Ercan Kumcu

Ekonomik verilerin kalitesi yükseltilmeli

15 Mart 2007
SON yayınlanan aylık sanayi üretimi endeksi verilerine göre, sanayi üretimi bu yılın ocak ayında yeniden hızlı bir çıkışa geçti. Ocak ayında sanayi üretimi geçen yılın aynı ayına göre yüzde 14.8 artmış görünüyor. Artışın arkasında bu yıl ocak ayındaki çalışılan gün sayısındaki fark ve 2006 yılı ocak ayındaki sanayi üretimindeki düşüş nedeniyle baz etkisi olabilir. Ama, yine de artış önemli boyuttadır. Genel eğilimler göz önüne alındığında, dış ticaret istatistikleri sanayi üretiminde böyle bir artışı doğrulamamaktadır.

TUİK’İN İŞİ

Son aylarda, Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verileri şaşırtıcı olmaktadır. Verilerin şaşırtıcılığı, verilerin aldığı mutlak değerlerden çok, makro ekonomik veriler arasındaki ilişkilerde geçmiş eğilimlerden kopmalardan kaynaklanmaktadır. Üretim de bu çeşit verilerdendir.

"TUİK gerçeği yansıtmayan verileri yayınlıyor" ya da "düzmece veriler yayınlanıyor" gibi bir iddiada bulunmak zordur. Ama, yayınlanan verilerin kalitesinin çok önemli olduğu vurgulanmalıdır. Kalite düştüğünde, elde olmadan yanlış verilerin yayınlanması, geriye dönük radikal revizyonların yapılması kaçınılmaz olmaktadır. Son yayınlanan sanayi üretimi istatistiklerinde de 2006 yılına yönelik yapılan önemli revizyonlar da verilerin kalitesi yönünde şüpheler uyandırmaktadır.

Verilerin kalite düzeyinin düşüklüğü yalnızca TUİK’ten kaynaklanmıyor olabilir. Örnekleme içine alınan şirketlerin raporlamaları yanlış olup geriye doğru düzeltmeye tutuluyor olabilir. Yine de, örnekleme içindeki şirketlerin doğruya yakın raporlama yapmalarını sağlamaya çalışmak TUİK’in görevleri arasına girer.

TUİK BİLİR OLMAMALI

Bundan önce yayınlanan sanayi üretim endeksine göre, 2006 yılının tümünde imalat sanayi üretimi artışının ortalama yüzde 5.8 olduğu açılanmıştı. Bir ay sonra aynı veri yüzde 5.5 olarak değiştirildi. Değişimin önemli bir bölümü 2006 yılının ilk altı ayındaki üretim endekslerinin revizyonundan kaynaklanıyor.

Geçen ay yayınlanan verilere göre, 2006 yılının ilk altı ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre, imalat sanayi endeksi yüzde 6.2 artmışken, bu ay yayınlanan veriler aslında artışın yüzde 5.5 olduğunu söylemektedir. Bu döneme ait milli gelir rakamları çok daha önceden açıklandığı halde, üretim endeksinde revizyon daha yeni yapılabilmiştir. Geriye dönük milli gelir istatistiklerinde de aşağı doğru bir revizyon yapılması söz konusu olabilecektir.

İmalat sanayi endeksinin alt kalemlerinde yapılan değişiklikler oransal olarak çok daha büyük olabilmektedir. Örneğin, mobilya hariç ağaç ürünleri üretiminin 2006 yılının ilk yarısında yüzde 15 arttığını sanırken, şimdi bu sektördeki üretim artışının aynı dönemde yalnızca yüzde 0.7 olduğunu öğrendik. Bunun tersi olan durumlar da var. Kağıt ve kağıt ürünleri imalarının 2006 yılının ilk yarısında yüzde 10’a yakın düştüğünü sanırken, aslında bu sektördeki üretimin aynı dönemde yüzde 2’ye yakın arttığını öğrenmiş bulunuyoruz.

Bu revizyonlar tüm tahminleri alt-üst edecek niteliktedir. Kaldı ki, revizyon ihtiyacı olsa dahi, çok geç revizyon yapılmaktadır. Bir anlamda, ileriye dönük tahmin yapmayı anlamsızlaştırmaktadır. Bu konuda TUİK çok daha dikkatli olmalıdır. TUİK açısından yaratılacak en kötü ortam ekonomik birimlerin TUİK verilerine bakarak tahmin yapmayı bırakıp "TUİK bilir" demeleridir.
Yazının Devamını Oku

Piyasalar nereye bakıyor

14 Mart 2007
BİZLERİ ilgilendiren küresel mali piyasalar dendiğinde altına, petrole, ham maddelere, gelişmekte olan ülkelerin bono ve hisse senetlerine yatırım yapan yatırımcıların oynadığı alan anlaşılmalı. Bu piyasalar bizleri olumlu ya da olumsuz etkiliyorlar. Bu alanda boy gösteren oyuncular yatırım araçlarının fiyatları artmadan alıma geçmek, düşmeden önce de satış yapmak isterler. Düşen piyasalarda en önce satabilen en az zararla (en çok kárla) yatırımlarından çıkmış demektir. Geçmişte yapılan kárlar bu şekilde korumuş olur.

O halde, piyasalarda fiyatların düşmesine neden olabilecek her haber çok değerlidir. Haberin değeri, oyuncuların hangi yönde hareket edeceğini önceden kestirebilmeyi sağladığı ölçüde fazladır. Nedir bu haberler?

HABERLER

İki yıldır Amerikan ekonomisinin bir duraklamaya girip girmeyeceği konuşulmaktadır
. Eğer Amerikan ekonomisi duraklarsa, en çok mal aldığı Çin ekonomisi de yavaşlayacaktır. Son beş yıldır emtia fiyatlarını artıran Çin talebinin düşmesi emtia fiyatlarını da düşürebilecektir. Dolayısıyla, Amerikan ekonomisinin duraklayabileceği yöndeki her türlü haber yatırımcıların sinirlerini bozmaktadır. Yatırımlarından çıkma eğilimine girmektedirler. Amerikan ekonomisinin performansı bizler için bu açıdan önemlidir.

Yatırımcıların çok büyük bir bölümü yatırımlarını borçlandıkları paralarla yapmaktadırlar. Borçlanılan paraların faizinin artması yatırımcıları kaygılandırmaktadır. Maliyetleri artmaktadır. Belli bir riske göre yatırımlarından bekledikleri getiri ile o yatırımların finansman maliyeti arasındaki fark azalmaktadır. Dolayısıyla, yatırımlarını satıp borçlarını ödeme eğilimi artmaktadır.

Amerika’da faizler artma sürecindeyken, yatırımcıların özellikle faizler yüzde 4’ün üzerine geldiğinde bu şekilde davrandıklarını birden fazla kez gözledik. Şimdi aynı eğilimleri Japon Yeni konusunda gözlüyoruz.

Japon yeni dünyanın en düşük faizine sahip paralarından biri durumunda. Japon yeni borçlanıp dünyanın başka yerlerinde aynı parayı çok daha yüksek getirilerle değerlendirmek mümkün olabiliyor. Bunu yapabilmek için Japon yeninin beklenmedik bir biçimde değer kazanmaması ve Japon faizlerinin çok artmaması gerekmektedir.

Japon yeni borçlanıp elde edilen yenleri satarak başka paralar cinsinden yatırımlara girmek yenin değerini düşürmektedir. Tüm piyasa bu yönde hareket ettiğinde, yenlerini önceden bozduranlar borçlanma maliyetlerini başka paralar cinsinden daha da düşürebilmektedir.

Değeri yükselen bir para cinsinden borçlanmak borçlanma maliyetini artıran bir gelişmedir. Bu nedenle Japon yeninin değerinin dolar ve/veya Euro’ya göre artması yatırımcıların sinirlerini bozmaktadır. Yenin değerinin artması hem birilerinin yen alımına geçip borçlarını ödediği hem de borçlanma maliyetlerinin arttığı anlamına gelmektedir.

Borçlanma maliyetlerinin artmasıyla, yatırımlarını satıp Japon yeni borçların ödenmesi, daha karlı hale gelmektedir. Bu eğilimin doğal sonucu Japon yeninin değerini artırmaktadır. Çünkü, yatırımcılar başka paralar cinsinde yatırımlarını satıp Japon yenine dönmekte ve yen talebini artırarak yenin değerlenmesine neden olmaktadırlar.

ÖĞRENDİKLERİMİZ

Bütün bunlardan şunları öğreniyoruz:

1. Küresel düzeyde ekonomik durgunluk kötü olacaktır. Emtia fiyatları düşüş eğilimine girebileceğinden, yatırımcılar ellerindeki emtia yatırımlarını satıp küçülmeye çalışacaklardır.

2. Japon yeni değer kazanırsa, yatırımcıların maliyeti artacağından yatırımlarını satma eğilimine girebileceklerdir. Aynı zamanda, başkaları yen alıp borçlarını kapatıyor demektir. Sürüye katılmak için bir işarettir.

3. Gelişmiş ülkeler faizleri artırmaya devam ederlerse, borçlanma maliyetleri artacağından, yatırımcılar yine satıcı olabileceklerdir.

Küresel yatırımcıların satış eğiliminde olmaları bizim işimize gelmemektedir.
Yazının Devamını Oku

Hazır parayı çarçur etmeden duramıyoruz

13 Mart 2007
BİR yerlerde toplu bir para gördük mü, hemen nasıl harcayabileceğimizin hesabını yapmaya başlıyoruz. Başka amaçlar için birikmiş parayı amaçları dışında harcamak toplumsal içgüdümüz haline dönüştü. Bunun son örneğini de geçenlerde gördük. İşsizlik sigortası kuruldu. Amacı belli bir dönem işsizlik sigortasına prim ödemiş çalışanların işsiz kaldıklarında belli bir süre gelir elde etmesiydi. Yeni kurulmuş olması nedeniyle, sistem, harcaması az, geliri yüksek bir dönemini yaşıyor. Doğal olarak da, sistemde para birikiyor. Biriken paralar içimizi gıcıklamaya başladı.

HEP YAPIYORUZ

İşsizlik sigortasında biriken paralar çeşitli kesimlerin gözüne batmaya başladı. "Dağıtın da, yiyelim" sesleri yükselmeye başladı. Hemen yeni projeler üretilmeye başlandı. Projelerin en yenilerinden birisi bu paraların yeni istihdam edilen çalışanların sosyal güvenlik primlerinin ödenmesinde kullanılması oldu. İlk duyulduğunda, kulağa hoş gelen bir öneri.

En büyük sorunu işsizlik olan bir ülkede birikmiş bir parayı yeni istihdam edilenlerin sosyal güvenlik primleri için kullanılması işverenler açısından yeni insanların işe alınmasını daha az maliyetli yapacak. Böylece, istihdam artacak!

İşsizlik sigortasında 25 milyar YTL birikmiş görünüyor. Bu para bitince ne olacak? İşsizlik sigortasından gelir elde etmeye hak kazanmışların paraları nasıl ödenecek? Yoksa, işsizlik sigortasını da sosyal güvenlik sistemine mi benzetmeye çalışıyoruz? Hazır paraları bol keseden dağıttıktan sonra devlete yaslanmayı mı planlıyoruz? Kaynağı varmış gibi görünen, aslında başka işlerin kaynağı olacak birikimlerden harcanacak her kuruş yarın Hazine’nin üstlenmek durumunda kalacağı ek harcama kalemleri olacaktır.

Geçmişte bütün bunları yaşadık. Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu (DFİF) kuruldu. Fonda önce para birikti. Biriken paralar iştahımızı kabarttı. Fonun harcama kapsamını genişletip iflas ettirdik. Sonunda paralar bitti, harcamaları devlet bütçesinin üzerinde kaldı.

Yatırımları teşvik ediyoruz diye Kur Riski Sigorta Fonu (FERİS) kuruldu. Enflasyonun yüzde 50 olduğu ülkede yüzde 25 TL faiziyle şirketlerin dış borçları devlet tarafından üstlenildi. Önce büyük paralar birikti. Paraların biriktiğini görünce, fon kapsamındaki kredilerin TL faizlerini düşürüp kapsamını genişlettik. 1980’lerin sonunda sistem çatırdamaya başladı. Önce 1994, ardından 2001 krizleri FERİS’i darmadağın etti. Zararlarını Hazine ödedi.

Tasarrufları Teşvik Fonu kuruldu. Bunun uygulama aslında istihdam vergisinin bir başka biçimiydi. Devletin bireylerden bir çeşit borçlanması şeklinde düşünüldü. Paralar çarçur edildi. Buharlaşan paraları Hazine geri ödemek durumunda kaldı.

SORGULAMALIYIZ AMA DELMEMELİYİZ

İşsizlik sigortasında biriken paralar devletin oluşturduğu teşvik mekanizmasının bir parçası olarak kullanılmamalıdır
. Kullanılırsa, bunun da akıbeti diğerlerinden farklı olmayacaktır.

İşsizlik sigortası çalışanlar için kurulmuş güvence mekanizmasının önemli bir parçasıdır. Biriken para beklenenin üzerinde olmuş olabilir. Olasılık hesapları geniş tutulup aslında toplanan primler gereğinden yüksek olmuş olabilir. Öyleyse, konunun bu yönü araştırılmalıdır. Ama, sistemdeki para çarçur edilmemelidir. Amaçları dışında kullanılmamalıdır.

Aksi bir uygulama, geçmişteki içgüdülerimizin depreştiği anlamına gelecektir.
Yazının Devamını Oku

Çalkantıdan genellemeler

12 Mart 2007
Şubat ayının son haftasında başlayıp beş gün kadar süren küresel çalkantı birçok açıdan öncekilerden oldukça farklıydı. Son çalkantı gelişmiş ya da gelişmekte olan ülke ayrımı yapmadı. Tam anlamıyla küresel bir olumsuzluktu. Neyse ki, şimdilik kısa sürmüş görünüyor. Küresel yatırımcılar hisse senedi piyasalarından çıkma eğilimi gösterdiler. Bono ve para piyasaları benzer boyutta bir çalkantı yaşamadı. Çalkantı yaşanan ülkelerde, bono ve para piyasalarındaki rahatsızlıklar daha çok hisse senedi piyasalarındaki çalkantıların tsunamisiydi denebilir.

Bizim gibi ülkelerde ulusal hisse senedi piyasasının ekonomik durumu ya da ileriye dönük iktisadi beklentileri yansıttığı söylenemez. Borsa, yerliler için iyi bir kumar, yabancılar için ise yerliler üzerinden para kazanma platformudur. Dolayısıyla, borsanın düşmesi de yükselmesi de fazla bir şey ifade etmez. Konun önemli tarafı borsadan gelebilecek çalkantıların ekonomi için önemli olan kur ve faiz gibi diğer değişkenleri etkileyip etkileyemeyeceğidir.

ÇOK YÜKSELEN ÇOK DÜŞER

Son çalkantıda göze çarpanları şöyle özetleyebiliriz:

1. Küresel yatırımcıların bilanço küçültmek için varlıklarını satması yalnızca gelişmekte olan ülkeleri ilgilendiren bir konu değildi.

2. Fiyatların hızla yükseldiği piyasalar hızla değer kaybeden piyasalar oldular.

3. Hacmi dar, dolayısıyla likiditesi fazla olmayan piyasalar en büyük darbeyi aldılar.

4. Farklı nedenlerle oluşan geçmiş küresel çalkantılarda en fazla darbe alan ülkeler bir sonraki çalkantıda da en fazla darbe almaya aday oldular.

Son çalkantıda Avrupa kıtasında en fazla darbe alan AB üyeleri İspanya ve İrlanda oldu. Aslında, ikisi de AB’nin ekonomik büyüme konusunda başarı hikayesini yazan ülkeler konumundalar. Büyük Avrupa ülkeleri sürünürken, İspanya yüzde 4’e yakın, İrlanda yüzde 5’in üzerinde büyüyor. Son çalkantıda her iki ülkenin borsası göreli olarak daha fazla hırpalandı.

İskandinav ülkelerinde borsalar son dönemde hızla artmıştı. En fazla düşüşü de yine onlar yaşadılar. Fransa, İtalya ve İsviçre fazla bir şey hissetmedi. Onlar hem yavaş büyüyorlar hem de borsaları yakın geçmişte harikalar yaratmadı. Diğerlerine göre, İngiltere ve Amerikan piyasaları da bu çalkantıda az yara alan piyasalardandı.

Gelişmekte olan ülkeler arasında en fazla darbeyi alanlardan biri Türkiye borsası oldu. Bizden daha hızlı düşen borsalar vardı. Örneğin, İstanbul borsası yüzde 9.2 düşerken, Rusya yüzde 11.8, Brezilya yüzde 9.7 düştü. Bizi diğerlerinden ayıran en büyük fark borsayla beraber yerli paranın değer yitirmesiydi. Türk Lirası dolara karşı çalkantı süresince yüzde 5.4 değer yitirdi. Bizden sonra parası değer yitiren ikinci ülke Brezilya’da kayıp yüzde 2.5 civarındaydı.

OYUN DEVAM EDİYOR

Faizi düşük ülke parasıyla borçlanıp faizi yüksek ülkelerden bono almaya ya da yükseleceği beklenen borsalardan hisse senedi almaya Türkçe’si bulunamadığından "carry-trade" deniyor. Son çalkantının önemli tetikleyicisi carry-trade’cilerin ellerindeki hisse senetlerini satıp Japonya’dan yaptıkları borçlanmaların bir kısmını ödemeye çalışmaları oldu. Japonya’da faizler hala düşük. Yükselse de, dünyanın en düşüğünden biri olmaya devam edecek. O halde, bu oyun devam edecek. Yenisi başladı bile. Oyun devam ettiği sürece de, yeni çalkantıların tohumları ortalığa serilecek.

Şimdiye kadar Japonya dışındaki fonlar bu oyunu oynuyorlardı. Durumları giderek düzelen Japon firmaları da bu oyuna katılabilecekler. Piyasa daha da büyüyebilecek. Sonuçta, bizim gibi ülkeler davulu taşımaya devam ederken, tokmak yine dışarıda kalmaya devam edecekmiş gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Kadın ve üretim

11 Mart 2007
GELİŞMİŞLİĞİN çeşitli tanımları yapılabilir. Örneğin, kişi başına gelir düzeyi ekonomik gelişmişliğin önemli göstergelerindendir. Ama, hangi tanımı kullanırsak kullanalım, kadınlarını üretime sokamamış bir topluma "gelişmiş" diyemeyiz. Basit gözlemler bu gerçeği çok daha iyi göstermektedir. Her ülkede büyük binalar görebilirsiniz. Her ülkede otoyollarda seyahat edebilirsiniz. Ama, kadınlarını üretime sokamamış ülkelerde bir şeylerin eksikliğini hemen hissedersiniz. Böyle ülkelerde, ekonomi gelişmiş gibi görünse de, o ülkenin insanları gelişmemiştir.

AVRUPA BİRLİĞİ

Türkiye’nin kadınlarını üretimin bir parçası yapma konusundaki karnesi hiç iyi değildir
. Avrupa Birliği (AB) ile tam üyelik müzakerelerine başlamış bir ülke olarak yakın bir gelecekte Maastricht Kriterleri’ni sağlayabiliriz. Bu kriterler bazı makro ekonomik verilerin düzeyleriyle ilgilidir. Ama, bu kriterleri tutturmak yetmeyecektir.
/images/100/0x0/55eb16b7f018fbb8f8aa4bbf
Kamu borcunu milli gelirin yüzde 60’ının altına getirebiliriz. Enflasyonu yüzde 3’ün altına getirebiliriz. Faizleri AB üyelerinin düzeyine indirebiliriz. Bir gün, Türk Lirası’nı bırakıp Euro’ya geçebiliriz. Ama, kadınlarımızı üretime sokamazsak, AB’ye giremeyiz. Girebilsek de, çok sırıtırız. Sorun oluruz. Yarattığımız sorunları "din farkı" ya da "gelenek farkı" gibi kavramlarla açıklayamayız. Kadınları organize üretimde olmayan bir toplum gelecek vadeden bir toplum olmaktan uzaktır.

Tabloda AB üyelerinin bazılarında 2005 yılında kadın nüfusun istihdam oranı verilmektedir. İstihdam oranı, 15-64 yaş grubunda istihdam edilenlerin bu yaş grubundaki nüfusa oranı olarak tanımlanmaktadır. Tablo çok çarpıcıdır.

AB’nin 27 ülkesinin ortalama kadın istihdam oranı 2005 yılında yüzde 56 iken Türkiye’de bu oran yarı yarıyadır. Kişi başına milli gelirleri göreli olarak bize yakın yeni AB üyelerinde dahi durum bizden çok iyidir. Örneğin, Bulgaristan’da kadın istihdam oranı yüzde 51.7, Romanya’da yüzde 51.5’dir.

Konunun daha da vahim tarafı Türkiye’de kadın istihdam oranı giderek bozulmasıdır. Türkiye istatistik kurumunun verilerine göre, 2006 yılında kadın istihdam oranı yüzde 22.3 iken, bu oran 2000 yılında yüzde 24.9, 1990 yılının nisan ayında yüzde 30 civarındaydı. Yani, geriye gidiyoruz.
/images/100/0x0/55eb16b7f018fbb8f8aa4bc1
GERİLİYORUZ

Grafikte kadın ve erkek nüfusların işgücüne katılım oranları (15 yaş üstü işgücündeki nüfusun bu yaş grubundaki nüfusa bölümü) 2003 yılından bu yana gösterilmektedir. Erkek nüfusun işgücüne katılma oranı bazı dalgalanmalar gösterdiği halde, yüzde 71.5 civarında görünmektedir. Kadınlarda ise bu oran son yıllarda kararlı bir biçimde düşmektedir.

Türkiye, kadınların işgücüne katılıp istihdam edilebilmeleri yönünde radikal adımlar atmak zorundadır. Bu alanda bir ilerleme sağlayamadığımız taktirde, enflasyon, faiz ve kur gibi bir takım makro ekonomik hedefleri tutturarak AB’nin bir parçası olmayı hayal bile etmemeliyiz.
Yazının Devamını Oku

Küresel ekonominin direksiyonunda yatırım fonları

9 Mart 2007
SERMAYE hareketlerinin küresel bazda serbestleşmesiyle yatırım fonları dünyanın dört bir tarafını sardı. Bu fonlar yalnızca katılımcıların anapara ve getirilerini çalıştırmakla kalmayıp aynı zamanda katılımcıların paralarıyla edinilen varlıkları teminat göstererek borçlanma yapabiliyorlar. Bu şekilde, katılımcıların ana paralarına getiriyi azamiye çıkarmaya çalışıyorlar.

Küresel düzeyde oyuncu olan yatırım fonları genellikle oturmuş emeklilik fonları olan, halkın mali yatırımları büyük ülkelerde oluşuyor. Bu açıdan, Batı Avrupa, Amerika ve Japonya’nın yatırım fonları dünya piyasalarına yön verebiliyorlar denebilir.

AMERİKA

Amerika Birleşik Devletleri
finansal varlıklar açısından en zengin ülkelerden biri durumunda. 2005 yılı sonu itibariyle Amerika’da 54 milyon hane halkı en az bir yatırım fonuna para yatırmış durumda görünüyor. Halbuki, 1980 yılında yatırım fonlarına para koyan hane halkı sayısı yalnızca 4 milyonun biraz üzerindeymiş.

Yatırım fonlarına para koymuş hane halkı reisinin ortalama yaşı 48 civarında. Bu insanların dörtte üçünün eşi de çalışıyor. Yaklaşık 125 bin dolar civarında finansal varlıkları var.Ortalama dört farklı yatırım fonuna para koyuyorlar. Bu kişilerin ortalama yıllık gelirleri 70 bin dolar civarında.

Amerikan hane halklarının finansal varlıklarının yüzde 32’si emeklilik hesaplarında değerlendiriliyor. Bu oran 1990 yılında yüzde 22 civarındaydı. Bundan sonraki en popüler yatırım aracı hisse senetleri. Hane halklarının toplam finansal varlıklarının yüzde 18’ine yakını hisse senetlerinde duruyor. Bu oran 1990 yılında yüzde 15 idi.

Amerikalılar yalnızca kendi ülkelerinde değil, dış ülkelerin mali sistemlerine de yatırım yapıyorlar. Örneğin, 2005 yılında Amerika’da yerleşiklerin Amerika dışında değerlendirdikleri yatırımları (akım bazında) 426 milyar dolar olmuş. Bu kalem 1990 yılında 81 milyar dolarmış. Aynı şekilde, Amerika dışındaki yerleşiklerin Amerikan mali sistemine gönderdikleri para 1990 yılında 81 milyar dolarken 2005 yılında 446 milyar dolara ulaşmış. Yani, akımlar karşılıklı.

Amerika’daki yatırım fonlarının 2006 yılı (eylül itibariyle) performanslarının (getirileri) ortalama yüzde 5 civarında olduğu söylenebilir. Ama, gelişmekte olan ülkelerdeki hisse senetlerine yatırım yapan yatırım fonlarının getirileri bu dönemde yüzde 44 olmuş. Enerji sektörü yatırımlarının dışında, en yüksek getiri elde eden yatırım fonları zaten gelişmekte olan ülkelere yatırım yapanlar oluyor. Bunların dışında en yüksek getiri emlak (mortgage) piyasasına (getirisi yüzde 26) yatırım yapan fonlardır.

Bu çeşit fonlar son yıllarda hızla büyüyorlar. Büyüdükçe yatırım yaptıkları alanlardaki sorunları da beraberinde getiriyorlar.

YENİ DÜZEN

Dünya çapında yatırım fonları sermayelerinin 3-5 trilyon dolar olduğu biliniyor
. Küresel bazda hareket eden toplam finansal sermayenin ise dünya milli gelirinin on katına (450 trilyon dolar) ulaştığı tahminleri yapılıyor. Bir günde dünyanın belli başlı paraları arasındaki işlemler toplamının 3-5 trilyon dolara ulaştığı söyleniyor.

Böyle bir piyasada, ne döviz kurlarının ihracat, ithalat ve ödemeler dengesi gibi temel makro ekonomik değişkenlerden yönlendiği ne de faizlerin merkez bankalarının para politikalarıyla kısa vadede çok fazla ilişkisi olduğu iddia edilebilir. Zaten, gözlemler de bizleri farklı sonuçlara ulaştırıyor. Örneğin, Amerika, Avrupa ve Japon merkez bankaları kısa vadeli faizleri artırmaya devam ederken, yatırımcılar orta-uzun vadeli faizleri çok fazla değiştirmemeye kararlı görünüyorlar.

1900’li yılların ikinci yarısına göre, 2000’li yıllarda çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. Farklı dünyanın farklılıklarını doğru tespit edip aynı paralelde kurumsallaşmak ve yönetim ilkeleri oluşturmak zorunlu hale gelmektedir. Aksi taktirde, küresel ekonomiler daha sık ve daha sert dalgalanmalarla karşı karşıya kalabilecektir.
Yazının Devamını Oku

Küresel sermayeye küresel denetim gerekli

8 Mart 2007
GELİŞMEKTE olan ülkelerin makro ekonomik dengeleri büyük ölçüde küresel sermayenin insafına bırakılmış durumda. Küresel sermaye hareketlerinin neden olduğu olumsuz dengeler doğal olarak tepki doğuruyor. Genellikle tepkiler yanlış yönde oluyor.

Küresel sermayenin alacağı yön temelde ulusal ekonomilerin genel görünümüne bağlı olsa da, oluşan olumsuzluklar mutlaka bir ülkedeki görünümün bozulmasından kaynaklanmıyor. Birçok açıdan ulusal ekonomiler ne denli sağlam gibi görünseler de, küresel sermayenin gazabına uğradıklarında, olumsuzluklardan kurtulmak için çok fazla şansları olmuyor. Bu olguyu son yıllarda daha fazla ve sık yaşamaya başladık.

PİYASAYI ANLAMAK

Makro politikaların sağlam olması, ekonomilerin istikrar içinde dengelerinin korunması için ön şart olsa da, kısa dönemde yeterli şart olmaktan çıktı
. Küresel sermayenin gözetim ve denetimi olması gerektiği istikrar içinde dengelerin korunmasının önemli bir unsuru olduğu giderek daha iyi anlaşılıyor.

Gelişmiş ülkelerdeki hakim görüş küresel sermayenin çekirdeğini oluşturan yatırım fonlarının (özellikle hedge fonları) denetiminin gereksizliği yönündedir. Bu görüşe göre, yatırım fonlarının müşterileri olan kesimlerin büyük bir bölümü zaten gözetim altındadır.

Bu çeşit yatırımcıların başında da emeklilik fonları gelmektedir. Dolayısıyla, yatırımcılar gözetim ve denetim altında olduğundan, onların paralarını emanet ettikleri fonları ayrıca denetlemek gerekmemektedir. Dolaylı bir denetim zaten vardır denmektedir. Bu yaklaşım son 10-15 yılda gelişen finans mühendisliği ve onun çıktısı türev ürünleri ihmal etmektedir. Piyasa dinamiklerini göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir.

Öyle türev ürünler ortaya çıkmıştır ki, yeteri kadar makyaj yapıldığı taktirde, her türlü mali yatırım, denetlenen yatırımcıların yatırım yapabileceği bir kılıfa girebilmektedir. Bir anlamda, ulusal düzeydeki denetim ve gözetim otoriteleri de aciz durumdadırlar. Türev yatırım araçlarının üzerinden makyajın kaldırılıp gerçekten riskin ne olduğunu hesaplamak ulusal düzeyde giderek olanaksızlaşmaktadır.

Hal böyle olunca, yatırımcıların denetlenmesi dolaylı yoldan yatırım araçlarının denetlenmesi anlamına gelmemektedir. Yatırım araçlarının (fonların) gözetim ve denetimi de önem kazanmaktadır. Yatırım araçlarının gözetim ve denetimi ise ülke bazında yapılabilecek bir iş olmaktan çıkmıştır. Yatırım fonu denen kağıt parçaları dünyanın dört bir tarafındaki varlıklardan oluşabilmektedir.

KORUMACILIĞA ÖNLEM

Kısacası, küresel sermayenin küresel düzeyde gözetim ve denetimi uluslararası sermaye akımlarına belirli bir istikrar kazandıracaktır. Bu işi yapabilecek kurum IMF olabilir. IMF, bir yandan ülke ekonomilerinin istikrarını gözetirken, diğer yandan küresel sermayenin istikrarını sağlamaya çalışabilir. Bu yönde bazı öneriler de masaya konmuştur.

Bir başka seçenek farklı ülkelerdeki mali sistemin gözetim ve denetiminden sorumlu kuruluşların oluşturabileceği küresel bazda bir üst kurum oluşturulmasıdır. Böyle bir yaklaşım hem ülke bazında mali sistemin gözetim ve denetiminin küresel bazda uyumlu olmasını sağlayacaktır hem de ülkelerarası sermaye akımlarının denetimini kolaylaştıracaktır.

Gözetim ve denetim her zaman tercih edilen bir yaklaşım değildir. Ama, diğer seçenek korumacılıksa, gözetim ve denetim korumacılığa tercih edilmelidir. Gelişmeler korumacılığın giderek öne çıktığına yönelik işaretler vermektedir.
Yazının Devamını Oku

Piyasalara bir şeyler oluyor

7 Mart 2007
KÜRESEL düzeyde piyasalar karıştı. Bu kez piyasalardaki dalgalanmalar daha öncekilerden farklı görünüyor. Borsalar düşüyor. Emtia ve hammadde fiyatları da düşüyor. Ortalarda sakin liman bulmak zorlaştı. Bono piyasaları göreli olarak daha güvenli görülüyor.

Yatırımcılar küresel düzeyde yatırımlarını çözüyorlar. Kendi parasını çalıştıranlar nakde dönüyorlar. Borçlanarak yatırım yapanlar borçlarını ödemeye çalışıyorlar. Rahatsızlığın önemli bir bölümü de buradan kaynaklanıyor. Yani, bilançolar küçülüyor. Küçülen bilançolardan gelişmiş ya da gelişmekte olan ayırımı yapılmaksızın tüm dünya nasibini alıyor./images/100/0x0/55ead49af018fbb8f8997328

Borçlanma maliyetinin artacağı beklentisiyle (ya faizlerin yükseleceği ya da borçlanılan paranın değerinin artacağı beklentisiyle) yatırımcılar ellerlindeki hisse senetlerini ya da emtia/hammadde stoklarını satmakta ve borçlarını ödemeye çalışıyorlar. Ortaya çıkan resim hiç de hoş değil.

BEKLE GÖR

Tabloda borsa endekslerindeki bu yılın en yüksek değeri ile geçen pazartesi günü gerçekleşen endeks değerlerindeki yüzde değişmeler veriliyor. En yüksek endeks değeri de çoğu borsada Şubat ayının son haftasında gerçekleşti. Yani, tablodaki değişmelerin büyük bir bölümü son 5-10 gün içinde gerçekleşti.

Tahminlere göre, son bir haftada dünya çapında hisse senetlerinin değeri 2 trilyon dolar kadar düştü. Bu çeşit son karışıklık 2002 yılı sonu ile 2003 yılı başında yaşanmış ve dört ay kadar sürmüştü. Şimdiki karışıklığın ne kadar süreceğini kestirebilmek elbette olanaksız. Ama, dört ay sürmeye kalkarsa, bu kez, olasılığı çok yüksek olmasa da, karışıklığın bir küresel bir krize dönüşme olasılığı göz ardı edilmemeli. Çünkü, borçlanarak yapılan yatırımlarda elde tutulan varlıkların değerinin düşmesi yeni satışları da zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla, piyasalardaki her düşüş yeni düşüşlere yol açmaktadır. Birbirini besleyen bir süreç söz konusudur.

Petrol fiyatı düşüyor. Altın fiyatı yeniden düşüş eğilimine girdi. Bakır, alüminyum ve gümüş fiyatları da benzer bir baskı altında. Emtia piyasalarını yönlendiren eğilimler Amerika’da ev kredileri piyasasını (mortgage market) da karıştı.

Bugüne kadar gözlenenlerin şişen balonun biraz hava kaybetmesi mi yoksa balonun patlamakta mı olduğu yolunda bir yorum yapmak zor. Ama, yatırım araçlarının ucuzladığı yolundaki tavsiyelere uyarak herhangi bir yönde harekete geçmek de şimdilik çok anlamlı görünmüyor.

Küçük yatırımcılar olan biteni kenardan izlemelidir. Fiyatların oturmasını beklemelidir. Aksi taktirde, bugün ucuz gibi görünen yatırım araçlarının yarın çok pahalı olduğu anlaşılabilir. Dünkü gibi, bazı piyasalarda önümüzdeki dönemde düşüşlerin yanında artışlar da yaşanacaktır. Birkaç günlük gelişmelere bakarak kararlar değiştirilmemelidir.

TÜRKİYE

Küresel sarsıntı Türkiye’de farklı hissediliyor. Örneğin, Türkiye’de, her sarsıntıda olduğu gibi, faiz ve döviz kuru yükselirken, Borsa düşüyor. En fazla düşen borsaların başında yine İstanbul Menkul Kıymetler Piyasası geliyor. Halbuki, diğer gelişmekte olan ülkelerde borsalar düşüyor, ama yerli para o denli değer kaybetmiyor. Türkiye dışında parası en fazla değer kaybeden ülke Brezilya (yüzde 3’e yakın) oldu. Bu açıdan da, Türkiye’deki yatırımcılar dikkatli olmak zorundadırlar.

Geçen hafta pazartesi gününden bu hafta pazartesi günü arasında Türk lirası (Merkez Bankası kurlarıyla) Euro’ya karşı yüzde 5.3, dolara karşı yüzde 5.4 değer kaybetti. Hazine faizleri yüzde 18’lerden yeniden yüzde 20’nin üzerine sıçradı. Dolayısıyla, küresel çalkantının Türkiye’deki etkisi daha geniş ve derin görünüyor. Bu konuda kısa dönemde yapacak fazla bir şeyin olmadığını küçük yatırımcılar yatırım kararlarında hesaba katmalıdır.
Yazının Devamını Oku