31 Aralık 2007
TÜRKİYE ekonomisinin performansı 2007 yılında karışıktı. 2006 yılının ortasında yaşanan çalkantı 2007 yılını etkileyen önemli bir unsur oldu. Makro ekonomik büyüklüklerdeki eğilimler radikal bir biçimde değişmedi. Kötü konut kredilerinin gelişmiş ülkelerde neden olduğu çalkantılar Türkiye’de finans piyasalarına o denli yansımadı. Ama, ekonomik birimlerin yurt dışına yönelik beklentilerinin kötüleşmesine neden oldu. 2006 yılı ortasındaki çalkantıların hafızalarda göreli olarak yeni olmasının da etkisiyle, yurt dışından gelen fon akımlarının devamı konusunda belirsizlikler arttı. Aynı belirsizlikler döviz kurlarının istikrarına ve enflasyona yönelik beklentilere de yansıdı.
Kısacası, bu kez Türkiye’de fazla bir hareket gözlenmese de, ileriye dönük beklentiler kötüleşti. Seçim yılı olması nedeniyle hükümetin gündemdeki reformları savsaklaması ve kamu finansman dengesinin bozulduğuna yönelik haberler de göreli ekonomik istikrarın devam edip edemeyeceği yönündeki beklentileri daha da kötüleştirdi.
2007 yılında enflasyon ve enflasyon beklentileri biraz daha katılaştı. Enflasyon düşmedi. Geçmişe göre, iç talep artışı hız kesti. Ekonomik büyüme yavaşladı. 2002 yılının üçüncü çeyreğinden beri ilk kez bu yılın üçüncü çeyreğinde yıllık bazda milli gelir büyümesi yüzde 5’in altına geldi.
BÜYÜME
Geçmiş yıllardan en büyük fark, ekonomik büyümede özellikle 2006 yılı ortasında başlayan yavaşlamanın 2007 yılında biraz daha sertleşmesiydi. Grafikten de görüldüğü gibi, son iki yılda yüzde 7’lerden yüzde 6’lara inen ekonomik büyüme büyük bir olasılıkla 2007’de yüzde 4’ün altında kalabilir.
Ekonomik büyüme yavaşladı, ama dış açıklar artmaya devam etti. Dış ticaret açığı geçen yıl 54 milyar dolarken bu yıl 60 milyar doları geçecek. Aynı şekilde, cari işlemler açığı geçen yıl 33 milyar dolar civarında gerçekleşirken, bu yıl turizm gibi gelirlerdeki artışa rağmen 37 milyar dolara yaklaşabilecek.
Ekonomik büyümenin ithalata bağımlılığı 2007 yılında da artmaya devam etti. Bu yapı büyüme önündeki en önemli kısıt olarak görülüyor. Yani, dış açıkları artırmayan bir büyüme önümüzdeki dönemlerde de olmayacak.
ENFLASYON
Hedeflenen enflasyon ile karşılaştırıldığında, 2007 yılında makro ekonomik açıdan en başarısız alanlardan biri enflasyon oldu. 2006 yılı ortasında yaşanan çalkantıların iyi idare edilememesi sonucunda fırlayan döviz kurlarının enflasyon üzerinde yarattığı olumsuzluklarla geçen yıl sonunda yıllık enflasyon yüzde 9.7 olmuştu. Bu yıl enflasyon hedefi yüzde 4 olarak tespit edildiği halde, 2007 sonunda enflasyonun yüzde 9’u aşması olasılığı oldukça yüksek görülüyor.
Grafikten de görüldüğü gibi, son üç yıldır (2006 yılı ortasından 2007 yılının ilk bölümü hariç) yıllık tüketici enflasyonu yüzde 7-9 arasında sıkışmış durumda. Mikro bazda enflasyonun indirilmesinde yaşanan zorluklara çeşitli bahaneler bulunabilir.
Örneğin, kuraklık ve gıda fiyatlarındaki artışlarla dolaylı vergi artışlarının ortalama enflasyonu yukarı çektiği söylenebilir. Ama, enflasyondaki başarısızlığın asıl nedeni enflasyon beklentilerindeki katılıklar, fiyatlandırma alışkanlıklarının çok yavaş değişmesi ve para politikasının bu katılıklarla uyumlu para politikası uygulamasında yaşadığı zorluklardır.
Uzun süredir Türkiye’de reel faizlerin yüksekliğinden şikayet edilmektedir. Halbuki, reel faizler yüksek olarak algılanan bir ekonomi olsaydı, Türkiye’de enflasyon şimdiki düzeylerinde kalamazdı. Aslında, Türkiye’de yüksek olan faizler değil, enflasyon beklentileri ile enflasyonun kendisidir.
Sağlıklı ve mutlu bir yıl dilerim.
Harcamalar seçimle kaydı bütçe açığı fazla büyüdü
2002-2006 arasındaki dönemde ortalama yıllık yüzde 7’nin üzerinde ekonomik büyüme gerçekleştiği halde, toplumun önemli bir kesimi büyümeyi aynı oranlarda hissetmedi. Reel ücretler verimlilik artışlarının oldukça altında gerçekleşti. İstihdam da önemli bir ilerleme sağlanamadı.
2007’nin seçim yılı olması dolayısıyla, bütçe harcamaları doğrudan kitlelerin gelirlerine tesir edecek alanlara kaydırıldı. Bu yıl bütçe açığı 16-17 milyar YTL civarındaki ilk tahminleri tutacak, ama harcamaların dağılımı hedeflerden farklı olacak. Hedeflenen 8-9 milyar YTL civarındaki bütçe açığının oldukça uzağında kalınacak. 2006 yılında bütçe açığının 3-4 milyar YTL civarında gerçekleştiği düşünülürse, bütçedeki içsel bozulma daha iyi görülebilir.
Verimliliklerini gerektiği kadar artıramayan kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) de ya zararlarını artırdılar ya da karlarını erittiler. Zararları önlemeye yönelik fiyat ayarlamaları da yapılamayınca (ya da ertelenince), toplam kamu finansmanı içinde KİT’ler bozulmanın bir unsuru haline geldiler.
Türkiye’ye net 50 milyar dolar geldi, piyasa rahat yürüdü
2006 yılına göre Türkiye’de finans piyasaları bu yıl daha sakin ve olumlu bir yıl geçirdi. Finans piyasalarının en önemli belirleyicilerinden uluslararası fon akımları bu yıl da iyiydi. Gelişmiş ülkelerde yaşanan likidite krizine rağmen, Türkiye’ye giren net toplam yabancı sermaye yılın ilk on ayında yıllık bazda 50 milyar doları geçti.
Yılın ilk on ayında giren yabancı mali kaynak 42 milyar dolara yaklaştı. Bu miktarın 14.3 milyar doları doğrudan yabancı sermaye, 3.6 milyar doları portföy yatırımları, 23.7 milyar doları yurt dışından doğrudan borçlanmalar yoluyla gerçekleşti. Faiz kazancı için gelen yabancı sermaye bu yıl neredeyse sıfır olacak.
Yılın üçüncü çeyreğinden itibaren Merkez Bankası kısa vadeli faizleri düşürmeye başladı. Yaklaşık aynı dönemde ortalama yıllık enflasyon yeniden artış eğilimine girdi. Geçen yıl sonunun son iş gününden 23 Aralık tarihine kadar Merkez Bankası piyasadaki YTL yükümlülüklerini 12.8 milyar YTL artırdı. Bu artışın 10 milyar YTL’sini piyasadan net döviz alımları karşılığında çıkardığı YTL yoluyla yaptı. Buna rağmen, nominal kur endeksi aylık ortalama olarak geçen yıl sonundan bu yılın kasım ayına kadar yüzde 12.3 düştü. YTL’nin tüketici fiyatları bazında reel değerlenmesi aynı dönemde yüzde 17.5 oldu.
YTL faizlerinin yüksekliği iddia edilse de, dövizin nominal ve reel değer kayıplarına rağmen bankalardaki döviz mevduatları 17 Aralık itibariyle 102 milyar dolara ulaştı. Bankalardaki toplam mevduatların üçte biri hala döviz üzerinden tutuluyor.
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2007
2007 yılı Türkiye ekonomisi için karışık bir yıl oldu. Dengeler kaygı verici boyutlarda bozulmadı. Ama, gerekli kararlılık gösterilebilseydi, iktisadi açıdan çok daha iyi bir durumda olunabilirdi. 2007 yılı, 1990’lar ölçeğinde belki kayıp bir yıl olmadı, ama zamanın çok da iyi kullanılamadığı bir yıl oldu.
2007 yılının seçim yılı olması siyasetçiyi kararsızlığa ve atalete itti. Son altı yıldır çok önemli reformlar yapılıp ekonomik büyüme yüzde 7’lerin üzerine çıkıp enflasyon tek hanelere indiği halde, ekonomik gelişmeleri yığınlara mal edememe yönünde oluşan izlenimin telaşı içinde 2007 yılında siyasetçiler çabuk ve kolay çözümler peşinde koştular. Halbuki, koşullar ve dengeler gevşemeye izin vermeyecek kadar kırılgandı.
KAMU SEKTÖRÜ
Giderek acil hale gelen reformlar rafa kalktı. Yerine, bütçede kitlelerin gelirlerini doğrudan etkileyen harcamalara öncelik verildi. Başlangıçtaki bütçe açığı tutturulabilecek. Ama, bütçe harcamalarının hem yapısı kaydı hem de yapısal açıklarda hedeflenen büyüklüklere ulaşılamadı. Kamu kesiminde faiz dışı fazla hedefi tutmadı. Gelecek yıllara yönelik olarak da ciddi riskler alınmak zorunda kalındı.
Bazı reformların acilen uygulamaya konması artık kaçınılmaz oluyor. Çünkü, bu konudaki gecikmeler gelecek dönemlerdeki ekonomik dengeleri tehdit eder hale geliyor. Gündemdeki reformlar siyasi açıdan hiç sevimli değiller. Siyasetçileri kararsızlığa ve atalete iten en önemli etken de bu. Yine de, bu konular "korkunun ecele faydası yok" konumuna geldiler. Çünkü, alternatif çok daha kötü olabilecek.
Sosyal güvenlik reformunun tamamlanması kaçınılmazdır. Aksi taktirde, faiz dışı bütçe harcamalarının tamamının sosyal güvenlik sisteminin finansmanına gitmesi söz konusu olabilecektir. Konu ortaya böyle konunca şaka gibi geliyor. Ama, konunun şakası kalmadı.
Kamu sektöründe verimliliği artırmak kaçınılmaz oldu. Verimlilik artışları hem hizmet hem de mal üreten kamu kuruluşları için gerekli. Aksi takdirde, oluşturulmaya çalışılan ekonomik istikrar ortamında kamu kurumları istikrarı bozan unsurlar haline geleceklerdir. Buna yönelik olarak personel reformu yapılması gerekmektedir. Üretici kamu kurumlarının ürettikleri mallara, dışsal gelişmelerin getireceği zorunluluklar hariç, enflasyonun üzerinde zam yapmak zorunda kalmamaları sağlanmalıdır. Kamu sektöründe ekonomik etkinlik öne çıkmak zorundadır.
İŞGÜCÜ PİYASASI VE VERGİ YAPISI
İşgücü piyasasına esneklik getirmek gerekmektedir. Bunca büyümeye rağmen istihdam artışında o denli başarı sağlanamamış olmasının ardında iş yasasının yeni istihdamı teşvik eden değil, iş güvenliği adına eski istihdamın korunmasına çalışan bir yapıda olmasındandır. Ekonomi rekabetçi olacaksa, beğenmesek de, işgücü piyasası da rekabetçi olmak zorundadır. İşgücü piyasasında esneklik yalnızca ek istihdam açısından değil, ekonominin topyekun dış rekabetle başa çıkması için de gereklidir.
Vergi yapısı dolaylı vergi ağırlıklı değil, doğrudan vergi ağırlıklı hale getirilmelidir. Sosyal adalet açısından da vergi yapısının değiştirilmesi gereklidir. Bu sürecin uzun bir süre alacağı açıktır. Ama, kısa dönemde, toplam nominal vergi gelirlerinde bir azalmaya neden olmayacak bir biçimde bazı piyasalarda (özellikle finans piyasalarında) çarpıklık yaratan dolaylı vergilerin azaltılması ve giderek kaldırılması sürecine girilmelidir. Aksi taktirde, yalnızca o sektörlerin rekabetçi konumu bozulmayacak, tüm ekonomi gerçek potansiyeline ulaşmada engellerle karşılaşacaktır.
Yazının Devamını Oku 28 Aralık 2007
GELİŞMEKTE olan ülkeler (emerging markets) gelişmiş ülkelerde bu yıl yaşanan sıkıntıları neredeyse hiç yaşamadılar. 2006 yılının ortasında yaşanan küresel çalkantı gelişmekte olan ülkelerde daha fazla tahribat yapmıştı.
2007 yılı birçok gelişmekte olan ülke için çok rahat geçti. Hatta, bu ülkeler bir ara gelişmiş ülkelerdeki paralar için "sakin liman" rolünü dahi üstlendiler.
Bu yıl dünya ekonomilerinin yüzde 2.4 civarında büyüyeceği tahmin ediliyor. Aynı tahminlere göre, büyüme Amerika’da yüzde 2, Euro Bölgesi’nde yüzde 2.6 olurken, gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme yüzde 7.5 olacak. En hızlı büyüyen bölge Çin’in (büyümesi yüzde 11.5) başı çektiği Asya oluyor (yüzde 9.4). Bu rakamlar yorumlanırken gelişmekte olan ülkelere yönelik tahminlerin giderek aşağı çekildiği de dikkate alınmalı.
PARA AKIYOR
Gelişmekte olan ülkelerin olağanüstü başarılı performansının ardında bu ülkelere 2007 yılında gittiği tahmin edilen 620 milyar doların üzerindeki taze yabancı mali sermaye küçümsenemez. Bu ülkelere giden yabancı sermaye 2002 yılından bu yana giderek arttı. Aynı zamanda, gelişmekte olan ülkeler artan miktarda cari işlemler fazlası verdiler. Sonuçta, döviz rezervleri hızlanarak arttı. Başta Amerika olmak üzere gelişmekte olan ülkeler borçlanarak tüketiyorlar. Gelişmekte olan ülkelerde borç vererek ürettikleri malları satıyorlar. Yani, biraz abartılı da olsa, artık gelişmekte olan ülkeler borç verebildikleri sürece ihracatlarını artırıyorlar.
Başta Amerika olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki büyüme ile gelen dış talep artışı, gelişmekte olan ülkelerin kendilerinde gözlenen iç talep artışı bir araya gelince ekonomik büyümede rekorlar kırıldı. Ama, Asya dışındaki bazı gelişmekte olan ülkelerde cari işlemler dengesi de dikkat çekici bir biçimde bozulmaya başladı.
Institute of International Finance (IIF) tarafından yapılan hesaplamalara göre, 2007 yılında milli gelirlerinin yüzde 5’inin üzerinde cari işlemler açığı veren ülke sayısı ellinin üzerine çıktı. Küresel dengeler giderek daha kırılgan hale geliyorlar. Özellikle Rusya petrol fiyatlarının yüksekliğine rağmen, cari işlemler dengesi hızla bozulma eğilimine giren (cari işlemler fazlası hızla düşüyor) ülkeler arasında başı çekiyor. Bizim de içinde bulunduğumuz Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerin de toplam cari işlemler açığının bu yıl 45 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.
Enflasyon neredeyse tüm gelişmekte olan ülkelerde artış eğilimine girdi. Özellikle, Çin’de enflasyonun yüzde 7’nin üzerine tırmanması küresel düzeyde kaygılara neden oluyor. Son altı yıldır küresel fiyat istikrarına katkı yaptığı düşünülen Çin ekonomisinin önümüzdeki dönemde enflasyon ihraç eden ülke konumuna gelmesinden korkuluyor. Çin Merkez Bankası’nın politikalarını sıkılaştırması en azından şimdilik bir sonuç vermiş değil.
IIF’in raporladığına göre, enflasyon hedeflemesinde de birçok gelişmekte olan ülke 2007 yılında başarısız oldu. Yapılan tahminlere göre, 2007 yılında yıllık bazda enflasyon (hedef parantez içinde), Güney Afrika’da yüzde 7.9 (3-6), Endonezya’da yüzde 6.7 (4-6), Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 5 (3), Macaristan’da yüzde 7.1 (3), Polonya’da yüzde 3.6 (2.5), Romanya’da yüzde 6.6 (3.8), Şili’de yüzde 7.4 (3) civarında. 2007 yılında enflasyon hedefinde başarılı olan ülkeler Hindistan, Güney Kore, Filipinler, Tayland, Slovakya, Brezilya ve Meksika.
KIRILGANLIKLAR ARTIYOR
Asya’daki gelişmekte olan ülkeler, başta Çin olmak üzere, artan enflasyon riskine karşı kısa vadeli faizleri artırıyorlar. Buna karşılık, kısa vadeli faizler Latin Amerika’da düşüyor. Genelde, gelişmekte olan ülkelerde kamu kesimi finansal dengesinde genel bir bozulma söz konusu. Özellikle Rusya’da petrol fiyatlarının artmasıyla artan bütçe fazlası hızla erime aşamasına geliyor.
Kısacası, gelişmekte olan ülkelerde işlerin şimdilik iyi gitmesine rağmen, genelde bir rehavet gözleniyor. Rehavet kırılganlıkları artırıyor. Gelişmiş ülkelerde rahatsızlıkların artması ve ekonomik büyümenin hızla düşmesi halinde, gelişmekte olan ülkeleri de zor bir dönem bekliyor. Gelişmiş ülkeler içinde yaşadıkları zorlukları hafif atlattıkları takdirde, başta Asya’daki gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, 2008 yılı da 2007 yılı kadar güzel olabilir.
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2007
2007 yılı hem Avrupa Birliği hem de Japonya için zor bir yıl oldu. İkisinin de büyüme sorunları var. İkisi de artan enflasyon baskısıyla mücadele etmek istiyorlar. Amerika’da patlayıp diğer gelişmiş ülkeleri de etkileyen konut kredileri krizi özellikle Alman ve Japon bankalarını olumsuz etkiledi. Oluşan likidite kıtlığı Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve Japon Merkez Bankası’nın (BoJ) piyasalara likidite pompalamasına neden oldu.
Her iki merkez bankası da enflasyon baskısıyla mücadele edebilmek için kısa vadeli faizleri yükseltme eğilimindeydi. Likidite kriziyle beraber bu süreç durdu. Amerika gibi kısa vadeli faizleri düşürmediler. Ama, artırmaya devam da etmediler.
JAPONYA
Japonya’da enflasyon onların ölçüsünde yılın ikinci yarısında kıpırdanmaya başladı. Ama, yıllık bazda enflasyon sıfır denebilir. Petrol ve diğer hammadde fiyatlarındaki artış Japon ekonomisinde fiyatları etkileyen en önemli unsur. BoJ görüşüne göre, önümüzdeki dönemde de enflasyondaki kıpırdanış devam edecek gibi görünüyor.
Japonya’da ekonomik büyüme yıllık bazda şimdilik yüzde 1’in altında. Ekonomik büyümenin önemli bir bölümü net ihracattan geliyor. İç talep zayıf. İhracattaki artış Asya ekonomilerindeki yüksek büyümeden kaynaklanıyor. Eskiden Japonya, Çin ve Güneydoğu Asya ekonomilerini sürüklerdi. Şimdi, Çin ve Güneydoğu Asya ekonomileri Japonya’nın büyümesine katkı yapıyorlar.
Japonya’da iç talepteki durgunluğun önemli nedenleri olarak konut inşasındaki hızlı düşüş ile kamu yatırımlarındaki azalma görülüyor. Makro ekonomik açıdan, konut kredileri krizi Amerika’dan sonra en fazla Japonya’yı vurdu. Ekonomik büyümenin tamamen durabileceği endişeleri giderek artıyor. Bu şartlarda, BoJ’un faiz artırımına gitmesi beklenemez.
AVRUPA
Avrupa Birliği’nde ekonomik büyüme Japonya’dan çok daha iyi. AB-27’de ekonomik büyüme yıllık yüzde 2.5 civarında seyrediyor. Euro Bölgesinde de yıllık büyüme yüzde 2.6 civarında. AB’de büyümenin yeknesak olduğu söylenemez. Örneğin, Fransa ve İtalya gibi AB’nin büyük ülkelerinde büyüme yüzde 1-2 civarında. Almanya’da büyüme yüzde AB-27 ortalaması civarında. AB’nin büyük ekonomileri içinde büyümede en başarılı ülke Almanya denebilir.
Buna karşılık, AB’nin küçük ülkeleri diğer bölgelerdeki gelişmekte olan ülkeler gibi hızlı büyüyorlar. Ekonomik büyüme yıllık bazda İrlanda’da yüzde 5’in üzerinde, Litvanya’da yüzde 10’a yaklaşıyor, Latvia’da yüzde 11’in üzerinde, Slovakya’da yüzde 9 civarında.
Son verilere göre, AB’de enflasyon artış eğiliminde. Enflasyon AB-27’de yıllık bazda yüzde 3.1’e ulaşırken, Euro Bölgesi’nde enflasyon yıllık yüzde 3 oldu. Halbuki, geçen yılın aynı döneminde enflasyon AB-27’de yüzde 2.2, Euro Bölgesi’nde yüzde 1.9 olmuştu.
Enflasyonda da yeknesak olmayan bir görünüm söz konusu. Almanya’da enflasyon yıllık yüzde 3.3’e fırlarken, Fransa ve İtalya’da yüzde 2.6 civarında, ama artış eğiliminde. Buna karşılık, yıllık enflasyon Bulgaristan’da yüzde 11’i geçerken, Latvia’da yüzde 14 oldu. Aday ülkeleri de dahil edersek, Türkiye AB ülkeleri içinde enflasyonu en yüksek olan üçüncü ülke konumunda.
Bu şartlarda, kısa vadeli faizleri artırmayı durduran AMB’nın likidite şartları izin verdiğinde yeniden faizleri artırmaya başlaması beklenebilir. Avrupa’da bir süre daha yükselen enflasyon ve düşen büyümeyi gözlemek şaşırtıcı olmayacaktır.
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2007
BUGÜNDEN itibaren 2007 yılının ekonomik açıdan genel bir görünümünü özetlemeye başlıyorum. Bugün Amerikan ekonomisini ele alıyorum. Yarın Avrupa Birliği ve Japonya ile devam edip cuma günü gelişmekte olan ülkeleri irdeleyerek dış dünyayı bitirmiş olacağım. Pazar ve pazartesi günleri Türkiye ekonomisini ele alıp yeni yılın ilk gününde 2008 yılında Türkiye ekonomisindeki olası gelişmelere yer vereceğim.
Amerikan ekonomisi en belirsiz dönemlerinden birini yaşıyor. Yaşananların bir düzeltme mi yoksa geçici bir dalgalanma mı olduğu henüz bilinmiyor.
2000’li yılların başından beri Amerikan ekonomisi dünya ekonomilerini sürükledi. Giderek artan tüketim (azalan tasarruf) cari işlemler açığını artırdı. Amerikan ekonomisinden gelen talep özellikle gelişmekte olan ülkelerin üretimlerini kamçıladı. Dünya ekonomileri 2007 yılında yüzde 5’in üzerinde büyüdü.
Yüksek büyümeyle gelen talep hammadde ve emtia fiyatlarını arttırdı. Bir anlamda, tüm dünya Amerikan ekonomisine endekslendi.
Artan cari işlemler açığı, düşme eğilimine giren, ama yüksek bütçe açıkları Amerikan ekonomisini kırılgan yapan unsurlar oldular. Bir düzetme beklenmeye başladı. Kısa bir süre sonra da, konut kredileri patladı. Şimdi bu patlamanın döküntüleri ile yaşanıyor. Döküntünün ne derece büyük olabileceği ise hala bilinemiyor.
BÜYÜME
Genel kanı Amerikan ekonomisinin yavaşlayacağı yönünde. Bu beklenti giderek güçleniyor. O kadar ki, Amerikan ekonomisinin yavaşlayacağı mı, yoksa sert bir durgunluğa mı gireceği hala tartışılıyor. Ama, yayınlanan veriler henüz beklentileri doğru çıkarmıyor.
2004 yılının başında Amerika’nın gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH) yüzde 4’ün üzerinde büyürken, büyüme tedricen düştü. 2006 yılı sonunda GSYİH büyümesi reel olarak yüzde 2.6 oldu. Bu yılın üçüncü çeyreği itibariyle ise 12 aylık GSYİH büyümesi yüzde 2.8’e geldi.
Grafikten de görüldüğü gibi, bu yılın başından beri aslında Amerikan ekonomisinde bir hızlanma yaşanıyor. Yüzde 2.8’lik büyüme küçük görülmemeli. Bu yılın ilk dokuz ayında Amerikan ekonomisine Türkiye ekonomisinden daha büyük bir ekonomi (600 milyar dolar civarında) eklenmiş oldu.
Büyüme konusunda Amerikan ekonomisinin son altı yıldır ve özellikle bu yıl gösterdiği performans önemli bir başarı sayılır. Bu başarı tüm dünya ekonomilerini de olumlu etkiledi. Ama, enflasyon konusunda aynı başarıdan söz etmek pek olanaklı değil.
ENFLASYON
Artan petrol (genelde enerji) ve diğer hammadde fiyatları giderek enflasyona daha fazla yansımaya başladı. Amerikan dolarının diğer paralara karşı değer kaybetmesi de enflasyona daha olumsuz yansıyor. Buna karşılık, Amerikan Merkez Bankası, en azından şimdilik, enflasyonu ikinci plana atan bir tutum takınmaya zorlanıyor.
Sonuçta, tüketici fiyatları enflasyonu bu yılın kasım ayı itibariyle yüzde 4.3’e, üretici fiyatları da yüzde 7.2’ye fırladı. Enerji ve gıda fiyatlarının dışarıda bırakıldığı endekslerdeki artışlar (temel enflasyon) ise hálá yüzde 2 civarında salınıyor. Ama, önümüzdeki dönemde temel enflasyonda da bir kıpırdanma yaşanması şaşırtıcı olmayacak.
Finans piyasalarındaki istikrar adına Amerika’da kısa vadeli faizler düşmeye devam ediyor. Artan enflasyon karşısında, kısa vadeli faizlerin bir süre sonra yeniden çıkış eğilimine girmesi kaçınılmaz gibi görünüyor.
Dünya ekonomisinin yüzde 20’si civarındaki Amerikan ekonomisindeki gelişmeler elbette tüm dünya ekonomilerini yakından ilgilendiriyor. "Amerikan ekonomisi durgunluğa girse de, dünyanın geri kalanına bir şey olmaz" diye nitelendirilebilecek görüşler artık çok fazla iyimse görünüyor.
Beklenti bazında son dönemde yaşananlar dahi Türkiye ekonomisinin büyüme performansını etkiledi.
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2007
2007 yılına dünyaya damgasını vuran en önemli iktisadi olgu finans piyasalarındaki kurumların çok ciddi itibar kaybına uğramalarıydı. Küresel düzeyde bu yıl finans piyasalarında yaşananların etkileri daha uzun bir süre hissedilecektir. Gözetim ve denetim kurumları itibar kaybettiler. Risklerin kontrol edildiği ve iyi idare edildiği sanıldı. Gözetim ve denetim kurumlarının finans sektöründe çalışan şirketleri iyi takip ettiği düşünüldü.
Ama, konut kredileri sektöründe yaşananların durumun hiç de öyle olmadığını gösterdi. Meğerse, gözetim ve denetim kurumları suyun üzerindekilere bakıp suyun altında kalanlara hiç bakmazmış gibi bir görüntü verdiler. Suyun düzeyi düşünce, eskiden suyun altında kalan pisliklerin hepsi görünür oldular.
Kredi derecelendirme kuruluşları itibar kaybettiler. Riskleri iyi ölçemediler. Ölçtükleri riskleri iyi anlatamadılar. Her zaman olduğu gibi, önden giden değil, geriden gelen kuruluşlar olduğunu bir kez daha kanıtladılar. Bazen haksızca eleştirilseler de, kredi derecelendirme kuruluşları da artık kendilerine çeki düzen vermek zorundalar.
Merkez bankaları itibar kaybettiler. Belki, hálá da kaybetmeye devam ediyorlar. Finansal istikrarın kalıcılığı ve gücü konusunda atıp tutarken, kendilerini finansal istikrarsızlığın ortasında buldular. Meğerse, finans piyasaları merkez bankalarının düşündüklerinden çok daha fazla kırılganmış. Kısacası, konunun geldiği noktayı hiç kimse göremedi.
TEŞVİK MEKANİZMALARI
Daha başka şeyler de öğrendik 2007 yılında. Örneğin, finans kuruluşlarının idarecilerine yönelik parasal teşviklerin kuruluşların uzun dönemli stratejileriyle uyumsuz olduğunu gördük. Kısa dönemde elde edilen kárlar üzerinden hesaplanan teşviklerin aslında finans kuruluşlarını orta-uzun dönemde çok ciddi risklerin altına sokabildiği anlaşıldı.
Kağıt üzerinde kazanılmış gibi duran paraların bir bölümü yöneticilere prim olarak dağıtıldı. Sonra görüldü ki, kağıt üzerinde elde edilmiş gibi görünen kárların hiçbiri ortada yok. Kárlar zarara dönüşmüş. Teşvik mekanizması kabul edilemeyecek risklerin alınmasının kaynağı haline gelmiş.
Bugüne kadar parasal otoriteler bastıkları paranın mal ve hizmetler karşısındaki değerine önem verip varlıklar karşısındaki değerine o denli titizlikle eğilmezlerdi. Dolayısıyla, mal ve hizmet fiyatlarındaki artışlara duyarlı davranan parasal otoriteler varlık fiyatlarındaki artışa sessiz kalırlardı.
Şimdi gördük ki, varlık fiyatları enflasyonu da bir noktada parasal otoritelerinin en büyük baş belası olabiliyor. O kadar ki, varlık fiyatları düşmesin diye parasal otorite bir ölçüde mal ve hizmet fiyatlarındaki artışlara daha az duyarlı kalabiliyor.
2008’İN SORUNU
Bir anlamda, gelişmiş ülkelerdeki merkez bankalarının içine düştüğü durum onların itibarını olumsuz etkiliyor. Ne kadar uzun süreceğini şimdiden bilmiyorsak da, merkez bankaları fiyat istikrarını birinci derecede gözeten kurumlar olmaktan çıkıp varlık fiyatlarındaki kaçınılmaz düzeltmenin ekonomik faaliyetleri yavaşlatmasının önüne geçmeye çalışan kurumlar haline geliyorlar. Bu arada, geçici diye nitelendirilen enflasyondaki yükselmenin uzun süreli geçici enflasyon olduğunu da kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Enerji maliyetlerindeki artış bugüne kadar şaşırtıcı bir biçimde diğer fiyatlara yansımadı. Ama, yolun sonuna gelindi gibi görünüyor. 2008 yılının en önemli sorunlarından biri küresel düzeyde artma eğilimine giren enflasyon olabilir.
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2007
HERKES faizlerin yüksekliğinden söz ediyor. Hiç kimse enflasyonun yüksekliğinden söz etmiyor. Burada bir yanlışlık var. Faizlerin yüksekliği standart şikayet konularından biri oldu. Döviz kurlarının düzeyini beğenmeyen, faizler yüksek diyor. Daha düşük enflasyona alışamayan ekonomik birimler de faizlerden şikayet ediyor.
Tüketiciler de faizlerden şikayet ediyor. Ama, mevduat yapmaya gelince, tasarrufçular faizleri düşük buluyorlar. YTL faizlerini yüksek bulan Türkiye’deki ekonomik birimler mevduat bankalarındaki döviz mevduatlarını 2005 yılı sonundan bu yılın kasım ayı sonuna kadar yaklaşık 30 milyar dolar artırdılar. Madem YTL faizleri yüksek de, bu birimler neden YTL mevduatı yapmayıp paralarını dövize dönüp döviz mevduatı yapıyorlar?
TETİKTEYİZ
Faizlerin yüksek olup olmadığı başa giyilen şapkaya göre değişiyor. Kredi almak isteyenlerce YTL faizleri yüksek görülüyor. Mevduat yapmak isteyenlere göre, YTL faizleri düşük kalıyor. Sesini daha çok çıkarabilenler haklıymış gibi görünüyor.
Faizlerden şikayetçi kesim doğrudan ya da dolaylı Merkez Bankası’nın kısa vadeli, faizleri düşürmesi için baskı yapıyor. Kendilerinin haklı olduklarını ispat etmek için de "dünyada en yüksek faiz bizde" diyerek ortaya rakamlar atıyorlar. Ama, aynı anda dünyadaki en yüksek enflasyonun da bizde olduğunu belirtmeyi nedense unutuyorlar.
Mutlaka rakam vermek gerekirse, para politikası faizi Türkiye’de yüzde 15.75, yıllık enflasyon yüzde 8.4 (yıllık ortalama yüzde 8.9) civarında. İzlanda’da para politikası faizleri yüzde 14.25, yıllık enflasyon yüzde 8 (yıllık ortalama yüzde 5.2). Brezilya’da para politikası faizi yüzde 11.25, enflasyon ise yüzde 4.2. Güney Afrika’da faiz yüzde 11, enflasyon yüzde 7.9. Görülüyor ki, bizde faiz diğerlerine göre yüksek, ama enflasyon da yüksek.
Aslında bu karşılaştırma da gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Ülkelere has gelişmeleri de hesaba katmak gerekiyor. Örneğin, bizim dışımızdaki bütün bu ülkeler çok yakın tarihlerinde yıllık bazda yüzde 2-3 enflasyonu gördüler. Biz daha enflasyonda bu düzeyleri hiç göremedik. Bize enflasyon 7-9 arasında sıkıştı, kaldı.
Enflasyonun yüzde 4’e ineceğine inanmıyoruz. Aksine, eğer bu düzeylere düşen enflasyon yalan değilse, nasılsa yine çıkar diye bekliyoruz. Döviz kurlarının bu düzeylerde kalıcı olabileceği olasılığını sıfır görüyoruz. Ekonomide ne zaman kriz çıkar diye gözlerimizi dört açmış bekliyoruz. Yani, daha biz olumsuz beklentileri kırabilmiş değiliz. Ekonomik birimlerin zaten kısa vadeli olan YTL mevduatı yapmak yerine döviz toplaması da bu nedenle. Tetikte bekliyoruz.
NASIL DÜŞER?
Böyle bir ekonomide faizler nasıl düşer? Baskılarla düşse dahi, ulaşılmaya çalışılan hedefler değil, ancak bu beklentiler gerçekleşir.
Gelişmeler ışığında, Türkiye’de nominal faizler de, reel faizler de aslında o denli yüksek değildir. Çünkü, enflasyon beklentileri yüksektir. Anketlerden elde edilen enflasyon beklentileri rakamlarına fazla itibar etmek doğru değildir. Ekonomik birimlerin aldıkları kararların içerdiği enflasyon beklentileri önemlidir. Bu da çıplak gözle görülebilecek bir büyüklük değildir.
Bayram dolayısıyla yazılarıma bir süre ara veriyorum. Herkese iyi bayramlar.
Yazının Devamını Oku 19 Aralık 2007
KÜRESEL düzeyde merkez bankaları "kırılacaksa da benim elimde kırılmasın" yaklaşımıyla perspektiflerini kaybetmiş bir tavır sergiliyorlar. Fiyat istikrarı şu sıralarda merkez bankalarının amaç fonksiyonlarının en üst sıralarında değil.
Tüm merkez bankaları enflasyon riskinden söz ediyor. Ama, enflasyondaki gelişmeler arka planda kalıp para politikasını gevşetmeye devam ediyorlar.
Gerçekleşen enflasyon rakamları da, grafiklerden de görüldüğü gibi,
enflasyon olgusunun ileriye dönük bir risk değil, aslında enflasyonun gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor.
ENFLASYON
Merkez bankalarının takındığı tutumun arkasında tüm dünyada son altı yıldır alışılmış göreli
yüksek ekonomik büyümenin yavaşlama eğilimine girmiş olmasının yarattığı rahatsızlık var. Küresel bazda ekonomik büyümeden kısa bir dönem için dahi olsa fedakarlık yapılmak istenmiyor.
Artan petrol ve diğer emtia fiyatlarının son altı yıldır ortalama enflasyon ve büyümeye olumsuz yansımamış olması da ekonomi politika yapıcılarını bir anlamda şımarttı. Demek ki,
hammadde fiyatları artsa dahi geçmişte olduğu gibi enflasyon artmak zorunda değil, büyüme düşmek zorunda değil gibi bir hava oluştu. Aslında, bu doğru değil. Son yıllara bakıp 1970’leri unutmak için bir neden yok.
Merkez bankalarının hedef şaşırmasının ardında ülkeden ülkeye değişen durumlar da var. Örneğin,
Avrupa Merkez Bankası (AMB) ekonomik büyümeden çok enflasyona bakmayı tercih etmeyi sürdürüyor. Zaten Avrupa’da ekonomik büyüme de o denli canlı değil. Buna rağmen,
diğer dış etkenlerle Avrupa’da da enflasyon artış eğiliminde. Onlar faizleri indirmiyorlar, ama çıkartmıyorlar da. Belli bir süre sonra AMB da faiz indirim kervanına katılabilir.
Türkiye’de ekonomik büyüme para politikasının daha önemli hedefi haline gelmiş izlenimi veriyor.
İki yıldır enflasyon orta dönemde hedefle uyumludur deniyor, ama gerçekleşen enflasyon hedefin iki kayından fazla oluyor. Orta dönemin ne demek olduğunu galiba bir tek Merkez Bankası biliyor. Dolayısıyla, orta dönemin ne demek olduğu da tarife muhtaç hale geliyor.
Amerika’da ortalama enflasyon alışılmışın üstünde.
Ortalama tüketici fiyatlarındaki artış yıllık yüzde 4’ün üzerinde, üretici fiyatlarındaki artış ise yüzde 7.2. Her iki endekste de gıda ve enerji fiyatları dışarıda bırakıldığında enflasyon yüzde 2’nin biraz üzerinde. O halde, enflasyondan kaygılanacak bir durumun olmadığı söyleniyor.
DAVETİYE
1970’lerde de durum böyleydi. Sonunda, ortalama enflasyonun da artışına seyirci kalındı.
Yanlışın faturası daha sonra uygulamaya konan çok yüksek faizlerdi.
Fiyat istikrarını hedefleyen para politikasının hiç değişmeyen ve her yerde geçerli kurallarından biri
bugün yapılan yanlışların ileride çok daha yüksek faizleri kaçınılmaz kılacağıdır. Küresel ekonomiler şimdi bu riski taşıyorlar. Bugün enflasyona selam gönderip faizleri indirmeye devam eden yaklaşım yarın çok daha yüksek faizlere davetiye çıkarıyor.
Yazının Devamını Oku