AB ile son krizin aşılması 17 Aralık’ı kurtarmış olabilir. Peki ama o tarihte AB’den umulduğu gibi müzakere kararı çıkarsa ertesi gün ne olacak?
İstanbul iş dünyasında son günlerde yüksek sesle tartışılan soru bu:
AKP acaba AB ile müzakereleri sorunsuz yürütebilir mi?
İki yıllık iktidar döneminde temposu artan reformlarla Türkiye’yi AB’nin kapısına getiren kadroya insafsızlık gibi gelebilir bu soru...
Ama tartışılan, AKP’nin AB niyeti veya samimiyeti değil, siyasi limitleri.
Üstelik Türkiye ve AB’nin son 10 yıllık geçmişinde, karşılıklı siyasi limitlerin ne kadar önemli rol oynadığını da unutmamak gerekli:
Ekonomik birlik: Türkiye, Avrupa ile ekonomik birliği Hıristiyan demokratların gayretiyle sağladı. Avrupalı sosyalistler ve sosyal demokratlar, Türkiye demokratik reformlarını tamamlamadan Gümrük Birliği’ne geçilmesine karşıydı. Ekonomik birliği zaten yolun sonu sayan ve siyasi ortaklığı amaçlamayan Hıristiyan demokratlar, bu eleştirileri umursamadı.
Siyasi entegrasyon: Dolayısıyla Türkiye’nin Helsinki’yle (1999) başlayan AB ile siyasi entegrasyon hamlesinde saflar yeniden tutuldu. Bu kez Hıristiyan demokratlar muhalefete geçti, özel statü önerdi. Türkiye’nin demokratik açılımını -özellikle 11 Eylül’den sonra- zorunlu gören Schröder ve Blair gibi sosyal demokrat liderler, AB yolundaki en büyük müttefikimiz haline geldi.
* * *
Siyasi limitler Türk tarafında da hep gündemdeydi.
Örneğin, sol kökenli partiler devletçi refleksle demokratik reformlardan çekindi. Milliyetçiler etnik zenginlikten korktu. AB’nin istediği en cesur kararlar AKP iktidarına kaldı.
Ancak AKP’nin siyasi limiti de türban ve zinada ortaya çıktı:
1) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türbana geçit vermemesi, yaşam tarzını AB özgürlüğünün parçası gören İslami kesimi hayal kırıklığına uğrattı.
2) Zina tartışması en azından AKP tabanında İslam’a hakaret sayıldı.
Çerçeveyi çizdikten sonra gelelim 18 Aralık sorusuna...
Türkiye’nin AB ile 10 yıllık müzakere sürecinde Almanya’da Hıristiyan demokratların iktidara geleceği, muhafazakár partilerin tüm Avrupa’da oylarını yükselteceği daha şimdiden belli. Türkiye’de -en azından AB karşısında- İslami damarı kabaran AKP... Avrupa’da din temelli iktidarlar.
Müzakerelerin, medeniyetler çatışması demeye dilimiz varmasa da, medeniyetler yüzleşmesine dönüşmesi nasıl önlenebilir?
İşte 18 Aralık’tan itibaren gündemdeki en kritik ikinci soru budur.
Bu sorulara neden sadece AKP cephesinde yanıt aradığımıza gelince... AB ile zina krizinde AKP muhafazakár, mütedeyyin kadın seçmene hitap ettiğini zannederken Türkiye’deki neredeyse her kadının AB’yi istediğini unuttu kuşkusuna kapıldık, o yüzden!
Kolonyalı mendil terörü
HAVAALANINA geldiğimde kapıda uzun bir kuyruk vardı.
Metal dedektörlü kapıdan geçenleri üşenmedim saydım, 17 kişiydi. Alarm tam 17 kez çaldı. Yani alana giren herkes potansiyel tehdit ilan edildi. Bıkkın polis memurları milletin sağını solunu ellerken sıra bana geldi.
Tabii ki ben de kapıda öttüm... Polis ‘kolonyalı mendil veya sigara paketi var mı?’ türü kitle imha silahı sorgusuna başlayınca dayanamayıp güldüm.
Memur dalga geçiyorum sandı, üzüldüm, hatta utandım... Ama kabahat sadece bende mi? Neden Türkiye’de neredeyse her yasa/uygulama aslında çiğnenmek üzere yapılıyor. Ve bu nedenle;
1) Halk alaya alıyor,
2) Uygulayan utanıyor.
Mesela, alandaki metal dedektörü kapı illa ki her geçene ötmeli mi? Veya trafik cezası, rüşvete yol açmadan caydırıcı hale gelemez mi? Vergiler sopasız ödenecek düzeye çekilemez mi?
Yüce devletimiz, neden her vatandaşını olağan şüpheli profiline sokuyor. Alandaki gibi sağımızı solumuzu sürekli yoklamaya kapı açıyor...
Alakası olmayabilir; ama aklıma geldi, söylemeden geçemeyeceğim... Böyle meraklı, mıncıklayıcı devletin eline bir de zina silahı verilir mi hiç?