIV/AIDS’den kırılan Afrika ülkelerindeki nüfus artışının belli kesimlerde hızlanacağı tahmin edilmektedir. Örneğin, 2025 yılına kadar nüfus artışının yılda ortalama Madagaskar ve Kongo’da yüzde 2.9, Angola’da yüzde 2 ve Somalya’da yüzde 2.8 olacağı tahmin edilmektedir.
Sonuçta, Afrika önümüzdeki dönemde de nüfusu en hızlı büyüyen kıta olacaktır. 2006 yılında dünya nüfusunun yüzde 14’ünün Afrika’da yaşadığı tahmin edilirken, 2025 yılında bu oranının 17’ye yaklaşacağı tahminleri yapılmaktadır.
HİNDİSTAN VE TÜRKİYE
Dünyada nüfus artışı yavaşladıkça, toplam nüfus içinde yaşlıların payı artmaktadır. Avrupa ve Amerika nüfusları giderek yaşlanırken, Asya kıtasının nüfusu da yaşlanma eğilimine girmektedir. Bu alanda Çin başta gelmektedir.
Önümüzdeki dönemde nüfusun yaş dağılımı açısından en iyi durumda olacak ülkeler arasında Hindistan ve Türkiye vardır. İktisadi açıdan, eğer iyi kullanılabilirse, nüfus dağılımı Hindistan ve Türkiye’ye önemli avantajlar sağlayabilecek niteliktedir.
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2007
BİLGİ çağında kaçınılmaz olarak bilgi kirlenmesi de artıyor. İletişim kolaylaşıp iletişim kanalları çeşitlendikçe, her kafadan sesler çıkıp neyin doğru, neyin yanlış olduğunu birbirinden ayırmak zorlaşıyor. Bilgisi olmadan fikri olan insanların sayısı artıyor. İnsanları kandırmak ve yönlendirmek kolaylaşıyor. Çok çabuk fikir üretilebilen alanların en önde gelenlerinden biri bankacılık sektörü ve bankaların ekonomideki rolü konularıdır. Bankacılık konusunda kamuoyu çoğu kez yanlış yönlendirilmektedir. Bu duruma bankacılarımızın da katkılarının olmadığını iddia edemeyiz.
AHLAKİ BOYUT
Yasaya göre, bir satış kampanyasının parçası olan bir banka satılan malın sorumluluğunu paylaşmaktadır. Yani, bir bankanın parçası olduğu satış kampanyasından kredi ile otomobil aldığınızda, otomobilin arızalı çıkması aynı zamanda kredi veren bankanın da sorumluluğu olmaktadır. Bu saçmalıktır.
Bankalar aracı kurumlardır. Ticari ilişki üretici/satıcı ile alıcı arasındadır. Banka, müşteriye kredi veren bir kurumdur, alıcı ile satıcı arasındaki ilişkinin bir parçası değildir. Arabanın arızalı olduğunu bankanın bilmesi zaten mümkün değildir. Mevzuatın bu şekilde olmasıyla, bankaların satış kampanyalarının bir parçası olması cezalandırılmakta ve sonuçta alıcılar mağdur olmaktadır. Tüketicileri koruyalım derken, aslında tüketmeye çalışanları cezalandırıyoruz.
Bankalar müşterilerine verdikleri kredi kartlarından yıllık bir ücret talep etmektedirler. Bu uygulama son derece doğaldır. Yasal olmayan hiçbir tarafı yoktur. Kredi kartlarından alınan yıllık ücretin yasal olmadığını savunmak saçmalıktır.
Bir diğer saçmalık, bankaların kredi kartlarından aldıkları ücreti müşterilerini bilgilendirmeden yapıyor olmalarıdır. Sözleşmede ücret alınacağı yazıyor denmektedir. Birçok kalbur üstü müşterinin sözleşmesi olduğu dahi şüphelidir.
Aldıkları ücreti bir önceki yılın ücreti olarak beyan edip yıllık ücreti ödemek istemeyen müşteriye kredi kartını iade etme olanağı tanınmamaktadır. Yasal olup olmaması bir tarafa, her şeyden önce bu uygulama ahlaki değildir. Ücretin ne olduğu dönemin sonunda değil, dönemin başında müşterilere bildirilmelidir.
HUKUKİ BOYUT
Bankalar mevduat hesaplarından işletim ücreti talep etmeye başlamışlardır. Bu uygulama da çok doğaldır. Birçok ülkede bankalar benzer uygulama yapmaktadırlar. "Bankalar mevduat müşterilerini soyuyor" diye yaygara yapmak saçmalıktır.
Bir başka saçmalık ise, bankaların yine müşterilerine daha önceden haber vermeden ve geriye dönük olarak ücret talep etmeleridir. Hatta, hesap işletim ücreti hesaplardan otomatik olarak tahsil edilerek ilk kez ücret ödeyeceğini hesaptan parayı kaptırdıktan sonra farkına varan müşteriler önünde bankalar "gaspçı" konumuna düşmektedirler. İşte, bu da bankaların yaptığı saçmalıktır.
Saçmalık burada da bitmemektedir. Şarlamasını bilen kalbur üstü bir mevduat müşterisiyseniz, hesabınızdan otomatik olarak tahsil edilen hesap işletim ücreti hesabınıza iade edilebilmektedir. Yani, "kurallar adamına göre işletiliyor" izlenimi verilmektedir. İşin en kötü tarafı da buradadır.
Hukuki açıdan haklı olmak iktisadi ilişkilerde mutlaka işlerin yapılış tarzının haklı olduğu anlamına gelmiyor. Özellikle bankacılıkta, hukuki haklılık yanında, konunun ahlaki boyutu da öne çıkmaktadır. Zaten, bankacılık denen iş kolu "hukuk ve ahlak" kurallarının en fazla yoğunlaştığı iş kollarından biridir.
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2007
İKTİSADIN kuralları yasalarla değiştirilemiyor. Değiştirilmeye kalkıldığında, iktisadın kuralları yasalarla amaçlanan sonuçların tam tersine sonuçlar doğuruyor. Sonuçta, yasalar iktisadi kurallara uymak zorunda kalıyor. Piyasa mekanizmasının toplum refahını azamiye çıkaran bir sistem olabilmesi için piyasalara giriş ve çıkışın serbest olması gerekmektedir. Çıkışın kısıtlandığı ortamlarda, giriş de kendiliğinden kısıtlanır. Uluslararası sermaye akımları için de iş gücü piyasası için de bu kural geçerlidir.
Giriş de, çıkış da kısıtlandığında, piyasa kirlenir. Rant ekonomisi doğar. Rant, kaynakların kötü kullanılması anlamına gelir. Yaratılan ranttan faydalananlar olduğu gibi, faturayı ödeyenler de vardır. Çoğu zaman, maliyet faydadan çok daha fazla olabilmektedir.
İŞSİZLER KORUNMALI
2001 Krizi’nin ortasında çıkarılan "iş güvencesi" yasası Türkiye’de iş piyasasında çok önemli katılıklar yaratmıştır. İşverenler açısından istihdamın maliyetini artırmıştır.
İstihdamı artırmaya yönelik girişimler bu yasada değişiklikleri öngörmeyecekse, arzulanan sonuçlara varabilmek mümkün olamayacaktır.
Nedeni ne olursa olsun, bugün bir çalışanı işten çıkarmak çok zordur. İktisadi olarak çok maliyetlidir. Dolayısıyla, maliyetleri asgaride tutmak, yöneticiler açısından, işe alım kararını beş kere düşünmekle olmaktadır.
İstihdamın artması için istihdam maliyetlerinin düşürülmesi doğru yönde atılacak adımlardan biri olacaktır. Ama, iş yasasında esneklikler sağlanamadığı taktirde, sistem çalışanı koruyan, iş arayanı cezalandıran bir yapıda olmaya devam edecektir. İstihdam üzerindeki vergi ve diğer mali yükleri azaltma yoluyla umulan faydalar tam olarak elde edilemeyecektir.
İş yasasında örnek aldığımız Avrupalılar yaptıkları hatayı nihayet anlamış görünüyorlar. Avrupa Komisyonu, yayınladığı raporda katı iş güvencesinin istihdama zarar verdiğini ve işçi alımlarını zorlaştırdığını vurguluyor. Çalışanlar düzeyinde yapılan bir çalışmada aslında iş güvencesi ne denli katıysa, işçilerin kendilerini o denli güvensiz hissettikleri ortaya çıktı. Çünkü, yasadan gelen maliyetleri üstlenmeye razı işverenler nedeniyle işsiz kalanların yeniden iş bulabilme olasılığı azalmaktadır.
Komisyon raporu daha da ileri giderek iş güvencesi yasası çıkarken ortaya atılan teorik tezlerin hiçbirinin gerçekleşmediği ve yasanın amaçlarına ulaşılamadığı tespitini yapmaktadır. Yeni ortamda özellikle kadınların ve gençlerin iş bulma olanaklarının azaldığı görülmektedir. Bizde de benzer bir durum yaşanmaktadır.
NE YAPACAĞIZ?
Örnek aldığımız Avrupa durumundan şikayetçi görünüyor. Komisyon açıkça Avrupa Topluluğu’nda iş güvencesinin gevşetilmesini savunmaktadır. Bunun yerine, işsizlik sigortası ve işgücü programlarının daha fazla etkinleştirilmesi gündeme getirilmektedir.
Kısa vadeli avantajlar elde etme uğruna uzun dönemli dengeler çok ciddi riskler altına sokulmaktadır. Bu risklerden söz edince "işçi düşmanı" damgası yemek kolaylaşmaktadır. Aslında, en büyük işçi düşmanlığı istihdamın önüne konan iktisadi engelleri savunmaktır. Avrupa Komisyonu’nun da, biraz geç de olsa, tespit ettiği gibi, katı iş güvencesi istihdamı engelleyen en etkin unsurlardan biridir.
Bütün bunları gördükten ve yaşadıktan sonra şimdi biz ne yapacağız?
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2007
KONUT kredileri için özel bir yasa çıkarılıyor. Ama, yasayla ilgili çevrelerin beklediği kredi faizlerinin vergi matrahından düşülmesi ilkesi şimdilik bu yasada yer almıyor. Bazı ülkelerde konut kredileri faizlerinin bireylerin vergi matrahından düşülmesine izin verilir. Bu uygulamanın bir kaç nedeni vardır. Birincisi, vergileme mantığından gelir. Bu yaklaşım yatırıma yönelik harcamaların vergi yoluyla teşvik edilmesi esasına dayanır. Aynı paralelde, bu mantık içinde, insanların kendilerini geliştirmelerine yönelik yaptıkları harcamalar da (kurs ücretleri, kitap harcamaları gibi) vergi matrahından düşülür.
Konunun ikinci boyutu sosyal içeriklidir. Ailelerin kendilerinin sahip oldukları bir evde oturmaları bu yolla teşvik edilmiş olur. Bir anlamda, sosyal güvence sağlanmış olur. Bunun yansıması da konut üretimi sektörünün teşvik edilmesidir.
DURUM MÜSAİT DEĞİL
Bugünkü haliyle konut kredileri yasasında "vergi indirimi" yaklaşımının benimsenmemesinin arkasında kamu finansman dengesi belli bir noktaya gelmişken, vergi gelirlerinin azalması yoluyla kamu finansman dengesinin bozulmasına izin vermeme arzusu vardır. Bu açıdan, Maliye Bakanlığı ve ekonomi yönetimi çok haklıdır. Anlaşıldığı kadarıyla, IMF de böyle bir indirime karşıdır.
Konut kredileri faizlerinin vergi matrahından düşülmesi hiç şüphesiz vergi gelirlerini azaltıcı bir işlev görecektir. Vergi indirimi benimsendiği taktirde, verginden kaçınmanın bir başka yolu daha açılmış olacaktır. Kayıt dışılığın yaygın olduğu ve raporlamanın olmadığı ortamlarda bu çeşit uygulamalar çok tehlikeli olmaktadır.
Vergi indiriminin kapsamı ne denli daraltılırsa daraltılsın, sonuç değişmeyecektir. Örneğin, ilk ev için alınan konut kredisi vergi indiriminden yararlanılır dense, vatandaş konut kredisiyle aldığı ikinci ya da üçüncü evi eşinin ya da çocuklarının üzerine yapacaktır. Eş ya da çocuk olmaz dense, halasının ya da teyzesinin, hatta yakın arkadaşların üzerine evler alınacaktır. "Bireysel mülkiyet" kavramı henüz içimize işlememiştir.
Vergi muafiyeti kapsamına girmesi için evlerin belli bir büyüklüğün altında olması benimsense, Türkiye’de yapılan evlerin hemen hepsi bu büyüklüğün altında inşa edilmeye başlanacaktır. Daha sonra evlere çeşitli çıkmalar yapılacaktır. Balkonlar bir süre sonra odaya dönüşecektir. Balkonların ucundan bırakılan filizlerle yeni balkonlar inşa edilecektir. Bütün bunlara da hiç kimse ses çıkarmayacaktır.
İLERİDE OLABİLİR
Kısacası, kurallar uygulanmayınca, kurallar üzerine oturtulması gereken sistemlerin de çalışması mümkün olmamaktadır. Vergi indirimini benimsemiş bir konut kredileri yasasıyla Türkiye’de herkes konut kredisi almış duruma düşebilir. Bu da hiç kimseyi şaşırtmaz. Olan, devletin zaten zorlukla topladığı vergi gelirlerine olur.
Durumun böyle olması gerçekten konut kredisi yoluyla ev sahibi olabileceklerin işini zorlaştırmaktadır. Zaten, hep böyle olur. Kurallara uyanlar mağdur, uymayanlar uyanık durumuna gelirler. Yalnız konut kredilerinde değil, başka alanlarda durum hep böyledir. Böyle olduğu için de, toplumda uyanık olmak için özel bir çaba gösterilir.
Denetimlerin etkin, kuralların taviz verilmeden uygulandığı ve iyi tanımlanmış bir sistem içinde, konut kredileri faizlerinin vergi indiriminden yararlanması aslında hem iktisadi hem de sosyal açıdan göz ardı edilemeyecek bir uygulamadır. Şimdi olmasa dahi, ileride, kurallara saygılı ve kuralların taviz verilmeden uygulandığı bir toplum olduğumuzda, bu konu mutlaka gündeme gelecektir. Daha önce gündeme gelirse, kamu finansmanı yeniden risklerin içine atılıyor demektir.
Yazının Devamını Oku 20 Şubat 2007
FARKLI kesimlerin risk algılaması son 6-7 aydır farklılaşmış gibi görünüyor. Geçen yılın ortasında yaşanan çalkantı ekonomik birimleri beklentileri açısından farklılaştırdı. Aynı pencerenin önünde farklı bir manzara görülüyormuş gibi bir durum yaşanıyor. Galiba, gözlükler farklılaştı. Bakış açıları değişti. Beklentiler oluşturulurken, farklı ekonomik birimler farklı risklere farklı ağırlıklar veriyor.
Risk algılamasının farklı ekonomik birimlerce farklı algılanması ekonomide simetrik olmayan davranışların oluşmasına neden oluyor. Böyle bir ortamda oluşan ekonomik dengenin kalıcılığı olasılığı da doğal olarak azalıyor. Çeşitli makro ekonomik verilerde dalgalanmalar oluyor. Son 3-4 yılda birden fazla kez böyle durumlar yaşandı.
FARKLILAŞMALAR
Uzun zamandan beri Türkiye ekonomisine yönelik olarak "politik riskler" konuşuldu. Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin ekonomik dengeler üzerinde risk oluşturduğu vurgulandı. Ama, mali piyasaların yönlendirilmesinde önemli bir rol oynayan yabancı yatırımcılar galiba politik risklere karar mekanizmalarında yerli yatırımcılar kadar ağırlık vermiyorlar. En azından, davranışları bunu gösteriyor.
Geçen yıl ortasından bu yana Hazine bonosu yıllık faizleri yüzde 20’nin altına gelmekte zorlanırken, seçimler giderek yaklaştığı halde, son haftalarda Hazine bonosu yıllık faizleri yüzde 19’un altına geriledi. Faizlerin düşmesinde en büyük etken yabancı yatırımcıların alımlarıydı. Aynı paralelde döviz kurları da geriledi.
Yabancı yatırımcılar alırken, yerli yatırımcılar piyasada daha çok satış tarafında görünüyorlar. O halde, yabancı yatırımcılar için yüzde 18-19 yıllık faizle Hazine bonosu almak cazipken, yerli yatırımcılar açısından bu faiz düzeyinde satış daha cazip olmaktadır. Risk algılaması farklılık göstermektedir.
Yabancılar ülkeye döviz getirip satarken, yerliler döviz almaya devam etmektedirler. Demek ki, yabancı yatırımcılar kurların rahatsız edici boyutlarda artmayacağını bekledikleri halde, yerli yatırımcılar "ne olur, ne olmaz" beklentisi içinde mali yatırımlarının bir bölümünü dövize kaydırmaktadırlar. Bu şekilde, bir anlamda tasarrufların reel değeri korunmaya çalışılırken, diğer taraftan özel sektörün giderek artan döviz borçları karşısında bir emniyet mekanizması yaratılmaktadır. Beklentiler bu alanda da farklılaşmış görünmektedir.
Kısacası, yerli ekonomik birimler göreli olarak daha tutucu bir davranış içindedirler.
KİM HAKLI?
Çalkantı döneminde cari işlemler açığının yarattığı risk konuşulurdu, şimdi konuşulmaz oldu. Üreticiler daha tutucu olurken, tüketiciler o denli tutucu bir davranış sergilemiyorlar. Üretim artışında bir yavaşlama söz konusu, ama aynı paralelde talep artışında bir yavaşlama söz konusu olmayabilir.
Sonuçta, riskleri farklı algılayanlardan biri haklı çıkacaktır. Bu nedenle de, simetrik olamayan risk algılaması bir noktada yeniden birbirine paralel hale gelecektir. Yabancı yatırımcıların haklı çıkması durumunda, yerli yatırımcılar beklentilerini değiştireceklerdir. Bu takdirde, ekonomik büyüme yeniden hızlanma sürecine girebilecektir.
Yerli yatırımcıların haklı çıkması ancak yabancı yatırımcıların beklentilerini yerli yatırımcılar paraleline getirmesiyle olacaktır. O takdirde, ekonomik büyümedeki yavaşlama 2007 yılı süresince devam edebilecektir. Hatta, bazı dalgalanmalar da yaşanabilecektir.
Not: Pazar ve pazartesi günleri aynı yazım teknik bir karışıklık nedeniyle iki kez çıkmıştır. Özür dileriz.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2007
2006 yılında cari işlemler açığı 31.3 milyar dolar olarak gerçekleşti. 2005yılında cari işlemler açığı 22.8 milyar dolardı. Açıktaki artış tahminlerin altında kaldı. Tahminlerdeki yanılma büyük ölçüde aralık ayındaki ithalattaki yanılmadan kaynaklandı. Grafiklerde, cari işlemler dengesinin iki ana kalemindeki gelişmeler aylık bazda 2005 ve 2006 yılları için verilmektedir.
Mal dengesindeki gelişmeler ekim ayına kadar büyük bir paralellik göstermektedir. 2006 yılında mal dengesindeki açık, 2005 yılına göre, mayıs ayına kadar artarak devam ederken, artış mayıs ayından sonra yavaşlamaya başladı. Kasım ve aralık aylarında ise eğilim tamamen ters döndü.
Yılın son iki ayında mal dengesindeki açık 2005 yılının aynı dönemine göre azalma eğilimine girdi.
EĞİLİM DEĞİŞTİ
Dış ticaret rakamlarında bir hata yoksa, kasım ve aralık aylarında eğilimlerin değişmesi beklentilerin çok dışında bir gelişmeydi. Genelde, beklentiler mal dengesindeki açığın 2005 yılına göre azalan miktarda artacağı yönündeydi.
Ödemeler dengesinin bir diğer ana kalemi olan hizmetler (cari transferler dahil) dengesi de aralık ayında farklı bir görünüm sergiledi. 2005 yılına göre, 2006 yılının aralık ayına kadar hizmetler dengesindeki fazla her ay daha az oluyordu. Hizmetler dengesindeki fazladaki düşüşünün arkasındaki en önemli neden
turizm gelirlerindeki azalmaydı.
Bu eğilim geçen yılın aralık ayında da değişmedi. Ama, devletin resmi transferleri aralık ayında bir önceki yılın aynı ayına göre 250 milyon dolar kadar azalınca, hizmetler dengesi de 2006 yılının aralık ayında fazla verdi. Eğilimin tersine bir gelişme yaşandı.
SERMAYE HAREKETLERİ
2006 yılında Türkiye ekonomisine net bazda 44.7 milyar dolar dış kaynak girdi. Bunun yaklaşık 18.7 milyar doları net bazda doğrudan yabancı yatırımlardı. Aslında, 2006 yılında Türkiye ekonomisine
19.8 milyar dolar kadar doğrudan yabacı sermaye girdi, 900 milyon dolar kadar da yerli yatırımcılar yurt dışında doğrudan yatırım yaptılar.
Sermaye piyasası aracılığı ile Türkiye ekonomisine geçen yıl giren yabancı sermaye net bazda 7.1 milyar dolar oldu. Yabancılar Türkiye’nin tahvil ve hisse senetlerinde 11.4 milyar dolar alım yaptılar, 4.3 milyar dolarlık sermaye piyasası araçlarından da çıktılar.
Diğer borçlanmalar yoluyla Türkiye’ye giren yabancı kaynak net bazda 7.3 milyar dolar oldu. Yaklaşık, 2.7 milyar dolar da nereden geldiği bilinmeyen kaynak (net hata ve noksan) göz önüne alındığında,
Türkiye’nin uluslararası rezervleri 2006 yılında 10.6 milyar dolar arttı.
Son yıllarda Türkiye’ye giren yabancı kaynak hiçbir biçimde küçümsenemez. 2006 yılında gelişen piyasalara (emerging markets) giden toplam yabancı kaynağın 500 milyar dolar civarında olduğu tahmin edildiğine (IIF istatistikleri) göre,
Türkiye toplam kaynakların yaklaşık yüzde 9’unu almış görünmektedir.
Türkiye’ye 2006 yılında giren net bazdaki yabancı sermaye tüm
Latin Amerika’daki gelişen piyasalarına giden yabancı sermaye (45.9 milyar dolar) kadardır ve
Afrika/Orta Doğu’daki gelişen piyasalara giden yabancı sermayeden (40.1 milyar dolar) fazladır.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2007
1985 yılında uygulamaya geçen "vergi iadesi" sistemi aslında devrim niteliğinde bir yaklaşımdı. Sistemin özü vergi mükelleflerinin, yine vergi mükellefleri tarafından denetlenmesini kolaylaştırmaya dayanıyordu. Ekonomik faaliyetlerin kayıt içine alınmasını yönünde küçümsenmeyecek bir gelişmeydi.
1980’li yıların sonlarıyla 1990’lı yıllarda yaşanan iktisadi sorunlara çözüm zorlaştıkça, önlemlerin kolayına kaçıldı. Giderek artan bütçe harcamalarının vergi gelirleriyle karşılanması giderek olanaksız hale gelince, esnekliği varmış gibi olan harcamaların kısılması tercih edildi. Bu kalemlerden en kolayı da vergi iadesini kaldırmak ya da kuşa çevirmekti. Bu yaklaşımı zamanında IMF ve Dünya Bankası da çok destekledi. Ama, hataydı.
Alternatifsizlikler içinde, vergi iadesi sisteminin kaldırılması birçok kesimin kulağına hoş geldi. Büyük resim gözden kaçırıldı.
PAZARLIK UNSURU
Vergi iadesi sistemi önce kuşa çevrildi. Şimdi de kaldırıldı. Belki kaldırıldı demek çok doğru değil. Yerine, toptan bir vergi indirimi getirildi. Ama, kaldırılanla yerine konan aynı şeyler değil.
2001 yılı sonrası kamu finansmanının iki yakasını bir araya getirmek için dolaylı vergilere ağırlık verildi. Vatandaşlar ilk kez bu denli ciddi bir biçimde devlete vergi verdiklerinin bilincine vardılar. Vergiden kaçınmanın yollarını aramaya başladılar. Buldular da. Yaptıkları alımlar karşılığında fiş ya da fatura talep etmeyerek ödeyecekleri dolaylı vergileri, yaptıkları alımların fiyatının pazarlığında kullanmaya başladılar. Fiş ya da fatura istemeyenler için malların fiyatları üzerindeki dolaylı vergiler kadar ucuzladı.
Beyanname yoluyla ödenen doğrudan vergilerden kaçınmanın kolay olduğu bir ekonomide dolaylı vergilerden de kaçınmak kolay olmaktadır. Türkiye’de de yaşanan buydu. Ama, böyle bir ortam "vergi iadesi" sistemini tümden ortadan kaldırmak için yeterli bir neden değildi. Aksine, vergi iadesi sistemi sayesinde vatandaş ilk kez vergi otoritesiyle sıcak bir ilişki içine girmekteydi. Konunun bu yanı ihmal edildi.
Vergi iadesi sistemi, şekli ve kapsamı ne olursa olsun, modern vergiciliğin temel şartlarından biridir. Vatandaşın devletle hesaplaşması, bir hesap mutabakatı yapmasıdır. Bu yolla hem gelirler hem de harcamalar ortaya konur. Verilen vergi fazlaysa, devletçe iade edilir. Eksik vergi verilmişse, mükellef kalan borcunu devlete öder. Bizdeki uygulandığı biçimiyle, "vergi iadesi" tüm mükellefleri beyannameye geçirmenin bir aşamasıydı. Bu aşama ortadan kaldırıldı. Yerine de benzer bir şey koyulmadı.
BİZ AKILLI, ONLAR APTAL
Hiçbir ülkede vergi mükellefleri güle oynaya vergi vermezler. Vergi kaçağı her ülkede vardır. Ama, vergi kaçağı göreli olarak az olan ülkelerde mükelleflerin doğruya yakın vergi vermesinin arkasında korku ve vergi sisteminin mükelleflere sağladığı "kötünün iyisi" cinsinden olanaklar vardır.
Bir mükellefin harcamasının bir başka mükellefin cirosunun bir parçası olması gerçeği sıkça kullanılan bir denklemdir. Vergi iadesi sistemi, kapsamı ve yöntemi nasıl olursa olsun, bu denklemin kullanılmasını kolaylaştıran bir uygulamadır. İleri aşamalarında, sosyal içerikli teşvik mekanizmalarının da an unsurlarındandır. Vergi iadesi kaldırılarak bu denklemin perakende ayağı bir anlamda koparılmıştır.
Bizler vergiden kaçınıyoruz ya da vergi kaçırıyoruz da akıllıyız, vergisini doğruya yakın veren ülkelerin vatandaşları aptal mı? Elbette değil. Biz yeteri kadar korkutulmuyoruz ve vergi sistemimiz vergi vermemeyi, vermekten çok daha fazla özendiriyor olmalı. Kuralların kendileri kadar, uygulanmaları da önemli oluyor.
Yazının Devamını Oku 15 Şubat 2007
UZUN zamandan beri beklenen konut kredileri yasası nihayet Meclis gündemine girdi. Yasadan farklı kesimler farklı şeyler bekliyor. Bu haliyle konut kredileri yasası önümüzdeki dönemde önemli değişikliklere uğrayacakmış gibi görünüyor. Şimdiye kadar, konut kredileri, tüketici kredileri kapsamında yasal bir mevzuata tabi durumdaydı. Yeni yasayla, konut kredileri tüketici kredileri mevzuatından ayrılmış olacak. Böyle olmasının tüketiciler açısından bazı olumsuzlukları var. Bir anlamda, yeni yasa, bu haliyle, konut kredileri kullanıcılarına düzenleme açısından fazla bir avantaj getirmezken, kredi verenlere önemli esneklikler sağlıyor. Yeni düzenlemenin kredi kullanıcıları açısından en önemli yararı, eğer düşerse, konut kredileri faizinin düşmesi olacaktır.
ESNEKLİKLER
Tüketici kredileri yasası Türkiye’de tüketici kredileri kullananları "kral" gibi gören, krediyi verenleri ise kralın reayası olarak gören bir yasadır. Örneğin, tüketici kredisinin vadesi ne olursa olsun, faizi sabittir. Faiz, kredinin vadesi boyunca değiştirilemez. Krediyi alan borcunu vadesinden önce ödemeye kalkarsa, hiçbir cezai masrafı yoktur.
Konut kredileri de bu kapsamdayken, krediyi alanlar sabit faizli borçlarını faizler yükseldiğinde ek bir ceza ödemeden kapatabilmekte, daha düşük faizle yeni bir kredi alabilmekteydi. Yeni yasayla müşteriler yine sabit faizli kredi alabileceklerdir. Ama, krediyi vadesinden önce kapatabilmek için ek bir maliyet yükleneceklerdir. Dolayısıyla, eski krediyi kapatıp yenisinin alınmasının kárlı olabilmesi için faizlerin eskiye göre çok daha fazla düşmesi gerekecektir.
Tüketici kredileri mevzuatı kapsamında konut kredisi alanların bir bölümü aslında konut ipoteği karşılığı uzun vadeli işletme kredileri alıyorlardı. Yeni yasayla, konut kredilerinin, konut kredileri olarak işlev görme olasılığı artacaktır.
Yeni yasa, daha çok, kredi verenlere belli esneklikler sağlayacaktır. Örneğin, bankalar hem sabit faizli hem de değişken faizli konut kredileri pazarlayabileceklerdir. İki farklı kredi için farklı faiz oranları uygulayabileceklerdir. Her şeyden önce, bankalar konut kredilerinde ileriye dönük piyasa risk yönetimini daha iyi yapabileceklerdir.
Kredi verenlerin belli bir esnekliğe kavuşması konut kredileri faizlerinin göreli olarak düşmesine neden olabilecektir. Konut kredisi alanların yeni yasayla elde edecekleri en büyük avantaj da bu alanda olacaktır. Onun dışında, kredi kullananlar kendileri açısından daha az esnek bir mevzuat içinde kalacaklardır. Birçok ülkede uygulandığı halde, yeni yasa konut kredilerine ödenen faizlerin gelir vergisi matrahından düşülmesine bu haliyle izin vermemektedir. Olası vergi kayıpları nedeniyle Maliye Bakanlığı şimdilik bu yaklaşıma sıcak bakmamaktadır.
BİR BAŞLANGIÇ
Konut kredilerinin belli bir mevzuata kavuşacak olmasının bir başka önemli sonucu gayrimenkul piyasasına yatırım yapmayı hedefleyen uluslararası fonların bu piyasaya kaynak getirmesi olacaktır. Bankalarımız ve konut kredisi vermeye yetkili kurumlar konut kredilerinde kullanmak üzere uluslararası piyasalardan yeni fonlar bulabileceklerdir. Bu sayede, konut kredisi verenler risklerini daha iyi idare edebilecekleri gibi, daha fazla miktarda fon bulabileceklerdir. Daha fazla kaynak konut kredilerinde faizlerin düşmesi yönünde yardımcı olacaktır.
İşe bir yerden başlanılmalıydı. Konut kredileri tüketici kredileri yasasından koparılıp kendi içinde daha organize ve anlamlı bir yapıya kavuşturulmalıydı. Şimdi, bu yönde adımlar atılıyor. Uygulamaya geçince, bazı aksaklıklar zamanla çözülecektir.
Yazının Devamını Oku