Enis Berberoğlu

Hayır, Türk daha Türk Kürt daha Kürt kalmalı

24 Ekim 2004
<B>YAZAR</B> <B>Orhan Pamuk</B>’un kuşkusuz iyi niyetle dile getirdiği <B>‘Kürt daha az Kürt, Türk daha az Türk ama daha çok Avrupalı olacak’</B> öngörüsüne katılmak ne yazık ki hiç mümkün değil. Hatta tam aksine, Türkiye’nin daha fazla Avrupalı olabilmesi için Türk’ün daha fazla Türk, Kürt’ün daha fazla Kürt, Çerkez’in inadına Çerkez kalması şart.

Galiba her ikisi de çokulusluluğa/çoksesliliğe dayanan Avrupa Birliği ile ABD modelleri benzer sanılıyor. Oysa farklı ulusal ve etnik kimliklerin tek potada eriyip ABD’ye aidiyetin öne çıktığı gelenek, Avrupa Birliği projesinde asla işlemez. Şöyle ki:

ABD, kurulduğu ilk günden itibaren göç alan bir ulus devlettir. Belki İspanyolca yakın zamanda ülkedeki birinci dil olacak; ama ABD yine ulus devlet kalacak. Çünkü Amerikalı kimliğinden baskın ve üstün tutulan ırk, din veya renk yok.

Oysa Avrupa Birliği, ulus devletlerin gönüllülük esasıyla hayata geçirmeye çalıştıkları projeden/hayalden ibaret. AB’yi oluşturan 25 ulus devletin parlamentoları, siyasi öncelikleri farklı.

Avrupalı olmak ile ABD vatandaşlığı arasındaki fark da tam burada yatıyor. Alman Almanlığından, Fransız Fransa Cumhuriyeti’nden vazgeçmiyor; ama ulus devletin tasfiyesine yolculuğu kabul ediyor.

ABD, azınlıkların çatışan farklılıklarını tek potada eritip ulus devletine güç katıyor. Avrupa müktesebatı, ulus devletin panzehiri azınlıkları korumaya öncelik veriyor.

Avrupa modelinin azınlıkları kazanma/eritme isteksizliğinin en yakın tanığı, Avrupa’ya yaşayan Türklerdir. ABD piyango ile vatandaşlık dağıtırken, milyonlarca Türk 40 yıldır Almanya’da sadece misafirdir.

Avrupa projesi, vatandaşlık haklarının sonuna kadar kullanılmasını öngörür. Ulusal veya etnik kimliğinden fedakárlık, Avrupalı zihniyetine aykırıdır. (Türkçe meali, Kürt daha fazla Kürt olacak!)

Demokrasi, bazı hakların pazarlığına müsait değildir.

Örneğin, kimilerine göre özgürlük şampiyonu, merhum Turgut Özal’ın, dört siyasi rakibinin seçme ve seçilme haklarını referandum konusu yapması (1987) demokrasi ayıbıdır. Nasıl ki Demirel, Ecevit ve Erbakan için siyaset hakkı tıpkı yaşama hakkı gibi vazgeçilmez idiyse... Türk’ün Türklüğü, Kürt’ün Kürtlüğü, Laz’ın Lazlığı da tartışılmamalı, balans ayarına kurban gitmemeli.

Etnik sorunlar sanılandan hassastır, alışveriş masasında kurulan dengeler kalıcı olmaz.

Maazallah ortam Yugoslavya’ya döner.

* * *

Yanlış anlaşılmasın, ‘hak geldi batıl zail oldu’ havasında değiliz. 17 Aralık’ta Kopenhag’dan gelmesi muhtemel iyi haberin Türkiye’ye bir gecede çağ atlatacağına inanacak kadar saf sayılmayız. Ancak devir değişiyor... Türkiye Cumhuriyeti, ulusal egemenliğini paylaşmaya hazırlanıyor. Biz kalkıp bin yıldır bir arada yaşayan azınlıkları, çoğunluğu yeniden keşfediyor, tartışıyor, raporlarla birbirimizi korkutuyoruz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...

Üstelik talihin ve tarihin cilvesine bakın ki, Avrupa Birliği için en iyi tariflerden birisi bu topraklarda doğan bir ozana aitken:

Avrupa, Türk şair Nazım Hikmet’in ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’ sözleriyle tarif ettiği Avrupa olmalıdır. (Alain Bocquet, Fransız Parlamentosu’ndaki konuşmasından, 14 Ekim 2004.)

Siz de boşverin ağaçları, ormanı görmeye çalışın.
Yazının Devamını Oku

Kürtlere yeni lider yeni kıble geliyor

17 Ekim 2004
<B>KÖRFEZ</B> Savaşı başlamadan iki hafta önce üzerinize afiyet <B>‘Kürtleri ABD’ye itmeyin’</B> (3 Mart 2003) diye yazdık. <B>Barzani </B>ile <B>Talabani</B>’nin safı zaten ilk savaştan itibaren belliydi. Asıl zor olan PKK’da;

bağımsız Kürdistan hayaliyle kan dökmekten vazgeçen,

Marksist refleksle ABD’yi düşman saymayan damarın kabaracağını kestirmekti.

PKK’dan kopma basiretini gösteren Osman Öcalan, ‘ABD ile işbirliği yapmayan Kürt ahmaktır’ vecizesiyle, sağolsun az zamanda bizi haklı çıkardı.

Osman Öcalan -eğer teröre yönelmezse- doğru yoldadır, ancak iki açmazı vardır.

1) Osman Öcalan, Türkiye ve bölgedeki Kürtlere liderlik sıkletinden çok uzaktır. 1993’te Türk ordusuyla meydan savaşını kabul ederek PKK dağ kadrosunun yarısını kaybettiği hálá hatırdadır.

2) Dahası küçük Öcalan’ın hamisi ABD, Türkiye’deki insan haklarına -azınlık meraklısı AB’den farklı olarak- Türk-Kürt ekseninde bakmıyor. ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşının hakkı korunuyor mu?’ sorusuyla ilgileniyor, Kürtçülüğe AB kadar prim vermiyor.

* * *

Kürt siyasetinin yükselen yıldızı Leyla Zana, Kuzey Irak’ta değil Avrupa başkentlerinde dolaşıyor. Zana bir anlamda ikinci şansını kullanıyor. Üstelik bu kez 1991 seçimlerinde TBMM kürsüsünde düştüğü hatayı tekrarlamıyor.

Aslında Ankara, Avrupa Birliği ipine ısrarla sarıldıkça herkesin işi kolaylaşıyor:

Kürtler gevşiyor: Demokratik açılımlarla Güneydoğu’da gerginlik azalıyor. Silahlar susunca Leyla Zana gibi ılımlı isimlerin söylediklerine kulak veren sayısı artıyor.

AB izliyor: Avrupa, siyaset sahnesinde -özellikle Sosyalist ve Yeşiller- Leyla Zana’nın yeni çizgisiyle yoluna devamını AB reformlarının somut uygulama örneği sayıyor.

Kramp geçiyor: Ankara, AB üyelik müzakerelerine başlamış Türkiye’den koparak bağımsızlık ilanı hayaline kapılacak Kürt çıkmayacağı gerçeğiyle rahatlayıp kramplı politikasını bir yana bırakıyor.

* * *

Leyla Zana’nın Avrupalı ve Türk müttefikleri ortada... Muhtemel düşmanları da öyle...

Kandil komutanı Murat Karayılan, Zana’yı tehdit ediyor:

- Leyla artık şöhret olmuş. Onlar Kürt halkının davasına ihanet ediyorlar. Ben ve arkadaşlarım Kürt halkı adına onlara karşı dururuz. Leyla ileri giderse yapılacak tek şey kalır. Onun ne olduğunu hepimiz (infaz mı yoksa?) çok iyi biliyoruz.

İmralı mahkûmu, dağ kadrolarına savaş emrini Zana’nın serbest bırakılması ile eşzamanlı veriyor. Tesadüf mü, yoksa avukatlarına söylediği gibi, ‘Leyla eşittir Kürt sorunu’ denkleminden mi rahatsız? Galiba ikincisi... Çünkü Öcalan’ın Zana’ya mesajı da şantaj kokuyor:

- Leyla ile AB zirvesine kadar yazışmaya devam edeceğim. Diyalog için yeşil ışık yakılması gerekiyor. Aksi halde HPG’yi (örgütün silahlı kanadı) tutamam.

* * *

15 yıl önceki Leyla Zana, Şam’da mukim Abdullah Öcalan’a uydu... Tavrı ayrılıkçı demesek bile birleştirici sayılmazdı. Bugün Zana’nın da kıblesi tıpkı Ankara’daki siyasetçiler gibi Brüksel’dir. İman ettiği aşiret töresi değil Avrupa değerleridir. Hapisten çıktığında ‘Bu Zana AB’ye yakışır’ (13 Haziran 2004) dedik... Eksik söylemişiz, sadece AB değil Kürtler ve hatta belki de Türkler için yeni bir lider yetişiyor.
Yazının Devamını Oku

Kürtler neden azınlık olamaz?

10 Ekim 2004
<B>HERKES</B> bu sorunun yanıtını meşrebine/siyasetine göre verebilir. Ama sorunun asıl muhatabı Kürtlerdir ve DEHAP dahil ittifakla ‘Kürtler azınlık değildir, olamaz’ deniliyorsa mutlaka bir bildikleri vardır.

* * *

Ancak Türklerin veya/hatta Kürtlerin karşı çıkması bile Avrupalı kanaat önderlerini ikna etmezse sakın şaşırmayın.

Çünkü tartışma, azınlık tanımındaki zihniyet farkından kaynaklanıyor:

Avrupa değerler manzumesinde azınlık hukuki bir statü olmaktan çok korunması gereken etnik/dini/kültürel zenginlik sayılır.

İmparatorluk várisi Türkiye’de azınlıklar -tıpkı ulusal sınırlar ve etnik yapı gibi- Lozan hukukuna göre tarif edilir.

Azınlıkları demokrasinin sigortası olarak gören Avrupa... Azınlık lafını her duyduğunda ulusal birliğini tehdit altında sayan Türk refleksi.

Tarafların uzlaşması imkánsız olmasa bile çok zaman alacak. Ne zaman ki Türkiye Kürt’ünü, Laz’ını, Çerkez’ini risk faktörü değil de zenginlik sayarsa... İşte o zaman azınlık tartışmalarına gülüp geçeceğiz.

* * *

Ama açık söyleyelim;

1) Silahlar susmadan, 2) Yaralar kabuk tutmadan, 3) Türkiye azınlığın Avrupalı tarifinde uzlaşmadan AB acele/ısrar ederse işler karışır.

Dahası, azınlık hakkı kazanan anayasal haklarından kaybeder.

Evet aynen öyle... Çünkü hukuki azınlık statüsünde sadece haklar değil yasaklar da sayılır. Azınlık mevcut mantıkla terfi değil tenzil-i rütbedir.

* * *

Yer Süleymaniye Meydanı... Tarih 10 Aralık 1991.

Hürriyet’ten Ümit Turpçu ile birlikte yakın tarihin ilk peşmerge resmi geçidine tanıklık ediyoruz.

Yüzlerce peşmerge, KYB lideri Celal Talabani’nin önünden geçiyor. Törenden sonra Talabani’nin yakın koruması ve tercümanıyla sohbet ediyoruz.

- Barzani’den haber var mı?

- Bağdat’la (Saddam’la) azınlık pazarlığı yapıyor.

- Peki size uymuyor mu?

Suratımıza hayretle bakıyor:

- Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı, Hikmet Çetin’in Dışişleri Bakanı olduğu bir ülkeden geldin. Nasıl olur da azınlık haklarıyla yetinmemizi beklersin?

Azınlık tartışmasını kamuoyuna taşıyan AB’nin kötü niyetli olduğuna inanmıyorum, cumhuriyeti kuran asli unsurlardan Kürtlerin de azınlık haklarıyla yetinmemelerini gayet makul buluyorum.


Susurluk’a lüzum kalmasın


Önce altı yıllık bir tespit:

‘...devletle bütünleşmiş, devletin ilgili kurumlarına entegre olmuş, mahallinde valiyi, emniyet müdürünü, Meclis’te ve hükümette yeterince üyeyi kendisine bağlamış ve bu kişilere adeta emir verebilir duruma gelmiş bir yapılanma mevcut değildir. Bu konuda ve Cumhuriyet tarihi boyunca en önemli mesafeyi kat etmiş kişi Ömer Lütfi Topal’dır. Eğer öldürülmeseydi ülkenin en etkili ilişkileri içinde istediği yere ve makama nüfuz edebilme imkánını bulacak ve birkaç yıl sonra da gerçek manada dokunulmazlığa kavuşacaktı.’ (Kutlu Savaş, Susurluk Raporu, 12 Şubat 1998)

Sonra kritik soru:

- Çeteyi yeni Susurluk’a lüzum kalmadan kim durduracak?
Yazının Devamını Oku

2015 yerine 2007

3 Ekim 2004
<B>AB</B> İlerleme Raporu bu hafta çıkacak ve Türkiye’nin önünde asgari 10 yıl süreyle izleyeceği tek istikametli kulvar açılacak. 10 yıl az zaman değil, her iki tarafta da karar vericilerin profili, sürecin başarısı veya kesintiye uğraması açısından belirleyici olacak.

DİNLERİN YÜKSELİŞİ

ABD’nin Irak’ta saçmalamaya devamı Türkiye’de iç siyaseti sanılandan fazla etkileyecek. AKP’nin Irak tezkeresini tesadüfen reddederek işgalci/işkenceci ABD ile arasına mesafe koyması, siyaseten işine yarayacak.

Yeni haçlı seferi korkularını hortlatan 11 Eylül zıtlaşması, mütedeyyin Türk seçmenini AKP’ye yönlendirecek. AKP iktidardan uzaklaşsa bile yeni hükümete mirası ‘ABD’ye uzak, AB’ye yakın, İslami damarı kabarık’ politika olacak.

Buna karşılık Almanya’dan başlayarak Avrupa’da muhafazakár iktidarların yükselişi başlayacak. Hatta belki de AB’nin Türkiye ile müzakere kararı alması, gelecek yılki anayasa referandumları bu süreci hızlandıracak.

ÜYELİĞE ÜÇ SINIR

Türkiye ile siyasi birliğe muhalif muhafazakár partiler iktidara gelince seçmen tabanını rahatlatacak, Türkiye’nin şevkini kırmayı amaçlayan adımlar atacak. Türk kamuoyunu tahrike dönük girişimler artacak.

Ayrıca 1) Türkiye 2013 yılına kadar AB bütçesinden para alamayacak, 2) Serbest dolaşım hakkı asgari 2025 yılına kadar mümkün olmayacak, 3) Avrupa Parlamentosu’nda Türk nüfusuna denk düşen siyasi temsil engellenecek.

B PLANI ÖZEL STATÜ

Türkiye 2015 yılına kadar beklese bile önünde ‘iğdiş edilmiş’ üyelik beklediği anlatılacak. Ancak Türkiye dişini sıkar, İslami reflekslerine yenilmez, sınırlamaları kabul ederse Avrupa ile siyasi birlik sağlanacak.

Türkiye için her zaman bir ‘B Planı’ yani AB ile imtiyazlı ortaklık seçeneği bulunduğu sürekli gündemde tutulacak. Üstelik özel statünün kabulü halinde Türkiye 2015’e kadar beklemek zorunda kalmayacak.

Eğer yolun sonunda dahi ‘birinci sınıf üyelik’ ihtimali çok düşükse...

2007 yılında bile geçilebilecek özel ortaklık statüsünü hiç değilse tartışmak gerekmez mi? AB ile müzakere kararını elde etmiş bir Türkiye zaten siyaseten Kopenhag özürlüsü sayılmayacağına göre, AB’nin ekonomik avantajlarını öne çekmeyi düşünmenin ne sakıncası var ki?

Susurluk’ta asker kartı

ESKİ DYP milletvekili Sedat Bucak, dokunulmazlık zırhı kalkınca yargılanmaya başladığı Susurluk Davası’nda ilginç bir savunma geliştirdi.

Mahkemeye sunduğu bir fotoğrafla Susurluk kazasıyla kurulan polis müdürü, mafya mensubu/eski ülkücü ve milletvekili üçgenine bir kenar daha ekledi. Askeri de fotoğrafa ekledi.

Mahkeme bu derin ilişkiyi göz önünde tutarak ne karar verir, meselenin o yanına karışmak, yorumlamak haddimiz değil. Ama Sedat Bucak’ın girişimi kamuoyunda neden sürpriz etkisi yaratmadı, sanırız sebebini biliyoruz:

1) Askerler daha önce komutan düzeyinde Korkut Eken’e sahip çıktı, ‘Yaptıkları bilgimiz dahilinde’ diyerek fotoğraftaki rolünü peşinen üstlendi.

2) 28 Şubat sürecinde TSK’da Susurluk bağlantısı tartışıldı ve bildiğimiz kadarıyla ‘gereği yapıldı’.

Dolayısıyla, Susurluk’ta asker kartı meselenin üstünü örtmeye yarayacak koz olarak kullanılamaz.
Yazının Devamını Oku

18 Aralık soruları

26 Eylül 2004
<B>AB</B> ile son krizin aşılması 17 Aralık’ı kurtarmış olabilir. <B>Peki ama o tarihte AB’den umulduğu gibi müzakere kararı çıkarsa ertesi gün ne olacak?</b> İstanbul iş dünyasında son günlerde yüksek sesle tartışılan soru bu:

AKP acaba AB ile müzakereleri sorunsuz yürütebilir mi?

İki yıllık iktidar döneminde temposu artan reformlarla Türkiye’yi AB’nin kapısına getiren kadroya insafsızlık gibi gelebilir bu soru...

Ama tartışılan, AKP’nin AB niyeti veya samimiyeti değil, siyasi limitleri.

Üstelik Türkiye ve AB’nin son 10 yıllık geçmişinde, karşılıklı siyasi limitlerin ne kadar önemli rol oynadığını da unutmamak gerekli:

Ekonomik birlik: Türkiye, Avrupa ile ekonomik birliği Hıristiyan demokratların gayretiyle sağladı. Avrupalı sosyalistler ve sosyal demokratlar, Türkiye demokratik reformlarını tamamlamadan Gümrük Birliği’ne geçilmesine karşıydı. Ekonomik birliği zaten yolun sonu sayan ve siyasi ortaklığı amaçlamayan Hıristiyan demokratlar, bu eleştirileri umursamadı.

Siyasi entegrasyon: Dolayısıyla Türkiye’nin Helsinki’yle (1999) başlayan AB ile siyasi entegrasyon hamlesinde saflar yeniden tutuldu. Bu kez Hıristiyan demokratlar muhalefete geçti, özel statü önerdi. Türkiye’nin demokratik açılımını -özellikle 11 Eylül’den sonra- zorunlu gören Schröder ve Blair gibi sosyal demokrat liderler, AB yolundaki en büyük müttefikimiz haline geldi.

* * *

Siyasi limitler Türk tarafında da hep gündemdeydi.

Örneğin, sol kökenli partiler devletçi refleksle demokratik reformlardan çekindi. Milliyetçiler etnik zenginlikten korktu. AB’nin istediği en cesur kararlar AKP iktidarına kaldı.

Ancak AKP’nin siyasi limiti de türban ve zinada ortaya çıktı:

1) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türbana geçit vermemesi, yaşam tarzını AB özgürlüğünün parçası gören İslami kesimi hayal kırıklığına uğrattı.

2) Zina tartışması en azından AKP tabanında İslam’a hakaret sayıldı.

Çerçeveyi çizdikten sonra gelelim 18 Aralık sorusuna...

Türkiye’nin AB ile 10 yıllık müzakere sürecinde Almanya’da Hıristiyan demokratların iktidara geleceği, muhafazakár partilerin tüm Avrupa’da oylarını yükselteceği daha şimdiden belli. Türkiye’de -en azından AB karşısında- İslami damarı kabaran AKP... Avrupa’da din temelli iktidarlar.

Müzakerelerin, medeniyetler çatışması demeye dilimiz varmasa da, medeniyetler yüzleşmesine dönüşmesi nasıl önlenebilir?

İşte 18 Aralık’tan itibaren gündemdeki en kritik ikinci soru budur.

Bu sorulara neden sadece AKP cephesinde yanıt aradığımıza gelince... AB ile zina krizinde AKP muhafazakár, mütedeyyin kadın seçmene hitap ettiğini zannederken Türkiye’deki neredeyse her kadının AB’yi istediğini unuttu kuşkusuna kapıldık, o yüzden!

Kolonyalı mendil terörü

HAVAALANINA geldiğimde kapıda uzun bir kuyruk vardı.

Metal dedektörlü kapıdan geçenleri üşenmedim saydım, 17 kişiydi. Alarm tam 17 kez çaldı. Yani alana giren herkes potansiyel tehdit ilan edildi. Bıkkın polis memurları milletin sağını solunu ellerken sıra bana geldi.

Tabii ki ben de kapıda öttüm... Polis ‘kolonyalı mendil veya sigara paketi var mı?’ türü kitle imha silahı sorgusuna başlayınca dayanamayıp güldüm.

Memur dalga geçiyorum sandı, üzüldüm, hatta utandım... Ama kabahat sadece bende mi? Neden Türkiye’de neredeyse her yasa/uygulama aslında çiğnenmek üzere yapılıyor. Ve bu nedenle;

1) Halk alaya alıyor,

2) Uygulayan utanıyor.

Mesela, alandaki metal dedektörü kapı illa ki her geçene ötmeli mi? Veya trafik cezası, rüşvete yol açmadan caydırıcı hale gelemez mi? Vergiler sopasız ödenecek düzeye çekilemez mi?

Yüce devletimiz, neden her vatandaşını olağan şüpheli profiline sokuyor. Alandaki gibi sağımızı solumuzu sürekli yoklamaya kapı açıyor...

Alakası olmayabilir; ama aklıma geldi, söylemeden geçemeyeceğim... Böyle meraklı, mıncıklayıcı devletin eline bir de zina silahı verilir mi hiç?
Yazının Devamını Oku

MHP’nin Telekom’u AKP’nin zina sınavı

19 Eylül 2004
<B>YERLİ</B> ve yabancı piyasaların Refah’ın devamı sayılan muhafazakár AKP ile bu denli iyi geçinmesini hálá yadırgayan çıkabilir. Oysa AKP’nin redd-i miras kanıtları çok güçlüydü:

Türkiye için kalkınma örneğini Malezya veya İran’da arayan Necmettin Erbakan’ın talebesi Recep Tayyip Erdoğan tam aksine -belki de iç siyasi dinamiklerin de etkisiyle- AB ipine sarıldı. 2 yıllık iktidarında tempolu reform çabalarıyla samimiyetini dosta-düşmana ispatladı.

İlk acemilik dönemi hariç tutulursa IMF ile iyi geçindi. Ecevit Hükümeti’nden miras ekonomik programı harfiyen uygulamakla kalmadı. Fon’la üç yıllık yeni bir anlaşma niyetini ortaya koyacak cesareti buldu.

AB ve IMF çıpasıyla sağlanan ekonomik istikrarın yarattığı siyasi güven zemini AKP’nin itibarını yükseltti. AB veya IMF patikasında ayağının sürçtüğü ender anlarda stok kredi işe yaradı, piyasalar -tıpkı cuma günü olduğu gibi- iskontolu tepki verdi.

* * *

Ancak anlaşılan bazı AKP yöneticileri, AB reformlarını müziği duymadan ezbere dans eden balerin misali uygulamış... Tıpkı ekonomik krizden IMF parasıyla kurtulup sonra Telekom yönetimi için efelenen MHP gibi...

Hatırlar mısınız, 2001 Temmuz ayında ne olmuştu?

IMF 1.5 milyar dolarlık kredi dilimi için Telekom’a profesyonel yönetici atanmasını şart koştu. MHP’li Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz rest çekti. Başbakan Bülent Ecevit, ‘içişlerimize karışıyorlar’ diye alınganlık gösterdi.

IMF krediyi erteleyerek sopanın ucunu gösterdi. Liderler zirvesi toplandı, IMF’nin istediği atamalar yapıldı. Fon kredisi gecikmeli olarak çıktı. Ama piyasada hükümete güven kalmadı, dolar kuru bir günde 300 bin lira birden arttı. Enis Öksüz bakanlıktan ayrılmak zorunda bırakıldı, ortalık yatıştı.

10 gün kadar süren kriz, Ecevit Hükümeti’ne IMF parasıyla IMF’ye kahramanlık yapılmayacağını öğretti. Benzer şekilde AKP-AB krizi de muhtemelen hasarsız bitmez.

Çünkü milli egemenliğin paylaşımı temeline oturan AB projesinde, hele de son virajda ‘Avrupa bize ne yapacağımızı söyleyemez’ resti çekmenin bedelini ödetirler mutlaka. Siyaseten AKP’ye, ekonomide halka... Ne yapalım, geçmişte olduğu gibi yine lider eğitimi/stajı bütçesine gider yazar, geçer gideriz.

Haberin nedeni olmaz

Hürriyet’in son imaj filminde, toplumsal hafızada iz bırakan ondan fazla olaya/kişiye referans var... Ne yazık ki bazınıza tarih gibi gelen o karelerin çoğu bendenizin meslek yaşamının mozaik parçaları...

Filmi her izlediğimde bu mesleğin haberciyi her gün, bir ucundan diğerine savurduğu yelpazenin renk tayfına hayran kalıyorum. Mini etekten Kürtçe’ye, semazenden Zeki Müren’e... Evet, haber işte bu çeşittir!

Bağdat’a yağan ABD bombalarını otel odasından izleyen bendim... ABD’nin Irak tezkeresi tehditlerini manşete aktaran da... Kuzey Irak’tan şehit ve yaralı helikopteri ile dönerken kahrolan bendim, Apo’nun idamını durduran liderler zirvesi kararını piyasa açısından analiz eden de... Ama hiç durup da, ‘neden?’ diye düşünecek zamanım olmadı. Çünkü haberin temposu da hayata benzer.

Haber tıpkı hayat gibi baskın verir. Nereden, ne zaman, ne çıkacağı belli olmaz. Biz faniler, hayatın ve haberin ahengine karışamayız. O yüzden haberin tadı, ardında ‘neden’ sorusu aramayan haberci ve okurla çıkar.

25 yıllık haberciyim, yine de Hürriyet’ten (56) 8 yıl gencim. Ne mutlu ki hayatın, haberin ve Hürriyet’in keyfini çıkaracak yaşa yaklaşmaktayım.
Yazının Devamını Oku

Dinde günah ama hukuken suç zor

12 Eylül 2004
<B>PEŞİNEN</B> söyleyelim, AKP’nin zinayı suç sayma girişimine itirazımız siyasi değil teknik sakıncaları yüzünden. Neden bu konuda siyasi zıtlaşmayı beyhude görüyoruz, izninizle izaha çalışalım. AB REFERANSLI ELEŞTİRİ HAKLI AMA ABARTILMAMALI

Çünkü unutulmamalı ki, AKP iktidarında vites büyüten reform çalışmaları sayesinde yakınlaştığımız AB’de zinanın suç olmaktan çıkartılması yüzlerce yıllık maziye dayanmıyor. Almanya 1969, Fransa 1975 yılında zinayı suç saymaktan vazgeçti. Buna karşılık ABD’de eyaletlerin neredeyse yarısında zina hálá suç ve örneğin Colorado’da hapis cezası var.

Dolayısıyla zinayı suç saymanın sadece İslam hukukuna özgü olduğu iddiası gerçeği pek yansıtmıyor.

AKP MUHAFAZAKÁR TABANA UYGUN SİYASET YAPIYOR

AKP’nin muhafazakár siyasi anlayışının neticesi/eseri görülmesi gereken zinayı suç sayma niyetini ‘şeriat hevesiyle’ izaha gayret, en hafif deyimiyle insaf dışıdır. (Şeriata göre zinanın cezası kadınları taşlayarak öldürmek, erkeklere 100 değnek vurup sürgüne yollamaktır.)

Zina tartışması dini/ahlaki değerlere bağlı çoğunluk dışlanarak/incitilerek yürütülemez. Aksi halde tıpkı manken-entel barlardaki laiklik kampanyası kadar etkili olur, marjinal kalmaya mahkûmdur!

GÜNAHI SUÇ SAYMANIN HUKUKİ ZORLUĞU VAR

Ne var ki AKP’nin dinen günah sayılan bir eylemi hukuken suç formatına sokma çabası da -en azından teknik açıdan- sakıncalıdır.

AKP’nin sadece evli çiftlerde şikáyet şartıyla gündeme gelecek zina suçu formülü, Yeni Şafak yazarı ve AKP milletvekili Resul Tosun’un da işaret ettiği gibi çifte standart taşıyor. Çünkü öyle bir eylem düşünün ki;

Bekárlara serbest ama evlilere suç sayılacak.

Üstelik sadece şikáyet halinde ceza görecek.

Böyle suç ve ceza olur mu?

Adam öldürene evlilik cüzdanı soruluyor mu?

Trafik suçunda bekára indirim var mı?

Özetle, AKP’nin zina suçunu bekárlar ve her yıl bu ülkeyi ziyaret eden 10 milyon turist için uygulama niyeti olmadığına göre... Yol yakınken bu sevdadan vazgeçmesi, zina düzenlemesinden vazgeçmesi hukuken hayırlıdır.

MEDENİ KANUN’UN MAL PAYLAŞIM MADDESİ

AKP’nin zinayı suç sayma girişimini aile birliğini sağlama ve kadını koruma amacına dayandırması inandırıcı değil. Eğer aile ve kadın yasayla korunacaksa, ilgili madde zaten Medeni Kanun’da mevcut. Bu yasanın 252’nci maddesine göre, zina yüzünden boşanmalarda yargıç mal paylaşımında kusurlu (zina yapan) eşe daha az pay verebiliyor veya hiç pay ayırmıyor.

TÖRE CİNAYETİNE YENİ GEREKÇE YARATILMAMALI

Hazır söz aile düzeninden açılmışken... Dileriz zina tartışması, töre cinayeti heveslilerini daha da yüreklendirmez. Aksi halde AKP’ye çıkacak siyasi ve vicdani faturası ağır olur!
Yazının Devamını Oku

İmralı ezberi bozuldu

22 Ağustos 2004
<B>ASLINDA </B>başlıktaki tespit, çatışan her iki taraf yani hem Türkiye hem de PKK için geçerli. Çünkü ABD’nin 1999 Şubat ayında Apo’yu Kenya’da paketleyip MİT’e teslimiyle başlayan süreçte PKK siyaseten rehin düştü, Türkiye uzun vadeli Kürt politikası üretiminde yetersiz kaldı. Oysa Ankara’nın İmralı stratejisi ilk günlerinde hiç de başarısız sayılmazdı:

Apo’nun İmralı’da sağ salim ikameti, kanlı PKK eylemlerini önledi.

İmralı’dan PKK’ya -çoğu kontrollü- mesajla örgütün kafası karıştırıldı.

Apo yaşadıkça PKK yeni lider seçemedi, ama öte yandan İmralı kararlarının kaynağından da tam emin olamadı.

(Meraklısı için bu politikanın ilham kaynağı, Peru’da yakalanan Abimael Guzman’ın benzer şekilde tecrididir.)

* * *

Ne var ki son beş yıldaki Türk hükümetleri, İmralı stratejisine güçlü bir Güneydoğu Anadolu açılımı/politikası ekleyemedi. Bölgesel kalkınma sağlanamadı, etnik siyaseti ikame edecek güçlü siyasi taban yaratılamadı.

Dahası, ABD’nin Irak’ı işgaliyle Kuzey Irak’taki varlığımızı/ağırlığımızı da kaybettik. Neticede Kandil Dağı’ndaki PKK’yı temizlesin diye ABD ordusuna yalvaracak hale geldik. (Bir savaştan kaçtığımıza sevinenlerin PKK ile patlak veren yeni çatışmaları nasıl algıladıkları merak ve ayrı bir yazı konusudur.)

* * *

ABD’nin PKK’ya karşı şiddet kullanmayacağı zaten belliydi. Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice’ın ‘askeri olmayan seçenekler’ diye tarif ettiği politikanın ipucu geçen hafta Apo’nun kardeşi Osman Öcalan’ın Yurtsever Demokratik Parti’yi (WPD) kurmasıyla belirdi.

PKK, başkanlık hanedanı düzeyinde bölündü...

Bu bölünme yeni risklere gebe, çünkü:

1) ABD’nin Barzani ve Talabani ile kan uyuşmazlığı çıkmadığı takdirde PKK’lı muhaliflere destek vereceği belli.

2) Kürt siyasetinin sıklet merkezi, hatta kıblesi İmralı’dan Kuzey Irak’a kayarsa Türkiye elindeki en güçlü kartı yitirecek.

İşte o yüzden hem Türkiye hem de PKK açısından ‘İmralı ezberi bozuldu’ diyoruz. Yeni politikanın biri dışta diğeri içte mutlaka iki ayağı olmalı:

Kürt kartı, ABD veya taşeronu İsrail’e kaptırılmamalı.

Bölünmüş PKK’nın rüşt ispatı için kanlı eylemleri önlenmeli.

Yargıtay Başkanı hangi takımı tutuyor?

YARGITAY Başkanı Eraslan Özkaya dün Anadolu Ajansı’na uzun bir açıklama yaptı. Zaten kamuoyu, sayın başkanın yazdığı kitapların telifinden, Bodrum’daki müteahhidinin hayat arkadaşı hanımefendinin Alaattin Çakıcı hakkındaki kanaatine kadar her konuda bilgi sahibiydi...

Dünkü açıklama da boşlukları doldurdu... Sadece tek eksik kaldı.

Acaba sayın başkan, hangi futbol takımını tutuyor?

Sakın Beşiktaş olmasın, sayın başkan kara kartalın kayıtlı üyesi mi acaba?

Tıpkı Alaattin Çakıcı gibi... 1984’te Çakıcı’nın yardımıyla başkan seçilen MİT görevlisi Süleyman Seba gibi... Çakıcı’nın kaçışında kullandığı vizede imzası bulunan kulüp yöneticileri gibi...

Denilebilir ki, ‘Başkan koyu Beşiktaş taraftarıysa ne olacak?’ Haklısınız, hiçbir anlam yüklenemez. Ama ilginç tesadüf sayılır, öyle değil mi?
Yazının Devamını Oku