Enis Berberoğlu

İkinci devre

25 Temmuz 2001
<B>PİYASANIN</B> en aktif oyuncularından <I>Global Menkul Değerler</I>'in patronu <B><I>Mehmet Kutman</B></I> belki de hayali bir çaycıdan bahsediyor:‘‘Ayda yüz milyon veya biraz daha yüksek maaşla çalışan çaycı bile en fazla 50 metre yakınında yabancı bir banka şubesi bulabiliyor... Yılların birikimi dolarlarını bu yabancı bankaya yatırabiliyor. Ama nereye kadar? Çünkü biz ikinci yarı yıl zammı yapmadık, çoğu holding de öyle. Herkes sıkışıyor. Kaçan paralar yıllık yüzde 3-4 faizle daha ne kadar yetinir ki? Sisteme dönüş başlamak üzere...’’

Mehmet Kutman
, şubat ayında Türkiye'yi satıp çıkanların yeniden döndükleri inancını taşıyor... Bu sermaye girişine kanıt olarak dünkü Hazine ihalesine dönük yüksek talebi gösteriyor. Nitekim ekonomi kurmayları da dün döviz talebinin son haftaya göre daha düşük olduğunda hemfikir.

* * *

Daha sekiz gün önce Hazine bırakın birkaç katrilyonu, birkaç yüz trilyon lira borç alabilmekten acizdi... ABD doları 1 milyon 600 bin liraydı...

Aradan geçen sürede ne değişti?

Piyasa penceresinden bakıldığında yanıtı açık: Merkez Bankası kasım 2000'de terk ettiği oyun kurucu rolüne geri döndü.

Ama yabancı yatırımcıları bir haftalık performansın bu ölçüde etkilediğini düşünmek aşırı iyimserlik sayılır...

Merkez Bankası'nın piyasalarda kalıcı rolü ancak Stanley Fischer'in gelecek haftaki Türkiye ziyaretinde kesinleşecek.

(CNN-Türk'ten Emin Çapa'nın TÜSİAD'ın Stanlay Fischer'le randevusunda Merkez Bankası'nın kura müdahale konusunda elinin serbest bırakılmasını isteyeceği haberine dikkat!)

Demek ki yabancı motifi farklı yerde aramak lazım.

* * *

Galiba dalgalı kurun siyasi infaz mekanizması işledi...

IMF'nin -ve Türkiye'de aklı başında herkesin gördüğü siyasi risk- kura yeterince yansıdı... Programa muhalefetin bedeli ortaya çıktı.

Türkiye çok ucuzladı, çok!

Küresel sopayla terbiye edilmiş, şirketleri, bankaları ucuzlamış Türkiye'ye rağbetin başlaması boşuna değil... Yabancılar alıma geçerse, kafamızı gözümüzü yardığımız ilk devre bitecek, ikinci devre başlayacak.

Yıllardır yabancı kesesinden yaşıyorduk...

Artık adıyla sanıyla yabancı patrona çalışma zamanı yaklaşıyor.

* * *

Kur modeli hakkındaki görüşlerinize devam.


KARŞI GÖRÜŞ-KATKI


‘‘Bugünkü köşe yazınızda belirttiğiniz 1999 sonu kur çıpası modelinden önce uygulanan modeldeki kur politikası çok muhtemel gözükmekte. Tabii piyasa özellikle siyasi belirsizliklerde (bu zaten oldukça sık yaşanıyor) Merkez Bankası'nın gücünü sıkça deneyecek diye düşünüyorum. Ne de olsa şu an büyük oyuncuların çoğu spekülatif olarak doların artmasına oynuyor. Bu durumda halktan başlayarak döviz talebi yüksek faiz, dövize müdahale, sıcak paranın girişi ve kurun yine düşüşü ile kırılmış olacak. Ancak Merkez Bankası eğer döviz alışında bulunmayacak ise bu sefer ani düşüşler yaşarız. Bu sarmal içinde belki en önemli çıkış (siyasi hata yapmamak ön koşulu ile) yabancı banka ve yatırımcıların Türk bankaları ve reel sektöre ortak olmaları, sermaye getirmeleri gibi daha uzun vadeli yatırımların teşvik edilmesi... Aksi halde başa döneriz.’’ (Banu TAŞKIN)

'Bursa'da yabancı bir ortaklı şirkette finansman müdürü olarak çalışıyorum. Mevcut kur seviyesinin Türkiye için yeterince rekabetçi olduğunu düşünüyorum. Daha fazla devalüasyon bize enflasyon olarak geri dönecektir. Hepimizin aynı gemide olduğunu düşünürsek kurdaki spekülasyonu engellemek için bir şeyler yapılması gerekiyor. Bence televizyon ve gazeteler herkesi yabancı para almama ve elindeki yabancı paranın bir kısmını belli bir günde satması için kampanya başlatmalılar. Dün Internet'ten gelen bir e-mailde böyle bir girişimin 25 Temmuzda yapılması için bir girişim olduğunu okudum. Bunun sizler tarafından da desteklenmesini rica ediyorum. '(Fatih ÜRETEN)
Yazının Devamını Oku

Kur senaryoları

24 Temmuz 2001
Döviz piyasasında geçen haftaki fırtınanın dinmesini fırsat bilen ekonomi yönetimi IMF ile önümüzdeki altı ayı planlıyor...<br> Masada hem olup-bitenler, hem de tasarlananlar tartışılıyor.

* * *

Merkez Bankası'nın döviz pisasasına sadece ihaleler yoluyla değil, tabir yerindeyse nokta atışlarla müdahalesi sonuç veriyor... Vadeli döviz fiyatları piyasasının işlemesi de düzenleyici rol oynuyor.

Örneğin dün öğle saatlerinde bir hafta vadeli USD alış kuru 1 milyon 336 bin liraydı... Bu teklifin sahibi Merkez Bankası mı, yoksa ticari banka mı pek önemli değildi... Çünkü mühim olan altında yatan hesaptı!

Dün aynı saatlerde bankalar arasında en ucuz USD satış kuru 1 milyon 330 bin lira düzeyindeydi. Yani bugün bir dolar alıp, tam bir hafta sonra satmaya hazırlanan için 6 bin liralık kár imkánı mevcuttu. Oysa aynı 1 milyon 330 bin lirayı repoya yatıranın haftalık geliri 17 bin liranın üstünde olacaktı. Demek ki TL lehine üç kata varan kazanç söz konusuydu.

Ekonomi kurmaylarına dün Merkez Bankası'nın bu yeni ve hatta takviyeli diye tarif edebileceğimiz politikasına sorduk, ‘‘Devam edecek’’ yanıtını aldık... Peki, ‘‘Ya piyasalar gücünüzü test ederse?’’ diye sorduğumuzda cevabı ‘‘Mutlaka dayanmak zorundayız’’ oldu.

* * *

Gelelim kur konusunda tasarlananlara...

Devlet Bakanı Kemal Derviş'in dalgalı kur rejiminden vazgeçmeden öngörülür olma hedefine eskisi kadar soğuk bakmadığını ekonomi kurmayları da teyit ediyor... Hatta önceki günkü toplantıda meselenin enine boyuna tartışıldığı Ankara'dan gelen haberler arasında... Ne var ki bu niyete hizmet edecek politika seçenekleri oldukça sınırlı...

Çünkü örneğin kur bandı seçeneğini deneme imkánı yok gibi... Kurun belirli bir aralıkta dalgalanmasına izin verilmesi ve bandı kırdığı anda müdahale öngören bu sistem son politik çalkantılarda çoktan çöpe giderdi.

Geriye 2000 yılı öncesinde uygulanan model kalıyor.

Hatırlarsanız, söz konusu modelde kur artışı enflasyon kadar veya çok az altında tutuluyor, buna karşılık TL faizleri enflasyonun üstünde seyrediyordu. Böylece sıcak para tabir edilen kısa vadeli sermaye hareketleri reel faizle teşvik ediliyordu.

Ne var ki bugün aynı sisteme dönülmesine en büyük engel mevcut kur seviyesi... Ekonomi kurmayları itirazlarını, ‘‘Eğer kuru enflasyon kadar yükselteceksek, yılı 1 milyon 500 liranın üstünde kapatmamız gerekir ki, bunu istemiyoruz’’ diye dile getiriyor.

Daha yüksek kur artışının enflasyonu besleyerek yeniden yüksek faiz-enflasyon sarmalı yarattığına da dikkatinizi çekmek isteriz.

* * *

2000 öncesi sisteme dönüşte kur artışının korkulan ölçüde yüksek çıkmaması için ön koşul, yüksek hacimli dış sermaye akışı olacaktır.

Bu durumda faiz ve kur hızla gerileyecek, enflasyon baskısı azalacaktır.

Zaten hangi kur rejimi seçilirse seçilsin, sermaye akışı başlamadan ne iç borçların sorunsuz dönmesi, ne de ekonomik büyüme kolay değildir.

Kemal Derviş'in patronu Stanley Fischer'in gelmesine bir hafta daha var... Boş geçireceğimize önceliklerimizi tartışalım...

Görüşlerinizi bekliyorum.
Yazının Devamını Oku

Küresel ayar

23 Temmuz 2001
<B>KÜRESEL</B> aynanın gücüne ilişkin ilk gözlemimiz ABD-Irak savaşına kadar uzanır... ABD'nin Vietnam Savaşı'nda gerillaya değil propoganda gücüne yenik düştüğüne imanlı Saddam dünyanın her köşesinden Bağdat'a akın eden medya mensubuna kucak açtı. Plan basitti: Bağdat mahreciyle kaleme alınan, ekranlara yansıyan haberler Batılı kamuoyunda isyan hissi uyandıracak, ölen ABD'li askerlerin görüntüleri Washington'u ateşkese zorlayacaktı.

Hepinizin bildiği gibi bu hesap Bağdat'tan döndü.

Objektif görüntüler ve kalem tanıklığı Saddam'a hizmet etmedi.

Zaten eli kanlı vasat diktatörün anlatılacak, Batı'da hayranlık uyandıracak neyi var dı ki?

* * *

Son günlerde döviz piyasasında olup bitenleri yabancı parmağı ile izaha çalışanları izlerken Bağdat'ı anımsamamız boşuna değil...

Küresel aynaya bakıp ‘‘Söyle bana en güzel kim?’’ diye sorup aldığı yanıtı beğenmeyen masal kahramanı gibiyiz.

Batık bankaları yabancıya satarken iyi.

Doğrudan yabancı sermaye davet ederken pek ala.

Yabancı bankadan kredi borcu alınca mükemmel.

Ama döviz piyasası karışınca tek suçlu yabancı, öyle mi?

* * *

Oysa dövizdeki dalga boyunu dış spekülatif taleple izah gayretinin temelinde bile yine iki yerli parametre yatıyor:

1) Yabancı spekülatör Türk piyasasında döviz temini için öncelikle TL satın almak zorunda... Eğer TL faizi spekülasyon sonucunda elde edilen kur artışına denk veya yakın olursa caydırıcı etki yaratabilir.

2) Eğer sığ piyasada fiyatlar tek veya birkaç yabancı bankanın alımıyla yükseliyorsa Merkez Bankası'nın miktar düzenlemeleri (döviz satışı) talebi karşılar, kurları yeniden aşağı çeker.

Dolayısıyla mesele yerli-yabancı farkı değildir.

Kur-faiz dengesinden ibarettir.

Nitekim geçen haftanın son günlerinde;

Merkez Bankası'nın aktif müdahalesi, faiz silahı,

Bankaların döviz satışı yardımı piyasayı sakinleştirdi.

* * *

Üstelik diyelim ki, yabancı banka veya fonlar Türkiye'yi alıp-satıyor... Kulak çekme, tek ayak üzerinde cezaya bırakma gibi yaratıcı sanılan polisiye önlemler işe yaramaz...

Ekonomi dünyasında başka kurallar çalışır.

Tıpkı Ayşe Aba isimli okurun aktardığı gibi...

Vakti zamanında İrlanda Merkez Bankası iki Alman bankasının işlemini takibe aldı... İki yabancı banka ellerinde olmayan tutarda ve çok yüklü satışlarla İrlanda'da faiz indirimi sağladı... Planları ertesi gün piyasadan daha ucuz fiyata İrlanda parası satın alıp kár etmekti. Ama İrlanda Merkez Bankası tüm bankaları uyardı ve Alman bankalarına satış yapmamalarını istedi... Alman bankaları borçlarını kapatmak için mecburen Merkez Bankası'nın kucağına düştü. Merkez Bankası da cezayı kesti...

* * *

Kıssadan hisse: Küresel ayna kullanan küresel ayara da razı olmalı.
Yazının Devamını Oku

Sembol ve gerçek

21 Temmuz 2001
<B>SİYASET,</B> sembol ve gerçeğin irtibatının sınandığı zemindir. Tıpkı MHP'nin IMF'ye karşı <I>direnişin sembolü</I> haline gelen Telekom politikası ile <I>iktidar gerçeği</I> arasında seçime zorlanması gibi.<br> Ne var ki her sembolün illa ki siyasi izdüşümü/karşılığı bulunmaz.

Siyasi İslam'da Gelenekçi-Yenilikçi kavgasının yapaylığı, Teknokrat Hükümeti tartışmasının havada kalması yanlış sembol seçimine iyi örnektir.

Buna karşılık gerçekle irtibatlı semboller zamanla siyaset dansının unutulmaz, vazgeçilmez figürlerine dönüşür.

Bazen bir cümle, hatta bir kelime bile yeter hale gelir, yılları, skandalları, zafer veya hezimetleri anlatmaya.

* * *

Türkiye'nin üstüne yolsuzluk etiketinin yapıştırılması zaman aldı.

Ne yazık ki hem ahlakçı hem de ahlaksız yaklaşım meselenin kozmetik yönüyle uğraştı, tekniğine inmeye tenezzül etmedi.

Kayıt dışı ekonominin kara paraya sığınak sağladığını, bazen otoparka kimi zaman bankalara dadanan çetelere yardım yataklık ettiğini görmezden geldi. Entelektüel ve idari ihmalin cezası Türk bayrağına -hem de Batılı müttefiklerimiz tarafından- eklenen eroin şırıngası sembolü oldu.

Narko devlet, yolsuzluk imparatorluğu gibi bizce biraz da haksız sıfatların ekonomik faturası yavaş yavaş kabarmaya başladı.

Somut örnek gerekirse... IMF'nin son stand-by anlaşması ile Türkiye'ye açtığı rekor kredi ABD yönetimini zora soktu.

Etkili gazeteler Bush ekibini, ABD vergi mükellefinin parasını ‘‘kaynaklarını yolsuzlukla harcayan Türkiye'ye’’ ödünç vermekle suçladı.

IMF'nin, Telekom örneğinde olduğu gibi, Türkiye'nin boynundaki ilmiği daha da sıkmasında bu ağır eleştirilerin payının bulunduğu kesindir.

Ekonomik programı kör topal yürüten hükümetin sırtındaki kamburu gidermek yerine önyargıyı pekiştiren adımlar atması işin tuzu-biberi oldu:

1) Hükümetin ilk gününden itibaren yolsuzlukla mücadelenin sembol isimleri haline gelen, gazete manşetlerine ‘‘İki T’’ başlığıyla geçen Zekeriya Temizel ile Sadettin Tantan peş peşe görevden ayrıldı.

2) Medya-finans ve sanayi sektörlerinde faaliyet gösteren önde gelen şirketlerinden Uzan Grubu'nun yabancı ortaklarıyla ihtilafa düşmesi hiç iyi haber olmadı. Bush yönetiminin alacaklı Motorola şirketini desteklemek amacıyla ne kadar ileri gidebileceğini düşünmek bile korkutucudur.

Tantan ve Temizel'in gidişini Türk siyasetinin hali pür melali ile izaha çalışmak mümkündür. Ama Türkiye'nin önde gelen bir şirketinin hem de tam ekonomik kriz yaşanırken, dış kaynağa ihtiyaç varken borcunu ödemekten kaçınması, yabancı piyasalar açısından kötü işarettir.

Yanlış bilmiyorsak, geçenlerde Fon'a devredilen Bayındırbank'ın Romanya'daki iştiraki olan banka zora düşünce Ankara yardım için kolları sıvadı. Türkiye'nin dış kredi itibarını korumayı amaçlayan bu kararın doğruluğu veya yanlışlığı tartışılabilir. .Ama emsal ortadadır.

Bugün Türkiye'nin Motorola gibi dünya devini ve dolaylı olarak ABD yönetimini karşısına alma lüksü bulunmuyor.

Dolayısıyla Ankara'nın bu ihtilafa müdahalesi zorunlu gözüküyor.

Ancak bu kez lütfen kamu kaynaklarına başvurmadan!
Yazının Devamını Oku

3 milyon dolar

20 Temmuz 2001
<B>DÜN </B>piyasanın 3 milyon dolarlık vadeli işlemle yatıştığını söylemek yanlış değilse bile eksiktir.<I> Mühim olan bu 3 milyon doların arkasında yatan uzlaşma ve güven ortamıdır.</I> * * *

Dün üç ayrı vadede, bir, iki ve üç haftalık işlemlerde üç ayrı satış fiyatı, piyasaları düzenledi. Her satış işleminin hacmi birer milyon dolardı. Yani toplam 3 milyon dolar.

Piyasalarda hákim görüş, bu kotasyonların (fiyatların) kamu kaynaklı olduğuydu. Ne var ki bu iddia doğru olsa bile para otoritesinin kabul ederek elini göstermesi beklenemez.

Dolayısıyla rakamların kökeni yerine mantığıyla ilgilenmeyi yeğledik. Bankacı/yazar Uğur Gürses'in yaptığı ve piyasa oyuncularından teyidini aldığımız hesap biraz teknik, baştan uyaralım.

* * *

Vadeli işlem piyasasına ilk fiyatlar girildiğinde, bankalararası işlemlerde USD satış kuru 1 milyon 360 bin liraydı. Vadeli piyasada...

Bir hafta vadeli USD satış kuru 1 milyon 374 bin,

İki hafta vadeli USD satış kuru 1 milyon 395 bin,

Üç hafta vadeli USD satış kuru 1 milyon 412 bin lira olarak geçti.

Dolayısıyla dün elindeki doları 1 milyon 360 bin liradan satan banka, TL'yi haftalık yüzde 1.03'lük faiz oranıyla çevirirse yeniden dövize döndüğünde zarar etmeyecekti. Bu faizin üstündeki oranlar kár anlamına gelecekti. Merkez Bankası'nın piyasaya sunduğu haftalık faiz oranı bu başa baş noktasının yüzde 0.25 üzerinde seyrettiği için, bankalar için dün döviz satıp bir hafta sonrasına anlaşmaya girmek sadece emin değil aynı zamanda kárlı bir işlemdi. (Aynı kur-faiz hesabı iki ve üç haftalık işlemler için de geçerliydi.)

Özetle döviz piyasasında sadece yukarı doğru dalgalanan kur rejiminde ciddi tamirata gidildi. Belki piyasanın özlemle andığı kur bandı/öngörülebilir kur sistemine geri dönülmedi ama piyasa oyuncularının biraz olsun önünü görmesine müsaade edildi.

Ne var ki tekrar edelim, vadeli piyasanın işlem hacmi sadece 3 milyon dolardı. Demek ki dün kuru gerileten başka etkenleri de dikkate almak zorunluydu.

Piyasa oyuncularına sorduğumuzda şu başlıkları sıraladılar:

1) Merkez Bankası düzenli döviz satışı ihale programının yanı sıra seans sırasında pencere tabir edilen kotasyonlarla varlığını sergiledi. Yani kura küçük satışlarla ama sürekli müdahale edildi.

2) Para otoritesi ile yerli bankalar arasında varılan ‘‘aynı gemideyiz’’ uzlaşması, ikinci gününde de aksamadan işledi. (Bu arada piyasanın faiz indirimi beklentisi sürüyor.)

3) Kemal Derviş'in dün yabancı bankalarla buluşması, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın bu kuruluşlara denetçi gönderildiğini ima yoluyla açığa vurması, polisiye tedbir bekleyenlerin hoşuna gitti.

4) Gelecek salı günkü 3 aylık (770 trilyon TL) Hazine ihalesi için ekonomi yönetimi ile piyasa oyuncuları arasında yüksek katılım için anlaşmaya varıldığı haberi temkinle karşılansa da moral düzeltti.

* * *

Piyasanın sığlığı, ruh halini de oynak kılıyor. Geçen haftaki ‘‘öldük, battık, bittik’’ havasının yerini işlerin düzeldiği beklentisi alıyor.

Değişen nedir diye bakarsanız, yanıtı ortada: Piyasa çalışıyor.

Demek ki daha yüksek işlem hacmine, yatırımcı sayısına ulaşsa ekonominin damarlarına kan pompalanması da hızlanacak...

Derdin devası, sağlıklı işleyen piyasada yatıyor.

Gevezelikte veya fantezi kusmakta değil.


KARŞI GÖRÜŞ-KATKI


‘‘Yazılarınızın uzun zamanlı seyrine baktığımda Kemal Derviş'ten hiç hoşlanmadığınızı, ama bir türlü de bunu açık ve net biçimde yazamadığınızı görüyorum. Kendisiyle ne alıp veremediğiniz var? Umarım mesele kişisel değildir, zira bir yazar için hiç hoş bir durum olmaz. Sizin Kemal Derviş hakkında yazdıklarınızı okurken, sanki kadı kızında kusur arıyormuşsunuz gibi bir izlenime kapılıyorum.’’

(M. Fatih YEGÜL)

‘‘İşi çok basite indirgeyip aile bazında ele alırsak; Babamız 50 yıldır ne yapmış? Geliri yetersiz olduğu halde, ha babam borçlanıp karısına, çocuklarına para yağdırmış. Onları rahata alıştırıp, çok çalışmaya, üretime, bilgiye, kültüre, çağdaşlığa boş vermeyi göz göre göre teşvik etmiş. Evdekilerin hiçbiri de zahmet edip bu lüksün kaynağına kafa patlamadan, afiyetle har vurup harman savurmuşlar. Sonra para birden kesilmiş. Kendi ayakları üzerinde duracak mantık altyapıları da yok. Geleceği düşünmeye hiç ihtiyaçları olmamış ki. Şimdi herkes sudan çıkmış balık gibi. Ya ne olacaktı? Dua edelim de eve haciz gelmesin.’’

(Emre SÖNMEZGİL)
Yazının Devamını Oku

Hangi piyasa?

19 Temmuz 2001
<B>ÖNCE</B> <I>iyi haber</I>: Piyasa ve siyaset arasında meşhur Karadeniz fıkrası misali <B><I>‘‘Sen beni tanımıyorsan, ben seni hiç tanımıyorum...’’ </B></I>inadı kırıldı... Siyaset piyasaya daha duyarlı hale geldi. Piyasa siyasi jestleri tamamen karşılıksız bırakmamayı denedi... Ama kötü haber: Hangi piyasadan söz ediyoruz...

Piyasa kaldı mı?

* * *

Meselenin taraflarını Enis Öksüz'e (Yüksel Yalova'ya?) karşı piyasa diye sergilemek kolaycı yaklaşımdır... Ama diyelim ki öyle olsun...

Enis Öksüz'ün Telekom direnişi, Yüksel Yalova'nın tütün yasasındaki endişeleri temsili değer taşıyor...

Yani her iki bakanın da tepkisinin siyasi tabanı mevcut.

Peki her iki bakanı da azleden piyasanın aynı geniş tabana dayandığından emin miyiz?

Rakamlar tersini söylüyor...

Kör-topal yürüyen borsanın ipi 2000 yılı başında çekildi...

TL (faiz) piyasası dediğin riskin beşte birine yakınını tek başına taşıyan Demirbank'la birlikte battı.

Döviz piyasası günlük 100-200 bin dolarlık kambiyo kárına endeksli...

Borsanın toptan değeri üçte birine geriledi... Bono piyasasında Demirbank'ın rolüne talip bulunamadı, işlem hacmi üçte iki oranında azaldı.

Piyasa gerek yatırımcı sayısı ve gerekse işlem hacmi/derinliği açısından temsil gücünü büyük ölçüde yitirdi...

* * *

Korkumuz odur ki, sığlığı ve sürekli panik atakları yüzünden amok koşusuna kalkan piyasalara göre rota belirleme alışkanlığı ediniyoruz... Piyasaların eski ve yüksek hacimli günlerinde böyle bir reflekse hiçbir itirazımız olmazdı.

Ancak piyasaya deniz feneri gibi yön gösterme işlevi yükleyen zihniyetin öncelikle piyasaların sağlıklı işlemesine kafa yorması gerekmez mi?

Kemal Derviş ve IMF'nin 22 Şubat tarihinden bu yana piyasalarda oluşan krampı giderme yönünde kaç kararını hatırlıyorsunuz?

Aksine döviz piyasasından adeta Frankeştayn yaratma başarısını gösterdiler... Dolar resmen hisse senedine döndü... Günlük alım-satım kárı yüzde 7-8'i buldu, spekülatif iştahı kabarttı.

* * *

Artık ikiyüzlülüğü bırakalım.

Piyasanın raşitik tepkilerinden bazıları işimize geliyor, programa muhalefetin imhasına hizmet ediyor diye gerçeklere sırt çevirmeyelim....

Piyasaların bugünkü hali sağlıksızdır...

Piyasaları düzeltme görevini ne ölçüde yerine getirdiği bile tartışmalı Kemal Derviş ile siyasi koçu IMF'nin ekonomik göstergelerdeki dalgalanmanın sorumluluğundan fevkalade ustaca sıyrılmayı becerip üstüne üstlük fırsattan yararlanıp rakiplerinden kelle almaları da siyaseten dikkate şayandır...

Ne var ki eğer piyasalar en kısa zamanda hacimli ve sağlıklı işletilmez, arenadaki aç bırakılan aslan psikolojisiyle siyasete karşı tetikte tutulursa... Korkarız yakında piyasaların işlev ve geleceğine ilişkin ciddi tartışmalar başlar. Türkiye işte o gün son 20 yıllık kazanımını kaybeder.


KARŞI GÖRÜŞ-KATKI

‘‘Radikal partilerin iktidarda terbiye edilmesinin ceremesini çekme mealindeki yorumunuza kısmen katılıyorum. Peki halkımızı bu partilere mecbur eden yolsuzlukçu, hırsız, hukuksuzluğu ilke edinmiş, insan haklarını sadece kendisi için kabul edinmede radikalleşmiş partilere oy verilirken az mı zulüm çekildi? Aslında bugün geldiğimiz noktadan çok partili siyasi hayatımıza şöyle bir göz atacak olursak, kabahatlinin sadece siyasiler veya siyasi partiler olmadığını görebiliriz. Toplum olarak bizlerin siyasilerden veya siyasi partilerden beklentilerimiz de radikal yanlışlıklar içermiyor mu? Herkes oy verdiği partiden devlet katında kendisine veya eşine dostuna iş istiyor. Ya da ihale istiyor. Maalesef toplumumuz siyasilerin işlediği tüm suçların en büyük işbirlikçisi ve ortağıdır.’’(Kadir ÇELİK)
Yazının Devamını Oku

Kur sopasının fazileti

18 Temmuz 2001
Toptan kur sopası yememiz doğaldır ki acıtıyor...<br><br>Ama bu acıyı dindirecek kolay pansumanı boşuna aramayın. 22 Şubat'ta girdiğimiz yol mecburi istikamet, dönüşü yok. Her çukur, keskin viraj, şoför hatası anında kura yansıyor, maymunun çıplak tersi aynadan sırıtıyor.

Defalarca yazdık, tekrarda yarar görüyoruz...

Bu krizden çıkışın kestirme çözümü yok...

* * *

Dolar kurunun son üç haftada 1 milyon 250 bin liradan 1 milyon 400 bin liraya kadar tırmanması, enflasyon endeksleri ve beklentileri üzerinde kalıcı tahribat yapıyor... Çünkü:

1) Türk sanayiinde üretim girdilerinin kabaca yarısı ithaldir. Dolayısıyla kurdaki artışın yaklaşık yarısı (Prof. Ercan Uygur'a göre yüzde 60'ı) imalat sanayi fiyat endeksine (çekirdek enflasyon) -belki hemen değil zaman içinde- yansıyacak.

2) Merkez Bankası, dalgalı kur sisteminin gereği herhangi bir rakamsal sınırı savunamaz. Ancak kurdaki tırmanış sürdükçe bu temel politikaya sadık kalmak giderek güçleşiyor. Enflasyon beklentisinin yükselmesine izin vermek, Merkez Bankası'nın temel işlevine ters düşüyor.

3) Merkez Bankası'nın önceki gün gecelik/haftalık/iki haftalık faizleri 4 puan yükseltmesi, bu çerçevede doğrudur. Ne var ki piyasa tamamen kur kontrolüne dönük bu freni kabul etmiş gözükmüyor. Dolayısıyla kısa vadeli tasarlanan faiz artışının kalıcı hale gelmesi muhtemeldir.

* * *

‘‘Bu kuyudan çıkmak için kimseden mucize ipi beklemeyin’’
derken, IMF'yi de kastediyoruz. Türkiye ve IMF arasında umulan revizyonda anlaşmaya varılsa dahi iktisat politikaları açısından manevra alanı dardır.

Olsa olsa faiz dışı fazla hedefi yükselebilir. Böylece ek faiz yükünün telafisi amaçlanır. (Yeni vergi değil, harcama kısıntısı olasıdır.)

Diğer bir önlem olarak fon bankalarının satışı veya tasfiyesinin yıl sonuna kadar tamamlanacağı sözünden dönülür. Dolayısıyla bu bankaların elindeki káğıtların yıl sonuna kadar piyasaya gireceği endişesi giderilir.

* * *

Bu veya benzeri önlemlerin sonuçları hakkında ekonomi sınırları dahilinde tahmin yürütmek yetersizdir. Çünkü ekonomik her fiyasko siyasi güveni yıpratıyor. Zihinlerde 22 Şubat kábusunu hortlatıyor.

22 Şubat sonrasında yeni program için yola koyulurken ‘‘Bu hükümetle olmaz, kredisi kalmadı’’ diyen azınlıktaydık. Ne yazık ki haklı çıktık.

Hükümet ikinci programı ancak ‘‘Biz beceremedik, Kemal Derviş'i çağırdık, bize değilse bile ona güvenin’’ illüzyonuyla yürürlüğe koyabildi.

Kemal Derviş'e koalisyonun dördüncü ortağı adını koymamızın sebebi de buydu. Ne var ki bırakın MHP'yi, küçük ortak ANAP, hatta DSP bile Kemal Derviş'i siyaseten içine sindiremedi.

* * *

MHP'nin Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ü feda hamlesi, piyasanın aldığı ikinci kelle sayılmalı. Öksüz'ün istifası piyasanın ‘‘Derviş'e dokunan yanar’’ iddiası ve gücünü sergilemesi bir yana, MHP'nin hükümetten ayrılma niyeti taşımadığının işaretini verdi.

Öksüz'ün istifasının zamanlaması bugün piyasalarda nasıl algılanacak şimdiden kestirmek zor...Ama anlaşılan Kemal Derviş bu istifanın paketi konusunda kafa yormuşa benziyor. Piyasanın beklediği bazı teknik kararlar ve büyük bankalara dönük ikna zirvesi gibi.

* * *

Sopayı yiye yiye işin doğrusunu öğreneceğiz. Radikallere oy vermenin, aşırı uçları iktidar terapisiyle tedavinin bedelini ödeyeceğiz. İsterseniz yine de kolay çözüm öneren bir başka radikale, popülizme oy atın... Atın ki bu zulüm süreci uzasın.
Yazının Devamını Oku

Yeni program ama kiminle?

17 Temmuz 2001
<B>MERKEZ</B> Bankası'nın faiz artırımı gerekçesi konusunda piyasa oyuncuları kararsız kaldı. Çünkü faizlerde indirim beklenirken artışın <I>muhtemel sonuç seti</I> IMF ile varılan anlaşmaya dayalı hesapların yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Hatırlarsınız, 15 Mayıs'ta IMF'nin onayladığı niyet mektubuyla birlikte önce Merkez Bankası faiz indirimine gitti. Hazine faizleri de hızla gerileyerek bir ayda yüzde 80'lere düştü.

Sonrası hakkında rivayet muhtelif...

1) Hükümetin zaten 22 Şubat krizinde tükettiği kredisinin taban fiyatı ve Telekom krizleri sırasında hepten sıfırlandığı görüşü yaygın.

Krizin ekonomik değil siyasi kökenine inen analizler, Hazine'nin hükümetteki ilk Derviş kavgasından bu yana düşük faizle borç bulamamasını kanıt niyetine kullanıyor.

2) Faizlerin -tıpkı 22 Şubat'ta terk edilen ilk programda olduğu gibi- hızla düşmesinin yurtdışından kısa vadeli sermaye akışını önlediğini düşünenlerin sayısı az değil. Halk tabiriyle sıcak para eksikliğinin yanı sıra TL'yi seçen tasarrufçunun düşük faiz-yüksek kurla mağdur edilmesini vahim hata sayanlar bu cephede yer alıyor.

3) Topu topu iki aydır uygulanan ekonomik programın temel araçlarından dalgalı kur politikası, bizzat Başbakan tarafından yüksek faizin gerekçesi olarak ilan ediliyor.

* * *

Piyasa oyuncuları da, sıradan tasarrufçu da ekonomiyi temel iki parametreden izliyor: Faiz ve döviz kuru...

Düşmeyen faiz, aşağı doğru hiç dalgalanmayan kur... Her iki parametredeki dengesiz seyir hem piyasa oyuncularını, hem de tasarrufçuyu oyun dışına itiyor. Dün olduğu gibi fiyatına bakmadan dövizini satın alan, üzerine oturup saha kenarında beklemeye geçiyor.

Yerleşik düzenin, Kemal Derviş'i siyaseten içine sindirme süreci de ayrı kavgalara, hatta ara rejim fantezilerine yol açıyor.

Ne var ki panik atağa kapılıp sapla samanı karıştırmanın álemi yok.

Merkez Bankası'nın yükselttiği gecelik/haftalık faizle, çok daha uzun vadeli Hazine faizi arasındaki irtibat, programın ilk günlerindeki kadar güçlü değil. Nitekim bir ayı aşkın süredir yüzde 63'te kazık çakan Merkez Bankası faizine rağmen Hazine'nin üç aydan başlayan vadedeki borçlanma maliyeti birleşik yüzde 90'lar düzeyinde kaldı. Yani Merkez Bankası faizini yükseltti diye Hazine faizinin aynı oranda tırmanacağı beklentisi, piyasanın ruh haline uygun düşse de ekonomik açıdan izahı zor.

Ayrıca Merkez Bankası'nın yazılı açıklamasında yer aldığı üzere, kurdaki artışın enflasyonist baskısının da hesaba katılması lazım.

* * *

Dün Türk mucizesi yaşanırken, yani hem faiz, hem de kur yükselirken telefonla görüştüğümüz banka yöneticisi tek cümlelik yorumda bulundu:

- El birliği ile yeni programı zorunlu hale getiriyoruz...

Bu tespite katılmamak zor. Faiz ve kur gibi temel araçlar konusunda bile kafası bu kadar karışık oyuncu ve siyasi kadro ile mevcut programın değiştirilmeden sürdürülmesi mümkün gözükmüyor.

Kimse kendisini aldatmasın, programda revizyon, yeni program olarak algılanacaktır. Dolayısıyla yeni programın kiminle yürütüleceği sorusu önem kazanacaktır. Ama işin bu kısmı yarına...
Yazının Devamını Oku