13 Eylül 2007
BU yıl kamu finansman dengesi iyi gitmiyor. Bir anlamda, bu yılın performansı geçen yılki başarının esiri oldu. Geçen yıl bir kereye mahsus gelirler küçümsenmeyecek düzeydeydi. Normal vergi gelirleri artış eğilimdeydi. Harcamalarda belli bir disiplin vardı. Faiz giderleri yılın özellikle ilk yarısında tahminlerin altında gerçekleşmişti.
Bu yıl geçen yılın bütün iyi dinamikleri tersine döndü. Artık bir kereye mahsus yeni gelirler yok. Vergi gelirlerindeki artış enflasyonun dahi altında seyrediyor. Ekonomik büyümenin yavaşlaması vergi gelirlerini olumsuz etkiliyor. Faiz harcamaları artış eğiliminde. Faiz dışı harcamalar rayından çıkma eğiliminde.
TERSE DÖNÜŞ TEHLİKESİ
Kamu kurumlarının zararları artıyor. Hükümetin kamu kesiminin ürettiği mal ve hizmetlerde fiyat ayarlamalarına (özellikle elektrikte) sıcak bakmaması zararları daha da büyütüyor. Zararları önleyebilecek tasarruflardan ise kaçınılıyor. Önce genel seçimler nedeniyle büyük ölçüde bozulduğu düşünülen mahalli idarelerin finansman yapısı yaklaşan mahalli idareler seçimleriyle daha da bozulacak gibi görünüyor. Kısacası, kamu kesimi finansman dengesinin her tarafı dökülüyor.
Yılın ikinci üç ayında milli gelir büyümesi tahminlerin altında kaldı. Büyüme son altı yıllık ortalamanın da oldukça altında görülüyor. Büyümedeki yavaşlamanın devam edip etmeyeceğini şimdiden kestirmek zor. Ama, görünüş kamu finansmanı açısından sevimli değil. Ekonomik büyümenin düşmesi vergi gelirlerinde umulan artışın da azalacağı anlamına geliyor.
Harcamaların yüzde 20’nin üzerinde arttığı, gelir artışlarının ise yüzde 7’lerde kaldığı bir ortamda kamu kesimi finansman dengesi enflasyon görünümü açısından da çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. Son altı yıldır bütçe dengesini iyileştiren dinamiklerin tersine dönme olasılığını artırıyor.
Kamu finansman dengesi bozuldukça faizler artacak, en azından düşmeyecektir. Dolayısıyla, artan borç stokuna paralel olarak bütçedeki faiz harcamaları hem nominal hem de reel olarak artma eğilimine girecektir. Kısır döngüyü ters çevirebilmek için faiz dışı dengenin daha da artırılması gündeme gelecektir. Yani, faiz harcamaları arttıkça, faiz dışı harcamalardan tasarruf yapma ihtiyacı artacaktır. Siyasi olarak sevimsiz seçeneklerle karşı karşıya kalınacaktır.
GELENEKSEL REFLEKS
Bu yıla yönelik olarak ciddi önlemeler alarak bozulan kamu finansman dengesini yıl sonuna kadar düzeltmek mümkün görünmektedir. Yılın ilk dokuz ayı zaten bitmek üzeredir. Üzerinde durulması gereken 2008 yılı bütçesinin ciddi önlemlerle kabul edilebilir bir dengede bağlanıp inandırıcı bir uygulama içinde olunmasıdır.
Aksi taktirde, kamu finansman açıklarından gelen baskılarla bozulabilecek enflasyon görünümü karşısında, enflasyon hedefine odaklanmış bir para politikası kamu finansman dengesini daha da içinden çıkılmaz bir duruma sokabilecektir. Geleneksel reflekslerimizle, bozulan görünümün faturası Merkez Bankası’na çıkarılmaya çalışılabilecektir. Bunca çabalar boşa çıkabilecektir. Bu süreç şimdiden başlamış gibi görünüyor.
Sorun çok ciddidir. Konunun ciddiyetine paralel davranılmasında büyük yararlar vardır. Ekonomideki başarısıyla göz dolduran siyasi iktidarlar yine aynı konudaki çuvallamasıyla popüler olmaktan uzaklaşabilirler.
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2007
ULUSLARARASI düzeyde sıkı bir çalkantı ya da kriz yaşandığında, Alman mali sisteminden kötü haberler gelir. Bir ya da birkaç Alman finans kurumu zor duruma düşer. Aslında bu durum şaşırtıcıdır. Dünyanın en önde gelen gözetim ve denetim sistemi Almanlara aittir. Uluslararası düzeyde uygulamaya konan gözetim ve denetim kurallarının oluşturulmasında Almanlar hep öndedir. Avrupa Birliği’nde oluşturulan gözetim ve denetim sisteminin esin kaynaklarının başında Almanya’nın sistemi gelir.
Basel kurallarının oluşumunda Alman mali sistemi liderlerden biridir. Kredi riskinin daha iyi ölçülmesi için yapılan beyin fırtınalarında Almanlar lider rolündedir. Finans kurumlarının yüklendiği piyasa riskinin ölçülmesi ve idaresinde Almanların katkıları küçümsenemez.
DENETİMİN KAPSAMA ALANI
Bütün bunlara rağmen, Alman bankalarının bir bölümü her uluslararası krizde az ya da çok sallanır. Hep onlar haber olurlar. Bazıları devlet ya da ana ortağı bir başka kurum tarafından kurtarılmak zorunda kalır. 1990’ların ikinci yarısında yaşanan Asya ve Rusya krizlerinde de böyle olmuştu. Şimdi, son yaşanan Amerika kaynaklı "borç krizi"nde de böyle oldu. İki Alman bankası kurtarılmak zorunda kaldı. Belki sırada başkaları da var.
Gözetim ve denetim sistemi bu denli gelişmiş bir ülkede neden böyle oluyor?
Galiba, bu sorunun yanıtı gözetim ve denetim sisteminin kapsama alanının sınırlı olmasından kaynaklanıyor. Dünya çapında çok büyük özel Alman bankaları var. Bunların yanında, çoğunun boyutları oldukça küçük, ama sayıları çok fazla bölgesel tasarruf sandıkları var. Asıl sorun onlar.
Bu kuruluşlara kooperatif bankaları denebilir. Bir anlamda, bizim tarım satış kooperatifleri gibi, adı kooperatif olmalarından dolayı bu bankalara özel sektör bankaları denebilir, ama yapı itibariyle siyasi etkiye açık kuruluşlardır. Kısacası, bu bankalar yapıları itibariyle kamu bankalarıdır. Bu bankaların toplam Alman mali sistemindeki ağırlıkları küçümsenemez.
Belli ki, bu bankalara Alman gözetim ve denetim sistemi diğer özel bankalarda olduğu kadar etkili olamıyor. Siyasi amaçlar öne çıkıp teknik gereklilikler göz ardı edilebiliyor. Finans sisteminde rüzgarlar biraz sert estiğinde, bu kuruluşların aldıkları aşırı riskler su üzerine çıkıyor. Zor duruma giriyorlar. Bazıları kurtarılmayı bekliyorlar.
DEVLETİN SAHİPLİĞİ
Devletin bankacılık sektörüne elini soktuğu tüm ülkelerde buna benzer sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye de bu sorunu en ağır biçimde yaşamıştır.
Bugüne kadar edinilen deneyimler, teorik bazda, "kamu sahipliğindeki finans kurumlarının gözetim ve denetiminin ayrıcalığa tabi olmadan yapılabilmesi" ilkesinin uygulamada çalışmadığını göstermektedir. Teori uygulamada çalışmamaktadır.
Kalıcı çözüm devletin finans sistemi içinde olmamasıdır. Serbest piyasanın çalışmasına izin verilmelidir. Yapılan yanlışların fiyatının ödenmesinin yolunun açılması gerekmektedir. Finans sisteminin uzun dönemli sağlığı açısından en tercih edilir çözüm tüm finans sisteminin özel sektör elinde olmasıdır.
Farklı bahanelerle devletin finans kurumları sahibi olması savunmak finans sisteminin toplam sağlığı açısından çok anlamlı olmamaktadır. Bu yargı Türkiye için de doğrudur.
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2007
ULUSLARARASI mali piyasalar iki gün kötü, bir gün iyi oluyorlar. Taşlar bir türlü yerine oturmuyor. Kısa dönemde oturma olasılığı da düşük görülüyor. İyi olduğunda, dünyanın belli başlı borsalarında fiyatlar artıyor, Amerikan bonolarının faizi artıyor. Yatırımcılar yatırımlarını şirket hisselerine kaydırırken, sakin liman olarak bilinen bonolardan çıkıyorlar.
Piyasalar kötü olduğunda, borsalar düşüyor. Amerikan bonolarının faizi de düşüyor. Yatırımcılar şirket hisselerinden çıkıp paralarını sabit gelirli (bono ve tahvil) ve göreli olarak kısa vadeli yatırım araçlarına kaydırıyorlar.
İTİBAR KAYNAĞI
Yatırımcılar bir konumdan diğerine salınırken, mali piyasalar da doğal olarak çalkalanıyor. Son aylarda bu çalkantıların hem sıklığı arttı hem de boyutu. Çalkantıların nedenleri ise eski bildiğimiz nedenler değil.
Eskiden yatırım araçlarını alıp satan piyasa tacirleri (dealer) beklentilere göre bir grup yatırım aracını satıp bir başka grup yatırım aracına kayardı. Beklentiler değiştiğinde, yatırımın yönü de değişirdi. Bu çalkantılara "dealer çalkantıları" diyebiliriz.
Şimdiki çalkantıların ana nedenine "borç krizi" diyebiliriz. Özellikle Amerika’daki konut kredilerinde batıkların artması uluslararası düzeyde "borç krizi" kaynaklı likidite sıkışıklığı yarattı. Likidite sıkışıklığı, finans kurumlarının ellerindeki yatırım araçlarını satıp kolayca nakde dönememeleri, başka finans kurumlarından borçlanmakta zorlanmaları demektir. Son bir buçuk aydır bu olgu yaşanmaktadır.
Likidite sıkışıklığının en ağır biçimi ödemeler krizidir. Yani, ekonomik birimler birbirlerine olan borçlarını ödeyebilecek para bulamamalarıdır. Bu duruma gelmemek için dünyanın belli başlı merkez bankaları sistemdeki bankalara yüklü miktarlarda borç vererek olası bir "ödemeler krizi" olgusunu önlemeye çalışmaktadırlar.
Mali kuruluşlar birbirlerinden şüphelenmeye başlamışlardır. Özellikle Avrupa’da interbank sistemi çökmüş görüntüsü vermektedir. Bankalar birbirlerine borç vermekten çekinmektedirler. Oldukça büyük olan özel şirketlerin çıkardığı finansman bonolarının ticareti durmuş gibidir. Avrupa’da portföyünde "Amerikan konut kredilerine baz menkul kıymetler" olmayan finansman kuruluşları itibarlı hale gelmişlerdir.
BİZE YÖNELİK RİSK
Uzun süre iktisatçılar dünya ekonomilerinde çalkantının eskisi gibi yine gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanabileceği tahminleri yapıyorlardı. Gelişmekte olan ülkelerde özel sektör kredilerinin çok fazla artmış olması olası bir krizin tetikleyicisi olarak görüldü. Tahminler en azından şimdilik doğru çıkmadı. Bir süre "dealer" kaynaklı çalkantılar gözlendikten sonra, çalkantının büyüğü gelişmiş ülkelerin özel kesiminden geldi.
Gelişmiş ülkelerde yaşanan sıkıntılar gelişmekte olan ülkeleri de tehdit ediyor. Tehdidin en önemli kaynağı Batı’da likidite sıkıntısı içindeki finans kurumlarının ve yatırım fonlarının bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki mali yatırımlarına taze likidite kaynağı olarak bakmalarıdır. Yani, bu kuruluşlar başka kanallardan elde edemedikleri nakdi gelişmekte olan ülkelerdeki yatırımlardan çıkarak sağlamaya çalışabilirler.
Amerika’nın konut kredilerinde başlayan sıkıntının tüketici kredileri ve kredi kartları borçlarına yansıması olasılığı hiç de küçük değil. Diğer gelişmiş ülkelerdeki finans kurumları da bu çeşit borçların baz edildiği menkul kıymetlere yatırım yapmalarından dolayı sıkıntı yaşıyorlar. Bu alanda Almanya öne çıkıyor. Alman mali sisteminde yaşananlar birçok ülke için önemli dersler içeriyor. Yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 10 Eylül 2007
Belli bir süre paranın mal ve hizmetler karşısındaki değeri istikrar içinde (fiyat istikrarı) giderken paranın diğer varlıklar karşısındaki değeri düşmeye (varlık fiyatları enflasyonu balon) devam edebilir. Merkez bankalarının fiyat istikrarına sıkı sıkıya bağlı kalıp varlık fiyatlarındaki balonun şişmesine uzun süre müsamaha etmesi bir yerlerde bir düzeltmeyi kaçınılmaz kılar. Merkez bankaları ya fiyat istikrarından ödün vereceklerdir ya da balonun patlamasına seyirci kalacaklardır. Elbette, ikisinin de istenmeyen sonuçları olacaktır.
PARANIN DEĞERİ DÜŞECEK
Fiyat istikrarında ödün vermenin uzun vadeli olumsuz sonuçları vardır. Özellikle merkez bankalarının itibarı açısından bu çok tehlikeli bir oyundur. Belli bir süre şişen balonun birden bire sönmesi ise ekonomik birimlerin servetlerinin azalması anlamına gelmektedir. Azalan toplumsal servet (paranın diğer varlıklar karşısında değer kazanması) mal ve hizmetlere olan talepte bir kısılmaya neden olacak ve ekonomik durgunluk söz konusu olabilecektir.
Fiyat istikrarından ödün vermeden merkez bankalarının toplumsal servet azalmasının yaratacağı olumsuzluklarla da mücadele etmesi söz konusu olabilir. İç talep azalmasının mal ve hizmet fiyatlarının artması (enflasyon baskısı) üzerindeki baskıları azaltmasıyla, merkez bankaları faizleri düşürerek varlık fiyatlarındaki düşüşü daha az sancılı hale getirebilir. Çünkü, faizlerin düşmesiyle varlık biriktirmeye talep varlık edinme maliyetinin düşmesi yoluyla artacaktır. Faizlerin düşmesi paranın zaman boyutunda değerinin artmasıdır.
Özellikle Amerika’daki tartışmalarda, para politikasının bundan sonraki seyri konusunda bu noktaya odaklanılmıştır. Eylül ayı başında merkez bankacılar ve akademisyenlerin bir araya geldiği geleneksel Jackson Hall toplantılarında bu konu derinlemesine tartışıldı. Bir çok saygın iktisatçı Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) hızlı bir biçimde faizleri indirmesi gerektiğini savundu. Hatta, faiz indiriminin biraz enflasyon yaratsa dahi çok daha derin olabilecek ekonomik durgunluk olasılığını azaltacağı vurgulandı. Bu görüşü savunanlar arasında FED’in yönetim kurulunda oturan akademisyen kökenli iktisatçılar ile geçmişte Başkan’ın iktisadi baş danışmanları da vardı.
Söylenen şuydu: paranın mal ve hizmetler karşısında değer yitirmesine göz yumulabilirken, paranın diğer varlıklar karşısındaki değerinin artmasının önüne geçilmelidir. Yani döviz kurlarıyla bir benzetme yapılırsa, paranın bir şekilde devalüe edilmesinin (varlıklar karşısında) devam etmesi istenmektedir.
DERS ÇIKARILMALI
Bastığı paranın değerini korumakla sorumlu bir kurumun bu çeşit seçeneklere itilmiş olması bir açıdan traji-komik bir olgudur. Konunun bir başka boyutu, varlık fiyatları enflasyonuna (paranın diğer varlıklar karşısında değer yitirmesine) göz yumması beklenen para otoritelerinin varlık fiyatlarındaki düşüşe (paranın değer kazanmasına) kayıtsız kalamayacağı yaklaşımıdır.
Küresel bazda yaşanan son olaylar merkez bankacıların kimyasını bozmaktadır. Seçenekler merkez bankaları açısından giderek sevimsizleşmektedir. Yaşananlardan çıkarılacak en büyük derslerden biri merkez bankalarının varlık fiyatları enflasyonuna da uzun süre kayıtsız kalmamaları olmaktadır. Aksi taktirde, sevimsiz seçenekler karşısında kalmak kaçınılmaz kılınmaktadır.
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2007
EKONOMİK birimler açısından "para" toplam varlıkların (servetin) bir parçasıdır. Aynı, konut gibi, bono, tahvil, hisse senedi gibi, para da ekonomik birimler için bir varlıktır. Parayı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik diğer varlıkların, mal ve hizmetlerin değerlerinin para cinsinden ölçülmesidir. Yani, para aynı zamanda bir ölçüm aracıdır.
Paranın değeri farklı varlıklar, mal ve hizmetler cinsinden ölçülebilir. Örneğin, bir saatlik çalışma karşılığında alınan ücret 5 YTL ise, bir saatlik çalışmanın para cinsinden değeri 5 YTL ya da bir liranın emek cinsinden değeri 12 dakikalık (60/5) çalışmadır. Saat ücreti 10 YTL’ye çıktığında, emeğin para cinsinden değeri ikiye katlanmıştır, ama paranın emek cinsinden değeri yarı yarıya düşmüştür.
FARKLI ÖLÇÜMLER
Fiyat istikrarı dendiğinde, ekonomideki ortalama mal ve hizmet fiyatlarının bir zaman aralığında istikrar içinde olması anlaşılır. Yani, mal ve hizmetlerin para cinsinden değerinin korunması söz konusudur. Bir başka açıdan, fiyat istikrarı, paranın ortalama mal ve hizmetler karşısındaki değerinin korunması anlamına gelir.
Enflasyon denen olgu ortalama mal ve hizmet fiyatlarının zaman içinde giderek artmasıdır. O halde, enflasyon, aslında paranın mal ve hizmetler karşısında değerinin zaman içinde giderek düşmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, enflasyonla mücadele, paranın mal ve hizmetler karşısında değer yitirmesiyle mücadele etmektir.
Paranın değeri başka şeylerle de karşılaştırılarak ölçülebilir. Örneğin, hisse senetleri fiyatlarının artması paranın değerinin hisse senetlerine göre düşmesidir. Aynı şekilde, konut fiyatlarının artması da paranın değerinin konutlara göre düşmesi anlamına gelir. Paranın ekonomideki diğer varlıklara göre değerinin düşmesi, ya da diğer varlık fiyatlarının artmasına "varlık enflasyonu" denir.
Paranın değerinin bir diğer ölçüm alanı yerli paranın yabancı paralar karşısındaki değeridir. Bu değere döviz kuru diyoruz. Bir dolar 1.30’dan 1.40 YTL’ye çıktığında, YTL dolara göre değer kaybetmiş, dolar da YTL’ye karşı değer kazanmış demektir.
Son olarak, paranın değeri zaman boyutu hesaba katılarak da hesaplanabilir. O da paranın zaman değeridir. Yarın gelecek 10 YTL’yi bugün alabilmek için kaç YTL’ye razı olursunuz? Razı olacağınız meblağ ne kadar 10 YTL’ye yakınsa, para o denli değerli demektir. Buna günlük hayatta "faiz" diyoruz. Bu, bir başka yazı konusu.
BALON PATLAMASI
Parayı basan kuruluşlar olarak merkez bankalarının temel amacı bastıkları paranın değerini korumaktır. Aslında, bu temel hedef paranın değerinin tüm varlıklara, mal ve hizmetlere, diğer paralara ve zamana karşı korunmasını içerir. Ama, uygulamada, "merkez bankaları fiyat istikrarını tesis eder ve korur" denerek aslında paranın mal ve hizmetler karşısındaki değerinde istikrarın sağlanması ve korunması ima edilmektedir. Gerçekten de, temel amaçların içinde öncelikli amaç da budur.
Bu bakış açısıyla, ekonomideki varlık fiyatlarının artması, dolayısıyla paranın diğer varlıklar karşısında değer yitirmesi sanki merkez bankalarını ilgilendiren bir olay değilmiş gibi görülür. Çünkü, mal ve hizmet fiyatları istikrar içinde giderken varlık fiyatlarının artması varlık sahiplerinin zenginleşmesi anlamına gelir. Zenginleşme iyidir. O halde, merkez bankaları fiyat istikrarına odaklanıp varlık fiyatları enflasyonu ile ilgilenmemeliler denebilmektedir.
Bu yaklaşım çok doğru olmayabilir. Çünkü, bir süre sonra, varlık fiyatları enflasyonu ya mal ve hizmet fiyatları enflasyonuna yol açabilmektedir ya da varlık fiyatları düşme eğilimine girmektedirler. Birincisi, zenginleşme yoluyla artan toplam talebin mal ve hizmet fiyatlarına yansıması şeklinde olmaktadır. İkincisine ise "balonun patlaması" diyoruz. Fiyat istikrarına sıkı sıkıya yapışan bir merkez bankası varlık fiyatlarındaki balonun bir gün mutlaka patlamasına neden olabilecektir. Yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 7 Eylül 2007
ORTADA temel bir sorun var. Elektrik satış fiyatı elektrik üretimi ve dağıtımına yönelik maliyetleri karşılayamıyor. Duruma göre, ya üretim şirketi zarar ediyor ya da dağıtım şirketi. Temel sorun çözülmediği sürece "Ali’nin külahı Veli’ye, Veli’nin ki de Ali’ye" olmuyor. Ama, hükümet inatla bu formülü deniyor.
ELEKTRİK OYUNU
Elektrik üretim şirketinin zararları artınca maaşları ödeyecek hali kalmıyor. Başka kamu kurumlarına borçlarını ödemeyerek dönmeye çalışıyor. Durumu düzeltmek için ürerim şirketinin elektrik dağıtım şirketine sattığı elektriğin fiyatı artırılıyor. Ama, elektrik tüketicisinin ödediği fiyat artmıyor. Bu kez, elektrik dağıtım şirketi zarar etmeye başlıyor. Dağıtım şirketi maaşları ödemekte zorlanmaya başlıyor.
Elektrik dağıtım şirketinin durumunu düzeltmek için elektrik üretim şirketi sattığı elektriğin fiyatını düşürüyor. Durumun düzeleceği sanılıyor. Olmuyor. Elektrik üretim şirketi yine okkanın altına gidiyor. Terazinin bir kefesine basılıyor, diğer kefesi havaya kalkıyor.
Üretimden dağıtıma giderken uygulanan fiyat değişmeleri için Enerji Üst Kurulu’ndan izin alınıyor. Üst Kurul da talep edilen izni veriyor. Fiyat artarken verilen iznin hangi ilkeler ve mantık doğrultusunda verildiğini bilmiyoruz. Fiyat düşerken de ne düşünüldüğünü bilmiyoruz. Ama, fiyatı bir artırıp bir düşürürken şartların değiştiğini iddia etmek de zor gibi görünüyor. "Ali’nin külahı Veli’ye" oyununa galiba Enerji Üst Kurulu da alet ediliyor.
DİĞER OYUNLAR
Temmuz ayı mali tatil oldu diye temmuz ayına yönelik bütçe gerçekleşmeleri kamu oyu ile paylaşılmadı. Bu ay, bütçe verilerinin ağustos ayı ile beraber yayınlanacağı duyuruldu. Aslında, bütçe dengesinin korkutucu boyutlarda bozulmasının kamuoyu tarafından zamanında bilinmesi geciktiriliyor. Bu iyi bir oyun değil.
Bütçe dengesinin bozulmasıyla kaçınılmaz olarak ek önlemler alınma ihtiyacı duyuldu. Bu alanda en kolay yol bütçe ödeneklerini dondurmaktır. Öyle yapılacağı duyuruldu. Yatırım harcamaları durdurulacak. Bazı cari harcama ödenekleri dondurulacak.
Aslında hiçbir şey olmayacak. Yatırımlar devam edecek, devam ediyorlar zaten. Devlet müteahhitlere takacak. Yani, yatırımların maliyeti nakit olarak devletin cebinden çıkmayacak. İç borç istatistiklerinde müteahhitlere borçlar gösterilmediğinden, borçlar da artmamış görünecek. Ama, müteahhitler dayanabildikleri kadar yatırımlara devam edecek.
Cari harcama ödenekleri kısılarak devletin kağıt, kalem, benzin gibi alımlarına sınır getirilmiş olacak. Uygulanabilirliği olmayan bir tasarruf önlemi söz konusu.
Görüntü kurtarılacak. Ama, devletin gevşeyen maliye politikalarının makro ekonomik etkileri aynen devam edecek. Bütçe açıkları kontrol altındaymış gibi görünecek. Bu şekilde ekim ayında 2008 yılı bütçesini gözden geçirecek olan IMF’yi de ikna edeceğimizi düşünüyoruz. Yanılıyoruz. IMF de artık bu oyunları öğrendi.
Bütün bu küçük oyunlar geçmişte çok denendi. Hiçbiri sonuç vermedi. Ekonomik birimlerin aptal oldukları varsayımı ile, bu oyunların çalışacağı düşünülür. Hükümetler bu şekilde zaman kazandıkları hissine kapılır. Gerçekte ise, zamanı geldiğinde, ekonomik birimlerin tepkisi, olabileceğinden çok daha sert olur.
Nazik bir dönemden geçiyoruz. Bu çeşit oyunlarla yerli ve yabancı yatırımcı kitlesini kandırabilmemiz mümkün değil. Daha akılcı bir yaklaşım ekonomik gidişat konusunda daha şeffaf bir tutum alıp ciddi ekonomik önlemleri uygulamaya sokmaktır. 2008 yılı bütçesini gerçekçi önlemlerde düzeltmenin yolu aranmalıdır. Aksi taktirde, ekonomik birimlerin tepkisi beklenmedik biçimde ters olabilir.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2007
YILLIK bazda tüketici fiyatları enflasyonu ağustos ayı itibariyle yüzde 7.4 oldu. Geçen yılın aynı ayında enflasyonun yüzde 10.3 olduğu düşünülürse, enflasyondaki son bir yılda sağlanan düşüş küçümsenemez. Unutmayalım ki, enflasyon düştükçe daha fazla düşürmeye çalışmak eskisi kadar kolay olmamaktadır. Türkiye ekonomisi de bir anlamda bu zorlukları yaşamaktadır. Ama, yıl sonu için afaki olarak hedeflenen yüzde 4 enflasyon göz önüne alındığında, başarıdan söz etmek çok mümkün değildir.
KAMU FİYATLARI
Kaba tahminler yıl sonunda enflasyonun yüzde 7 civarında olacağını göstermektedir. Bu tahminler bazı riskler karşısında tutucu olarak görülebilir. En büyük risk, kamu sektörü fiyatlama politikasının ne yönde gideceği ve piyasadaki zaten eski alışkanlıkların esiri olmuş fiyatlandırma mekanizmasının uluslararası piyasalardaki çalkantılarla olumsuz yönde değişip değişmeyeceğidir.
Faizlerin yüksek olduğu iddia edilse de, para politikasının hedeflenen enflasyonla tutarlı olup olmadığı büyük ölçüde bu iki olguyla yakından ilgilidir.
Özellikle elektrik fiyatlarında artırıma gitmenin kaçınılmaz olduğu bilinmektedir. Kamu sektörünün bu konuda daha ne kadar bekleyeceği bilinmemektedir. Fiyat ayarlaması yapmamakta direnen kamu sektörü enerji sektöründeki kamu şirketlerinin vergi ödememesiyle çift taraflı zarar eder hale gelmiştir. Zaten bozulan kamu finansman dengesi bir de geciken fiyat ayarlamaları ile hırpalanmaktadır.
Üretici fiyatları endeksinin bir parçası olan "elektrik gaz ve su endeksi" (bu endeksin yüzde 87’si elektrik, gaz üretimi ve dağıtımından oluşmaktadır) son on iki ayda yüzde 18’den fazla artmıştır. Bu endeksteki yıllık ortalama artış yüzde 22’ye yaklaşmıştır.
Ortalama enflasyonun tek haneli oluğu bir dönemde enerji maliyetlerinin bu denli artıyor olmasının maliyetinin bir süre sonra mal ve hizmet fiyatlarına yansıması kaçınılmaz olacaktır. Elektrik zamlarının devreye girmesiyle enflasyon görünümü bozulabilecektir. Beklentiler yeniden alt-üst olabilecektir. Bir başka deyişle, rakamların ardında "gizli enflasyon" tohumları vardır. Bu tohumlar bir süre sonra filiz verebileceklerdir.
FİYATLAMA MEKANİZMASI
Uluslararası finans piyasalarındaki çalkantıların sıklığı ve boyutlarının artarak devam etmesi döviz kurlarının istikrarı konusundaki riskleri artırmaktadır. Artan riskler döviz kurlarına endeksli bir ekonomide fiyatlandırma davranışlarını doğal olarak değiştirmektedir. Döviz kurlarındaki risk primi kaçınılmaz olarak fiyatlandırmalara yansıtılma eğilimini yaratmaktadır.
Enflasyon konusunda kritik bir döneme girilmektedir. Risklerin kısa sürede gerçekleşmemesi yıllık enflasyonu yüzde 7-9 bandının alt bölümünde tutabilecekken, risklerin gerçekleşmesi durumunda bandın üst tarafına doğru bir eğilim gözlenebilecektir.
Kısa vadeli faizlerin ne yönde gideceği de Merkez Bankası’nın bu risklere ne denli ağırlık verdiği ile önümüzdeki aylarda gözlenen gelişmelere bağlı olacaktır.
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2007
Yılın ilk beş ayında eldeki veriler dış açıkların yüksek, ama belli bir düzeyde istikrara kavuştuğu izlenimi veriyordu. Son üç aydır zaten yüksek olan dış açıklarda yeniden bir artış eğilimi gözlenmeye başlandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre ihracat yılın ilk yedi ayında yüzde 24 civarında artmaya devam ediyor. Buna karşılık, yüzde 17’nin altına inen ithalat artışı yeniden hızlanmaya başladı.
Geçmiş yıllardan farklı olarak, toplam ithalat artışını petrol fiyatlarındaki artışa bağlamak da zorlaştı. Yılın ilk beş ayında ham petrol faturamız geçen yılın aynı dönemine göre çok fazla değişmedi. Ara mallar ithalatındaki artış devam ediyor. Son 2-3 aydır da hızlanıyor. Duralayan sermaye malları ithalatı Mayıs ayından sonra hızlanmaya başladı.
ARTAN İKİZ AÇIKLAR
Yılın başında aylık bazda yüzde 1 kadar azalış gösteren yatırım malları ithalatı, geçen yılın aynı aylarına göre, haziran ayında yüzde 13, temmuz ayında yüzde 18’in üzerinde arttı. Mayıs-haziran-temmuz aylarını içeren son üç ayda dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre 15 milyar dolardan 17.5 milyar dolara ulaştı.
Sonuç olarak, son on iki ayda, ihracatımız 97 milyar dolara, ithalatımız 154 milyar dolara geldi. Dış ticaret hacmimiz (ihracat artı ithalat) 250 milyar dolar, on iki aylık dış ticaret açığı 57 milyar dolar oldu. Geçen yıl sonunda dış ticaret açığımız 54 milyar dolardı.
Türkiye ekonomisinde dış açıkları disipline alacak boyutlarda bir gelişme gözlenmiyor. Ekonomik büyüme devam ediyor. Dış finansman olanaklarının şimdiye kadar fazla sekteye uğramamış olması da artan dış açıkları besleyen bir unsur oluyor. Ama, dış açıkların geldiği büyüklük önemli bir risk olarak Türkiye ekonomisinin önünde durmaktadır. İhmal edilmesi ciddi sorunlar yaratabilecek niteliktedir. Bu risk 2007 yılının bundan sonraki bölümünde ve 2008 yılında daha da artmıştır.
Dış açıkların daha da büyük bir risk oluşturmasının en büyük nedenlerinden biri bu yıl gevşeyen kamu finansmanıdır. Düşen enflasyon ve disiplin içinde götürülen maliye politikası dış açıkların yarattığı riskleri azaltıcı bir işlev gördü. Maliye politikalarından gelen gevşeme sinyalleri ve bu sürecin 2008 yılına da sarkma olasılığı dış açıkları daha da gözle görünür hale sokmaktadır.
TEHDİTLER
Her an allak bullak olmaya hazır uluslararası finans piyasaları döviz kurlarındaki istikrara önemli bir tehdittir. Bu tehdit enflasyon görünümünü de tehdit etmektedir. Dolayısıyla, artan uluslararası riskler Türkiye ekonomisinin makro görünümünü de tehdit eder niteliktedir. Dış açıkların yeniden artma eğilimine girmiş olması bu açıdan geçmişe göre daha da tehlikeli görünmektedir.
Maliye politikalarının sıkılaştırılması çok kısa sürede sonuç verebilecek nitelikte olmayacaktır. Ama, doğru yönde atılmış bir adım olacaktır. Sıkılaşan maliye politikaları iç talebi kısıcı olsa da, iç talep büyümesini etkileyen asıl unsur artık özel sektör talebidir. Doğrudan ve dolaylı yollarla özel sektör talep büyümesinin önüne geçilmesi makro görünümü daha az riskli hale sokabilecektir. Ama, ekonominin bir kaç puan daha az büyümesi derdimize deva olmaktan çıkmış gibi görünmektedir.
Yazının Devamını Oku