YAZAROrhan Pamuk’un kuşkusuz iyi niyetle dile getirdiği ‘Kürt daha az Kürt, Türk daha az Türk ama daha çok Avrupalı olacak’ öngörüsüne katılmak ne yazık ki hiç mümkün değil.
Hatta tam aksine, Türkiye’nin daha fazla Avrupalı olabilmesi için Türk’ün daha fazla Türk, Kürt’ün daha fazla Kürt, Çerkez’in inadına Çerkez kalması şart.
Galiba her ikisi de çokulusluluğa/çoksesliliğe dayanan Avrupa Birliği ile ABD modelleri benzer sanılıyor. Oysa farklı ulusal ve etnik kimliklerin tek potada eriyip ABD’ye aidiyetin öne çıktığı gelenek, Avrupa Birliği projesinde asla işlemez. Şöyle ki:
ABD, kurulduğu ilk günden itibaren göç alan bir ulus devlettir. Belki İspanyolca yakın zamanda ülkedeki birinci dil olacak; ama ABD yine ulus devlet kalacak. Çünkü Amerikalı kimliğinden baskın ve üstün tutulan ırk, din veya renk yok.
Oysa Avrupa Birliği, ulus devletlerin gönüllülük esasıyla hayata geçirmeye çalıştıkları projeden/hayalden ibaret. AB’yi oluşturan 25 ulus devletin parlamentoları, siyasi öncelikleri farklı.
Avrupalı olmak ile ABD vatandaşlığı arasındaki fark da tam burada yatıyor. Alman Almanlığından, Fransız Fransa Cumhuriyeti’nden vazgeçmiyor; ama ulus devletin tasfiyesine yolculuğu kabul ediyor.
ABD, azınlıkların çatışan farklılıklarını tek potada eritip ulus devletine güç katıyor. Avrupa müktesebatı, ulus devletin panzehiri azınlıkları korumaya öncelik veriyor.
Avrupa modelinin azınlıkları kazanma/eritme isteksizliğinin en yakın tanığı, Avrupa’ya yaşayan Türklerdir. ABD piyango ile vatandaşlık dağıtırken, milyonlarca Türk 40 yıldır Almanya’da sadece misafirdir.
Avrupa projesi, vatandaşlık haklarının sonuna kadar kullanılmasını öngörür. Ulusal veya etnik kimliğinden fedakárlık, Avrupalı zihniyetine aykırıdır. (Türkçe meali, Kürt daha fazla Kürt olacak!)
Demokrasi, bazı hakların pazarlığına müsait değildir.
Örneğin, kimilerine göre özgürlük şampiyonu, merhum Turgut Özal’ın, dört siyasi rakibinin seçme ve seçilme haklarını referandum konusu yapması (1987) demokrasi ayıbıdır. Nasıl ki Demirel, Ecevit ve Erbakan için siyaset hakkı tıpkı yaşama hakkı gibi vazgeçilmez idiyse... Türk’ün Türklüğü, Kürt’ün Kürtlüğü, Laz’ın Lazlığı da tartışılmamalı, balans ayarına kurban gitmemeli.
Etnik sorunlar sanılandan hassastır, alışveriş masasında kurulan dengeler kalıcı olmaz.
Maazallah ortam Yugoslavya’ya döner.
* * *
Yanlış anlaşılmasın, ‘hak geldi batıl zail oldu’ havasında değiliz. 17 Aralık’ta Kopenhag’dan gelmesi muhtemel iyi haberin Türkiye’ye bir gecede çağ atlatacağına inanacak kadar saf sayılmayız. Ancak devir değişiyor... Türkiye Cumhuriyeti, ulusal egemenliğini paylaşmaya hazırlanıyor. Biz kalkıp bin yıldır bir arada yaşayan azınlıkları, çoğunluğu yeniden keşfediyor, tartışıyor, raporlarla birbirimizi korkutuyoruz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...
Üstelik talihin ve tarihin cilvesine bakın ki, Avrupa Birliği için en iyi tariflerden birisi bu topraklarda doğan bir ozana aitken:
Avrupa, Türk şair Nazım Hikmet’in ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’ sözleriyle tarif ettiği Avrupa olmalıdır. (Alain Bocquet, Fransız Parlamentosu’ndaki konuşmasından, 14 Ekim 2004.)