Ercan Kumcu

Yeni yıla girerken dünya ekonomisi (1)

27 Aralık 2005
Yılın son haftasındayız. Bugünden başlayarak önce dünya ekonomilerinin geldiği noktayı ve ileriye dönük beklentileri özetleyeceğim. Ardından da, Türkiye ekonomisini irdeleyip 2006 yılına yönelik bazı tahminleri paylaşacağım. Dünya ekonomisi yavaşlıyor. 2005 yılında yüzde 4 civarında büyümesi beklenen dünya ekonomisinin 2006 ve sonrasında yüzde 3 civarında büyümesi tahmin ediliyor. Dünya ekonomisinin büyümesinin ardında büyük ölçüde Amerikan ekonomisi var. 2000-2004 yıllarını kapsayan beş yılda dünya ekonomisindeki büyümenin yüzde 90’ına yakın bölümünün Amerikan ekonomisinden geldiği hesaplanıyor. Bu nedenle Amerikan ekonomisindeki gelişmeler tüm dünya ekonomilerini çok yakından ilgilendiriyor.

BÜYÜME

Amerikan ekonomisi
giderek büyüyen ikiz açıkların riskleriyle yaşıyor. Bir yandan büyüyen dış ticaret açığı, diğer yandan artan bütçe açıkları Amerikan ekonomisi kadar dünya ekonomisini de tehdit ediyor. 1990’lı yılların ikinci yarısında gözlenen bütçe disiplini Amerika’da kaybolmuş gibi görünüyor.

2004 yılında Amerikan ekonomisi yüzde 4.2 büyüdü. Son çeyrekte büyüme yüzde 4’ün üzerinde gerçekleşti. Ama, Bu yılın tümünde Amerikan ekonomisindeki büyümenin yüzde 4’ün altında kalacağı tahminleri yapılıyor. Amerikan ekonomisinin yılda yüzde 4 büyümesi her yıl Amerikan ekonomisine Türkiye ekonomisinin yaklaşık bir buçuk katı kadar bir büyüklüğün eklenmesi anlamına geliyor.

Gelecek yıl da büyümenin yüzde 3’ün biraz üzerinde olacağı sanılıyor. Petrol fiyatlarının alacağı yön Amerikan ekonomisindeki büyümeyi olumlu ya da olumsuz etkileyebilir. Tüm tahminler petrol fiyatının varil başına 50 dolarlarda kalacağı üzerine yapılıyor.

Amerika tüketimini artırıyor. Tasarruflarını azaltıyor. Oluşan tasarruf açığını dış dünyadan finanse ediyor. Bu yolla dünyada dolar üzerinden çıkmış finansal varlıklar artıyor. Amerika’nın artan dış borçlarının en büyük alıcısı başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkeler oluyor.

FAİZLER

Enflasyonist eğilimlerin artmasıyla Amerikan Merkez Bankası
(FED) 2004 yılının ortalarından beri düzenli olarak faizleri artırıyor. Bir buçuk yıl önce FED faizi yüzde 1’ken, bugün yüzde 4.25’e çıktı. Amerika’da faizlerin bira daha artacağı tahmin ediliyor. Faizin önümüzdeki yıl yüzde 5’e kadar çıkması sürpriz olmayacaktır.

Çoğunlukla Amerikan ekonomisinden kaynaklanan nedenlerle dış dünyada faizler artmaktadır. Bir süre daha artmaya devam edecekmiş gibi görünmektedir. Buna karşılık, ekonomik büyümede, petrol fiyatları bir sürpriz yapmazsa, dramatik bir daralma beklenmemektedir. Bu açılardan, 2006 yılı, 2005’den çok daha farklı bir yıl olmayacaktır.

Bütün bunların Türkiye ekonomisi açısından ne anlama geldiğini Türkiye ekonomisini irdelerken ele alacağım.
Yazının Devamını Oku

İstikrarın güvencesi verimlilik artışıdır

26 Aralık 2005
EKONOMİK istikrara giden yolda bir ülke parasının diğer ülke paralarına göre reel olarak değer kazanması kaçınılmazdır. Ulusal paranın değer kazanması ekonomik birimlerin istikrarın tesisi yönündeki yanlış ya da doğru inançlarının bir göstergesidir. Böyle dönemlerde Merkez Bankası’nın döviz kurlarına müdahalesi yoluyla paranın reel olarak değerlenmesinin durdurulması arzu edilir. Bu yaklaşım değerlenen para ile yaşamı kolaylaştırmanın bir yoludur. Ama, ekonomik istikrar hedefi ile çelişir. Çözüm, döviz kurlarına Merkez Bankası müdahaleleri gibi dışsal yollarla değil, içsel yollarla bulunmak zorundadır. Kısacası, sorunun çözümü Merkez Bankası’nda değildir.

Sorunun tek çözümü üretimde verimliliği artırmaktır. Verimliliğin artmadığı bir ortamda ülke parasının belli bir süre değer kazanması ancak geçici olabilir. Örneğin, 1988-89 yılları böyle bir dönemdi. Aynı şekilde, 1995-96 dönemi de TL’nin geçici olarak değer kazandığı dönem olmuştur. 2000 yılındaki döviz kuru politikası ile yaşayamamış olmamızın arkasında da bir ölçüde benzer sorunlar vardır. Verimlilik artışları paranın değerlenmesi paralelinde gitmediğinde döviz kurlarındaki istikrar konusundaki beklentiler çok çabuk ters dönebilmektedir. Bu, istikrar için çok ciddi bir tehdittir./images/100/0x0/55eb0df5f018fbb8f8a812e5

ARTIŞ DEVAM EDİYOR

Üretimde verimlilik
konusunda elimizde çok ayrıntılı veriler yoktur. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) yayınladığı üç aylık imalat sanayi kısmi verimlilik endeksi bu konuda bize ipuçları vermektedir.

Grafikte imalat sanayinde çalışılan saat başına kısmı verimlilik endeksi (1997=100) sol eksende gösterilmektedir. Sağ eksen de ise Merkez Bankası’nın yayınladığı reel kur endeksi (1995=100) ölçülmektedir. Her iki endeks de üçer aylık ortalama endekslerin yıllık ortalamaları alınarak grafiğe konmuştur. Grafik 1997 yılının son çeyreği ile 2005 yılının üçüncü çeyreği arasındaki gelişmeleri göstermektedir.

Bu iki endeks 2000 yılında neredeyse birbirine eşit hale gelmişken, 2001 yılından sonra imalat sanayinde verimlilik artışı biraz da hızlanarak devam ederken, reel kur endeksi önce sert bir biçimde düşmüş, daha sonra yükselme eğilimine girmiştir. Ama, bu yılın üçüncü üç ayı itibariyle, reel kur endeksi hala verimlilik endeksinin altında kalmaya devam etmiştir. Kısacası, imalat sanayi toplamında saat başına çalışılan kısmı verimlilik artışı 2000 yılı baz alındığında TL’nin reel olarak değer kazanmasının üzerinde gerçekleşmiştir. Bu, en azından emek verimliliği açısından, değerlenen ulusal parayla yaşayabilme gücümüzün varlığına işaret etmektedir.

YAPI DEĞİŞİYOR

Yalnızca emek verimliliğine bakarak üretimde toplam verimlilik konusunda kesin bir yargıya varmak elbette olanaklı değildir. Ama, benzer bir gelişmeyi enerji tüketiminde de gözlemek mümkündür. Dolayısıyla, ‘üretimdeki verimlilik artışları sayesinde TL’nin değer kazanmasının neden olabileceği olumsuzluklar dengelenebilmektedir’ gibi bir izlenim elde etmek mümkündür. İçsel nedenlerle kısa dönemde ‘kurlarda düzeltme beklentisinin’ önemli bir nedeni ortadan kalkmaktadır.

Tüm imalat sanayi için yapılan gözlem farklı alt sektörler açısında elbette doğru değildir. Bu dönemde değerlenen TL paralelinde verimliliğini artıramayan sektörler vardır. Farklı sektörlerdeki farklı verimlilik artışları üretim sanayinin yapısını değiştirmektedir.
Yazının Devamını Oku

Durdurun dünyayı inecek var

25 Aralık 2005
OSMAN Ulagay’ın geçenlerde piyasaya çıkan kitabında söz ettiği, Avrupa Birliği (AB) için gerçekleşmesi olası senaryolardan birinin adı bu. Almanya ve Fransa gibi halklar artık geçmişe, ulus-devlet yapısına geri dönmek istiyorlar. Neden? Sosyal içerikli ekonomi politikalarıyla İkinci Dünya Savaşı sonrasında ekonomik mucizeler yaratmış Avrupa bugün hızla küreselleşen dünyaya ayak uydurmakta zorlanıyorlar. Avrupa’da küreselleşmeye tepkiler artıyor. AB’nin genişlemesi onlar için bir fırsat olmaktan çıkıp bir tehdit haline geldi. Onlar için Türkiye de bir tehdit. Neden?

YAŞLANDILAR

Kara Avrupa
’sının büyük ülkelerini ürküten gelişme Ulagay’ın "piyasa imparatorluğu" diye isimlendirdiği küreselleşen piyasa sistemi. Piyasa imparatorluğunda imparator tüketicidir. Tüketici ne derse, o olur. Bu imparatorlukta büyük şirketler elbette vardır. Hatta, dünyayı bu şirketlerin yönettiği iddia edilir. Belki, bir süre büyük şirketler dünyayı yönetmeye de kalkışmışlardır. Ama, sonunda, şirketler gider, tüketici kalır. Ticaret yayılıp serbestleştikçe, tüketici piyasalara daha fazla egemen olmaktadır.

Şimdi, Wal-Mart diye perakende piyasasını kasıp kavuran bir Amerikan şirketi var. Hızla küreselleşiyor. Amerikan piyasasını yuttu. Gözünü dünyanın diğer yörelerine dikti. Daha kapalı bir dönemde, otuz yıl evvel de Sears vardı. Bir ara yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

IBM bilgisayar piyasasını tutmuştu. Bir ara o da zora girdi. Şimdi, küresel rekabette ayakta durmaya çalışıyor. Otomobil piyasası denince akla General Motors (GM) gelirdi. Şimdi, GM de batmakla batmamak arasında gidip geliyor. Kısacası, "piyasa imparatorluğu" tüketicilerin imparatorluğudur. Bu imparatorlukla mücadele etmek yerine, beraber yaşamanın yolunu aramak lazımdır. Avrupa bu gerçeği kabullenmekte zorlanmaktadır. Dünyayı durdurmayı düşlemektedir.

Avrupa bir noktada çuvallıyor. Bundan elli yıl önce genç Avrupa sosyal yönü güçlü, herkese örnek gösterilen bir ekonomik sistem oluşturdu. Performansları parmak ısırtan nitelikteydi. Şimdi, zorlanıyorlar. Yaşlandılar. Çalışanlar, çalışmayanları ve çalışamayanları artık besleyemiyor. Verimlilik düştü. İşsizlik arttı. Almanya’nın yıllarca sosyalist rejim altında yaşamış doğu bölgesiyle bütünleşmeye çalışması işin tuz-biberi oldu. Kendi aralarında kurdukları sabit kur rejimi (Euro) katılıkları daha da artırdı. Hiç kimse kazanılmış haklardan feragat etmek istemiyor. Eskiye dönmek istiyor. Ama, bu arada tutarlı bir alternatif de sunulamamaktadır. Aslında, gelinen noktada, arabanın durdurulup inilmesi de bir seçenek değildir.

Bütün bunlar Avrupa’da küçümsenemeyecek bir "tepki cephesi" oluşturdu. Kafalar iyice karıştı. "Tepki cephesi"nin şimdilik en önemli zaferi de Avrupa Anayasası’nın Fransa ve Hollanda’da reddi oldu.

Yaşlı Avrupa, kendi vatandaşına iş bulamazken, genç nüfuslu yeni Avrupa ülkelerini nasıl kabul edecek? Onlardaki bu isteksizlik Türkiye’de de "tepki cephesi"nin elini güçlendiriyor. Kendi idarecilerini samimiyetsiz ve art niyetli olarak gören kesimler Avrupa’nın "tepki cephesi"ne de bakarak Türkiye’nin oyalandığını, hiçbir zaman AB’ye tam üye olamayacağını düşünüyorlar. Milliyetçi duygular kabarıyor.

DÜŞÜNME ZAMANI

AB ile müzakerelere başladık, ama iki tarafta da "tepki cephesi" daha fazla sesi duyulur oldu. Ne olacağını kimse bilmiyor. Avrupa’nın bir kesimi "durdurun dünyayı, biz ineceğiz" demek istiyor. Türkiye, en azından resmen, kendini istemeyen Avrupa’ya endekslenmiş durumda. Dünya Ticaret Örgütü gibi toplantılarda bunu çok daha açık görüyoruz.

Osman Ulagay’ın "Tepki Cephesi Piyasa İmparatorluğu’na Karşı: AB-Türkiye Yol Ayrımı" kitabı bir çırpıda okunabilen, ilgili, ilgisiz, herkesin anlayabileceği bir yapıt. Hangi cephede olursanız olun, Ulagay bu konularda düşünmeyenleri düşünmeye teşvik ediyor, düşünenleri ise daha ayrıntılı düşünmeye zorluyor.

Okuyucuyu düşünmeye zorladığı için Osman Ulagay’ı tebrik ediyorum. Sizlere de kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Kitapta herkese göre düşünecek bir yan var.
Yazının Devamını Oku

Enflasyon sorunu üzerine gözlemler

23 Aralık 2005
BUGÜNE kadar enflasyon konusunda alınan yol hiçbir biçimde küçümsenemez. Son beş yıllık enflasyon performansımızın grafiğine baktığımızda, bu başarı çok daha iyi görülmektedir. Enflasyon yüzde 70’lerden tek haneli rakamlara inmiştir. Uzaktan bakıldığında, enflasyon neredeyse Avrupa Birliği’ndeki ortalama enflasyona (yüzde 2.5) yaklaşmış gibi görünmektedir.

Son dört yılda elde edilen başarı Türkiye’de enflasyon sorununun çözüldüğü anlamına gelmemektedir. Aksine, önümüzde gidilecek oldukça engebeli bir yol vardır.

KATILIK BELİRTİLERİ/images/100/0x0/55eb35e0f018fbb8f8b286f9

Uluslararası
deneyimlerden yola çıkarak, Türkiye’de enflasyonun yüzde 20’ler ve yüzde 10’lar düzeyinde belli bir katılık göstereceği tahminleri yapılıyordu. Bu tahminler doğru çıkmadı. Bu eşikleri çok fazla zorlanmadan aştık. Grafikte de bu olgu açıkça görülüyor. Enflasyon dümdüz aşağı yönde gitti.

Son iki yıla baktığımızda, enflasyonda farklı bir eğilim gözlenmeye başlandı. Yüzde 20 ve yüzde 10’lar düzeyinde çok fazla zaman kaybetmeyen Türkiye enflasyon yüzde 7-8 civarındayken bir süre oyalanıyor görüntüsü vermeye başladı. Son iki yılı daha yakın plana aldığımızda, bu eğilim de açıkça görülüyor.

Tüketici fiyat endeksiyle ölçülen enflasyon 2004 yılı başından bu yana yüzde 7-8 arasında dalgalanıyor. Dalgalanma önceden tespit edilen hedeflerin içinde. Dolayısıyla, hedeflerle tutarlılık açısından bir sorun görünmüyor. Gelecek yıl da enflasyon yüzde 7 olduğunda, hedeflenen enflasyonun yüzde 2 civarında olması nedeniyle hedeften alarm verecek bir biçimde sapılmadığı yorumları yapılabilir. Ama, bu çeşit bir yorum yüzde 7-8 civarında enflasyonun katılaşma gösterdiği gerçeğini değiştirmez.

Enflasyondaki katılaşma çeşitli nedenlerle olabilir. Nedenleri ne olursa olsun, kısa dönemde enflasyondaki katılığı aşmanın yolu katılığın maliyetini ödemekten geçmektedir. Gelecek yıl bu noktaya çok daha fazla yaklaşmış olacağız. Maliyet, arzulanandan yüksek reel faizler ve belki de iç talep artışının daraltılması yoluyla ekonomik büyümeden fedakarlık olarak karşımıza çıkabilecektir.

Maliyeti ödemeye yanaşmadığımız takdirde, enflasyondaki katılık, ekonominin bu düzeylerdeki bir enflasyonla yola devam etmesini olanaksız kılabilecektir. 2006 enflasyonla mücadele açısından kolay bir yıl olmayacaktır.
Yazının Devamını Oku

İstihdamın maliyetini düşürmek

22 Aralık 2005
SON günlerin en iyi haberi evvelki hafta Maliye Bakanı’nın istihdam üzerindeki vergilere düşürmeye çalıştıklarını söylemesiydi. İstihdam üzerindeki vergi ve benzeri yüklerin hafifletilmesiyle birçok açıdan ekonomi de rahatlayacaktır. Belki de, diğer vergi oranlarındaki indirimlerden çok daha fazlası elde edilebilecektir. Türkiye’de en pahalı girdilerden biri emektir. Çünkü, çalışanın eline geçen ücretin üzerinde çok ciddi vergi ve benzeri yükler vardır. Ücretler üzerinden gelir vergisi ödenmektedir. Sosyal güvenlik sistemine kesintiler yapılmaktadır. İşsizlik sigortasına prim kesilmektedir. İstihdam yaratan birimler çalıştırdıkları üzerinden kıdem tazminatı yükümlülüğü altına girmektedirler.

Bütün bu yükler toplandığında, Türkiye’de emek çok pahalı hale gelmektedir.

ÇARPIKLIKLAR

Emek pahalı olunca, üreticiler tarafından emekten tasarruf eden teknolojiler tercih edilmektedir
. Dolayısıyla, artan çalışabilir nüfusa paralel ek istihdam yaratmak zorlaşmaktadır. İstihdam bir sorun olmaya devam etmektedir.

Asgari düzeyde tutulmaya çalışılırken, istihdam edilenler mümkün olduğunca kayıt dışında ya da olduğundan daha düşük ücretlerde gösterilerek istihdam edilmektedir. Bu şekilde, gelir vergisinden, sosyal güvenlik kesintilerinden ve işsizlik sigortası primlerinden tasarruf edilmektedir. Yüksek istihdam maliyetinden kaçınılması nedeniyle ücretlilerden alınan gelir vergisi çoğunlukla asgari ücret üzerinden alınmaktadır.

İstihdamın kayıt dışına itilmesi ya da ücretlerin asgari düzeyde gösterilmesi sosyal güvenlik sisteminde gelir kaybına neden olmaktadır. Gelir vergisi kaybına yol açılmaktadır. Her şeyden önce, çalışan zarar görmektedir. Çünkü, çalışanların emekli olduklarında emekli maaşları düşük kalmakta, kıdem tazminatları ufalmaktadır. Tamamen kayıt dışında olanlar bütün bunları toptan kaybetmektedirler. Buna rağmen, çalışanlar kayıt dışında kalmayı mecburen kabul etmek durumunda kalmaktadırlar.

Sonuçta, asgari ücretlerin tespiti de çarpıtılmaktadır. Asgari ücret düzeyi bir yandan ekonomideki en düşük ücreti tespit ederken, diğer yandan devletin gelir vergisi tahsilatının en önemli belirleyicisi durumuna gelmektedir.

Rekabetçi bir emek piyasasında ücretler üzerindeki vergi ve benzeri yükler, vergi yükünün paylaşımı ilkesi içinde, aynı zamanda çalışanların eline geçen ücretin de düşük olmasına neden olmaktadır.

GELİR KAYNAĞI

Bugüne kadar kamu finansmanının iki yakasını bir araya getirebilme kaygısıyla uçup da yakalanabilen kuşlardan vergi alınmaya çalışıldı
. Kamu finansmanı belli bir noktaya geldi. Bütçe açığının milli gelir içindeki payı kabul edilebilir düzeye indi. Devletin bundan sonraki hedefi kayıt dışılığı azaltma yoluyla vergi gelirlerini artırmaya çalışmak olmalıdır.

Bu çerçevede, öncelikli alan istihdam üzerindeki vergi ve benzeri yüklerin hafifletilmesidir.
Yazının Devamını Oku

Avrupa’nın gelişen ekonomileri

21 Aralık 2005
DÜNYADAKİ birçok gelişmekte olan ülke cari işlemler dengesi fazla veriyor. Cari işlemler açığı veren ülkelerin hemen hepsi Avrupa’da. Avrupa’daki ülkeler arasında da Türkiye, Macaristan ve Romanya dikkatleri üzerinde toplayan ülkelerin başında geliyorlar.

Avrupa’daki bu üç ülkenin en önemli ortak yanlarından biri cari işlemler açığını borç yaratmayan sermaye akımları yoluyla finanse edememeleridir. Yani, açıklarını kapatacak kadar doğrudan yabancı sermaye ya da hisse senedine yabancı yatırımlar çekememektedirler. Cari işlemler açıklarını finanse edebilmek için bu ülkeler borçlanmak zorundadırlar.

KÖTÜ DEĞİLİZ/images/100/0x0/55ea3cd1f018fbb8f873392d

Tabloda ülke ekonomilerinin orta dönemli sağlığını ölçen ve yabacıların yoğun olarak kullandıkları bazı makro ekonomik göstergeler verilmektedir. Üç ülke arasında en büyük, ama kredi notu en düşük ülke Türkiye’dir.

Büyüklüğüne göre cari işlemler açığı en düşük ülke de Türkiye’dir. IIF tahminleri yerine, 23 milyar dolarlık kendi tahminimizi de kullansak, Türkiye’nin cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 6.4 olmaktadır. Bu oran Macaristan’da yüzde 7, Romanya’da yüzde 8.6’dır.

Türkiye’de enflasyon Romanya kadardır. Macaristan’da enflasyon düşüktür, ama yükselme eğilimindedir. Türkiye’de ise enflasyon düşme eğilimindedir.

Bütçe açığı Türkiye’de yüksek görünmekle birlikte, son rakamlar bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 3 düzeyinde olacağına işaret etmektedir. Bu alanda Macaristan’dan çok daha iyi durumdayız. Macaristan özellikle 2005 yılında gelecek yıl yapılacak genel ve yerel seçimler bahanesiyle kamu finansmanında saçmaladı. Sonuçta, kredi notu da geçenlerde düşürüldü.

Dış borçlarımız yüksektir. Ama, ekonominin büyüklüğü ile karşılaştırıldığında, Macaristan’dan çok daha iyi durumdayız. Romanya’dan biraz daha kötü durumdayız. Romanya yurt dışından borçlanmaya yeni başlayan ülkelerden biri olduğunu da hatırdan çıkarmayalım.

HAKSIZLIK MI?

Bu veriler ışığında, Türkiye’nin Romanya’dan iki kademe, Macaristan’dan ise beş kademe daha düşük kredi notuna sahip olması biraz haksızlık olarak görülebilir. 1990 yılında, bundan çok daha kötü bir performansımız olduğu halde kredi notumuz BBB+ idi. Bugün kredi notumuzu yükseltmekte çektiğimiz sıkıntının başlıca kaynağı ekonomik alanda 1990’lı yıllardaki saçmalamalarımızdır.

Bundan sonra, makro ekonomik eğilimler radikal bir biçimde alt-üst olmadığı taktirde, kredi notumuz hızla diğerlerine yaklaşacaktır.
Yazının Devamını Oku

Başkasının her yaptığı iyi değildir

20 Aralık 2005
RUSYA, Sovyetler Birliği döneminden devraldığı borçları 1998 yılında ödeyemeyeceğini açıkladı. Hatırı sayılır bir kriz çıkardı. Osmanlı döneminden kalan borçları ödeyen bir milletin çocukları olarak kendimizi kötü hissettik. Arjantin dış borçları milli gelirlerinin yüzde 150’sine geldiğinde, borç takası yapıp yaklaşık 33 milyar dolar borcunu sildirdi. Tarihinde bazen aksatsa da, faizi ile bile birlikte daima tüm borçlarını ödemiş bir milletin çocukları olarak kendimizi yine kötü hissettik.

Borcunu ödemeyenin yanında kalıyor. Biz ise canımızı dişimize takıp ödüyoruz. Üstelik, borçlarımızı ödemeyebileceğimiz olasılığına karşı küçümsenmeyecek bir risk primi de ödüyoruz. Yani, bir olasılığın fiyatını ödüyoruz, ama olasılık hiçbir zaman geçekleşmiyor, olasılık olarak kalıyor. O halde, "biz de başkaları gibi borçların üzerine yatalım" gibi bir düşünce doğuyor.

Son olarak, Arjantin ve Brezilya IMF’ye olan borçlarını erken ödeyip IMF’den kurtulacaklarını (!) açıkladılar. Haber Türkiye’de de yankı buldu. Acaba, biz de IMF’ye borçlarımızı erken ödeyip IMF’den kurtulmalı mıyız? Bir şey mi kaçırıyoruz? Bizim bilmediğimiz bir şey mi biliyorlar?

KİM BORÇLU

Türkiye’nin IMF’ye geçen hafta sonu itibariyle 11.4 milyar SDR (16.5 milyar dolar) borcu kaldı
. Çoğunluğu 2006 ve 2007 yıllarında olmak üzere IMF’ye olan borçlarımızı 2009 yılına kadar ödeyeceğiz.

IMF genellikle ülkelerin merkez bankasına borç verir. IMF’den alınan borçlar merkez bankasının rezervlerinin takviyesi işlevi görür. Özellikle 2001 krizi ile birlikte Türkiye’nin IMF’den aldığı borçlar Hazine’nin ihtiyaçları için kullanıldı. IMF’den borcu Merkez Bankası değil, Hazine aldı. Dolayısıyla, borçların ödeyicisi de Hazine olacaktır.

IMF’ye borçlar erken ödenecekse, Hazine’nin 16 milyar dolar civarında taze kaynak bulması gerekmektedir. Bütçe fazlası vererek böyle bir kaynak yaratılamayacağına göre, Hazine ya dış borçlanmaya gidecek ya da yurt içinden borçlanmak zorunda kalacaktır. Dört yıl içinde ödenecek borçları erken ödemek için piyasalardan bu boyutta bir borçlanmaya gitmek herhalde çok anlamlı değildir.

Brezilya ve Arjantin’in IMF’ye olan borçları merkez bankalarının borçlarıydı. Dolayısıyla, bu ülkelerin merkez bankaları döviz rezervlerinin bir bölümünü kullanarak (Arjantin’de yüzde 40’ına yakın, Brezilya’da yüzde 27) IMF’ye olan borçlarını erken ödeyecekler. Döviz rezervleri ciddi miktarlarda düşecek.

DAYANIKLILIK

İki ülke de, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, döviz rezervi birikimlerinin büyük bir bölümünü artan uluslararası sermaye akımları yoluyla sağladılar. Önümüzdeki dönemde ise uluslararası sermaye akımlarında bir daralma yaşanması hiç de küçük bir olasılık değil. Bu ülkelerden çeşitli nedenlerle bir sermaye çıkışı yaşandığında, piyasalarında yaşanacak olası çalkantıları daha düşük bir rezerv düzeyi ile önlemeye çalışacaklar. Siyasi nedenlerle Brezilya’da bu yılın başlarında yaşanan piyasa çalkantısında Brezilya Merkez Bankası’nın kaybettiği döviz rezervi 7 milyar dolar civarında olmuştu.

Arjantin ve Brezilya’nın yaptığını yapmamakla hiçbir şey kaçırmıyoruz. Aksine, IMF ile üzerinde anlaşılan bir program çerçevesinde ekonomi politikalarını yürüten bir ülke olarak olası uluslararası çalkantılar karşısında Türkiye ekonomisini göreli olarak daha dayanıklı tutuyoruz. Yüksek cari işlemler açığımız olmasaydı da, IMF’den bu aşamada kurtulmaya çalışmak Türkiye açısından akılcı bir politika olmazdı.

Başkalarının yaptığı her şey mutlaka iyi değildir.
Yazının Devamını Oku

Latin Amerika modeli IMF’den kurtulmanın yolları

19 Aralık 2005
SİYASETÇİLERİN bazı konulara bakış açıları çok çarpık oluyor. IMF’den kurtulmanın yollarını aramak için harcadıkları mesainin yarısını IMF’ye muhtaç olmadan ülke ekonomisinin idaresine harcasalar zaten IMF’den kurtulmalarına gerek kalmayacak. IMF’den kurtulmak yine çok moda. Latin Amerika ülkeleri IMF’den kurtulmanın bir başka yolunu buldu. IMF’ye olan borçlarını erken ödeyecekler.Önce Brezilya, ardından da Arjantin IMF’ye olan borçlarını erken ödeyeceklerini açıkladılar. Ülkelerinin Merkez Bankası bilançolarını kullanarak iç siyasete yönelik kabadayılık yapıyorlar.

Kabadayılık genlerimizde olduğundan, Latin Amerikalıların bu davranışları bizlerde de yeni fikirler oluşturdu. Türkiye de IMF’ye olan borçlarını erken ödese iyi olmaz mı?

ARJANTİN VE BREZİLYA

Uzun zamandır IMF ile bir program üzerinde anlaşmaya yanaşmayan Arjantin’de ekonomik büyüme yüzde 8’lere ulaştı. Dış ticaret dengesinde 10-12 milyar dolar fazla veriyorlar. Milli gelirlerinin yüzde 1’i civarında cari işlemler fazlası var. Yılda 4 milyar dolar civarında da borç yaratmayan yabancı sermaye çekiyorlar. Sonuçta, döviz rezervleri 2003 yılı sonunda 14 milyar dolarken, bu yılın ekim ayı itibariyle 26 milyar dolara yaklaştı.

Bu rakamlar Arjantin otoritelerini doğal olarak şımartıyor. Bazı gerçekler ise göz ardı ediliyor. Borç silme operasyonuna rağmen Arjantin’in dış borcu milli gelirlerinin yüzde 130’undan ancak yüzde 75’ine düştü. Kamu kesiminin (merkezi hükümet) borçları milli gelirlerinin yüzde 125’ine dayandı. Gelecek yıl Arjantin’in 35 milyar dolar dış borç anapara ve faiz ödemesi bekleniyor. Enflasyonu yüzde 2’lere kadar indirmişlerken, şimdi giderek yükselme eğilimindeki yüzde 10 enflasyonla yaşıyorlar. Önümüzdeki üç yıl kamu dış finansman gereği devam ediyor. Nedense, Maliye Bakanı da geçenlerde istifa etti.

Brezilya’da ekonomik büyüme yüzde 3-4 civarında. Dış ticaret dengeleri 40 milyar dolar kadar fazla veriyor. Cari işlemler fazlası da milli gelirlerinin yüzde 2’sine yakın. Bu yıl 12.5 milyar dolar borç yaratmayan yabancı sermaye alacakları tahmin ediliyor. Döviz rezervleri de bu yılın eylül ayı itibariyle 57 milyar dolar oldu. Geçen yıl sonu 53 milyar dolar kadardı.

Brezilya’nın dış borcu 200 milyar doların üzerinde (milli gelirlerinin yüzde 30’una yakın). Kamu sektörünün toplam borçları çoğu yurt içine olmak üzere milli gelirlerinin yüzde 80’i kadar. Gelecek yıl Brezilya’nın 34 milyar dolar dış borç anapara ve faiz ödemesi bekleniyor. İki yıldır enflasyonu yüzde 6’ının altına çekemiyorlar. Faizler ise yüzde 20’nin altına inmemekte direniyor.

REZERVLER YENİYOR

Bu halleriyle, Arjantin 9.9 milyar dolar, Brezilya 15.5 milyar dolar IMF’ye olan borçlarını yıl sonuna kadar tamamen ödeyeceklerini açıkladılar. Bu borçlar bu ülkelerin merkez bankalarının aldıkları borçlardı. Dolayısıyla, hükümetin bastırmasıyla, merkez bankaları döviz rezervlerinin önemli bir bölümünü borçların erken ödenmesinde harcayacaklar.

Borçların erken ödenmesi hükümetin harcamalarına ya da bütçe dengesine bir etkisi olmayacağından, merkez bankasının rezervleriyle hovardalık yapmak bu ülkelerdeki siyasetçiler için kolay oluyor.

IMF doğal olarak Arjantin ve Brezilya’nın bu kararına çok sevindiğini açıkladı. Ardından da bu ülkelerle yapıcı ilişkilerinin devamını diledi. Bir anlamda, bu ülkelerin bir daha ellerine düşmemelerini umduklarını ima etti.

Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku