18 Aralık 2007
TÜRKİYE ekonomisinden gelen çoğunlukla olumsuzluğa işaret eden sinyallerin iyi irdelenmesi gerekiyor. Sinyallere doğru tepkiler verilmesi şart. Aksi taktirde, son altı yıldır ekonomide yaşanan olumlu hava dağılabilir. 1. Ekonomik büyüme yavaşlama eğilimine girdi.
2. Tarım üretimi düştü. Düşüşün tümünü kuraklığa bağlamanın doğruluğu tartışılır. Son yıllarda giderek düşen tarımdaki istihdamın üretim üzerindeki etkisi iyi analiz edilmeli.
3. Dış ticaret açığındaki artış hızı ekonomik büyümedeki düşüşe paralel gerçekleşmiyor. Aynı üretim düzeyi için daha fazla ithalat gereksinimi artarak devam ediyor. Ara malları ithalatı artışında, ekonomik büyüme yavaşladığı halde, bir yavaşlama gözlenmiyor. Aksine, tüketim ve yatırım malları ithalatı artış eğilimine girdi.
4. Cari transferler ve turizm gelirleri bu yıl geçen yıla göre daha iyi olduğu halde cari işlemler açığı dış ticaret açığına paralel bir biçimde artmaya devam ediyor.
5. Enflasyon hedefin iki katının üzerinde gerçekleşiyor.
6. Bekletilen kamu zamlarının yapılması ve bozulan beklentilerle yüksek enflasyonun bir süre daha yüksek seyretmesi doğal karşılanmalı.
7. Kamu kesimi talep büyümesi yılın ilk dokuz ayında seçimler nedeniyle çok yüksek gerçekleşti (yüzde 11.5). Ama, özel kesim talep büyümesinde geçen yılın son çeyreğine göre bir hızlanma söz konusu.
8. Dış piyasalar rahatsız. Sanıldığı gibi, cari işlemler açığı bu yıl bono ve hisse senedine gelen sıcak para ile değil, yurt dışı borçlanmalar ve doğrudan yabancı sermaye girişleriyle finanse ediliyor. İlk dokuz ayda bono piyasasına gelen yabancı mali sermaye 3.6 milyar dolar oldu. Net doğrudan yabancı sermaye girişi 14.3 milyar dolar, yurt dışı net borçlanma ise 23.7 milyar dolardı.
RİSKLER
Bu resim bazı risklerin giderek arttığına işaret ediyor.
1. Yurt dışı piyasalardaki rahatsızlık devam edecek gibi görünüyor. Başta Çin olmak üzere enflasyon küresel bazda artma eğilimi göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde ekonomik durgunluk uluslararası yatırımcıların sinirlerini bozabilecektir.
2. Yabancı yatırımcılar gözünde Türkiye’yi cazip kılan en önemli unsur ekonomik büyümenin yüksekliğiydi. Cari işlemler açığının geldiği boyut o denli vurgulanmıyordu. Düşen büyüme ile dış açıklar daha fazla göze batacaktır.
3. Son yıllarda yüksek ekonomik büyümeden zaten nasibini almadığını düşünen kesimleri daha da kötü durumda bırakmamak için kamu finansmanı daha da bozulabilir. En azından, gelecek yıl için planlanan kamu finansmanındaki sıkılaştırma rafa kalkabilir.
4. Önümüzdeki dönemde ekonomik büyümeye katkı yapması için Merkez Bankası tarafından faizlerin indirilmesi yönündeki baskılar artabilir. Para politikası enflasyon odaklı olmaktan çıkıp büyüme odaklı hale gelebilir. Zaten şimdi de bir ölçüde böyle oluyor.
Bütün bunların anlamı daha düşük büyüme ve daha fazla enflasyondur. İşin boyutu ise yapılacak yanlışlara ve/veya atılacak doğru adımlara bağlıdır.
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2007
Ekonomi politikalarının temel amacı ekonomik büyümeyi azami düzeyde tutarak toplumun refahını artırmaktır. Bu yargıda hiçbir şüphe yok. Ama, bu cümlenin altının doldurulması gerekiyor. Ekonomik büyümeyi azamide tutmaya çalışırken, büyümenin "sürekli ve sürdürülebilir" olması da en az büyümenin düzeyi kadar önemli oluyor. Türkiye’de ise, ekonomi politikalarının amacı yalnızca herhangi bir yıl "ekonomik büyümeyi azamiye çıkarmak" olarak algılanıp "ekonomik büyümenin sürekli ve sürdürülebilir" olması her dönemde ihmal edildi.
Bu yaklaşım ekonomik büyümenin zaman içinde Türkiye’de çok büyük oynaklıklar göstermesine neden oluyor. Bir benzetme yapılabilirse, Türkiye ekonomisi, yolu boş gördüğünde gaza dibine kadar basıp çok çabuk hızlanabilen, önüne aniden barikat çıktığında aynı hızda barikata çarpan araba görünümü sergiliyor.
BÜYÜMENİN GAZI
Grafikte 1970 yılından bu yana Türkiye ekonomisinin yıllık büyümesi veriliyor. 2007 verisi ilk dokuz aylık milli gelirin yıllık bazdaki büyümesidir (yüzde 4.1).
1970-2001 arasında ortalama yıllık büyüme yüzde 3.8 olurken 2002-2007 arasında ortalama büyüme yıllık yüzde 6.7 oldu. Son altı yılda ortalama büyüme ondan önceki 30 yıla göre iki katına yakın arttı. Bu artışın arkasında gaz pedalına abanmak değil, yurtiçindeki ekonomik birimlerin olumlu beklentileriyle yurt dışındaki yatırımcıların iştahı vardı. Aksi taktirde, milli gelirin yüzde 8’ine varan dış açıkları nasıl verebilirdik?
İlk dönemde de ekonominin uçuşa geçtiği yıllar oldu. Örneğin, 1972 yılında yüzde 9.2, 1976 yılında yüzde 9, 1987 yılında yüzde 9.7, 1990 yılında yüzde 9,4, 1993 yılında yüzde 8.1 büyüdük. Ama, bu dönemde yüzde 3.8’in üzerinde üç yıldan daha fazla üst üste büyüyemedik. Yüksek ekonomik büyüme performansı iki ya da üç yıl sonra mutlaka yere çakıldı.
Yere çakılmaların arkasında mutlaka döviz sorunu ve/veya yurt dışından borçlanabilme sorunu yaşandı. Bu dönem boyunca tüm iktidarlar büyümeyi azamiye çıkarmaya çalıştılar. Ama, yurt dışından borçlanabilme olanakları kısılınca ya da yok olunca ekonomik büyüme düştü, enflasyon arttı.
Yine bir benzetme yaparsak, ayağımız hep gazda, ama bazı dönemler karbüratöre gaz gitmediğinden araba ya yavaşlıyor ya da motor stop ediyor. Karbüratöre giden gazın kaynağı dış piyasalar. Dış piyasalar Türkiye’ye karşı cömert olduğunda, zaten gaza basılmış olan araba fırlıyor. Dış piyasalar sıkıştığında ya da yurt içindeki ekonomik birimler durumdan memnun olmadıklarında gaza bassanız da araba gitmiyor.
BÜYÜMENİN YOLU
2007 yılı ekonomik büyüme performansı da aynı nedenlerle son altı yılın en kötüsü. Önce 2006 yılı ortasında yaşanan çalkantı, ardından Amerika’daki kötü konut kredilerinin yarattığı olumsuz hava yurt içindeki ekonomik birimleri "bekle-gör" konumuna itti.
İşbaşındaki hükümet elbette ekonomik büyümenin yeniden yüzde 7’lere (en azından yüzde 5) gelmesini arzu edecektir. Ama, bunun yolu, gaza daha sıkı basmak değil, yurt dışındaki olumsuz havanın dağılmasına dua edip yurt içindeki ekonomik birimlerin ve yurt dışındaki yatırımcıların beklentilerini yeniden olumluya çevirmeye çalışmak olarak görülmelidir. Aksi taktirde, geçmişte olduğu gibi, dış şartlar aynı kaldığında, daha fazla enflasyon yaratmanın dışında bir başarı elde edilemeyecektir!
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2007
EMİN Öztürk dün yaşı 50’ye varmadan aramızdan ayrıldı. Bir arkadaşımızı ve meslektaşımızı kaybettik. Etrafımız iktisatçılarla dolu. Elinizi sallasanız ellisine çarpar. Ama, Emin farklıydı. Onun genç yaşta bizleri bırakması hepimiz için bir kayıp oldu.
Emin’i yirmi yıla yakın bir süredir tanırım. Eğitimini bitirdikten sonra Merkez Bankası’nın araştırma ekibine katıldı. O ve onun gibiler sayesinde araştırma ekibi para politikasının şekillenmesinde giderek ağırlığı olan bir grup oldu. 1990’ların başında uygulanan para politikasına en acımasız eleştirileri yapan Emin oldu. Belki de, o sayede Emin’in profesyonel gelişmesini daha iyi takip ettim. Eleştirileri beni hep daha fazla düşünmeye, analizlerimi daha da derinleştirmeye itti.
1990’ların ortasında o da İstanbul’a geldi. Ayda bir, bazen iki kez bir araya gelip Türkiye ve dünya ekonomilerini tartışmaya başladık. Daha sonra, o grup Mahfi Eğilmez’in bazen yazılarında söz ettiği G-7 adını aldı. Yıllarca, hem İstanbul’un çeşitli lokantalarını tanıma olanağımız oldu, hem de kaliteli bir grup insanla ekonomi tartıştık. Emin G-7’yi oluşturan ilk yedi kişiden biriydi.
Emin en son TEB’de çalışıyordu. Akşam üstü çıkan ekonomik verileri yorumlayıp raporu hazır edebilmek için bazen bizim yemekleri kaçırmaya başlamıştı. İki-üç kez üst üste bize katılamadığında "G-7’den atılırsın" diye tehdit ederdik. Yaptığımız şakaydı, ama bulunamadığı zamanlar aranan biri olduğu da kesindi.
Artık Emin’in raporlarından mahrum kalacağız. Kıyıda, köşede kalmış önemsiz gibi görünen bazı ekonomik gelişmelerin aslında ileride ne denli önemli sonuçları olabileceğini bize gösteren olmayacak. Bizlerin abarttığı bazı gelişmelerin ise aslında önemli olmayabileceğini de bizle tartışacak yanımızda biri olmayacak.
Emin tartışmalarında sertti. En son söylenecek şeyleri bazen en önce söylerdi. Ama, her zaman ciddiydi. Dürüsttü, analizleri verilere dayanırdı. Titizdi, araştırıcıydı. Her şeyden önemlisi, eleştirilerinde kötü niyetli değildi.
Çok erken bizleri bıraktı. Türkiye iyi bir iktisatçısını kaybetti.
Allah rahmet eylesin.
Yazının Devamını Oku 14 Aralık 2007
AMERİKA’da başlayan konut kredileri krizinin finans kurumları üzerine olan etkileri hálá tam olarak bilinmiyor. Ama, büyük finans kuruluşlarının kayıplarını bir biçimde yeni sermaye bularak çözmeye çalışması doğru yönde bir girişim olarak değerlendirilmeli. Sermaye girişlerinin bazılarının tefeci faizi ödeyerek hisse senedine çevrilebilir bono ihracıyla olması ise düşündürücü. Konut kredileri sorununun başta Amerika olmak üzere gelişmiş ülkeleri ne denli etkileyeceği de henüz bilinmiyor. Gelen veriler çelişkili. Amerika’da boyutu tam olarak kestirilemeyen bir ekonomik durgunluk bekleniyor. Ama, temmuz-eylül dönemi milli gelir büyümesi herkesin tahminlerinin üzerinde geldi. Nisan-haziran dönemi ekonomik büyümesi de yukarı yönde güncellendi. Son istihdam verileri de en azından şimdilik kaygı verici bir ekonomik durgunluk olmayacağı yönünde yorumlanıyor.
KÜRESEL ENFLASYON
Amerikan İdaresi konut kredileri sorunundan hane halklarının çok etkilenmemesi için bir plan açıkladı. Bu plan çerçevesinde kredi değerliliği en düşük hane halkları kurtarılmaya çalışılıyor. Her yerde olduğu gibi, kurtarılma listesinde en son olması gerekenler en önce kurtarılıyorlar. Aradakiler kendi kaderleri ile baş başa bırakılıyor. Bunun yaratacağı "ahlak çözüntüsü" (moral hazard) "olağanüstü dönemlerde olağanüstü çözümler gerekir" gerekçesiyle çok fazla sorgulanmıyor.
Uluslararası finans piyasalarında yaşanan çalkantılara parasal otoritelerin tepkisi sorunun çözümüne yönelik olmaktan çok enflasyonist baskıları daha da artıracak yönde gelişiyor. Gelişmiş ülkelerdeki para politikası en azından şimdilik zaten artmakta olan enflasyonist baskılara çözüm olmaktan çok uzak görünüyor. Dört merkez bankasının işbirliği içinde likidite idaresi yapması "rahatlatıcı" olarak yorumlanabilir.
Amerika’da kısa vadeli faizler iniyor. Ama, tüketici fiyatları yıllık bazda yüzde 3.5 artıyor. Enerji ve gıda fiyatlarını dışarıda bırakan tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 2.2 civarında istikrarlı gibi görünse de, önümüzdeki dönemdeki ücret artışları ortalama enflasyona bakılarak tespit edilecektir. Bu da ortalama enflasyon üzerinde ek bir baskı yaratabilecektir.
Euro Bölgesi’nde enflasyon artma eğilimde. Son altı yılın en yüksek enflasyon düzeyine ulaşıldı. Almanya’da enflasyon Euro Bölgesi’nin ortalamasının da üzerinde. Avrupa Merkez Bankası kısa vadeli faizleri düşürmeyerek enflasyonist baskıları yenmeye çalışsa da, enflasyondaki eğilimi tersine çevirip çeviremeyeceği şüpheli görünüyor.
ÇİN
Çin’de enflasyon artıyor. Artan enflasyon, zaten artan ücretler üzerinde daha fazla baskı yapıyor. Çin Merkez Bankası’nın sıkılaştırmaya çalıştığı para politikası ise şimdilik ne yüksek ekonomik büyümeyenin yavaşlamasına ne de artan enflasyona çare olmuş görünmüyor. Son verilere göre, tüketici fiyatları enflasyonu yıllık yüzde 7’ye dayandı. Gelişmeler Çin’deki sosyal barış için de, yabancı sermayenin beklentileri açısından da çok sevimli görünmüyor.
Dünya ticaretinde giderek önemli bir paya sahip olan Çin ekonomisinde yaşanan yükselen enflasyon Çin’in ticaret yaptığı ülkeler açısından da olumsuz. Bugüne kadar dünya ekonomilerindeki fiyat istikrarına katkı yapan Çin artık dünyaya enflasyon ihraç eden duruma geçiyor. Bu gelişmeler Avrupa ve Amerikan ekonomileri için daha fazla risk oluşturuyor.
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2007
TÜRKİYE’de ekonomik büyüme yurt dışı gelişmelere en fazla endeksli ekonomik büyüklüklerden biridir. Ekonomik birimlerin döviz kuru ve dış borçlanma olanaklarındaki beklentilerine göre ekonomik büyüme şekillenir. 2006 yılı ortasında yaşanan çalkantı ve bu çalkantıyı Türkiye’nin çok iyi idare edememiş olması ekonomik birimlerin beklentilerini derinden etkiledi. Hem kur konusunda hem de uluslararası paranın Türkiye’ye eskisi kadar akıp akmayacağı konusundaki belirsizlikler derinleşti. Ekonomik birimler yeniden döviz toplamaya başladılar. Yatırım kararlarını erteleme eğilimine girdiler. Ekonomik büyüme yavaşlamaya başladı.
DÜŞER DE YÜKSELİR DE
Yaşanan süreçte Merkez Bankası’nın kısa vadeli YTL faizlerini artırmasının ekonomik büyüme üzerindeki rolü diğer nedenlerin yanında çok fazla abartılmamalı. Dolayısıyla, Merkez Bankası’nın şimdi kısa vadeli faizleri indirme sürecine girmiş olması da ekonomik büyümeye ivme kazandırabileceği yönünde çok fazla beklenti yaratmamalı.
"Kurlar burada kalmaz" ve "uluslararası piyasalar eskisi kadar bize karşı cömert olamaz" beklentileri güçlendi. Bütün bunların üzerine tarım sektöründeki küçülme de eklenince ekonomik büyüme yavaşlama eğilimini sürdürdü.
Yüksek büyüme dönemlerinde ekonomideki bazı riskler göz ardı ediliyordu. Ekonomik büyümenin düşmesiyle aynı riskler daha fazla göze batmaya başlayacak. Özellikle, 2000 yılından bu yana aynı düzeydeki üretim için giderek daha fazla ithalat gereksinimi duyulması dış ticaret açığını ekonomik büyümedeki yavaşlamaya paralel bir biçimde etkilemeyebilecek. Dolayısıyla, yüksek cari işlemler açığı daha fazla göze batabilecek.
Ekonomik büyümenin yeniden hızlanması beklentilerin yeniden olumluya dönmesine bağlı. Uluslararası finans piyasalarının Türkiye ekonomisine cömert yaklaşması ve buna bağlı olarak döviz kurlarında istikrarın bozulmayacağı beklentisi yaygınlaştıkça, ekonomik büyüme yeniden canlanma eğilimine girebilecektir. Kısacası, ekonomik birimler bekleme döneminde görünüyorlar. Beklentilerin şekillenmesine ve gelişmelere göre, ekonomik büyüme bundan sonra daha aşağı yönde de, yukarı yönde de gidebilir.
KAYGI YÜKSELEN ENFLASYON
Ekonomik birimlerin bekleme döneminde iç talep artışını hızlandıracak uygulamaların enflasyonist etki yapabilme gücü fazladır. Enflasyon son aylarda çeşitli nedenlerle zaten yükselerek enflasyon beklentilerini önemli ölçüde hırpaladı. Enflasyonun daha da tırmanmaması için iç talep büyümesinin frenlenmesi zorunlu görünüyor.
Son yayınlanan milli gelir istatistiklerine göre, geçen yılın üçüncü çeyreğinden bu yana en yüksek iç talep büyümesi bu yılın üçüncü çeyreğinde gerçekleşti. Kamu kesimi talebindeki artış toplam iç talep artışında önemli bir rol oynadıysa da, bu yılın üçüncü çeyreğinde özel kesim talebindeki artış da ihmal edilebilecek düzeyin oldukça üzerinde gerçekleşti.
Bu şartlarda, enflasyon üzerindeki olumsuz etkilerini asgariye indirmek için kamu finansman dengesinde harcamalar yoluyla iyileştirmenin yapılmasının çok daha önemli olduğu ortaya çıkıyor. Buna karşılık, kısa vadeli faiz indirimlerinin ekonomik büyümedeki yavaşlamayı durdurmak yerine özel kesim talebindeki artışı körüklediği ölçüde enflasyonun daha da tırmanmasına yol açabileceği olasılığı daha ağır basıyor.
Şimdilik kaygı duymamız gereken taraf büyümenin düşmesi değil, enflasyonun tırmanmakta olmasıdır.
Yazının Devamını Oku 12 Aralık 2007
TÜRKİYE ekonomisini 2001 yılı sonrası dönemde uluslararası yatırımcıların haritasına koyan en önemli gelişmelerden biri yüksek ekonomik büyüme oldu. 2002-2006 yılları arasında Türkiye ekonomisi yılda ortalama yüzde 7.5 büyüdü. Yüksek büyümenin yanında,
1. Kamu kesimindeki finansal disiplin,
2. Merkez Bankası’nın operasyonel bağımsızlığı ile gelen fiyat istikrarı odaklı para politikası,
3. Enflasyonun hızla tek haneli düzeylere düşme eğilimi,
4. Bankacılık sektörünün eskiye göre çok daha iyi gözetim ve denetimi
gibi etkenler yabancı yatırımcıların gözünden kaçmadı. Bir anlamda, bu gelişmeler yüksek ekonomik büyümenin kalıcı ve sürdürülebilir olduğu yönünde yabancı yatırımcılara işaret verdi. Sonuçta, 1984-2000 arasındaki 17 yılda ancak 10 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım çeken Türkiye 2000 yılı ile bu yılın eylül ayı arasında 45 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım çekti.
ENFLASYON VE DIŞ AÇIKLAR
Yabancı yatırımcıların gözünde en önemli cazibe unsuru sürdürülebilir yüksek ekonomik büyümedir. Türkiye, son altı yıldır bu imajla yabancı yatırımcıların gözdesi oldu.
Yüksek ekonomik büyümenin getirdiği yüksek cari işlemler açığı ise göz ardı edildi. Gelen doğrudan yabancı sermaye ile beraber cari işlemler açığının önemli bir bölümünün kolayca finanse edilebilmesi yabancı yatırımcıları o denli rahatsız etmedi. Yabancı yatırımcılar içinde bu konudan rahatsız olan kesim genellikle bono ve hisse senedi yatırımcıları. Kısa dönemde girip çıkarak da döviz kurları üzerinde en etkin olan yabancı yatırımcı kesimi de bunlar.
Cari işlemler açığını makul düzeylerde istikrara kavuşturabilmek için ekonomik büyümenin düşmesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Çünkü, giderek ekonomik büyüme daha fazla dış ticaret açığına ve aynı paralelde daha fazla cari işlemler açığına neden oluyor. Ekonomik büyümenin çok düşmesi ise yabancı yatırımcıları Türkiye’den soğutabilecek bir gelişme olabilecek. Ekonomi yavaşladıkça cari işlemler açığı daha fazla göze batabilecek.
Son üç yıldır belli katılıklar gösteren enflasyonun da hedefe yaklaşabilmesi için ekonomik büyümeden bazı fedakarlıklar yapılması kaçınılmaz görünüyor. Yani, fiyat istikrarını tesis etmek de, en azından kısa dönemde, ekonomik büyümenin düşmesini gerektiriyor.
İSTİHDAM VE YABANCI SERMAYE
İstihdam Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından biri haline geldi. Son beş yıldır ortalama yıllık yüzde 7.5 büyüme gerçekleştirildiği halde, istihdam aynı paralelde bir artış göstermedi. Bir yanda ekonomik şartların zorladığı üretimde verimlilik artışları, diğer yanda tarımdaki işgücünün tarım dışına kayma eğilimi, hızla büyüyen toplam işgücü karşısında istihdam artışını daha da önemli hale getirdi. İstihdam sorununu kalıcı olarak çözmek için ekonomik büyümeyi yüksek düzeylerde devam ettirmekten başka çare yok.
Sonuçta, yabancı yatırımcılara karşı cazibemizi sürdürebilmemiz ve istihdam sorununa belli çözümler getirebilmek için yüksek ekonomik büyüme önemli olmaktadır. Buna karşılık, kalıcı fiyat istikrarını yakalayabilmek ve cari işlemler açığının göreli olarak daha da büyümesini engellemek için ise ekonomik büyümeden belli fedakarlıkların yapılması gerekiyor.
Önümüzdeki dönemde bu çelişkiyi daha sert yaşayabileceğimiz konusundaki işaretler giderek artıyor.
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2007
DÜN açıklanan milli gelir istatistiklerine göre, gayri safi milli hasıla (GSMH) bu yılın üçüncü çeyreğinde (temmuz-eylül dönemi) geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2 arttı. Gayri safi yurtiçi hasıla (gsyih) ise aynı dönemde ve aynı bazda yüzde 1.5 arttı. Ekonomik büyüme beklentilerin çok altında kaldı. Geçen dönemlere göre milli gelir artışında küçümsenmeyecek bir yavaşlama söz konusu. Örneğin, geçen yılın aynı döneminde gsmh yüzde 4.3, gsyih ise yüzde 4.8 artmıştı. 2002-2006 yılları arasında ortalama milli gelir artışının yüzde 7.5 olduğu düşünülürse, 2007 yılında ekonomik büyümenin oldukça yavaşlamakta olduğu çok daha iyi anlaşılıyor.
İÇ TALEBİN ÖNEMİ
Türkiye’de ekonomik büyümenin en önemli parçası iç talep büyümesidir. Son dönemde büyümedeki yavaşlamanın ardında da iç talep büyümesindeki yavaşlama vardır. Yıllar itibariyle ilk dokuz aylık verilerine göre, grafikten de görüldüğü gibi, iç talep büyümesi 2004 yılından bu yana tedricen düşmektedir. 2004 yılında yüzde 15’in üzerinde büyüyen iç talep, 2005 yılında yüzde 8.2, 2006 yılında yüzde 6.8, bu yıl da yüzde 3.8 büyüdü. Enflasyonun makul düzeylere çekilebilmesi için iç talep büyümesindeki yavaşlama olumludur. Ama, son çeyrekteki iç talep büyümesindeki artışa da dikkat edilmelidir.
Türkiye hep ihracata dayalı ekonomik büyüme rüyası görmüştür. Ama, bunu belli dönemler hariç pek becerememiştir. Dolayısıyla, iç talep büyümesindeki oynaklıklar çok büyük ölçüde toplam ekonomik büyümeye de aynen yansımıştır.
2006 yılının ikinci yarısından itibaren üç aylık dönemler itibariyle gözlenen ekonomik büyümeye dış ticaretin de olumlu katkısı olmaya başlamıştı. Örneğin, 2006 yılının ikinci çeyreğinde ve 2007 yılının birinci çeyreğindeki büyümenin üçte ikisi net dış talep büyümesinden gelmişti. Dış ticaretin büyümeye olumlu katkısı daha sonra düştü. Bu yılın üçüncü çeyreğinde, dış ticaretin ekonomik büyümeye katkısı yeniden negatif oldu. Üçüncü çeyrekte iç talep yüzde 4.8 kadar olumlu etki yaparken, dış ticaret yüzde 3.1 kadar olumsuz katkı yaptı ve sonuçta gsyih büyümesi yüzde 1.5 oldu.
Yıllar itibariyle, ilk dokuz aylık verilere de baktığımızda, iç talep büyümesinin yavaşlaması yanında, dış talebin büyümeye olumsuz katkısının giderek azaldığını görüyoruz. Grafikten de takip edilebileceği gibi, 2004 yılında dış ticaretin olumsuz katkısı yüzde 5.9 iken, 2005 yılında yüzde 1.5’e, 2006 yılında yüzde 0.4’e düştü. Bu yılın ilk dokuz ayında ise net dış talebin ne olumlu ne de olumsuz katkısı oldu.
EĞİLİM AŞAĞI YÖNDE
Sektörler bazında bakıldığında, sanayi üretiminin ilk dokuz ayda yıllık bazda ortalama yüzde 5 civarında büyümeye devam ettiği görülüyor. Tarım üretimindeki düşüş dikkat çekici. Bu yıl, üç aylık dönemler bazında bakıldığında, sanayi, inşaat, ticaret, ulaştırma ve haberleşme sektörlerinde büyüme hızı düşüş eğiliminde.
Son veriler GSMH bazında milli gelir büyümesinin bu yılın tamamında yüzde 4’ün altında kalabileceğini göstermektedir. Büyümedeki yavaşlamaya rağmen, ara malları ithalatındaki büyümenin yıllık bazda yüzde 20 civarında devam etmesi ekonomik büyüme ile dış ticaret arasında sürdürülebilir bir dengenin oluşturulabilmesinin zorluğuna işaret etmektedir.
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2007
SON aylarda uluslararası ekonomik gelişmeler gündemde çok öne çıktı. Amerika’da bir bölüm konut kredilerinin yoğun bir biçimde batmasıyla başlayan sıkıntı gelişmiş ülkelerin finans piyasalarında likidite krizine dönüştü. Son altı yıldır uluslararası sermaye hareketleriyle beslenen gelişmekte olan ülkeler açısından Amerika ve Avrupa’da yaşananlar çok önemliydi. Çünkü, gelişmiş ülkelerde yaşanan çalkantıların uluslararası sermaye akımlarını daraltması riski söz konusuydu. Şimdiye kadar bu risk korkulduğu ölçüde gerçekleşmedi.
ÇEKİCİLİĞİ KORUMAK
Son aylarda ilgi odağı Amerika, Avrupa ve Japonya oldu. Türkiye’deki temel makro ekonomik verilerde rahatsızlık verebilecek gelişmeler fazla öne çıkmadı. Ama, bir Amerikan finans kurumunun 3-5 milyar dolar zarar yazması ya da Avrupa’da birkaç bankanın batma noktasına gelmesi kamuoyunda çok daha fazla ilgi gördü.
Yılda 40 milyar dolara yakın taze yabancı kaynak bulmak zorunda olan Türkiye ekonomisi açısından yurt dışında olup bitenler elbette çok önemli. Gelişmeler çok yakından takip edilmeli. Ama, bu ilginin komşu ülkede yağmur yağıp yağmurun bize de gelip gelmeyeceğini takip etmekten öteye fazla bir anlamı yok. Çünkü, yurt dışındaki çalkantıların bize sıçraması olasılığı karşısında kısa dönemde alınacak fazla bir önlem yok. Kısa dönemde, 40 milyar dolar civarındaki yabancı kaynağın gelmemesi durumunda ekonomik küçülmeden başka elimizden fazla bir şey gelmeyecek.
Üzerinde yoğunlaşmamız gereken konu orta dönemde, uluslararası sermaye seçici olmaya başladığında, bizi yatırım yelpazesinde dışarıda bırakamayacakları kadar çekici olmamamızı sağlayacak yapıyı kurmaktır. Uluslararası sermaye Avrupa’da ya da Amerika’da çalkantı var diye kurumayacaktır. Hacim belki biraz düşecektir. Ama, her şeyden önemlisi seçici olmaya başlayacaktır.
Seçici davranan uluslararası sermaye karşısında makro ekonomik dengelerini sağlam ve sürdürülebilir yapabilmiş ekonomiler öne çıkacaktır. Uygulanan politikalar konusunda kararlılık göstermek ve yatırımcıya güven vermek önemli olacaktır.
HALA RİSK BÜYÜK
Türkiye bu alanda açıklaması zor bir rehavet ve atalet içine girdi. Geçen yıla kadar titizlikle yürütülen IMF ile ilişkilerin sulandığı izlenimi giderek güçlendi. Seçimler nedeniyle ertelenen sosyal güvenlik reformunun yeniden ertelenmesi söz konusu oldu. İş gücü piyasasına esneklik getirecek düzenlemeler unutuldu. Kamu sektöründe personel reformu ve genelde verimlilik artırıcı reformların lafı ediliyor, ama kendilerinden haber gelmiyor. Gelecek yılın ilk yarısında bitecek olan IMF ile ilişkilerin hangi yönde gelişeceği konusundaki belirsizliği giderecek adımlar atma ihtiyacı duyulmuyor. Avrupa Birliği çapasının taradığı bir dönemde IMF çapasının önemi galiba yeterince değerlendirilemiyor.
Kısacası, komşuda yağan yağmurun bize de gelmesi durumunda oluşabilecek sel felaketi karşısında barikat kurma ve evin önemli bölümlerindeki delikleri kapama çabası gözlenmiyor. Sel bastıktan sonra barikat yapmanın bir anlamı olmuyor. Zaten, o durumda barikat da yapılamıyor. Seli önleme çabaları ancak yerler kuruyken sonuç verebiliyor.
İçinde düştüğü rehavet ile Türkiye çok önemli riskler alıyor. Unutmayalım ki, Türkiye ekonomisi, yüzde 10’a yaklaşan enflasyonu, milli gelirinin yüzde 8’ine yaklaşan cari işlemler açığı, bozulma eğilimine giren kamu finansman dengesi ve hem kısa vadeli hem de göreli olarak yüksek olan kamu borcuyla riskli ülkeler arasında sayılıyor.
Dolayısıyla, dışarıyı izlerken, içeriyi ihmal edecek lüksümüzün olmadığının bilincinde olmalıyız.
Yazının Devamını Oku