Ercan Kumcu

Fiyat istikrarına alışmak

12 Kasım 2005
EYLÜL ayı itibariyle on iki aylık enflasyon tüketici fiyatları endeksiyle yüzde 8’in biraz altında. Gelinen nokta Türkiye’nin fiyat istikrarını oluşturduğu anlamına gelemez. Enflasyonu yüzde 1-3 düzeyine indirmemiz gerekiyor. Bu yönde alacak daha çok yolumuz var. Arzulanan düzeyi kalıcı hale getirmek, işin bir başka zor yönüdür.

Otuz yıldır fiyat istikrarı yaşamamız bir ülkede fiyat istikrarına alışmak doğal olarak kolay değildir. Fiyat istikrarı bambaşka ekonomik bir çevredir. Fiyat istikrarına alışkın olanlar Türkiye’nin otuz yıl boyunca fiyat istikrarsızlığı içinde nasıl yaşadığını anlayamazdı. Bizlerin de fiyat istikrarı içinde yaşamaya alışmamız zor olacaktır.

Fiyat istikrarı içinde ekonomik zorluklar yaşanacaktır. İşsizlik bir sorundur, sorun olmaya devam edecektir. Bazı sektörler ya da şirketler fiyat istikrarsızlığı nedeniyle kárlıysa, fiyat istikrarının hakim olduğu dönemde zorlanacaklardır. Sektörler içinde ya da sektörler arasında kaymalar olabilecektir. Uyum bazen sancılı olacaktır.

PARAYA SAYGI

Yaşanan sancıların uygulanan ekonomik politikalara yönelik eleştirileri artırması olağandır
. Her ülkede olduğu gibi, sancıların faturası bazen hükümetlere, çoğu zaman da Merkez Bankası’na çıkacaktır. Çünkü, konuşmalarımızda fiyat istikrarının tesis edilmesini arzu ettiğimiz izlenimi versek de, aslında alıştığımız ortamı, yani fiyat istikrarsızlığını bırakmak istemiyoruz. Bu davranış ekonomideki tüm birimler için geçerlidir.

Davranışlarımızın ve arzularımızın kökeninde paramıza saygısızlık yatmaktadır. Türkiye’de iş yapan ekonomik birimler olarak Türk Lirası’na saygımız yoktur. Paramıza saygımız olmadığı için enflasyon içinde yaşamayı sürdürdük. Enflasyonla beraber, paramıza yönelik zaten az olan saygımız daha da azaldı.

Paraya saygı, parayı basana saygı ile başlar. Parayı basanın siyasi kaygılarla hareket etmemesi hem saygınlığı açısından hem de fiyat istikrarı açısından en önemli unsurdur. Toplum olarak parayı basan Merkez Bankası’na sahip çıkmadığımız sürece fiyat istikrarını yakalayabilmemiz, yakalasak dahi koruyabilmemiz mümkün değildir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra enflasyon belası ile tanışmış olan Almanya parasına ve o parayı basan kuruluşuna (Bundesbank) her zaman sahip çıktı. Parasını basanı demokratik kurallar içinde seçilen hükümetlerin elinde oyuncak olmasına izin vermedi. O nedenle Almanya’da Bundesbank ile çatışan bir kaç hükümet işinden oldu.

Şimdi, İtalya’da benzer bir olay yaşanıyor. İtalyan Merkez Bankası Başkanı’nın görevini kötüye kullandığı iddia ediliyor. Çeşitli kesimlerce Başkan’ın istifası isteniyor. Hükümet be Başbakan mümkün olduğunca sessiz kalmaya gayret ediyorlar. Çünkü, Merkez Bankası ya da başkan’ının üzerine konacak siyasi baskının Banka’nın itibarına zarar vereceğinden korkuyorlar. Belki de, İtalya’da Merkez Bankası’nın itibarının korunmasını siyasiler Banka’nın başkanından daha fazla düşünüyorlar.

HERKES İÇİN

Dirensek de, biz de alışacağız
. Şimdilik, giydiğimiz cekete yabancılık çekiyoruz. Merkez Bankası’nı siyasetten bağımsızlaştırmayı kendi arzumuzla yapmadık. Tarihimizin en büyük ekonomik krizlerinden birini çıkardık. Krizden çıkmak için bize borç verenlerin ısrarı ile Merkez Bankası’nı siyasi etkiden yasal zeminde kurtardık. Şimdi, ceketin içine girmekte zorlanıyoruz. Zorlanırken, ceketi paralamamak esas olmalıdır.

Duruma yabancı da olsak, Merkez Bankası ve politikalarını ‘amigo’ edasıyla eleştirmemeliyiz. Çünkü, şimdi farkında olmasak da, fiyat istikrarı ekonominin tüm birimleri için faydalıdır. Fiyat istikrarını hedefleyen kurumlara sahip çıkmalıyız.

Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Yeni bir büyüme dalgası mı geliyor

10 Kasım 2005
EYLÜL ayında imalat sanayi üretim endeksi geçen yılın aynı ayına göre yüzde 10 arttı. Geçen yılın aynı dönemine göre, bu yılın üçüncü üç ayında imalat sanayi üretimindeki artış yüzde 5.3 oldu. Yılın ikinci üç ayında bu artış yüzde 2.2 civarındaydı.

Veriler, imalat sanayi üretiminde yeni bir artış dalgasına işaret ediyor. Dış ticaret ve cari işlemler dengesindeki gelişmeler de bu yargıyı destekliyor. Eğilimler yılın son üç ayında da imalat sanayi üretimindeki artışın devam edeceği yönünde görünüyor. Grafikten de bu eğilimi izlemek mümkün. Üretimde yeni bir çıkışın başlangıcındaymışız gibi görünüyor.

SANAYİ ÜRETİMİ/images/100/0x0/55ea77f3f018fbb8f881f0ca

İmalat sanayi üretimi büyümesi yeknesak değil
. Örneğin, tekstil ve giyim eşyaları üretimi bu yılın başından beri artan oranda düşme gösteriyor. Buna karşılık, ağaç ürünleri, basım, kimya, plastik, taşıt araçları, elektrikli eşyalar, metal ana sanayi ve mobilyacılık gibi sektörler yüksek hızda büyümeye devam ediyorlar. Büyüme klasik ihracatçı sektörlerden göreli olarak yeni ihracatçı sektörlere kaymış gibi görünüyor.

İmalat sanayi üretimindeki gelişmeleri elektrik üretimindeki artışlar son aylarda eskisi gibi desteklemiyor. 2002 yılı ortalarından bu yana kaçaklara rağmen elektrik üretimi yıllık bazda imalat sanayi üretiminden daha yavaş artarken, son aylarda, elektrik üretimindeki artış imalat sanayi üretimindeki artışın üzerinde seyrediyor. Üç yıldır bu alanda gözlenen eğilimler üretimde verimlilik artışına işaret ederken, son aylardaki eğilimler verimlilik artışında bir yavaşlama, hatta bir duraklama olduğu olasılığını artırıyor.

MİLLİ GELİR

Aralık ayı içinde yılın üçüncü üç ayına yönelik milli gelir rakamları açıklanacak. Geçen yılın ikinci yarısına kadar inşaat sektörü üretimi fazla bir kıpırdama göstermedi. Ama, son dönemde inşaat sektörü üretiminde de bir artış olduğu biliniyor. İmalat sanayi üretimindeki artışın bir kısmı da inşaat sektöründeki canlanmadan kaynaklanıyor.

Dolayısıyla, inşaat sektörü üretimindeki artışla beraber sanayi sektörü üretimindeki artış, tarım sektöründe bir üretim artışı olmamış olsa dahi, yılın üçüncü üç aylık döneminde milli gelirimizin yüzde 5’in üzerinde artacağına işaret ediyor
.

Türkiye ekonomisi yeni bir büyüme ivmesi kazanmış gibi görünüyor. Özel sektör yatırımlarındaki artış azalmış da olsa devam ediyor. Yılın ilk dokuz ayında sermaye malları ithalatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 15’in üzerinde arttı. Yalnızca ağustos ve eylül aylarındaki sermeye malları ithalatı geçen yılın aynı aylarına göre yüzde 30’a yakın bir artış gösterdi.

Kısacası, bu yılın ikinci yarısı ile beraber ekonomide küçümsenmeyecek bir kıpırdanmanın yeniden başladığı görülüyor. Bunun sonucu önümüzdeki aylarda dış ticaret açığının daha da bozulması gündeme gelecektir. Yeni eğilimlerin enflasyon hedefini tehdit edip etmeyeceğini ise ilerideki aylarda göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Özelleştirme gelirleri nerede kullanılacak

9 Kasım 2005
SON birkaç yıldır yapılan özelleştirmeler önceki yirmi yılda yapılan özelleştirmeleri solladı geçti. Özelleştirme gelirleri arttıkça, gelirlerin nerede kullanılacağı tartışma konusu olmaya başladı.  Toplumun neredeyse tüm kesimleri, havadan geliyormuş gibi, özelleştirme gelirlerini kendilerini ilgilendiren projelerde kullanılmasını istiyor.

Devletin gelirleri arttığına göre, devlet çalışanları maaş ve ücretlerin artırılmasını talep ediyor. Sanayiciler teşviklerin genişletilmesini arzu ediyorlar. Emekliler ve emekli olmaya yaklaşanlar hem emekli maaşlarının artırılmasını istiyorlar hem de sosyal güvenlik sisteminin değişmesine muhalefet ediyorlar. Tarım kesimi de tarım üretiminin çeşitli yollarla daha fazla desteklenmesi için çaba harcıyor.

Kimileri özelleştirme gelirleriyle kamu yatırımlarının artırılmasını, kimileri de son yıllarda göreli olarak kısılan kamu cari harcamalarının artırılmasını talep ediyorlar. Yani, ortada harcanabilecek bir para var, paranın kimlerin yararına harcanması gerektiği tartışılıyor.

SEÇENEKLER

Özelleştirme demek devletin bilançosundan bir varlığın satılıp yerine nakit paranın konması demektir
. Özelleştirme yoluyla elde edilen gelirler üç alanda harcanabilir. Birincisi, bir varlığı satarak bir başka varlık elde edebilirsiniz. Yani, devlet özelleştirme yoluyla elde ettiği gelirlerle yeni yatırımlar yapabilir.

Özelleştirme gelirlerinin ikinci kullanım alanı devletin yükümlülüklerini azaltmasıdır. Yani, bir varlığın satılmasıyla elde edilen gelir borçların azaltılmasında kullanılabilir. Bu, giderek ödenemez hale gelen kredi kartları borçlarını ödeyebilmek için bir ailenin arabasını satması gibidir.

Üçüncü alan zararların finansmanıdır. Devletin bütçe açığı şirketlerin zarar etmesine benzer. Gelirleri masraflarından az olan bir şirket zarar eder. Gelirleri harcamalarından az olan devlet de bütçe açığı verir. Şirketin zararları da, devletin bütçe açıkları da yeni borçlanma ile karşılanır. Şirketler sermayesi bitene dek zararlarını sermayelerini eriterek de finanse edebilirler. Özelleştirme gelirlerinin kullanılabileceği üçüncü alan bütçe açıklarını finanse etmektir.

Artan özelleştirme gelirleri bu üç alandan birinde ya da birkaçında kullanılacaktır. Ama, nerede? Bu sorunun yanıtı ekonominin hangi sorununun çözümünün acil olduğu ile ilgilidir. Borcu olmayan, bütçe açığı vermeyen bir devletin elde ettiği özelleştirme gelirleri yeni yatırımlarda ve/veya ekonomiyi canlandırma amacıyla geçici olarak bütçe açığı vermede kullanılabilir.

ÇÖZÜMLER

Ekonomide önemli kurallardan biri stok değişkenler yoluyla akım değişkenlerdeki sorunların kalıcı olarak çözülemeyeceğidir
. Yani, bir kereye mahsus bir malın satımıyla (stok değişken), finansman açıkları (akım değişken) kalıcı olarak finanse edilemez. Para bittiğinde, satılacak yeni bir mal gerekir.

Özelleştirme gelirleriyle ne yapılması gerektiği konusunda fikir üretirken insanların kendi özel ekonomilerini düşünerek fikir oluşturması yapılan analizleri daima daha doğru sonuca götürecektir.

Borçları yüksek, bütçe açığı vermeye devam eden bir devlet ise özelleştirme gelirlerini yeni bütçe açıkları vermek için kullanamaz. Kullanırsa, sonun başlangıcını hazırlamış olur. Bu devlet yeni yatırımlara da giremez. Çünkü, önce borçlarını azaltması gerekir. Türkiye de, artan özelleştirme gelirleriyle devlet borçlarını azaltmalıdır. Devlet borçlarının azaltılmasında kullanılan özelleştirme gelirleri ekonomik istikrarın kalıcılığına çok büyük katkı yapacaktır.
Yazının Devamını Oku

Ara malları ithalatının milli gelire katkısı

8 Kasım 2005
TÜRKİYE’de ekonomik büyümenin ancak daha fazla ithalat ile mümkün olduğu artık bilinen bir gerçektir. O denli bilinmeyen, bilinse dahi, çok fazla üzerinde durulmayan konu, ekonomik büyümeyi sürdürebilmek için gerekli ithalatın ödemeler dengesi (ya da dış ticaret dengesi) üzerindeki riskleri ne kadar değiştirdiğidir. Ara malları ithalatı ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki son yıllarda çok belirgin bir biçimde değişmiştir. Bu değişikliği grafik çok açık bir biçimde göstermektedir. Grafikte, sol eksende üç aylık 1987 fiyatlarıyla milli gelir rakamlarının yıllık hareketli toplamları gösterilmektedir. Sağ eksende ise yine üçer aylık dolar bazındaki ara malları ithalatının yıllık hareketli toplamları gösterilmektedir. Ara malları ithalatı ile reel milli gelir rakamları arasındaki ilişkinin 2001 yılı sonundaki değişmesi gerçekten çarpıcıdır.

1997 yılı başından 2001 yılı sonuna kadar reel bazda milli gelirdeki hareketlerle dolar bazındaki ara malları ithalatı arasında çok istikrarlı bir ilişki söz konusudur. İsitkrarlı ilişki 1997’den önce de geçerliydi. Bu dönemde, yıllık ortalama milli gelir 1987 fiyatlarıyla 114.7 trilyon TL olurken, yıllık ortalama ara malları ithalatı 30.6 milyar dolar olmuştur. 2002 yılının başından bu yana ise yıllık ortalama milli gelir aynı bazda yüzde 7.8 artarak 123.6 trilyon /images/100/0x0/55ea5521f018fbb8f87909abYTL olmuş, buna karşılık aynı dönemde yıllık ortalama ara malları ithalatı yüzde 64 artarak 50.2 milyar dolar olmuştur.

1997-2001 yılları arasındaki dönemde, 1987 fiyatlarıyla bir trilyon liralık milli gelir üretmek için ortalama 267 milyon dolarlık ara malları ithalatı gerçekleştirmek gerekirken, 2002-2005 yılları arasındaki dönemde aynı bazda ve aynı miktarda milli gelir üretebilmek için ortalama 400 milyon dolarlık ara malları ithalatı gerekmiştir.

Bütün bu rakamların söylediği şudur: 1997-2001 yılları arasında milli gelirimizi yüzde 1 artırabilmek için yılda 575 milyon dolarlık daha fazla ara malları ithalatı yapmak zorundaydık. 2002 yılından bu yana, aynı bazda milli gelirimizi yüzde 1 artırabilmek için yılda 900 milyon dolar daha fazla ara malları ithalatı yapmak durumundayız.

Söz konusu ilişki 2002 yılından sonra doğrusal olmaktan da çıktı. Giderek daha fazla ara malları ithalatı aynı miktarda milli gelir üretme eğilimine girdi. Örneğin, son bir yıldaki ortamla değerleri kullanarak yapılan hesaplamalarda, milli gelirimizi yüzde 1 artırabilmek için gerekli ara malları ithalatındaki artışın yıllık 1.2 milyar dolar olacağı görülmektedir.

Son yıllarda petrol fiyatındaki artışın bu ilişkide önemli bir etken olduğu düşünülebilir. Ama, ilişki, sanıldığı kadar petrol fiyatlarına duyarlı değildir. Sonuç olarak, dış denge, giderek ekonomik büyüme üzerinde daha önemli bir kısıt haline gelmektedir.
Yazının Devamını Oku

Program değil tahmin yapmalıyız

3 Kasım 2005
DEVLET Planlama Teşkilatı’nın (DPT) beş yıllık ve yıllık programlar hazırlaması ve programların Meclis onayından geçmesi Anayasal bir zorunluluktur. Ama, bu programlar zaman içinde kendilerinden beklenen işlevi yitirmişlerdir.  Programlar Resmi Gazete’de kalın birer doküman olarak kalmaktadırlar. Geçmişe yönelik veri bankası işlevi görmektedirler.

Devletin ekonomi üzerindeki egemenliğinin giderek azaldığı bir dönemde, plan ve programların işlevlerini yitirmesinin en önemli nedeni siyasetçilerin kendi söyledikleri programlara uymamasından çok, siyasetçilerin arzularıyla ekonomik gerçekler arasındaki uyuşmazlıktan kaynaklanmaktadır.

Bundan böyle DPT’nin ileriye dönük bir takım makro ekonomik dengeleri ‘program’ olarak değil de, ‘tahmin’ olarak kamuoyuna sunması çok daha faydalı ve inandırıcı olacaktır. Anayasal zorunluluk bütçe ile sınırlanmalıdır.

DIŞ AÇIK ÖNEMLİ OLDU

Siyasetçilerin, gerçekçi olsun ya da olmasın, enflasyon ve ekonomik büyüme hakkında iyimser arzuları vardır. İktidarlar, enflasyonun düşük, büyümenin ise olabildiğince yüksek olmasını arzu ederler. DPT açısından bu arzular ‘hedef’ olarak kabul edilir. Bu hedefler doğrultusunda makro ekonomik dengenin içi doldurulmaya çalışılır. Hedefler gerçekçi olmadığında, rakamlar hem şaşar hem de inandırıcı olmaktan çıkarlar.

Örneğin, 2005 yılı programında yıl sonu enflasyonu yüzde 8, ekonomik büyüme yüzde 5 ve cari işlemler açığı 16 milyar dolar olarak hedeflenmişti. Enflasyon ve büyüme hedefleri tutacak. Ama, bu hedefler 16 milyar dolar değil, 24 milyar dolar civarında cari işlemler açığı verilerek tutturulacak. Yani, cari işlemler açığı hedeflenen doğrultuda gerçekleşseydi, büyük bir olasılıkla, enflasyon daha yüksek, büyüme daha düşük olacaktı. Demek ki, hedefler aslında birbirleriyle o denli tutarlı değilmiş. Bir şeyler şaşmış.

Aynı olguyu 2006 yılı programında da görmek mümkün. 2006 yılında, yıl sonu enflasyonu yüzde 5, ekonomik büyüme yüzde 5 ve cari işlemler açığının bu yılki düzeyinden daha düşük olması hedeflenmektedir. Daha düşük bir cari işlemler açığı ile aynı hızda büyümeyi nasıl gerçekleştireceğiz? Enflasyonu indirmekte zorlanmayacak mıyız?

Elbette bu riskler var. DPT’nin hazırladığı programa göre, bu yıl kamu yatırımları reel olarak yüzde 30’a yakın arttığı halde, gelecek yıl kamu sektörünün yatırımlarında artış değil, azalış olacak. Dengeler ancak bu şekilde tutturuluyor. Buna karşılık, kamu tüketimi ekonomik büyüme hızında artacak. Özel sektörün tüketim artışı yavaşlayacak, yatırımları hızlanacak. Ancak, bu şekilde, Türkiye ekonomisinin yabancı kaynaklara olan ihtiyacı düşebilecek. Artmayan cari işlemler açığı aniden yüksek büyüme ve düşük enflasyon kadar öne çıkan arzulardan biri oldu.

ARZULARI DİZGİNLEMEK

Verilere göre, ekonominin dış kaynak ihtiyacı 2004 yılında milli gelirin yüzde 6’sıyken, 2005 yılında yüzde 7’yi aştı. Program, 2006 yılında dış kaynak ihtiyacını milli gelirin yüzde 7’sinde tutmaya çalışıyor. Eğer enflasyon ve ekonomik büyüme hedefleri tutacaksa, bugünkü eğilimler çerçevesinde, ekonominin dış kaynak ihtiyacını bu düzeylerde tutmanın olasılığı sıfıra çok yakındır.

Özel sektör hem tüketimini hem de yatırım harcamalarını artırmaktadır. Önemli bir şok yaşanmadığı taktirde, bu eğilimin gelecek yıl da devam etmesi beklenmelidir. Geçmişte, kamunun artan net tasarruf açığını kapatmak için milli gelirin yüzde 20’si civarında net tasarruf fazlası veren özel sektör de artık net tasarruf açığı vermeye başlayacaktır. Bunu dengeleyecek ek kamu tasarrufu fazlası yaratmak ise çok olası görünmemektedir.

İnandırıcı program yapmak arzuları dizginlemekten ya da arzuları da gerçekçi oluşturmaktan geçmektedir. Program yerine, ayağı yere basan makro ekonomik tahminler üretmek ekonomik birimlerin beklentilerini şekillendirmek açısından çok daha faydalı olacaktır.

İyi bayramlar dilerim. Bayram nedeniyle, gelecek salı gününe kadar yazılarıma ara veriyorum.
Yazının Devamını Oku

Para politikasında 10 emir

2 Kasım 2005
AMERİKAN tarihinin en başarılı Merkez Bankası (FED) Başkanlarından Alan Greenspan’den sonra gelecek kişi Greenspan’den ne öğrenecek. Bu denli başarılı olabilmek için Greenspan’in geride bıraktığı bir El Kitabı var mı? Greenspan’den önceki Başkan Paul Volcker da kendi döneminde çok başarılıydı. Greenspan döneminde uygulamada olan para politikasına bakış açısının Valcker zamanında başlatıldığı dahi iddia edilebilir.

Görev değişikliği sırasında, Paul Volcker, Greenspan’e dönüp ‘şimdi bana FED politikaları, Amerika ve dünya ekonomileri hakkında bildiklerimi ve düşüncelerimi sormak istiyorsundur, boş ver bunlara. Nasıl olsa, göreve başladığında öğrenirsin, ben sana nerelerde iyi balık tutuluyor onları anlatayım’ demiş. Geçekten de, bu çeşit görevler başkalarının söyledikleriyle değil, yaparak öğreniliyor.

Greenspan’den sonra ne olacak sorusu Paul Volcker’ın balık tutabilmesi için yirmi yıl önce Kansas’tan alınıp Vyoming eyaletinin Jackson Hole kentinde ağustos ayında düzenlenen yıllık FED toplantısının da konusuydu.

Toplantıda bir tebliğ sunan Alan Greenspan’in eski yardımcısı Princeton Üniversitesi öğretim üyelerinden Alan Blinder’a göre, Greenspan’den sonra göreve gelecek başkanın Greenspan’den esinlenerek göz önünde bulundurması gereken başarılı para politikasındaki 10 emir şöyle:

1. Seçeneklerini açık tut. Ekonomi o denli sert ve o denli hızlı değişir ki, para politikası yapıcıları belli bir kurala bağlı kalamazlar.

2. Kendini entelektüel anlamda sıkı bir ceketin içinde hissetme. Esnek ve fikirlerini değiştirmeye hazır ol.

3. Tahminler gerekli de olsa güvenilir değillerdir. Merkez bankacıları şüpheci olmalıdırlar ve ekonomide şimdi ne olmakta olduğunu incelemek için zaman harcamalıdırlar.

4. Balonu patlatmaya çalışma, patladıktan sonra temizle. Faiz artırımları yoluyla balonu patlatmak işleri daha kötü yapabilir. Merkez Bankası açısından, bekleyip sonuçlarla mücadele etmek daha iyidir.

5. Petrol şoklarının bir çoğu ekonomik durgunluğa neden olmamalıdır. Merkez bankacılar petrol fiyatlarının fırlamasının ardından mutlaka faizleri artırmamalıdırlar.

6. En iyiyi gerçekleştirmeye çalışmak teoride geçerlidir, uygulamada riskler önemlidir. Para politikasının alacağı yolu bilimsel olarak belirlemenin bir yolu yoktur.

7. Ekonomik durgunluk kadar potansiyelin altında büyüme de kötüdür. FED’in görevleri içindeki fiyat istikrarı ve tam istihdam hedeflerini ciddiye al. Ekonomik durgunluktan kaçın, gereksiz yere büyümeyi yavaşlatma.

8. Hedeflerini yüksek tut. Para politikasının becerebileceği işler konusunda gerçekçi ol. Ekonomiye ince ayar yapmaya çalış. Enflasyon ve istihdamı istediğin yerde tutmaya çalış.

9. Para politikası açısından nötr faiz oranı iyi bir kılavuzdur. Kısa vadeli faiz oranları en iyi politika aracıdır. Para politikasının, fiyat istikrarını bozmadan, ekonomiyi uyarmadığı ya da büyümeyi engellemediği düzeydeki kısa vadeli faizler en iyi politika kılavuzudur.

10. Politika değişikliklerinden kaçın. Hızlı değişimler merkez bankasının itibarı açısından zararlıdır. Piyasada oynaklığa neden olur.

Bakalım FED’in yeni Başkan adayı Ben Bernanke başkan olduğunda, bu tavsiyelerin ne kadarını özümseyip uygulamada takip edebilecek.
Yazının Devamını Oku

Devlet tekeli de tehlikelidir

1 Kasım 2005
DÜNYADA iletişim ucuzluyor. Ucuzluk Türkiye’ye de yansıyor. Ama, iletişim ucuzladıkça, devlet, iletişim üzerindeki vergileri artırarak Türkiye’de iletişimin dünya ile aynı paralelde ucuzlamasına izin vermiyor. İletişim Türkiye’de lüks bir tüketim olarak algılanmaya başlandı. Öyle olmasa, cep telefonu hattında bu denli yüksek vergiler olmazdı. İletişimi lüks olarak görmenin ekonomik ve sosyal maliyetleri var. Her şeyden önce, iletişimi pahalı yapmanın tüm ekonomide rekabeti etkileyen olumsuz sonuçları var.

KAPSAMA ALANI

İletişimi pahalı yapma konusunda devletin işlevi vergi koymakla kalmıyor.
Devletin tekel olduğu alanlarda, fiyat yoluyla da iletişim pahalı tutuluyor. Bir süre önce, sabit hat telefonlarda rekabet getiriliyor diye uzun mesafeli hatlarda özel girişimin faaliyet göstermesine izin verildi. Her türlü sabit telefon iletişiminde tekel olan Türk Telekom rekabete açılan uzun mesafeli hatlarda fiyatları düşürdü, tekel konumu devam eden kısa mesafeli hatlarda fiyatları şişirdi.

Uzun mesafeli hatlarda rekabet diye bir şey kalmadı. Kısa mesafeli hatlarda ise tekel konumu nedeniyle Türk Telekom daha fazla kazanmaya başladı. Bu komik duruma hiç kimse sesini çıkaramadı. Herhalde, Telekomünikasyon Üst Kurulu durumdan vazife çıkarmadı. Durumdan vazife çıkarması gereken Rekabet Kurulu ise, devlet şirketlerinin rekabet otoritesinin kapsama alanı dışında tutulduğundan, kamuoyu önünde sessiz kalmayı tercih etti.

Türk Telekom’un özelleştirilmesinden sonra durumun değişip değişmeyeceğinden çok emin değilim. Çünkü, Türk Telekom’u alan şirket hukuken belli bir süre şirketin işletmecisi olarak görülecek. Şirketin hukuki sahibi devlet olmaya devam edecek. Devlet şirketleri rekabet otoritesinin kapsamı alanı dışında tutulduğuna göre, devletin kiracısı da Rekabet Kurulu’nun kapsamı alanı dışında mı kalacak? İlginç bir dönem yaşayacağız.

İLETİŞİM PAHALI

Türk Telekom yeni bir uygulamaya başlıyor.
Sabit hat üzerinden gerçekleştirilen hızlı internet ulaşımının (ADSL) hızını artırıyor. Hızı iki misline çıkarıyor, ama fiyatı da ikiye katlıyor. Dünya uygulamasında, ulaşım hızı arttıkça fiyat aynı oranda değil, çok daha az artıyor. Acaba, Türkiye’de başka bir teknoloji mi söz konusu?

Teknoloji aynı. Farklı olan, Türkiye’de bu servisi veren şirketin devlet tekeli konumunda olmasıdır. Sorunun nedeni de, sonucu da Türk Telekom’un tekel konumunda olup rekabet otoritesinin kapsama alanı dışında tutulmasıdır. Komiklik, normalde rekabet şartları içinde çalışması gereken bir şirkete devletin gelir getiren bir kaynak olarak bakmasından kaynaklanmaktadır.

Tekel konumunu kullanarak devletin iletişimi pahalı yapması bir anlamda iletişim özgürlüğü önünde bir engel olarak kabul edilebilir. Konunun bu yanı daha çok hukukçuları ilgilendirir. Ama, sosyolojik ve ekonomik boyutları işin vahim taraflarından biridir. Bu çeşit uygulamalardan eğitim olumsuz etkilenmektedir. Şirketler olumsuz etkilenmektedir. Toplum olumsuz etkilenmektedir.

Dünyanın kaç ülkesinde internet erişimi için bireylerin ayda 80 dolara yakın maliyet üstlendiğini araştırmak gerekiyor. Galiba, bu maliyetlerle internet kullanmaya çalışan Türkiye’den başka bir ülke bulmak giderek zorlaşıyor. Vergi dışında dolaylı yollarla vergilendirmeye kamuoyu haklı olarak isyan ediyor.
Yazının Devamını Oku

Karşılaştırmalı 2006 yılı bütçesi

31 Ekim 2005
MALİYE Bakanlığı’nın 2006 bütçesini kamuoyuna sunarken yapmadığını bir sivil toplum kuruluşu yaptı. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Enstitüsü (TEPAV) 2005 yılı bütçesiyle karşılaştırılabilecek bazda 2006 yılı bütçe tasarısını inceledi. Enstitü ve çalışanları çok büyük bir boşluğu doldurdu. Kurumu da, çalışanlarını da kutlarım. Bazı eksiklikleri olabilse de, şimdi elimizde karşılaştırılabilir bir rakamlar manzumesi vardır.

2006 yılı bütçesinin yapısı 2005 yılı bütçesinden farklı değil. Bütçe, maaş ve borç faizlerini ödeyecek, sosyal güvenlik sisteminin açıklarını kapayacak. Bütçenin hükümetin tercihleri doğrultusunda ekonomiyi yönlendirebilme gücü 2006 yılında da yok. Çünkü, bütçede bu işleve yönelik bir esneklik yok. Esnekliğin olmadığı bir bütçe olmasına rağmen, 2006 yılı bütçesinin kamuda mali disiplini öne çıkaran bir bütçe olduğunu vurgulamak gerekiyor.

BÜTÇEDE ESNEKLİK

TEPAV
’ın hesaplamalarına göre, esnekliği olmayan harcamalar toplam harcamaların yüzde 80’ine ulaşmış /images/100/0x0/55eb248df018fbb8f8ae0649durumda. Yani, bütçede yapılabilecek tasarruf toplam harcamaların ancak yüzde 20’sine yoğunlaşmak durumunda. 2006 yılı bütçesi de bu açıdan ‘enkaz kaldırma’ bütçesi konumundadır. Bütçeye esneklik kazandırabilecek yapısal reformlar geciktirildiği ya da yapılmadığı taktirde, mali disiplinin korunması ön planda olduğu halde, ‘enkaz kaldırma’ ve yeni ‘enkaz yaratma’ ilerideki yıllarda da devam edecek gibi görünmektedir.

Tabloda 2005 ve 2006 yılı bütçeleri aynı bazda verilmektedir. Bütçelenen toplam harcamalar bir önceki yılın bütçesine göre önemli bir artış göstermemektedir. Çünkü, 2005 yılında faiz harcamaları bütçe ödeneklerinin altında kalmıştır. Tahminlere göre, 2005 yılında gerçekleşecek toplam bütçe harcamaları 145 milyar YTL civarında kalacaktır.

Faiz dışındaki harcama kalemleri hedeflenen enflasyonun neredeyse iki katı kadar artırılmaktadır. Enflasyon hedefi 2006 yıl sonu için yüzde 5 olarak alınmıştır. Ortalama enflasyon da, bugünkü gidişata göre, yıl sonu hedefi tuttuğu taktirde, yüzde 6 civarında olacaktır. Reel olarak faiz dışı harcamaların bu boyutta artırılması mali disiplinden taviz verileceği değil, bütçede çok fazla esnekliğin kalmadığı yönünde değerlendirilmelidir.

Sosyal güvenlik sistemine verilecek bütçe yardımları çok düşük tutulmuştur. Fazla gerçekçi değildir. 2005 yılı bütçesi büyük bir olasılıkla 1.5 milyar YTL kadar aşılacaktır. Geçekleşme tahminine göre, bu kalemde hiçbir artış öngörülmemektedir. Büyük bir olasılıkla, bütçeden verilecek sosyal güvenlik yardımları 2006 yılında 26.5 milyar YTL’nin altında olmayacaktır.

FAİZ DIŞI FAZLA

Tabloda verilen faiz dışı fazla rakamları Maliye Bakanlığı’nın kullandığı rakamlardır. IMF tanımına göre bu kalem 2005 yılı bütçesinde 24 milyar YTL, 2006 yılı bütçesinde ise 22.7 milyar YTL olmaktadır. Yani, IMF tanımına göre (özelleştirme gelirleri ve TMSF satışlarıyla temettü gelirleri hariç), faiz dışı fazla nominal olarak 2006 yılında azalacaktır.

Milli gelirin yüzdesi olarak da, faiz dışı fazla yüzde 5’den yüzde 4.2’ye inmektedir. Toplam kamu kesimi için hedeflenen IMF tanımındaki yüzde 6.5’i tutturabilmek için bütçe dışındaki kamu kesiminin sorumluluğu artmaktadır. Çünkü, bütçenin yapabilecekleri giderek azalmaktadır.

Faiz dışı harcamaların diğer bölümündeki artış bütçe kalemleri içindeki en yüksek artıştır. Bu artışın çoğu yatırım giderlerinden gelmektedir. O halde, 2006 yılında ek bir tasarruf söz konusu olacaksa, tasarrufların büyük bölümü, geçmişte olduğu gibi, yatırım harcamalarındaki kısıntılardan gelebilecektir.
Yazının Devamını Oku