Ercan Kumcu

Mali sektörün büyümesi

5 Ocak 2006
TÜRKİYE ekonomisinin en temel yapısal sorunlarından biri ekonominin büyüklüğüne göre mali sektörün ve özellikle bankacılık sektörünün çok küçük olmasıdır. Bu sorunun aşılması zaman alacaktır. Ama, sorun mutlaka aşılmalıdır. Ekonominin büyümesi için dış kaynağa ihtiyaç duyulması yalnızca üretimin ithalata dayalı olmasından değildir. Aynı zamanda, ekonomik büyüme için gerekli finans kaynaklarının yurt içinde üretilememesi de kısıtlardan biridir. Bu sorun, bankalarımızın ve diğer ekonomik birimlerin dış borçlanma yoluyla yurt içindeki faaliyetlerine mali kaynak yaratması yoluyla aşılmaya çalışılmaktadır.

Finans sektörünün büyümesi yakın zamanlara kadar Merkez Bankası’nın büyümesi olarak algılandı. Halbuki, Merkez Bankası’nın büyümesi yoluyla finans sektörünün büyümesi nominal olarak gerçekleşti. Yaratılan enflasyon sayesinde, sektörün reel olarak büyümesi neredeyse hiç mümkün olmadı. Artık, kurallar değişti. Finans sektörü, Merkez Bankası büyümeden büyümek durumundadır.

CÜCE SİSTEM

Finans sektörünün büyümesi ekonomik birimlerin finans sektörü aracılığı ile borçlanmaları yoluyla olacaktır
. Ekonomik birimler daha fazla borçlandıkça, sistemde mevduatlar artacak, mevduatlar attıkça, sistem daha fazla kredi verebilme durumuna gelecektir. Bu nedenle, borç-alacak ilişkisinde kurallar önemlidir.

Bu kurallar duruma göre değişmemelidir. Borçlu da, alacaklı da kuralları baştan bilmelidirler. Kurallar rasgele değiştirildiğinde, ya borçlu alacaklıyı kandıracaktır ya da alacaklı borçluyu sömürecektir. Borçlanma ihtiyacı içindekiler borçlanmak istemeyecekler, borç verebilme durumunda olanlar ise borç vermekten kaçınacaklardır.

Euro Bölgesi’nde bankaların verdikleri iç kredilerin toplamı bölgenin milli gelirinin neredeyse 1.5 katıdır. Türkiye’de bu oran yüzde 30’un altındadır. Avrupa Birliği’nin ilk on beş ülkesinde bankacılık sisteminin büyüklüğü milli gelirlerinin ortalama 2.5 katıdır. Bu oran Türkiye’de yüzde 80 civarındadır. Avrupa’da büyük bir bankanın bilançosu Türkiye bankacılık sisteminin tümünden daha büyüktür.

Kısacası, Türkiye’de mali sistem cüce kalmıştır. Sistemin cüceliğinin bir nedeni uzun yıllar boğuştuğumuz enflasyonsa, bir diğer nedeni borç-alacak ilişkisini doğru temellere oturtamamış olmamız nedeniyle sitemde yaratılan güvensizliktir.

EĞİLİMLER

Durum, yavaş da olsa, değişme eğilimindedir. Bankalarımızın açtığı toplam kredilerin milli gelire oranı 2002 yılında yüzde 19 iken 2005 yılı sonuna doğru yüzde 30’a yaklaşmıştır. Milli gelire oranı olarak kurumsal krediler çok fazla artmazken, aynı dönemde bireysel kredilerin milli gelire oranı yüzde 3’lerden yüzde 9’a çıkmıştır
. Aynı şekilde, bireysel kredilerin toplam tasarruf mevduatlarına oranı yüzde 7’den yüzde 30’a çıkmıştır.

Türkiye’de bireyler yalnızca mali tasarruf yapan ekonomik birimler olmaktan çıkıp aynı zamanda borçlanan ekonomik birimler olmaya dönüşmektedirler. Konunun bu yönü olumlu bir gelişmedir. Türkiye’deki finans sisteminin potansiyeli de burada yatmaktadır. Bu gelişmeyi bozabilecek, borçlu-alacaklı ilişkisini zedeleyebilecek girişimlerden kaçınılmalıdır.

Konunun bir diğer yönü bu dönüşümün iç talep büyümesi üzerinde yapabileceği baskıdır. Dolayısıyla, doğru yönde gelişen sürecin tamamlanması belli bir zaman alacaktır.
Yazının Devamını Oku

Borç-alacak ilişkisine karışılmamalıdır

4 Ocak 2006
BORÇ-alacak ilişkisi ekonomideki en kutsal alanlardan biridir. Konunun kutsal olması herhangi bir ilahi ilişki olmasından değil, ekonominin temel ilişkilerinden biri olmasından kaynaklanmaktadır. Borç-alacak ilişkisi duruma göre çarpıtıldığında, ekonominin önemli temel taşlarından birinin güçsüzleştirilmesi anlamına gelmektedir.

Borçluların ve alacaklıların önceden belirlenen kurallara uymaması ya da kuralların sonradan çarpıtılması "ahlak çöküntüsü" yaratır. Duruma göre, borçlular alacaklıları kandırma eğilimine girerler ya da alacaklılar borçluları sömürmeye çalışırlar.

SİSTEM BÜYÜMELİ

Borç-alacak ilişkisinin
çarpıtılmasının en belirgin sonuçlarını vergi konusunda görüyoruz. Devletin belli zamanlarda mükelleflerin vergi borçlarının ödenmesindeki kuralları değiştirmesiyle (genel anlamda vergi afları), vergi borcu ciddiye alınmamaya başlamıştır. Vergi borcu başka bir finansman aracı hale gelmiştir. Vergi tahsilatını hızlandırma adı altında değiştirilen kurallar ileride toplanacak vergilerin azalmasına neden olmuştur. Kayıt dışılık teşvik edilmiştir.

Geçmişte, döviz cinsinden konut kredisi alanların borçları döviz kurlarının fırlamasıyla TL’ye döviz kurları artmadan önceki düzeyde çevrilmesine izin verilerek, borçlu-alacaklı ilişkisi çarpıtılmıştır. Şimdi, o dönemin borçluları çok ucuza aldıkları krediler yoluyla ev sahibi olmuşlardır. Ama, o dönemin alacaklı bankası şimdi tasfiye halindedir.

Yıl bitmeden kredi kartlarına borçların devlet tarafından silinmesi ya da hafifletilmesi gündemdeydi. Yani, devlet, borçlu-alacaklı ilişkisini bir başka alanda çarpıtmaya çalışıyor. Bugün kredi kartlarına borçlarını ödeyemeyenlere sağlanabilecek kolaylıklar yarın konut kredilerini ödeyemeyenlerin iştahını kabartacaktır. Onlar da, ileride ödeyemedikleri taktirde, "konut kredileri mağdurları" yaratarak sorunlarının çözümünü talep edeceklerdir. Geçmiş deneyimlere bakarak, büyük ölçüde haklı da olacaklardır.

Ekonomi geliştikçe, borçlu-alacaklı ilişkisi hem artacaktır hem de derinleşecektir. Bugün bankacılık sisteminin toplam büyüklüğü milli gelirimizin altındadır. Çünkü, Türkiye’de insanlar göreli olarak borçsuz ya da çok az borçla yaşamaktadır. İnsanlarımız çeşitli yollarla borçluluklarını artırdıkça, bankacılık sistemi ve genelde mali sistem büyüyecektir. Avrupa ülkelerinin düzeyine geldiğimizde bankacılık sisteminin toplam büyüklüğü milli gelirimizin birkaç katı olacaktır. Ama, borç-alacak ilişkisine çomak soktuğumuz sürece bunu hiç göremeyeceğiz. Bu konuyu yarın işleyeceğim.

DEVLET İŞİ DEĞİL

Alacaklının devlet
, borçlunun vatandaşlar olduğu zaman da durum değişmemektedir. Devletin alacaklarını azaltması ya da affetmesi devlet gelirlerinin azaltılması anlamına gelmektedir. Aynı paralelde harcamalarını kısmayan devlet bir sorunu çözdüğünü sanırken çok daha derin başka sorunlar yaratmaktadır.

Kredi kartı borçlarının alacaklısı devlet olsaydı dahi, borçların silinmesi ya da hafifletilmesi yanlış bir uygulamadır. Alacaklı devlet olmadığında, devletin araya girmesi çok daha fazla yanlış olacaktır.

Ortada bir sorun varsa, sorunun çözümü borçlularla alacaklıların serbest iradesine bırakılmalıdır. Aksi taktirde, ekonomik ilişkilerde onarımı olanaksız tahribatlara neden olunacaktır.
Yazının Devamını Oku

Sosyal devlet olmanın şartları

3 Ocak 2006
PİYASALARDA çarpıklıklar yaratmayan, rekabeti engellemeyen bir devletin ekonomi politikalarında sosyal politikalara ağırlık vermesi herkesin rüyasıdır. "Sosyal devlet" kavramı bu anlamda kendini siyasi yelpazenin sol tarafında görenlerin tekelinde değildir. Şimdi ve ileride bütçe açıkları vermeksizin devletin ülkesindeki emeklilerine ve yaşlılarına medeni bir hayat tarzı sunmasına hiç kimse itiraz edemez. Aynı şekilde, tüm ülke vatandaşlarının maddi gücüne bakılmaksızın asgari bir sağlık sigortasına sahip olması da doğaldır. Özellikle temel eğitimin, genelde her düzeydeki eğitimin devlet tarafından ücretsiz sağlanması da hedeflerden biri olabilir. Dar gelirlilere ve tarımda faaliyet gösterenlere gelir desteği verilmesi de amaçlardan biri olabilir.

ÖNCE KAYNAK

Sosyal devlet parayla olunur
. Parası olmayan devletin sosyal devlet olması mümkün değildir. Çünkü, devletin vatandaşlarına sunmayı arzuladığı tüm hizmetlerin ve yardımların bir maliyeti vardır. Maliyet devlet tarafından ödenecektir.

Parası olmadan "sosyal devlet" olmaya çalışan bir devlet önce piyasalarda çarpıklıklara neden olur. Rekabeti çarpıtıcı girişimlerde bulunur. Verimlilik düşer. Ardından da, hem devlet hem de ekonominin tümü çöker, iflas eder. "Sosyal devlet" rolüne soyunan parasız bir devlet, bırakın sosyal devlet olmayı devlet olmayı dahi beceremez.

Devletin kalıcı olabilecek bir tek geliri vardır: vergi ve benzeri gelirler. Devletin diğer tüm gelirleri ya arızidir ya da devletin kontrol edebileceği gelirler değillerdir. Bu nedenle, devletin "sosyal devlet" olup olmayacağına vergi verme durumunda olan vatandaşlar karar verirler. Vergisini vermeyen ya da vermekten kaçınan bir toplumun devletinden "sosyal devlet" olmasını istemesi anlamsızdır.

Türkiye uzun yıllar, parası olmadığı halde, devletini bir "sosyal devlet" olarak görmek istedi. Hatta, bu ilkeyi Anayasa’sına koydu. Seçimle gelen iktidarlar kaynağı olmadan sosyal devlet yaratma rolüne soyundular. Sonucu piyasaları çarpıtmak oldu. Enflasyon yaratıldı. Ardından da, ekonominin iflası geldi. 2001 yılından bu yana geçmişte yaratılan enkaz temizlenmeye çalışılıyor. Bu aşamada, biraz kendimize gelir gibi olunca, "sosyal devlet" kavramını yeniden çok sık duymaya başladık.

"Sosyal devlet" yaratmak Avrupa’nın da ideallerinden biriydi. Büyük ölçüde Avrupa sosyal devlet yarattı da. Ama, nüfusu yaşlandıkça, vergi verenler azaldı, devletin "sosyal" yanından faydalananların sayısı çoğaldı. Şimdi, devlet, alışılmış "sosyal devlet" rolünü oynamakta sıkıntılara girdi. Geçmişte kolaylıkla sağlanan hizmetler bugün daha az sayıda vergi verenlerce üstlenilemez hale geldi. Sorunlar başladı.

YENİ BÜTÇE

Yıl bitmeden Meclis gündeminde olan 2006 yılı bütçesi arzulanan bir "sosyal devlet" bütçesi elbette değildir
. Bütçe, maaş, faiz ve sosyal güvenlik sisteminin açıklarını finanse etme bütçesidir. Ama, eleştirilirken, önce kamu finansmanı bu haldeyken "sosyal devlet" olma yolunda bir bütçe yapabilmek için kaynakların olup olmadığı iyi hesaplanmalıdır.

Türkiye bütçesi daha bir süre daha "sosyal devlet" bütçesi olmaktan uzak olacaktır. Gündemdeki yapısal reformları savsaklamaya devam edersek, bu süre çok daha fazla uzayabilecektir.

Kısacası, ileride "sosyal devlet" bütçeleri yapabilmek için bugünlerde çok daha fazla "anti-sosyal devlet" bütçeleri yapmak zorundayız. Bu gerçeği yokmuş gibi düşünüp ipin ucunu kaçırdığımızda, yine başladığımız yere dönmek hiç de zor olmayacaktır.
Yazının Devamını Oku

Mali disiplin sürecek, Merkez Bankası enflasyona kilitlenecek

2 Ocak 2006
YENİ yılda ekonomide bir başka rejim değişikliği yaşıyoruz. Merkez Bankası artık yalnızca Hazine’ye borç vermemekle kalmayacak, piyasaya vereceği paranın miktarını hedeflediği enflasyonu tutturabilmeye yönelik ayarlayacaktır. Merkez Bankası’nın itibarı açısından, 2006 yılında hedeflenen enflasyonun gerçekleşmesi diğer birçok makro ekonomik hedefin tutturulmasından çok daha önemli olacaktır.

2001-2005 yılları arasında sağlanan ekonomik başarının dün söz ettiğim ilk iki ayağı 2006 yılında da devam edecektir. 2006-2008 yıllarını kapsayan bütçe hedefleri maliye politikalarında disiplinin devam edeceğini göstermektedir. Hatta, kamu sektöründe mali disiplini bozmadan bazı seçici vergi oranlarının düşürülmesi dahi gündemdedir. İç talep artışı enflasyonu tehdit etmediği bir ortamda bazı vergiler düşürülebilecektir.

2006 yılı ve sonrasında hedefleri tehdit edebilecek en büyük iktisadi etken uluslararası sermaye hareketleri hacminde yaşanabilecek bir daralma olacaktır. Böyle bir daralma Türkiye’nin borçlanma kapasitesini olumsuz etkileyeceğinden, büyüme ve enflasyon konularında olumsuzluklara yol açabilecektir. Ama, Türkiye çok büyük bir hata yapmazsa, şimdilik böyle bir riskin çok düşük olduğunu düşünüyorum.

ENFLASYON

Ortalama enflasyon, daha önce de vurguladığım gibi, son bir buçuk yıldır belli bir katılık göstermektedir. Katılığın arkasında artan petrol fiyatları ve iç talep artışıyla beraber hizmetler sektöründeki fiyat katılıkları yatmaktadır. Söz konusu katılıkların 2006 yılında da devam etmesi durumunda, enflasyonun yıllık bazda yüzde 8’ler civarında salınmasına Merkez Bankası’nın izin vermeyeceği açıktır.

Enflasyondaki katılıkların aşılması durumunda ise, yıllık bazda enflasyonun hedeflenin dahi altında gerçekleşmesi sürpriz olmayacaktır. Bu şartlarda, 2006 yılı sonunda enflasyonu yıllık bazda yüzde 4-7 arasında beklemelidir. Enflasyondaki katılıkların aşılması iç talep büyümesini yavaşlatma yoluyla gerçekleştiğinde, faizlerde alışılan düzeylerde düşüşler beklemek çok gerçekçi olmayacaktır. Hatta, enflasyondaki katılıkları aşmak için faizlerin bir miktar artması dahi gündeme gelebilecektir. Dolayısıyla, Hazine’nin borçlanma maliyeti ortalama yüzde 11-15 arasında olabilecektir.

2006 yılında iktisadi açıdan geçen yıldan daha farklı gelişmeler beklemek çok gerçekçi değildir. Enflasyonun hedeflenen doğrultuda düşürülmesi için para politikası aktif olarak kullanılacaktır. Ekonomik büyüme enflasyon hedefini tehdit etmediği sürece geçen yılki düzeyde devam edecektir.

Erken seçim, ekonomide olumlu havayı bozabilir

ÖNÜMÜZDE iktisadi ve siyasi riskler yok değildir. İktisadi açıdan, Türkiye ekonomisinin dengelerini değiştirebilecek olgu uluslararası sermaye hareketleri hacminde daralma ve Türkiye’nin de bu daralmadan nasibini alması olacaktır. Planlanan yapısal reformların uygulamaya konmaması ve buna bağlı olarak IMF ile ilişkilerin bozulması, olasılığı çok yüksek olmasa da, riskler arasındadır.

Siyasi açıdan olumlu ekonomik ortamı bozabilecek dört risk vardır: erken seçim, Avrupa Birliği ile yürüyen müzakerelerde ortaya çıkabilecek olumsuzluklar, terör ve komşu ülkelerdeki olumsuz gelişmeler.

Erken seçim, seçimin sonucu hakkında belirsizlikler nedeniyle değil, kamu finansmanında geçici bozulma olasılığının artması nedeniyle olumsuz ekonomik sonuçlar doğurabilecektir. Olumlu eğilimlerde bazı duraklamalara neden olabilecektir.

AB ilişkilerindeki olumsuzluklar, geçici de olsalar, ileriye dönük beklentileri bozabilecektir. Ekonominin bir süre patinaj yapmasına yol açabilecektir.

Terör ve komşu ülkelerde ortaya çıkabilecek rahatsızlıklar kamu finansmanındaki bozulmaları geçici olmaktan çıkarabilecektir. Yapısal reformların uygulamaya konması açısından hükümetin iştahını kaçırabilecektir. Bütün bunlar ileriye dönük beklentileri olumsuz etkileyeceğinden, küresel sermaye hareketlerinde bir yavaşlama olmasa dahi, Türkiye’ye gelen sermaye akımlarında bir daralmaya yol açabilecektir.

Cari işlemler açığı riskini iyi yönetelim

Daha önce vurgulandığı gibi, yurt dışında bazı ekonomik parametreler değişmektedir. Hem dolar hem de euro faizleri artış eğilimindedir. Dolayısıyla, kamu ve özel sektörün dış borçlanmaları ve döviz üzerinden yurt içinden borçlanmaları daha pahalı olacaktır. Gelinen noktada, ABD devlet tahvilleri ile gelişen piyasaların borçlanmaları arasındaki faiz farkının (spread) daha fazla kapanması çok olası görünmemektedir.

Cari işlemler açığı bir risk olarak karşımızdadır. Bu riskin çok iyi yönetilmesi birinci önceliktir. Ekonomik büyümeden fedakarlık etmeye yanaşmadığımız sürece 2006 yılında cari işlemler açığının büyümesi şaşırtıcı olmayacaktır. İhracat artsa dahi, son dört yıldır gözlenen ivmesini az da olsa yitirebilecektir. Ekonomik büyümeyi ateşleyen ithalat artışı ise sürecek gibi görünmektedir. Dolayısıyla, turizm gibi görünmeyen kalemlerde artışlar olsa dahi, cari işlemler açığı artarak devam edecektir. Daha kötümser bir senaryoda, cari işlemler açığının 30 milyar dolara yaklaşması söz konusu olabilir. Dış konjonktür de şimdilik bu açığın finansmanında bir sorun çıkarmayacakmış gibi görünmektedir. Bu şartlarda, ekonomide riskler çok daha fazla artmış olarak 2007 yılına girebiliriz.

Uluslararası sermaye akımları hacminde radikal bir daralma yaşanmadığı taktirde, döviz kurlarının istikrarlı bir seyir izlemesi beklenmelidir. Sepet bazında ortalama kur değişmesi yıllık ortalama enflasyonun altında kalacaktır. Dolayısıyla, üretimde verimlilik artışının devamı ekonomik istikrar açısından önemini bu yıl da koruyacaktır.

Büyüme artık istihdam artışı doğurabilir

EKONOMİK büyümenin itici gücü 2005 yılında sanayi sektöründen çok hizmetler sektörü olmuştur. Hizmetler sektöründeki fiyatların katılığı da göz önüne alındığında, iç talep artışının yoğunlaştığı sektörün de hizmetler sektörü /images/100/0x0/55ea6c28f018fbb8f87ee334olduğu anlaşılmaktadır. Bu eğilimin 2006 yılında da devam etmesi beklenmelidir. Bu beklenti paralelinde, ekonomik büyümeye istihdam daha olumlu tepki verecektir. Bir başka ifadeyle, 2006 yılında ekonomik büyümeye paralel bir istihdam artışı beklemek daha gerçekçi görünmektedir.

Enflasyonun hedeflenen doğrultuda düşmekte olduğu, ekonomik büyümenin devam ettiği ve kamu finansmanında disiplinin elden gitmediği izlenimi verildiği bir ortamda, Türkiye’nin kredi notu yıl içinde birden fazla kez yükselebilecektir.
Yazının Devamını Oku

Yeni yıla girerken Türkiye ekonomisi (2)

1 Ocak 2006
KAMU finansmanında disiplin genel anlamda 2005 yılında da devam etmiştir. Bütçe açığının 14 milyar YTL civarında gerçekleşmesi beklenmektedir. Yani, bütçe açığı milli gelirin yüzde 3’ünün altında kalacaktır. Harcamalar yönündeki tasarrufun çoğu faiz giderlerinden kaynaklansa da, artan vergi gelirlerinin de yardımıyla bütçe açığında gelinen nokta önemli bir başarı olarak değerlendirilmelidir.

Hazine’nin toplam borcu kasım ayı sonu itibariyle 328 milyar YTL (milli gelirin 2002 yılında yüzde 90’ıyken bu yıl yaklaşık 70’i) oldu. 2002 yılında iç borçların yüzde 60’ı civarı YTL cinsindeyken, bu rakam 2005 yılında yüzde 84’e çıktı. 2005 yılında yapılan iç borçlanmalarda ortalama nominal faiz yüzde 17 civarında olurken, reel faizler de yüzde 9 civarına geriledi. Ortalama iç borçlanma vadesi iki yılı biraz geçti.

Kamu finansmanındaki göreli disipline rağmen, 2005 yılında kamu yatırımları hızlandı. Kamu sektörünün tasarruf açığı 2001 yılında milli gelirin yüzde 15’inden fazlayken, bu yıl yüzde 3’ün altına düştüğü tahmin ediliyor. Özel kesim (hane halkları dahil) ise tasarruf fazlasını eritti. 2001 yılında özel kesimin tasarruf fazlası milli gelirin yüzde 17’si kadarken, 2005 yılında özel kesimin milli gelirin yüzde 4.4’ü kadar tasarruf açığı vermesi bekleniyor.

ÜÇ AYAKLI BAŞARI

2001
yılında Türkiye ekonomisinde bir rejim değişikliği olmuştur. Yasasında yapılan bir değişiklikle Merkez Bankası’nın devlete borç vermesi durdurulmuştur. Yeni rejim enflasyonist beklentileri olumlu yönde değiştirmiştir. Yeni rejim altında para politikası uygulamasındaki başarılı performans (genel anlamda Merkez Bankası’nın bilanço idaresi) ise enflasyonun yüzde 70’lerden tek haneli rakamlara inmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Para politikasındaki rejim değişikliği ile beraber, kamu finansmanında disiplin getirilmiştir. Mali piyasalardan başka borçlanabilme olanağı kalmayan devlet çoğunlukla gelirlerini artırarak açıklarını düşürmüştür. Enflasyonun bu denli hızlı düşüşünde kamudaki mali disiplin de önemli bir rol oynamıştır.

Başarının üçüncü ayağı, bizim dışımızda, neredeyse Türkiye’deki rejim değişikliği ile eş zamanlı gerçekleşen uluslararası sermaye akımlarının giderek artan hacmi olmuştur. Türkiye de küçümsenmeyecek boyutlarda yabancı mali sermaye çekerek artan ithalatını ve cari işlemler açığını kolaylıkla finanse edebilmiştir. İthalat artışı, artan döviz girişleriyle bir yandan yurt içindeki fiyat artışlarını frenlerken, diğer yandan döviz kurlarında bir istikrara yol açarak ekonomik büyümenin motoru olmuştur.

Makro ekonomik başarının gelecek yıl da devam etmesi üç ayağın da aynı performansı devam ettirmesiyle yakından ilgilidir.

PARA POLİTİKASI

Eski yıllardan kalma yükleri taşımak zorunda olmasına rağmen, Merkez Bankası bilançosunun büyümesini 2005 yılında da başarıyla kontrol edebilmiştir. Toplam bilanço büyüklüğü 2004 yılında ortalama yüzde 2.5 büyürken, 2005 yılının 27 aralık gününe kadar ortalama yüzde 2.7 büyümüştür. Halbuki, aynı dönemde, Merkez Bankası döviz rezervlerini 2004 yılında 2.5 milyar dolar ve 2005 yılında 16 aralık gününe kadar 13.9 milyar dolar artırmıştır.

Merkez Bankası bilançosundaki varlıkların 2005 yılında ortalama yüzde 26.5’i kasım 2001 tarihinden önce Merkez Bankası’na verilen Hazine bonolarından oluşmaktadır. Bu bonolar belli bir program dahilinde itfa etmektedir. Örneğin, bu bonoların toplam bilanço içindeki ortamla payı 2003 yılında yüzde 40 idi. Geçmişten gelen yükler kalktıkça, Merkez Bankası’nın para piyasasındaki gücü de artacaktır.

Yeni yılda sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Yazının Devamını Oku

Yeni yıla girerken Türkiye ekonomisi (1)

30 Aralık 2005
GENELDE, 2005 yılı Türkiye ekonomisi açısından çok iyi bir yıl olmuştur. Mal ve mali piyasalarındaki çalkantılar hem sayıca hem de boyut olarak beklenenden daha az gerçekleşmiştir. Yıl için belirlenen makro ekonomik hedefler büyük ölçüde tutturulmuştur. İleriye dönük iktisadi beklentiler yılın çok büyük bir bölümünde olumlu kalmıştır. Kamuda mali disiplin sürmüştür. Para politikası enflasyonla mücadeleye odaklanmıştır. Kısacası, IMF ile mutabakata varılan rotada gidilmiştir.

Olumlu beklentiler ve özelleştirmede elde edilen başarılarla, Türkiye’ye uluslararası mali sermaye girişi hızlanmıştır. Tahminlerin ötesinde daha büyük bir cari açık verilmesi mümkün olmuştur. Avrupa Birliği ile müzakere sürecinin başlaması beklentileri daha da olumlu hale sokmuştur.

BÜYÜME

Ekonomik büyüme
geçen yıla göre yavaşlasa da, 2005 yılının tümünde yüzde 5’in biraz üzerinde bir büyüme performansının yakalanacağı artık belli olmuştur. Milli gelirimizin dolar bazında 360 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir. Kişi başına gelir 5,000 dolar civarında olacaktır.

Geçen yıl sonunda yüzde 9.4 olan enflasyon (tüketici fiyatlarıyla) bu yıl sonunda yüzde 8’in biraz altında kalacaktır. Ama, enflasyonun aynı bazda 2004 yılı ortasında yüzde 7.1 olduğu düşünülürse, enflasyonda bu düzeylerde belli bir katılığın söz konusu olduğu iddia edilebilir. Bu katılık gelecek yıl sorun yaratabilir.

Büyümenin itici gücü, her zaman olduğu gibi, 2005 yılında da yabancı sermaye girişleri olmuştur. Geçmişten farklı olarak, giren sermayenin yüzde 10 kadarı doğrudan yabancı sermaye olurken, borç yaratan yabancı sermaye girişi toplamın yüzde 50’sinde kalmıştır. Giren yabancı sermayenin yüzde 40 kadarı hisse senedi alımları yoluyla gerçekleşmiştir. Son üç yıldır yaşanan gelişmeler Türkiye ekonomisini yabancı yatırımcıların beklentilerine daha fazla endekslemiş bulunmaktadır.

DIŞ TİCARET

Dış ticaret açığının
bu yıl 45 milyar doların biraz altında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.Bu rakam geçen yıl sonunda 34.4 milyar dolardı. Dolayısıyla, cari işlemler açığının da 22-23 milyar dolar arasında gerçekleşmesi sürpriz olmayacaktır.

Yılın ilk on ayında Türkiye’ye giren yabancı sermaye 30 milyar dolar olmuştur. Buna rağmen, Türk Lirası yabancı paralara karşı tüketici fiyatları bazında reel olarak ancak yüzde 12 civarında değer kazanmıştır. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri aynı dönemde 36 milyar dolardan 45 milyar dolara çıkmıştır. Yani, Merkez Bankası, enflasyon hedefiyle çelişmeyecek boyutta Türk Lirası’nın daha fazla değerlenmesini durdurmaya çalışmıştır.

Son dört yılda Türkiye ekonomisi toplam olarak reel bazda yüzde 32 büyüdüğü halde, toplam istihdam 2002 yılında ortalama 20.3 milyon kişiyken 2005 yılında 22-23 milyon kişiye yükseldi. Ama, aynı dönemde 15 yaş ve yukarı nüfus ortalama 4.3 milyon arttı. Yeterli istihdam yaratamama, ya da işsizlik Türkiye ekonomisinin önemli sorunlarından biri olmaya devam etmektedir.

2005 yılında özelleştirme ivme kazanmıştır. Ama, kamu harcamalarını kontrol altına alacak yapısal reformlar ihmal edilmiştir.

Pazar günü maliye ve para politikalarıyla devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Yeni yıla girerken dünya ekonomisi (3)

29 Aralık 2005
DÜNYA ekonomileri dendiğinde son yıllarda akla gelen iki grup var: bir tarafta Amerikan ekonomisi, diğer tarafta Çin başta olmak üzere gelişmekte olan diğer ülkeler. Amerikan ekonomisi tüketiyor, Çin ve diğer gelişmekte olan ülkeler üretiyorlar. Petrol ve diğer hammadde fiyatlarının artmasının da katkısıyla gelişmekte olan ülkelerin çoğu dış ticaret ve cari işlemler fazlası veriyorlar. Çoğunlukla, Avrupa’daki gelişmekte olan ülkeler cari işlemler açığı veriyorlar. Bunlardan biri de Türkiye.

AMERİKA-ASYA

2005 yılı gelişmekte olan ülkeler açısından en parlak yıllardan biri oldu
. Yüksek düzeyde cari işlemler fazlası vermelerine ek olarak bu ülkelere akan yabancı sermaye 350 milyar doları geçerek tüm zamanların rekorunu kırdı. Tüm gelişmekte olan ekonomilerde döviz rezervleri arttı. Küçümsenmeyecek düzeyde büyüdüler.

Asya bölgesindeki gelişmekte olan ülkelerde büyüme geçen yıl yüzde 7 idi. Bu yılki büyümelerinin de yaklaşık aynı düzeyde olacağı tahmin ediliyor. Daha doğru bir ifadeyle, Asya üretiyor, Amerika tüketiyor.

Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerde büyüme yavaşladı. Geçen yıl yüzde 6.8 büyürken, bu yılki büyümelerinin yüzde 5’in altında kalacağı tahmin ediliyor. Latin Amerika’da da Avrupa’dakine benzer bir eğilim söz konusu. Latin Amerika’nın büyümesinin yüzde 6 civarından yüzde 4.3’e gerilemesi söz konusu.

Toplam gelişmekte olan ülkelerin 2004 yılındaki büyümesi yüzde 6.7 idi. Bu yılki büyümenin yüzde 5.9 olacağı, gelecek yıl da yüzde 5.5’e gerileyeceği tahminleri yapılıyor.

Uluslararası likidite bolluğu ve birçok gelişmekte olan ülkelerin dış borçlanma ihtiyacının azalmış olması bu ülkelerin borçlanma maliyetini düşürdü. 2001 ve 2002 yıllarında gelişmekte olan ülkeler ABD 10-yıl vadeli tahvil faizlerinin üzerine yüzde 10 kadar prim (spread) ödeyerek borçlanırken, ödedikleri primler 2005 yılında yüzde 2’nin biraz üzerinde kaldı. ABD faizleri arttığı halde, gelişmekte olan ülkelerin borçlanma maliyeti düştü. İhtiyaçları olmasa da, dış finansman kolaylaştı.

Gelişmekte olan ülkelere giden yabancı sermayenin tümü gittikleri ülkelerin döviz rezervlerini artırıyor. Örneğin, Çin’in döviz rezervleri geçen yıl sonu 615 milyar dolarken, bu yılın eylül ayı itibariyle 773 milyar dolar oldu. Aynı şekilde, Rusya’nın döviz rezervleri 120 milyar dolardan bu yılın ekim ayı itibariyle 161 milyar dolar oldu.

RİSK ASGARİDE

İki yıldır gelişmekte olan ülkelere giden yabancı sermaye hacminde bir daralma beklendiği halde, beklenti gerçekleşmedi. Aksine, hacim her yıl arttı. Gelişmiş ülkelerdeki faiz artırımları sonucunda, gelecek yıl da yabancı sermaye hacminde az da olsa bir daralma bekleniyor
. Beklenti gerçekleşse dahi, gelişmekte olan piyasaların ekonomik performanslarında 2006 yılında radikal bir değişimin yaşanması olasılığı yok denecek kadar azdır.

Amerika büyüdüğü sürece, Çin, Hindistan, diğer uzak doğu Asya ekonomileriyle Latin Amerika ülkelerinde çok büyük sorunların çıkması beklenmemelidir.

Gelişmekte olan ekonomilerin performansının iyi olmaysa devam etmesi Türkiye açısından da olumludur. Bizim açımızdan, büyüyen Amerika ile beraber gelişmekte olan ülkelerin iyi performans göstermesi dışsal şokların yaşanması olasılığını asgariye indirmektedir.
Yazının Devamını Oku

Yeni yıla girerken dünya ekonomisi (2)

28 Aralık 2005
AMERİKAN ekonomisi dünya ekonomilerinin lokomotifi olurken, Avrupa’nın büyük ekonomilerinin sorunları giderek büyüyor. 2004 yılında yüzde 2’nin üzerinde büyüyen Euro Bölgesi ekonomilerinin bu yıl yüzde 1.3 büyümeleri tahmin ediliyor. Euro bölgesinde bu yılın üçüncü üç ayında reel büyüme yüzde 1.4 oldu. Büyümenin önemli bir bölümü Fransa ve Almaya gibi büyük ülkelerden değil, Yunanistan, İspanya, Danimarka gibi göreli olarak daha küçük ülkelerden geliyor.

İŞSİZLİK

Birçok açıdan, Avrupa ekonomilerinin sorunu zaten büyük ülkelerden kaynaklanıyor. Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkelerde mali disiplini yeniden tesis etmek giderek zorlaşıyor
. Bu ülkelerde bütçe açıkları Birlik kriterlerinin üzerine çıktı. Örneğin, bütçe açığının milli gelire oranı Fransa’da yüzde 3.6, Almanya’da yüzde 3.7 ve İtalya’da yüzde 3.2 oldu. Önümüzdeki beş yılın bütçesi üzerinde kolay bir uzlaşma sağlanamamasının arkasında milli bütçelerdeki sorunlar yatıyor.

Mali disiplin konusunda Birliğe yeni katılan ülkelerin durumu da iyi değil. Bütçe açığının milli gelirlerine oranı Macaristan’da yüzde 5.4, Polonya’da yüzde 3.9, Güney Kıbrıs’ta yüzde 4.2 ve Malta’da yüzde 5.1 oldu.

Mali disiplinsizlik konusundaki rekor Yunanistan’a ait. Yunanistan’da bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 6’yı geçti. Yunanistan Euro Bölgesi’nin yaramaz çocuğu durumunda.

Bir yandan durdurulamayan bütçe açıkları, diğer yandan ekonomideki katılıklar (özellikle emek piyasasında) Avrupa’nın büyük ülkelerinde işsizlik sorununu da beraberinde getiriyor. Euro bölgesinde işsizlik oranının bu yıl yüzde 8.5 olduğu tahminleri yapılıyor.

İşsizlik oranı Almanya’da yüzde 9.4, Fransa’da yüzde 9.5, Yunanistan’da yüzde 10’un üzerinde, Polonya’da yüzde 18 civarında olacağı tahmin ediliyor. Yüksek işsizlik bu ülkelerde mali disiplini tehdit ettiği gibi, yapısal reformların uygulamaya konmasını da geciktiriyor. Kendi sorunlarına çözüm bulmakta zorlanan Avrupa dünyanın diğer bölgelerinden korkmaya başladı. Korumacılık öne çıktı.

ENFLASYON

Avrupa, dünyada fiyat istikrarına en çok önem veren bölgedir
. Fakat, son yıllarda, petrol fiyatlarının yükselmesiyle Avrupa da enflasyon riskini hissetmeye başlamıştır. Euro bölgesinde yıllık enflasyon yüzde 1’in altındayken, yüzde 2.5’e doğru tırmanmaktadır. Birliğin büyük ülkelerinde tedirgin edici bir enflasyon yokken (hatta son aylarda düşmekteyken), göreli olarak küçük ülkelerinde enflasyon ciddi bir tehdit olmaya başlamıştır. Örneğin, enflasyon, bu yıl İspanya ve Yunanistan’da yüzde 3.4, Lüksemburg’da yüzde 5’e yakın oldu.

Uzun süre hareketsiz kalan Avrupa Merkez Bankası geçen ay faizleri artırma kararı aldı. Amerika kadar sık aralıklarla ve aynı boyutta olmasa dahi, büyük ülkelerde son aylarda enflasyon düşmekte olduğu halde, Euro bölgesinde de faizlerin artma eğiliminde olacağını tahmin etmek çok zor değildir. İsviçre dahi enflasyonist baskılarla mücadeleye yönelik olarak geçenlerde faizleri artırmıştır. 2006 yılında faizlerin düşme olasılığı olan büyük Avrupa ülkelerinden biri İngiltere’dir.

Avrupa ekonomileri bocalamaktadır. Önümüzdeki yıl da birçok açıdan bocalamaya devam edeceklermiş gibi görünmektedir.
Yazının Devamını Oku