3 Ağustos 2001
Yaklaşan ANAP Kongresi hakkındaki fikirlerimi kendime saklamamın bu partinin yöneticilerini pek üzdüğünü sanmam... Dolayısıyla kendi hesabıma bu karşılıklı kayıtsızlığı sürdürme eğilimindeydim. Ne var ki Murat Bardakçı'nın iki günlük ‘‘Güneş Taner ve kayıp eşek’’ tefrikası kulunuzu ANAP perhizini bozmak zorunda bıraktı...
Çünkü Bardakçı'nın haberleri ANAP konusunda kalın ciltli kitaplar dolusu analiz malzemesi barındırıyor, ideolojik çerçeveyi ortaya koyuyor.
* * *
İzin verirseniz haberi hatırlatalım...
Yazının Devamını Oku 2 Ağustos 2001
<B>AVRUPA</B> hukukunun Refah kararıyla ilgili kaleme sarılmadan bir gün beklemeyi yeğledik. Çünkü karar tek başına büyük önem taşısa da iç/dış tepkileri ile daha anlaşılır hale geleceğini düşündük. Meseleye en şiddetli tepkiyi verenler, her zamanki gibi yelpazenin iki ucunda yer alanlar çıktı. Baktık ki Avrupa kararını ‘‘Siyasi İslam'ın sonu’’ ilan edip zafer sarhoşluğuna kapılanlar da, ‘‘Bu karar hukuki değil siyasidir’’ diye cahilce kendisini aldatanlar da alçaktan uçuyor.
Gerçeği ortalarda bir yerde aramaya yöneldik.
1) Avrupa'nın parti kapatması sıradışı karardır. Türkiye'deki her abes yasağa, abuk sebeple parti kapatmaya, aklına gelenin ‘‘nerede benim teknokrat hükümetim’’ diye dellenmesine mesnet teşkil etmez, zemin oluşturmaz. Bugün sevinenler örneğin Fazilet davasında üzülebilir.
2) Avrupa'nın demokrasi geçmişi dine karşı özgür düşünce tarihiyle özdeştir. Sivil toplum tabiriyle bizdeki sarıklı/sarıksız hocaların anladığı gibi tarikatlar tarif edilmez. Hatta bu tabirden tam aksine, kilise tahakkümünden kurtarılmış toplumsal örgütlenme anlaşılır. Türkiye'de şeriat hukukunu savunup, kanlı-kansız darbe imalarında bulunup Avrupa'dan yakınlık beklemek zaten ahmaklıktı.
Ne var ki bugün Avrupa kararını yalan-yanlış yorumlayıp hırs gözyaşı dökenler, hukuki temelleri daha sağlam başka bir davada sevinebilirler.
* * *
Siyasi İslam'ın Avrupa kararıyla ilgili tepkisini yekpare saymak haksızlık olur. Çünkü çuvaldızdan önce iğneyi kendisine batırmayı yeğleyen yazı ve yorumların sayısı az değil. Ne var ki bu zihniyetteki imzaların çoğu Avrupa kararıyla birlikte siyasi zombiye dönüşen Necmettin Erbakan'a muhalif yenilikçi kanattan çıkıyor.
Yenilikçiler, Refah'ın radikal ve tecrübesiz söyleminin Avrupa kararında etkili olduğunun altını çiziyor.
Oysa gelenekçi kanattan Süleyman Arif Emre, dünkü Milli Gazete'deki köşesinde çok farklı bir analizle Avrupa kararı için yenilikçi kanadı suçluyor. Özetle aktaralım:
‘‘Refah bu davayı yüzde yüz kazanabilirdi. Anayasa Mahkemesi'nin Refah'ın kapatılmasına mesnet yapmış olduğu Anayasa'nın 69'uncu maddesi Ecevit hükümeti tarafından değiştirilmek istenmişti. Bizler Fazilet Partililer olarak bu değişiklik teklifine taraftar idik. Parti bu kanuna oy verilmesini istiyordu. Ama ne yazık ki kendilerine yenilikçi ismini vermiş olan arkadaşlarımız bu değişikliğe oy vermediler.
İşte biz hem Avrupa mahkemesindeki ve hem de Anayasa Mahkemesi'ndeki Fazilet'in kapanma davasında o sebepten treni kaçırdık.
Benim görüşüme göre siyasi aksiyonumuzun kasıtlı olarak bu şekilde bölünmüş olması hem Anayasa Mahkemesi'nin FP'yi kapatmasından, hem de AİHM'nin Refah davasını reddetmesinden çok daha vahim olaydır.’’
(Milli Gazete, 1 Ağustos 2001).
Avrupa'nın kararı, tıpkı Fazilet'in kapatılması gibi siyasi İslam'daki yenilikçi-gelenekçi çatlağını daha da derinleştireceğe benziyor.
* * *
Avrupa kararının kişisel bilanço açısından yorumuna gelince... Bu köşede 28 Şubat sürecinde çıkan, Refah'ın radikal söylemini hedef alan eleştiriler haklı veya haksız olarak askere yakınlık göstergesi sayıldı.
Oysa kaygımız Refah'ın bilinçli/bilinçsiz uygulamaları ile Türkiye'nin Avrupa rotasında sapma yaratacağı ihtimalinden ibaretti.
Avrupa'nın Refah'ın kapatılması kararını hukuka uygun bulması, en azından bu endişemizi teyit etti, gerisi günahı ve sevabıyla bize aittir.
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Kuru yükselten etkenlerden biri TL faizlerinin yüksek oluşu. TL bazında örneğin yüzde 100 oranında faiz geliri elde eden bir yatırımcı parasını dolara tahvil ederken doları yüksek kurlardan satın almakta sakınca görmeyecektir. Şimdi aynı yatırımcı daha makul dolar kazançlarına peşinen razı olarak dolar bazında yatırım yapmaktadır. Bu yatırımcı dönem sonunda parasını dönüştürmek için dolar talep etmeyecektir. Çünkü elinde zaten dolar vardır. Bu yatırımcı dönem sonunda olsa olsa TL talep edecektir. Bu da TL'nin değerini artıracaktır. Sonuç olarak döviz tahvil ihalesinin (ve takasın) TL'nin değerini güçlendirici bir etkisi olacağı kanısındayım.’’ (Reşit ERGENER)
Yazının Devamını Oku 1 Ağustos 2001
Belki cehaletime kızacaksınız ama <I>sıcak para</I> tabirini ilk kez 1991 seçimi öncesinde o tarihte muhalefette bulunan <B><I>Süleyman Demirel</I>'</B>den duydum.<br> 1989 yılında konvertibiliteye geçildi. Sermaye hareketleri tamamen serbest bırakıldı. Yabancı parasının (teorik olarak) sabah İMKB'ye girip alım-satım yapması, akşam saatlerinde geri dönmesine engel kalmadı.
İşte bu tür fevkalade mobil sermaye hareketlerine ‘‘sıcak para’’ (hot money) adı verildi. Zaman içinde Türkiye'de yerleşik ama tasarruflarını yurtdışında veya döviz cinsinden mali sistem haricinde tutanların paraları da aynı sınıfa dahil edilir oldu...
* * *
Türkiye sıcak parayı ülkeye girerken hemen hiç tartışmadı. Ama ne zamanki sıcak paranın girdiği gibi aniden çıkacağını anladık, işte o zaman dert başladı. Çünkü milyarlarca doların aniden ülkeyi terk etmesinin ekonomide yarattığı faiz, kur, enflasyon hasarı büyük oldu.
Stanley Fischer'in ziyareti öncesinde tartışılan, aslında kur rejiminden çok sıcak paranın kaderiydi. Dalgalı kur rejiminden vazgeçilmeden kurda öngörülebilir seyir önerenler gerçekte kısa vadeli sermaye girişinin tamamen kesileceğinden kaygılıydı. Çünkü sıcak para,
Enflasyon ve devalüasyon oranının üstünde faiz,
Öngörülebilir kur olmadan giriş yapmıyor.
* * *
Dün ANKA Ajansı, son dokuz yılın Ödemeler Dengesi istatistiklerini kullanarak yabancıların menkul alım ve satımlarını hesapladı.
(Kaynak: Merkez Bankası web sitesinde, süreli yayınlar başlığı altında ödemeler dengesi tablolarıdır.)
Habere göre 1992-2001 döneminde yabancı portföy yatırımları toplamı 26 milyar 582 milyon dolara ulaştı.
Buna karşılık yine aynı dönemde yabancıların portföy bozarak çıkardıkları para miktarı 34 milyar 986 milyon doları buldu...
26 milyar doları aşkın giriş, 35 milyar dolara yakın çıkış. Çok kabaca bakıldığında yabancılar getirdiğinden yüzde 30 daha fazla götürdü.
* * *
Tabloda bu pazara başı ağrımadan giriş-çıkış yapan sıcak paranın farklı kur rejimleri dönemindeki serüvenini izleyebilirsiniz.
1995-1999 arasında Merkez Bankası'nın kontrol ettiği serbest ama öngörülür kur rejimi uygulaması gündemdeydi. Aynı dönemde grafikteki hareketlerin yüksek dalga boyu sergilemediği de belli.
Ne var ki 2000 yılında Merkez Bankası'nın kur politikası önceki yıllara göre çok daha belirliydi. Faiz, devalüasyon hedefinin yüzde 15 üstündeydi.
Oysa grafik 2000 yılında sıcak paranın çıkışa başladığını gösterdi. Hem kur hem de faiz istikrarına rağmen başlayan panik atak kasım ayında zirveye çıktı. Sonuçta kuru savunmak imkánsız hale gelince dalgalı kura geçildi.
Yani sıcak paranın haklı/haksız gerekçelere dayanan kararının kur rejimini değiştirdiğini unutmamak gerekli. Sebep-sonuç ilişkisi bir de bu açıdan sorgulanmalı...
* * *
Dalgalı kura geçilirken IMF'nin yüklü mali desteği belki de bu yüzdendi.
Fon yönetimi Türk ekonomisinin vadesi belli olmayan yabancı kaynak yerine takvime bağlı, IMF kaynaklı döviz girişiyle krizi aşmasını öngördü.
IMF'nin yeni kredi miktarı ile Türkiye'den kaçan paranın neredeyse denk olması bu yöndeki yorumlara güç kazandırdı.
* * *
Sıcak para girişini teşvik edecek kur sistemine geçmemiz en azından şimdilik mümkün değil. Dahası eğer bu sisteme dönersek,
Yıllık yüzde 15-30 arasında reel döviz faizi ödemeye,
Küresel her krizde kur patlamasına katlanmak zorundayız.
Yazının Devamını Oku 31 Temmuz 2001
<B>IMF</B> Birinci Başkan Yardımcısı <B><I>Stanley Fischer</B></I>'in İstanbul'u ikna ziyaretinde <I>en kuvvetli mesajı neydi</I> diye sorsak... Sabit kur veya bant sistemine geçilmeyeceğini zaten biliyorduk.
Gerçi Hazine'nin iç borçlarını çevirmesinin mümkün olduğunun Fischer tarafından teyidi önemli ama hesap-kitaptan anlayanlar açısından malumun ilanıydı. Kalıyor geriye siyasi mesaj...
Fischer'in ziyareti öncesinde piyasalar IMF (hatta belki de Washington?) ile Ankara arasındaki iplerin kopmak üzere olduğu korkusuna kapılmıştı.
Stanley Fischer'in hükümete ve ekonomik performansına sahip çıkması hoş bir sürpriz oldu... ‘‘15 günde 15 yasa’’ diye dayatarak, Telekom Yönetim Kurulu için kriz tırmandırma politikasına başvurarak hükümetin siyasi aşınmasına katkıda bulunan IMF galiba taktik değiştirdi: Hükümeti piyasalara sevdirmeyi denedi...
* * *
Stanley Fischer ekonomi alanında bilineni tekrarlayınca dün piyasaların hafta sonundaki zirve maratonuna verdiği tepkinin sınırlı kalmasına şaşmamak lazım. Nitekim kur kıpırdamadı, faiz çok az düştü...
Ne var ki bu kez sabrın sonu selamet olabilir.
Banka sahipleri ve tepe yöneticilerinin Fischer'i dinlediği saatlerde büyük bir bankanın Hazine sorumlusu iki günlüğüne Bodrum'a kaçtı...
Bakın dönüşte neler anlattı:
‘‘Bodrum'da döviz kuru öyle bir milyon 300 bin lira falan değil... Bırakın otelleri döviz büfeleri bile bir milyon 300 bin liranın altında fiyatla dolar alıyor. (Ama satış kuru piyasaya uygun yani bir milyon 330 bin lira düzeyinde...’’
Ucuz döviz adresini merak ederseniz...
Bankaların alış kuruna göre neredeyse 40-50 bin liraya kadar kár imkanına rağmen hemen hiçbir turizmci dövizini bozmuyor, üzerinde oturuyor.
Demek ki kurun yukarı doğru hareketini bekliyor, zıplama riskine karşı kendisini garanti altına almak istiyor...
* * *
Zaten para otoritesi de hesabını piyasanın bu tereddüdünü dikkate alarak yapıyor... Ankara ve büyük bankalar havuzunun gayri resmi kur bandı giderek bir milyon 300-bir milyon 350 bin lira seviyesinde oluşuyor...
Eğer bu bant ağustos sonuna kadar kırılmazsa dövizde bir miktar satış gelmesi bekleniyor... O yüzden Stanley Fischer'in haberini verdiği faiz indirimi için şimdilik ağırdan alınıyor:
1) Temmuz ayı enflasyon rakamı,
2) Sermaye girişi rakamı faiz indirimi karar sürecinde etkin olacak.
Daha açık deyişle, ‘‘Döviz piyasasında alıcı kadar satıcı da olduğu zaman yüksek faize gerek kalmayacak.’’
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Paranız olsa şu anda nereye yatırırsınız? Faizi için bankaya yatırsanız, devlet faizden vergi alıyor. Emlak alsanız yine devlet vergi alıyor. Üstelik istediğiniz anda paraya tahvil edemezsiniz. Otomobil veya beyaz eşya alsanız, hem yine devlete vergi vereceksiniz, üstelik paraya tahvil etmek mümkün değil. Hisse senedi alsanız, fakat kumar oynasanız daha iyi olur. Geriye iki şey kalıyor, ya altın alacaksınız, ya da döviz. Tabiatı ile büyük miktarlar için döviz almanın her bakımdan daha avantajlı olacağını izaha gerek yok. Faiz ve bugün artık zorunlu ihtiyaç olan buzdolabı gibi birçok malı lüks deyip, ağır vergi alan bir zihniyet, nasıl oluyor da halkın yüzde doksanının eline hiç değmeyen döviz satışından hiç vergi almaz. Her şeyden vergi alıp da, döviz alımından vergi almamak, döviz almaya teşvik değil midir, dövizin lehine. Döviz alıp satarak kazanç önlenirse, döviz aşırı kıymetlenmez ve en önemlisi hiç dalgalanamaz. O zaman dalgalı kur sistemi, kurun diğer sistemlerinden çok daha iyi olur.’’
(Mehmet Ali ÇABUCAK)
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2001
<B>IMF</B> Birinci Başkan Yardımcısı <B><I>Stanley Fischer</B></I>, Türk ekonomisine ilişkin <I>sorun ve beklenti</I> başlıklarını çok net ifade etti: İç borcun idare edilebilir düzeyde kalması için faizlerin düşmesi gerekirken hálá yüksek seviyede kalması sorundur...
Buna karşılık enflasyondaki düşüş umut vericidir. Ekonomide bırakın birkaç ayı, birkaç hafta içinde dahi iyileşme sinyali gelebileceği beklentisi vardır.
* * *
Faizi aşağı çekmek için çıpa kullanılması yani piyasaya yön gösterilmesi zorunluluğu kesindir. Bu çıpanın seçimi konusunda süren tartışmaların harareti Stanley Fischer'in ziyareti arifesinde yükseldi.
Türkiye'nin yaklaşık on beş yıldır uyguladığı kur rejiminde olduğu gibi döviz fiyatının önceden tahmin edilebilir kılınmasını çıpa olarak kullanmak isteyen iktisatçılar, bankacılar ve işadamları bir yanda...
Dalgalı kurdan vazgeçmeyen, faizlerin bir an önce aşağı çekilmesini tek çare sayan iktisatçılar ve ekonomi kurmayları diğer yandaydı...
Türkiye'nin son iki ekonomik programının mimarı Stanley Fischer'in hakemliğine başvurulması zorunluydu.
Fischer aslında kararını çoktan vermişti.
Dolayısıyla sadece dinlemekle kalmadı, dalgalı kur rejiminde en ufak revizyona gidilmesine karşı olduğunu anlattı, muhalifleri iknaya yeltendi.
(Böylece aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu gözlemcilerin melez çözüm tahminlerini boşa çıkardı.)
Fischer'in sadece Türkiye değil hiçbir ülkede uygulama şansı görmediğikur çıpası ihtimali ortadan kalktığına göre...
Faizlere yön verecek yeni çıpa ne olacak?
Devlet Bakanı Kemal Derviş ile Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti'nin ortaklaşa açıkladıkları yeni enflasyon hedefine ne dersiniz?
* * *
2001 Temmuz-2002 Temmuz arasında Tüketici Fiyatları endeksinin yüzde 30-35 düzeyinde artacağı açıklaması bize enflasyon hedeflemesinin ilk sinyali gibi geldi... Eğer yanılmamışsak, önümüzdeki günlerde;
Para politikası araçlarında yeni enflasyon hedefine göre ayarlamaya gidilecek. Daha açık deyişle enflasyon hedefinin çok üstünde kalan faizler hızla aşağı çekilecek.
Temmuz ayında düşük çıkması beklenen enflasyon rakamı ve faiz indirimi ile piyasaya yön verilecek. (Fischer'in kehaneti böylece teyit edilecek).
Enflasyon ve faiz düşüşünün kura da yön vermesi umulacak. Gelecek endişesinin giderilmesi ile dövize talebin frenlenmesine çalışılacak.
* * *
Ekonomide açılan yeni politika penceresi iç borcun çevrilmesi konusunda yeni imkánları beraberinde getirecek...
Para otoritesi enflasyon ve kurun gerileyeceğini ilan ettiğine göre;
Enflasyona endeksli iç borç káğıtları,
Dövize endeksli iç borç káğıtları ihraç edilecek.
Hatta belki de hem dövize/hem de enflasyona endeksli (hangisi daha yüksek çıkarsa) yeni araçlarla iç borçta vade uzatılması denenecek.
* * *
Merkez Bankası muhtemelen kamuya kaynak aktarmasına yasak gelecek kasım ayı içinde enflasyon hedeflemesi konusunda son hazırlıklarını yapacak... Yıl sonunda yeni sisteme resmen geçilecek...
Ne var ki enflasyon hedeflemesi için vazgeçilmez iki koşulun bu ülkede var olup olmadığını yol yakınken tartışmakta fayda görüyoruz:
İtibar: Enflasyon hedefinin sahibi hükümet ve para otoritesi ikilisinin sözünü tutacağına inananların çoğunlukta olması sistemin işlemesi için ön koşuldur. Oysa gerek hükümetin gerekse bürokrasinin itibarı tartışmalıdır.
Uzlaşma: Enflasyon hedeflemesine geçildiğinde diğer tüm büyüklükler, hedefler (büyüme, istihdam, kur gibi) ikinci derecede önem taşır.
Oysa Türk ekonomisinde enflasyonla mücadelenin birincil önceliğe sahip olduğu konusunda ciddi kuşkular vardır. Hatta enflasyon gerilerken güçlü lobilerin muhalefete geçtiği bilinir.
Bu konuya devam edeceğimize göre, görüşlerinizi bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2001
<B>HAZİNE</B>'nin dünkü döviz tahvili ihalesi sonucu da gösterdi ki: <br><br>Dövizdeki sorun <I>yokluğa</I> değil <I>fiyata</I> bağlıdır...<br><br>500 milyon dolar için açılan ihaleye yağan 2 milyar 166 milyon dolarlık teklif, sistemin, şirketlerin ve hatta bireylerin boğazlarına kadar dövize battığını gösteriyor... Ne var ki herkes <B>‘‘<I>ya yükselirse</I>’’</B> korkusuyla dövizinin üstünde oturuyor, kurun gerileme riskine bile katlanıyor.
Hazine dünkü ihaleyle sisteme girmeyen bu kıymetli dövizleri topladı, hem de karşılığında sadece borç senedi vermekle yetindi gibi gözüküyor.
Ama aynı senetle kur riskini de üstlendi.
Dolayısıyla aslında dün yapılan döviz takasıdır...
Bankalar döviz getirdi, Hazine (sanki) döviz bastı.
* * *
Hazine'ye TL ihalesi açtığında borç vermeyen mali sistemin döviz tahviline yoğun ilgi göstermesi güvenoyu anlamına da gelir mi bilmiyoruz.
Ama dövizle borçlanma ihaleleri devam ederse piyasa oyuncularının temel parametrelere ilişkin hesaplarını gözden geçirmeleri gerekecek...
Çünkü tıpkı ilk takas anlaşmasında olduğu gibi kur riskini Hazine'ye yıkan mali sistem döviz fiyatının yukarı doğru hareketinden zarar görmeyecek... Ama buna karşılık ihaleyle toplanan dövizler Merkez Bankası'na kura müdahale açısından yeni mühimmat sağlayacak...
Yazının Devamını Oku 27 Temmuz 2001
<B>ÖYLE</B> anlaşılıyor ki, ekonomiyi yönetenlerle piyasalar/tasarrufçular arasında <I>görüş</I> ve hatta belki de <I>gözlük farkı</I> var... Kuru 1 milyon 600 bin liraya fırlatan panik atak sırasında asabı bozulan piyasaları yatıştırmak için her gün yüklü miktarda döviz satmak zorunda kalan Merkez Bankası'na yardım amacıyla yürürlüğe konulacak ahaliyi TL'ye davet kararları önceki gün kamuoyuna sızdı, dün ilk etkileri görüldü.
Dolar kuru yükseldi, TL faizleri yine yüzde 100'e dayandı.
* * *
Vergi düzenlemesinin mantığı/amacı basitti:
Mali sektörün kaynak yapısı, yani mevduatı çok kısa vadeli iken Hazine'ye daha uzun vadeli borç vermesi mümkün değildi. Dolayısıyla mevduatın vade yapısının vergi teşviki/cezası ile uzatılması planlandı.
Kısa vadeye yüksek, uzun vadeye düşük vergi ilkesi uyarınca en büyük ceza/vergi gecelik repoya kesildi.
İşte piyasanın karışmasına bu masum niyet yol açtı. Çünkü:
1) Repo müşterisi ile banka arasındaki faiz pazarlığı vergi sonrası net oranlar üzerinden yürütülür.
2) Ek vergiyi müşteriye yansıtma niyeti/imkánı bulunmayan bankalar yeni yükü peşinen Hazine bonosu faizine ekledi.
3) Bankasının ek vergiyi faizinden keseceğini öğrenen/sanan/korkan müşteri dövize yönelince kur yükseldi.
Teknik kararların umulanın aksi sonuçlara yol açmasını sadece piyasa kaprisi veya bürokrasinin yetersizliği ile izaha çalışmak zordur.
Piyasanın, Ekonomi Bakanı Kemal Derviş'in ani kur manevrasına akıl erdiremediği bellidir. Dalgalı kurda revizyon talebinin Kemal Derviş kaynaklı olmasının muhtemel iki gerekçesi cesaret kırıcıdır:
1) Enis Öksüz'ün istifasıyla bahanesi kalmayan Kemal Derviş'in artık tabir yerindeyse şapkasındaki tavşanı çıkarma vakti geldi. Piyasaları en kolay yatıştırma yolu kuru dizginlemeden geçiyor.
2) İstanbul Sanayi Odası'nda yaptığı konuşmanın satır aralarında Kemal Derviş'in reel sektördeki kur tahribatından çok korktuğunun izleri yatıyor.
* * *
Kemal Derviş'in hakkını teslim edelim. Kur manevrasını ustaca yürütüyor, hatta Stanley Fischer'e ricacı heyetler bile kuruyor.
Dün de yazdık, Stanley Fischer'in bu aşamada ve kariyerini noktalarken yurda-cihana yeni bir kriz armağan edeceğini düşünmüyoruz. Melez uzlaşma ihtimali var.
Ama IMF'nin parasını son kuruşuna kadar kur müdafaası için kullanacağımızı sanmak da saflıktır.
Sınırları böyle konulunca, korkarız ki dalgalı kurdaki revizyon beklentisi aspirin tedavisinden öteye geçemez.
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘USD kurunu aniden örneğin 1.240.000 (alış)-1.250.000'e (satış) çektiklerini belirtiverseler, sonra da enflasyona paralel ufak ufak artışa bıraksalar ne olur? Yerli uyanık yatırımcılar, ağustos gelsin de en durgun zamanda dövize geçeyim diye pusuda. Yabancı bankalar da manipülasyona varan işlemler yaptılar ya da aracılık ettiler. Bunu yapanlara ve dövize geçenlere iyi bir ders gerekiyor, bu bir. Diğer taraftan da üreticiler bu sistemle daha fazla devam edemeyecek durumdalar. Bu konu da hükümet üzerinde yavaş yavaş baskı oluşturmaya başladı ve üretim şu anda ülke için çok çok önemli. Bu iki.’’ (Alper ALKAYA)
‘‘En iyi kur politikasının serbest döviz kuru olduğunu düşünmekteyim. Bu sayede devletin yurtiçi borçlanmasının yüksekliği nedeniyle ödenen faizlerle kur arasında eski dönemde olduğu gibi yüzde 20-30'lara varan kazanç imkánı ortadan kalktı. Hem de ithal malların pahalılaşması yurtiçi üretimi kamçılayıcı özellik sergiliyor. Ülkemizden para kaçışı olduğu zaman da sigorta görevini görerek en azından çıkışı pahalı hale getiriyor. Ayrıca enflasyonu da indirmek zorunda olduğumuzu çok güzel her gün hatırlatıyor.’’
(Senih BAŞOL)
Yazının Devamını Oku 26 Temmuz 2001
Piyasa mehteran bölüğü gibi, iki ileri bir geri gidiyor... Denize girmeden önce suyu ayak parmakları ile yoklayan nazlı tazeye benziyor.<br> Aşırı temkinin son örneği dün bono piyasasında yaşandı...
Bir önceki günkü ihalede önceden bilinen sabit satış rakamının üç katından fazla talep gösteren piyasadan ne beklenirdi?
İkinci el piyasada bu bonoya yüksek talep gelmesi ve faizlerin gerilemesi, öyle değil mi... Oysa mekanizma tersine işledi. Sığ piyasada alım yerine satışlar gelince bono fiyatı düştü, faizi az da olsa yükseldi.
Para otoritesinin ihalede düşük satışla yüksek talep yaratıp ikinci el piyasasını canlandırma planı bu kez de tutmadı.
Oysa ihale öncesinde Bankalar Birliği ile temas kuran Hazine yönetimi, ‘‘Eğer bu ihale iyi geçerse IMF karşısında elimiz güçlenir’’ mesajını iletmeyi bile ihmal etmedi.
Hazine'nin ihaleye katılım, düşük faiz/yüksek teklif talebini yerine getiren bankalar, ikinci piyasada alışverişte aynı isteği göstermedi.
* * *
Ekonomi yönetiminin ihale öncesinde piyasalara salladığı havucun ismini artık herkes biliyor: Dalgalı kurda öngörülebilir modele geçiş...
Denilebilir ki, ‘‘Merkez Bankası bir haftadır aktif müdahaleyle zaten kurun seyrinde belirginliği artırdı, IMF izin vermese de devam etsin...’’
Ama kazın ayağı pek öyle değil...
Çünkü dalgalı kurla, kur çıpası modellerini ayıran temel özellik belli... 2000 yılında uygulanan ve 22 Şubat'ta çöpe giren çıpa sisteminde kur savunması gerekirse döviz rezervini eritme pahasına uygulanıyor.
Oysa dalgalı kurda savunma çizgisi olmadığı için döviz rezervini tehlikeye sokacak satışlara gerek duyulmuyor.
Ne var ki Merkez Bankası bir haftadır pencere satışları ile kurda dalga boyunu azaltmak amacıyla rezerv eritiriyor... Ve harcanan rezervin büyük bölümünün IMF'den ‘‘kura müdahale edilmeyeceği’’ ön koşuluyla sağlandığını unutmamak zorunlu...
IMF yüksek döviz rezervinin yabancı yatırımcıya güven aşılayarak sermaye akışını teşvik edeceğini düşünüyor, üstelik haklı da... Aksi yöndeki politikanın, yani kur savunması uğruna rezervin eritilmesinin 2000 yılında olduğu gibi sonunda spekülatif atak körükleyeceğinden korkuyor.
* * *
Açık söyleyelim, piyasaların Stanley Fischer'in ziyaretine endekslenmesini tehlikeli buluyoruz...
Gerek kur çıpası, gerekse dalgalı kur rejiminin mimarı Fischer'in giderayak Türkiye'ye kriz armağan edeceğini sanmıyoruz... IMF ve Ankara'nın melez bir çözümde uzlaşmaları çok muhtemel.
Ne var ki mesele Fischer'i ikna etmekle bitmiyor.
Kasım 2000 krizinde Türkiye'ye kur çıpası sistemini terk etmesi telkininde bulunan Fischer'i dinlemedik, iyi mi oldu?
İtibarın tamamını tükettikten sonra geçilen dalgalı rejimde kurun sadece yukarı doğru hareket etmesi rastlantı mı?
Haydi diyelim ki, Fischer ikna oldu, TL'yi cazip kılmadan sadece döviz satışıyla kuru daha ne kadar tutabiliriz?
El parasıyla kahramanlık daha ne kadar sürer?
Yoksa seçime kadar mı?
* * *
Kur modeliyle ilgili görüşlere devam, son iki gün...
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Eğer dalgalı kur olmasaydı Enis Öksüz istifa eder miydi? Kurun yükselmesi bir şeylerin yanlış yapıldığının bir ön göstergesidir. Aksi takdirde yanlışlar birikerek programı/sistemi patlatır. Yarın eğer hükümet bu programı uygulamaktan vazgeçerse ve alternatifim yok diye istifa etmemekte direnirse onu anti-demokratik yollarla mı alaşağı edeceğiz? Dalgalı kur politikacıların rasyonel davranmasını ve programı uygulamasını sağlıyor. İrrasyonel davranışlar hemen kura yansıyor ve tahribat daha da büyümeden düzeltilmesi mümkün oluyor. Hükümet bu programa inandığı ve bu programı harfiyen uygulayacağı konusunda piyasaları inandırırsa zaten kur dalgalanmaları minimal seviyelerde olacaktır. Bu son şansımızı da inşallah çok sulandırarak (S. Fisher-hükümet-TÜSIAD görüşmelerinde) kaçırmayız.’’(Dr. Bilge ÖNEY)
‘‘...Daha önceleri de karşı çıktığınız dalgalı kur sisteminin bizi bir üçüncü krizden kurtardığına inanıyor, bu konudaki görüşlerinize katılmıyorum. Fakat bu mesajı yazmamın esas sebebi Stanley Fischer'i Sayın Derviş'in patronu olarak nitelemeniz. Stanley Fischer Sayın Derviş'in patronu değil, ben de daha önce bir okurunuzun yazdığı gibi Sayın Derviş ile alıp veremediğiniz bir şeyler olduğuna inanmaya başladım artık.’’ (Tanju YORULMAZER)
Yazının Devamını Oku