ULUSLARARASI düzeyde sıkı bir çalkantı ya da kriz yaşandığında, Alman mali sisteminden kötü haberler gelir. Bir ya da birkaç Alman finans kurumu zor duruma düşer. Aslında bu durum şaşırtıcıdır.
Dünyanın en önde gelen gözetim ve denetim sistemi Almanlara aittir. Uluslararası düzeyde uygulamaya konan gözetim ve denetim kurallarının oluşturulmasında Almanlar hep öndedir. Avrupa Birliği’nde oluşturulan gözetim ve denetim sisteminin esin kaynaklarının başında Almanya’nın sistemi gelir.
Basel kurallarının oluşumunda Alman mali sistemi liderlerden biridir. Kredi riskinin daha iyi ölçülmesi için yapılan beyin fırtınalarında Almanlar lider rolündedir. Finans kurumlarının yüklendiği piyasa riskinin ölçülmesi ve idaresinde Almanların katkıları küçümsenemez.
DENETİMİN KAPSAMA ALANI
Bütün bunlara rağmen, Alman bankalarının bir bölümü her uluslararası krizde az ya da çok sallanır. Hep onlar haber olurlar. Bazıları devlet ya da ana ortağı bir başka kurum tarafından kurtarılmak zorunda kalır. 1990’ların ikinci yarısında yaşanan Asya ve Rusya krizlerinde de böyle olmuştu. Şimdi, son yaşanan Amerika kaynaklı "borç krizi"nde de böyle oldu. İki Alman bankası kurtarılmak zorunda kaldı. Belki sırada başkaları da var.
Gözetim ve denetim sistemi bu denli gelişmiş bir ülkede neden böyle oluyor?
Galiba, bu sorunun yanıtı gözetim ve denetim sisteminin kapsama alanının sınırlı olmasından kaynaklanıyor. Dünya çapında çok büyük özel Alman bankaları var. Bunların yanında, çoğunun boyutları oldukça küçük, ama sayıları çok fazla bölgesel tasarruf sandıkları var. Asıl sorun onlar.
Bu kuruluşlara kooperatif bankaları denebilir. Bir anlamda, bizim tarım satış kooperatifleri gibi, adı kooperatif olmalarından dolayı bu bankalara özel sektör bankaları denebilir, ama yapı itibariyle siyasi etkiye açık kuruluşlardır. Kısacası, bu bankalar yapıları itibariyle kamu bankalarıdır. Bu bankaların toplam Alman mali sistemindeki ağırlıkları küçümsenemez.
Belli ki, bu bankalara Alman gözetim ve denetim sistemi diğer özel bankalarda olduğu kadar etkili olamıyor. Siyasi amaçlar öne çıkıp teknik gereklilikler göz ardı edilebiliyor. Finans sisteminde rüzgarlar biraz sert estiğinde, bu kuruluşların aldıkları aşırı riskler su üzerine çıkıyor. Zor duruma giriyorlar. Bazıları kurtarılmayı bekliyorlar.
DEVLETİN SAHİPLİĞİ
Devletin bankacılık sektörüne elini soktuğu tüm ülkelerde buna benzer sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye de bu sorunu en ağır biçimde yaşamıştır.
Bugüne kadar edinilen deneyimler, teorik bazda, "kamu sahipliğindeki finans kurumlarının gözetim ve denetiminin ayrıcalığa tabi olmadan yapılabilmesi" ilkesinin uygulamada çalışmadığını göstermektedir. Teori uygulamada çalışmamaktadır.
Kalıcı çözüm devletin finans sistemi içinde olmamasıdır. Serbest piyasanın çalışmasına izin verilmelidir. Yapılan yanlışların fiyatının ödenmesinin yolunun açılması gerekmektedir. Finans sisteminin uzun dönemli sağlığı açısından en tercih edilir çözüm tüm finans sisteminin özel sektör elinde olmasıdır.
Farklı bahanelerle devletin finans kurumları sahibi olması savunmak finans sisteminin toplam sağlığı açısından çok anlamlı olmamaktadır. Bu yargı Türkiye için de doğrudur.