Enis Berberoğlu

Kuş gribi değil kaderci öldürür

15 Ocak 2006
AKP hükümetinin kaderci teslimiyeti hızlı tren kazasından kuş gribine kadar her krizde ortaya çıkıyor. Hükümet; 1) Önce zifiri karanlıkta otomobil farına yakalanmış tavşan gibi donup kalıyor, 2) Ardından "Hata bizde değil ki!" itirazı ve günah keçisi yaratma hevesi sergiliyor, 3) Sonunda "Her şey Allah’tan" diyerek mutlak tevekküle sığınıyor. İster 1 Mart Tezkeresi olsun, ister AB ile zina krizi. Orhan Pamuk davası ya da Ermeni Konferansı.

TÜSİAD’a çekilen rest veyahut Kürt sorunu, hatta üst kimlik mevzuu.

Hepsinde hükümetin en zayıf yönü ortaya çıktı: Kriz yönetimi.

AKP iktidarı şimdiye kadar hiçbir krizi yönetemedi.

Nasıl yönetsin ki, krizin gelişini göremedi, her defasında hazırlıksız yakalandı.

Çünkü siyasetle uğraşsa bile kaderci birey veya kadro gelecekle ilgili değildir.

Yarının fırsat ve tehditlerine kafa yormaz.

Bu meseleleri ilahi otoriteye havale eder.

Ama yarını düşünmeyen riski de bilmez.

Çünkü risk dediğiniz, aslında basit olasılık hesabıdır. Hesaplanabilir getiri ile tehlikenin kıyaslanmasıdır. (Mesela mevduatınıza yüksek faiz veren bankanın batma tehlikesi gibi.)

İslam dünyasının erken dönem büyük matematikçileri ile Batılı çağdaşları olasılık ve risk hesabıyla ilgili değildi. Risk (olasılık) hesabı ancak insanın kendi kaderine sahip çıkmasıyla birlikte, yani Rönesans’tan sonra gündeme geldi.

* * *

Türkiye on beş gündür kuş gribiyle mücadele ediyor.

Daha ilk gün gazete manşetlerine çıkan kuş gribi ihtimali önce yalanlandı, sonra sanki ölümlerden medya sorumluymuş gibi hava estirildi. (Bakınız kriz yönete-me-me formatının ilk iki maddesi.)

Ama bendenizi en çok şu bilimsel gözüken tespit kahretti:

- Erken teşhis koysaydık da yüzde 58 ihtimalle öleceklerdi.

Yani yine ve yeniden "kaderinde varsa ölecek, bize iş düşmez" teslimiyeti!

Virüs bulaşan üç çocuğun erken teşhis ve doğru tedaviyle iyileşip taburcu edilmeleri bile bu kafayı değiştirmedi.

Yüzde 42 yaşam şansı için erken uyarıya, gayrete, hesap vermeye lüzum görmeyen kaderci zihniyet sahibi siyasiler utanmadı bile. O yüzden diyoruz ki; kuş gribi değil ama kaderci yönetim öldürür.

Konuşmak ayrı anlatmak farklı

MEHMET Ali Ağca 11 yıl hücrede kaldıktan sonra gerçekle ilgisi kalmadı. Konuştuğu anlaşılmaz, anlatmaya kalksa yeni bilgi veremez. Ayrıca Ağca’nın iki koçundan Abdullah Çatlı yıllarca devletle kol kola yürüdü, canını verdi, bilgiyi esirgedi. Ağca’nın diğer amiri Oral Çelik kaç yıldır aramızda yaşıyor, sesini duyan yok. Ağca’nın yakın arkadaşı Haluk Kırcı’nın kitaplarından ne öğrendik ki? O yüzden boşuna umutlanmayın, sıradan katile sır sahibi büyük adam muamelesi yapmayın.

Kırmızı şarabı neden içmedim

AYNEN Ahmet Hakan’ın yazdığı gibi: Feriye’de Fehmi Koru’nun verdiği, Başbakan’ın da katıldığı davette kırmızı şarap istedim. Gelen şaraba el sürmeyip kola içtim.

Ama hemen laik gösteri sanmayın, gerisini de dinleyin. Yanımda oturan Ahmet Hakan’ın da tanıklık ettiği gibi şarap siparişi o kadar kolay olmadı. Garson yemeğin başında yaklaşıp, "Meyve suyu mu, meşrubat mı istersiniz?" diye sordu. "İçki servisi yok mu?" diye üsteledim, "Bize bilgi verilmedi" mazeretine sığındı. Belli ki masanın diğer yakasında aynı tartışma kısa sürdü, beyaz şarap servisi başladı. Bizim işgüzar garson da kırmızı şarabımı rötarlı getirdi, keyfim kaçtı, kolaya döndüm. Kırmızı şarap savaşından sadece dakikalar sonra Başbakan bendenize dönüp içki yasağı haberlerini bir kez daha yalanladı, haksızlık ettiğimizden dem vurdu.

Başbakan, garsonla şarap diyaloğumuzu işitse ne düşünürdü/yapardı acaba?

Kırmızı noktalı haritalar, vetolu belediye planları, karşılığında hükümetten boş sözler. Bizim garsonun kafası öyle karışmış ki, yeni kanuna, nizama, yasağa ihtiyaç yok. Başbakan’ın ismi veya fani bedeni, iradesine gerek bırakmadan huzurunda içki servisine engel çıkartıyor. Başbakan istemese, hatta haberi dahi olmasa bile! En ağır yasak da zaten budur.
Yazının Devamını Oku

Çankaya’yı gündemden düşürün

8 Ocak 2006
BAŞBAKANLIK’taki güvenlik zirvesinde hangi dosyalar açıldı? Komutanlar ne dedi, Başbakan ne yanıt verdi? Yeni Şafak Yazarı Fehmi Koru’nun önceki akşam gazetecilere verdiği yemeğe katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan ipucu diyemesek de izlenim edindik. Hemen söyleyelim, Erdoğan’ın ağzından ne komutan ismi çıktı, ne de güvenlik zirvesi. Ama sohbet esnasında şu iki mesajı verdi:

AKP PROGRAMINDA VAR

Erdoğan, "Kürt sorunu"
ifadesine itiraz karşısında bu tanımın Güneydoğu bölümüne 2.5 sayfa ayrılan parti programında yer aldığını hatırlatıyor, "bunları daha önce de söyledik" demeye getiriyor. Diyaloğun sonucunda Başbakan’ın izlenimi, muhataplarının bu konuda pek endişe taşımadığı.

KIBRIS’TA TAVİZ KORKUSU

Anlaşılan asıl endişe kaynağı, hükümetin Kıbrıs konusunda AB baskısıyla yeni taviz verme ihtimali. Ancak Erdoğan, /images/100/0x0/55ea6c85f018fbb8f87efb4bAnnan Planı’nı pazarlığa açmamakta kararlı. Pazarlık olursa yeni plan gerekli. Liman ve havalimanları da ancak KKTC’nin izolasyonu biterse kalkacak, ek protokol Meclis’e gelecek.

Yeri gelmişken Başbakan’ın diğer Güneydoğu mesajları:

PKK’YA AF ÇIKMAYACAK

DYP Lideri Mehmet Ağar’ın Güneydoğu sorununda önerdiği af konusuna Başbakan sıcak bakmıyor. Şehit ailelerinden gelecek tepki bir yana Başbakan’ın önüne konulan ve PKK kurbanı askerlerin başının kesildiğini, gözünün oyulduğunu gösteren bazı fotoğraflar da bu kararda etkili.

ÇÖZÜM İSTEĞİ  SAMİMİ DEĞİL

Başbakan’ın Şemdinli analizi dengeli, kimseyi suçlamıyor, demek ki vicdani kanaati henüz oluşmamış. Ancak özellikle Şemdinli ve Yüksekova’daki izlenimi, "bazı sivil toplum örgütlerinin çözümü samimi olarak istemediği". Aksi halde izledikleri politikanın farklı olması gerektiğini düşünüyor.

* * *

Başbakan iç siyasette 2006’yı, 2007 seçimine hazırlık yılı olarak algılıyor:

KONGRE PROGRAMI YOĞUN

AKP’nin ilçe kongreleri başlıyor, ardından il kongreleri ve kurultay sırada. Başbakan bu kongrelere mümkün olduğunca katılacak, teşkilatı motive edecek. Çankaya seçimini ne kendi gündeminde tutmayı istiyor, ne de teşkilatın. Talimatı, "Çankaya’yı gündemden düşürün".

ÖNÜMÜZ KESİLİYOR HİSSİ

Başbakan 3 Ekim’e kadar iyi giden bazı ilişkilerin daha sonra bozulduğunu düşünüyor. Hükümetin "önünün kesildiği" hissine kapılıyor. Özellikle içki yasağı haberlerini haksız buluyor, bu haberlerin yabancı gazetelere yansımasından duyduğu rahatsızlığı vurguluyor.

SÜREÇ DEĞİL YASA YANLIŞ

Orhan Pamuk ve Yücel Aşkın
davaları, Anayasa’nın 138’inci maddesi, TCK 301... Başbakan yargı konusunda uzun konuştu. Medya ve muhalefetten beklentisini özetleyelim: Süreci eleştirmek bir işe yaramıyor, yasal değişiklik için kamuoyu yaratılmalı, muhalefet işbirliğinden kaçınmamalı.

PARTİ İÇİ MUHALEFET

Başbakan, parti içi muhalefet çıkışlarının özellikle kendisinin yurtdışı gezilerine rastlamasını ilginç buluyor. Sorunları ikili görüşmelerle çözme yoluna inanıyor. Ayrıca mart ayında yine parti yöneticileriyle Meclis grubunun katılacağı bir toplantının haberini veriyor.

* * *

Erdoğan
dış dünya konusunda fazla endişe taşımıyor:

MERKEL EKİMDE GELİYOR

Almanya Başbakanı Angela Merkel, ekim ayında Türkiye’ye gelecek. AKP, Merkel ile ilişkilerin Avrupa Halk Partileri Grubu (EPP) zemininde çok gelişeceğinden emin. 2006’da Abdullah Gül ile Ali Babacan’ın Avrupa ziyaretleri sıklaşacak, yakın markaj artacak.

SURİYE VE İRAN SORUNU

Başbakan ne İran, ne de Suriye sorununun abartıldığı kadar büyük olmadığını düşünüyor. Suriye ile su ve sınır güvenliği konusundaki işbirliğinden çok memnun gözüküyor. İsrail’de Şaron sonrasında işbaşına gelecek kadroyla iyi ilişkilerin süreceğine inanıyor.

İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNE VURGU

Erdoğan
’a göre inancına güvenenin inanç özgürlüğünden korkmasına gerek yok. Almanya’da 5 bin 500 cami ve mescit var. Türkiye’de yeni kilise açılamıyor. Bu açıdan Akdamar Ermeni kilisesi restorasyonunu çok önemsiyor, Şemdinli dönüşünde uğrayıp gezdiğini anlatıyor.

ÜÇ İZLENİM

Başbakan’ın hilal masasının sağ ve soluna dizilen gazetecilerin gündemi de farklıydı. Sol cenah AB yolunda daha fazla demokrasi istedi, sağ kenar türban ve katsayı için bastırdı.

Bugün Gazetesi Yazarı Nazlı Ilıcak, siyasi yasağının 2007’de bittiğini hatırlattı, seçimin gelecek yıla bırakılmasını istedi. Milliyet Yazarı Hasan Cemal’in gece boyunca sessizce not tutması, masada "yeni kitap mı geliyor" şakasına yol açtı.

Yemekte önce meşrubat ve meyve suyu servisi yapıldı. Ardından bazı gazetecile şarap siparişi verdiler.

Kimler katıldı

5 GENEL YAYIN MÜDÜRÜ Yeni Şafak Yazarı Fehmi Koru’nun Feriye Lokantası’ndaki yemeği saat 19.30’da başladı, dört saat kadar sürdü. Yemeğe katılan Genel Yayın Müdürleri şöyle: Ekrem Dumanlı (Zaman), Fuat Bol (Türkiye), Mustafa Karaalioğlu (Yeni Şafak), Mustafa Çelik (Kanal 7), Serdar Turgut (Akşam).

13 YAZAR 1 ÇİZER

Fehmi Koru’nun davetlisi yazar kadrosu da şöyle: "Gülay Göktürk, Hasan Cemal, Mehmet Barlas, Taha Akyol, Nazlı Ilıcak, Okay Gönensin, Ali Bayramoğlu, Selahattin Sadıkoğlu, Mehmet Altan, Oral Çalışlar, Salih Memecan, Mehmet Emin Kazcı, Ahmet Hakan."

Başbakanlık danışmanları Akif Beki ve Yalçın Akdoğan ile AKP’li Egemen Bağış da yemekte hazır bulundu.
Yazının Devamını Oku

İki resim, iki yorum

1 Ocak 2006
2006’da ekonomide ne oldu, kim kazandı, kaybeden var mı? Brezilya AB üyesi değil IMF’yi yolladı, ne oldu?

İLK resim, daha doğrusu yukarıdaki tablo, Türkiye ve Brezilya borsalarını kıyaslıyor.

Neden ölçümüz borsa? Çünkü deniliyor ki, ‘Hükümet doğru adımlar attı, AB’den müzakere kararını koparttı, IMF ile anlaştı, gökten döviz yağdı, borsa coştu, faiz düştü, kur sabitlendi.’

Hakikaten tablodan da anlaşılacağı üzere 2003 Mayıs ayında 15 bin olan İMKB-100 endeksi bugün 40 bine dayandı, faizler dörtte birine indi, kur geriledi.

Ama bakıyoruz Brezilya’nın borsa endeksi ve kuru da tıpatıp aynı seyri gösterdi. İMKB ile birlikte yükseldi, eşanlı /images/100/0x0/55eb29f0f018fbb8f8af732edüştü. Nedeni basit: Dış piyasalarda USD ve Euro faizi çok düşük, ABD borsasının getirisi az olduğu için para Türkiye ve Brezilya gibi ülkelere aktı.

Mesele Türkiye’nin AB inadı, IMF ile başarı hikáyesinde yatıyorsa o zaman Brezilya’ya ne demeli?

Dahası büyük fonlar yeniden ABD gibi ülkelere akarsa, bu hikáye paçayı kurtarmaya yetecek mi?

Büyüdük ama iş bulamadık peşin yerine taksitle tükettik

EKONOMİ dört yıl üst üste büyüdü ama işsizlik yüzde 9-10 aralığına kilitlendi. Sebebi ilk tablodaki fon akımları. Türkiye’ye o kadar döviz yağdı ki, kur düştü, ithalat cazip hale geldi. İhracata dayalı küçük işletmeler yani KOBİ’ler zorlandı, istihdamı artıramadı.

Türk halkı 2004’te otomobil satışlarını patlattı, bu yıl sıra konuttaydı. Değirmenin suyu aynı yerden aktı: Kredi kartları /images/100/0x0/55eb29f0f018fbb8f8af7330ve tüketici kredileri.

Ne var ki ikinci tablomuz (yukarıda) yolun sonuna geldiğimizi gösteriyor. Tablo diyor ki; peşin alımlarda 2004’ün gerisine düştük, yani limitler doldu. Artık geri ödeme zamanı geldi!

Peki seneye ne olur? Muhtemelen AB ile Kıbrıs gerginliği yaşarız, IMF ile sosyal güvenlik reformu sancısı gündeme gelir. Ama korkmayın, hiçbir senaryo 2001 gerçeğinden daha kötüsünü yaşatmaz. 2006 daha iyi bir yıl olsun dileğiyle.

Petrolde hangi fiyat Türkiye için daha iyi?

KİMİNE göre gelecek yıl petrol fiyatları Çin ve Hindistan’ın yüksek büyümesine ve artan talebe bağlı olarak daha da yükselecek. Bazılarıysa spekülatif balonun patlayacağı ve fiyatların 40 dolara kadar gerileyeceğini tahmin ediyor. Peki Türkiye açısından hangisi daha iyi?

Yüksek fiyat tabii ki cari açığı şişiriyor (5.5 milyar USD kadar), enflasyona 1.5 puan ekliyor. Ama öte yandan petrol üreten Arap ülkeleri ve Rusya ek gelirini Türkiye’de harcıyor.

O yüzden petrol fiyatlarının çok gerilemesi, var olan konjonktürde Türkiye’nin çok lehine değil.
Yazının Devamını Oku

Ankara’dan dört not

25 Aralık 2005
Haftayı Ankara’da geçirdik, defterimize siyaset ve ekonomi kulislerinden 4 not düştük. Hükümet 3 Ekim’de doğal ömrünü tamamladı

İstanbul iş dünyası AKP’yi, AB ve IMF çapasına tutunduğu için destekledi, yabancı sermaye girişinde patlamayla şirketlerini iki-üç katı fiyata satarak karşılığını fazlasıyla aldı.

Ama 3 Ekim’den sonra hükümette aynı heves kalmadı. Türban yüzünden AB’den soğudu, IMF’yi seçim öncesi başından atmanın yolunu arar hale geldi. Hükümet misyonunu yitirince gündem yaratma/kontrol yeteneğini yitirdi. Başbakan’ın kimsenin anlam veremediği gaflarının sebebi bu!

Yüzde 10 barajı, çaresiz vekil yüzünden düşebilir

Türkiye seçim barajıyla tanışalı neredeyse çeyrek asır oldu. Muhalefette barajdan çekinen parti kapağı Meclis’e atınca yüzde 10’u savunur hale geldi. Neticede baraj, Berlin Duvarı gibi seçmeni böldü. AKP, CHP ve DYP barajın düşürülmesine karşı. Ancak özellikle AKP’de gelecek seçimde listeye giremeyecek, sandıktan çıkamayacak çok sayıda vekil var. Yeni partilerin Meclis’e girmesi bu vekillerin işine geliyor. Gelecek seçimde listede yer alamayız korkusu yaşayan vekiller, Meclis’te yeni siyasi adres yaratmak uğruna barajın düşmesi için oy kullanabilir.

CHP, 2007’de seçimin faturasını şişiriyor

Deniz Baykal 2007 faturasını şişiriyor. Yani Başbakan’a seçim geciktikçe oy kaybının artacağını kanıtlamaya uğraşıyor. CHP’nin hedefi 2006’da genel seçimi yapıp, 2007’de Çankaya seçimini yeni Meclis’e bırakmak. Baykal bana "Önümüzdeki yılın herhangi bir noktasında seçim olacakmış diye kabul ederek çalışma yapacağız. Seçimi zamanında yapmamanın siyasi faturasını hükümete ödettirmek istiyoruz. 2006’da bir seçim olacak diye çalışma yaparak ödettirilebilir" dedi.

Merkez Bankası döviziyle IMF’ye efelik taslanır mı?

Merkez Bankası, 2005 yılında 22 milyar dolar döviz aldı. Ama Türkiye’ye giren döviz miktarı 40 milyar dolara yaklaştı. Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Türkiye benzeri kur rejimi uygulayan ülkelerdeki ortalamaya bakarak, "Merkez Bankası rezervi 70 milyar dolar olabilir" diyor, yani 20 milyar dolar daha alım öneriyor. "Acaba hükümetin hedefi, rezervi güçlendirip erken seçim öncesinde IMF’ye borcu kapatmak ve stand-by’ı bozmak mı?" sorusu kafalara takılıyor. Ama Şener’in yakın çevresine göre, "IMF’yi göndermek şu aşamada sorun yaratır".

AB’yi 28 yılda yakalarız, ama hangi şartla: Türkiye her yıl yüzde 6, yani AB ortalamasının 3 katı büyüyecek. Eğer sürdürülebilir büyüme yakalanırsa şu anda AB’nin üçte biri olan milli gelir, Avrupa’nın yarısına denk hale gelecek, 21 yılda üçte ikisini yakalayacak. Hakikaten AB’ye üyeliği hedefleyen bir hükümet, büyümenin motoru iş dünyasıyla her fırsatta kavga eder mi? Milli gelirin üçte birini üreten lobinin başkanını savcıya ihbar eder mi? Sizce...

AB’yi 28 yılda yakalarız

Büyüme(yüzde)Kişi başına milli gelir (USD)
Türkiye6.07.700
AB ortalaması1.524.900

Türkiye kaç yıl sonra AB’nin ne kadarı olacak?
Bugün30 %
12 yıl sonra50 %
21 yıl sonra75 %
28 yıl sonra100 %

(Kaynak: AB ile müzakerelerin el kitabı, Sinan Ülgen)
Yazının Devamını Oku

Siyaset 2006’da erken seçim dayatıyor, çünkü

11 Aralık 2005
HÜKÜMET, eğer 1 Mart tezkere krizi sayılmazsa zoru hiç görmedi. Siyaset (AB) ve ekonomide (IMF) otomatik pilot vardı.

2006’da pilot kokpite dönecek ve en az dört türbülansta hünerini gösterecek:

1) Kürt meselesi:

Avrupa’dan Erbil’e doğrudan uçuş başladı, THY ve özel Türk şirketleri sırada.

Barzani, Norveç şirketiyle Türk sınırına 16 km uzaklıkta petrol arıyor.

Kuzey Irak’taki kişi başına milli gelir yakında Güneydoğu’nun on katına çıkacak.

O yüzden Ankara;

Barzani ile iyi komşuluk ilişkileri kurmak istiyor.

Abdullah Öcalan’ı isyanı bastırmak için kullanmayı deniyor.

Ama MGK’nın askeri kanadının bu yeni stratejiye itirazı sürüyor.

Hükümet demokratik açılımlar ile terörle mücadele önlemleri arasında sıkıştı.

En ufak hatada seçimden kaçmasına imkán kalmayacak.

2) Kıbrıs sorunu:

AB, KKTC’ye dönük izolasyonu kaldırmakta isteksiz.

Kıbrıslı Rumlarla ilişkileri normalleştirecek ek protokolün TBMM’de onayı güçleşiyor.

Hatta, AKP’de ‘Protokol Meclis’e gelirse, sonu tezkereye benzer’ korkusunu taşıyanlar var.

AB ile ilişkilerde patinaj başlarsa hükümet işler daha da bozulmadan seçimi tercih edebilir.

3) İşsizlik kamburu:

Türkiye’de döviz ucuzladı, enflasyon geriledi.

İthalat terbiyesi, fiyatları aşağı çekti. Ama kira, sağlık harcaması, eğlence ve yemek gibi kalemlerde artış sürdü, ortadireğin beli büküldü.

Dahası ithal rekabetle baş edemeyen sanayide üretim durma noktasına geldi, işsizlik azalmadı.

AKP anketlerinde hükümet en düşük notu istihdamda aldı.

Daha fazla oy kaybetmeden seçim, hükümet açısından seçenek olabilir.

4) Çankaya seçimi:

‘2006’da sandığa gidilmez’ diyenler, Başbakan’ın 2007 Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimini bekleyeceğine inanıyor. Ama Başbakan gerçekten Çankaya’ya çıkmaya niyetliyse hangisi amacına daha iyi hizmet eder:

a) 2006’da Erdoğan başkanlığında seçime giden, başkanını 2007’de Çankaya’ya taşıyan AKP mi?..

b) Yoksa Erdoğan 2007 Mayıs ayında Çankaya’ya çıktığı zaman lidersiz, dağınık kalan AKP’nin aynı yılın sonbaharında gireceği seçim mi?

* * *

2006 falına başladık, seçim tahminini de esirgemeyelim. Bu kez Meclis en az üç partili olur. Dolayısıyla AKP çoğunluk sağlayamazsa CHP-MHP koalisyonu da mümkün!

Fiyakaya giden 300 milyon USD

ŞEHİR efsanesine göre, Türkler yeni teknolojiye rekor sürede uyum sağlar.

Örneğin, Avrupa’da bir cep telefonu ortalama 2.5 yılda değişiyor, bizde aynı süre sadece 1.5 yıl. Hatta necip Türk milleti bazen hızını alamayıp memlekette henüz kullanılmayan cihazlara da para bağlıyor. Mesela 3’üncü nesil cep telefonları.

Daha Türkiye’de altyapısı yok. İhaleye ne zaman çıkılacağı, kimin kazanıp hizmet vereceği belli olmadan resmi kayıtlara göre 300 bin adet 3G telefon satıldı. Bir o kadar da kaçak girdi dersek... Tanesi en az bin dolardan, 300 ile 600 milyon dolar fiyakaya ödendi.

Türkiye’de 3G altyapısı kurulduğunda, uygun telefonla;

Cep telefonuyla görüntülü konuşacağız.

Video konferanslar düzenleyebileceğiz.

Cepten TV izleyip radyo dinleyeceğiz.

İnteraktif oyun oynayabileceğiz.
Yazının Devamını Oku

Cazibe merkezi güneye kayıyor

4 Aralık 2005
TARİH 10 Aralık 1991, yer Süleymaniye meydanı. Yakın tarihin ilk peşmerge resmi geçidine tanıklık ediyoruz. Yüzlerce peşmerge, top arabası, uçaksavar, KYB Lideri Celal Talabani’nin önünden geçiyor. Törenden sonra Talabani’nin yakın koruması ve tercümanıyla sohbet ediyoruz: - Barzani’den haber var mı?

- Bağdat’la (Saddam’la) azınlık pazarlığı yapıyor.

- Peki size uymuyor mu?

Suratımıza hayretle bakıyor:

- Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı, Hikmet Çetin’in Dışişleri Bakanı olduğu bir ülkeden geldin. Nasıl olur da azınlık haklarıyla yetinmemizi beklersin?

* * *

Daha önce de defalarca yazdık. O tarihte Kuzey Iraklı Kürtlerin cazibe merkezi Diyarbakır’dı.

Bugünse Güneydoğulu işadamları, Barzani ve Talabani’nin ofisinde iş takip ediyor. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası, Kuzey Irak kaynaklı bölgesel geliri yılda 1 milyar dolar düzeyinde tahmin ediyor.

Güneydoğulu siyasi kanaat önderleri, TBMM’deki bölge milletvekilleri, Kuzey Irak’taki devlet oluşumunu merakla izliyor.

Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri, istihbarat birimleri, şehit aileleri haklı olarak meselenin ‘bölücü terör’ yüzüyle ilgili.

Ama aksi yöndeki asıl ciddi tehdidi kimse fark etmiyor, tartışmıyor.

Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin güneydoğusu son 20 yılda ve özellikle ABD işgalinden bu yana artan ivmeyle bütünleşiyor. Bölünmeden korkulurken birleşme yaşanıyor.

Üstelik Ankara, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının üstünden geçen 7 yılın büyük bölümünü ekonomik ve siyasi krizlerle heba ettiği, bölgesel kalkınmayı beceremediği için bu kez cazibe merkezi güneye kayıyor.

Unutmayın ki çoğu kişi için vatanı karnının doyduğu, huzurla yaşadığı yerdir.

ALMANYA VE ERBİL MEKTUPLARI

Önceki haftaki yazıda Almanya’da Türklerin de katılımıyla ‘üst kültür’ inşasını tartıştık, ‘Türk kızı neden okul gezisine gidemiyor?’ diye basit bir soruyu başlığa taşıdık. Geçen haftaki yazıda ise Selahaddin Üniversitesi’nden diploma alan Şemdinlili gençlerin geleceğini sorguladık. Gelen elektronik yanıtlardan iki tanesi ilginçti, paylaşıyoruz.

Kızına havuz yasağı koyan 2 babanın farkı

‘Ortaöğretimdeki kız çocuklarının, ebeveynleri tarafından yüzme dersine katılmalarının engellenmesi konusunda aynı idare mahkemesinin aldığı iki farklı karar var. Davacılardan biri, kızının yüzme dersine erkek öğrencilerle birlikte katılmasının İslam dinine aykırı olduğunu öne süren bir Türk. Mahkeme, bilirkişi raporuna dayanarak Türk babaya, kızını yüzme dersinden alıkoyma hakkı tanıyor, iyi mi? İkinci davacı, dini bütün bir Katolik. O da, kızının yüzme dersine katılmasının, Kutsal Kitap’ın iffet ilkesine aykırı olduğunu iddia ediyor. Ve mahkeme, yasağın kızın sosyalleşmesine halel getireceğini belirtiyor. Karar: Ret!!’

Tamer Bacınoğlu, Tübingen

Erbil’den dönmem nişanlımı beklerim

‘Diyarbakır’da ve diğer Kürtlerin olduğu şehirlerde üniversiteyi kazanmak çok zor. Sayın Barzani’nin verdiği burs, Türkiye’de öğrencilere verilen bursun iki katı. Sosyal yaşam daha kolay. Bizlere yakıt ve kaldığımız öğrenci yurdu bedava. Ayrıca Kürdüm ben ve Kürdistan’da okumak bana gurur verir. Türkiye’de iş imkánı bulamam diye bir sıkıntım da yok. Kürdistan süper gelişen bir ülke, hizmetimi burada vereceğim. Erbil Üniversitesi’nin diplomasını dünya kabul ediyor. Nişanlım tıp mezunudur, Avrupa’da bir klinikte hem çalışıyor, hem de uzmanlığını alıyor. 5 yıl sonra Kürdistan’a uzman doktor olarak dönecek.’

Nesrin K., Erbil
Yazının Devamını Oku

Şemdinli’nin gençleri neden Erbil’de okuyor

27 Kasım 2005
BİRİNCİ soru: Şemdinlili bir genç, geleceğini neden Selahaddin Üniversitesi’nde arar? Elindeki Kürtçe diplomayla Türkiye’de üniversite mezunu sayılacak mı, o da çok zor.

Çünkü YÖK’ün yabancı üniversitelerden alınan diplomaları ‘denk’ sayması için iki şartı var:

1) Uluslararası kabul, 2) Öğrencinin Türkiye’de üniversite sınavını kazanmış olması.

YÖK’ün tespitine göre Selahaddin Üniversitesi ilk koşulu yerine getiriyor. Ama Selahaddin’de okuyan öğrenciler arasında Türkiye’de üniversite sınavını kazanan parmakla sayılır. Diğerlerinin diplomalarını kabul etmek, ‘fırsat /images/100/0x0/55ea8942f018fbb8f886640aeşitliğine aykırı düşeceği için’ mümkün değil.

İkinci soru:
Dört yıl sonra elinde geçersiz diplomayla Şemdinli’ye dönen genç ne yapacak?

Hálá lise mezunu sayılacak ve muhtemelen askerlik sorunu yaşayacak bu gencin bırakın Türkiye’nin büyük kentlerini, küresel ekonomiye sunacağı hangi meziyeti ve mesleği olacak? Türkiye’ye dönemezse Güneydoğu kaynaklı ve tek yönlü beyin göçü trafiği nasıl önlenecek/dengelenecek?

Hani Türkiye cazibe merkeziydi

DİYORUZ ki; Türkiye bölgesel güç ve cazibe merkezi. Ama bizim gençler okumaya Kürt illerine gidiyor, tersi değil.

Diyoruz ki; birlik ve beraberlik içinde yaşamalıyız.

Ancak entegrasyonun en temel iki kozunu kullanamıyoruz, eğitim ve iş imkánı sağlayamıyoruz. Zaten Güneydoğu’da bitmek bilmeyen stajım sırasında kavradığım tek gerçek, orman ile ağaç çelişkisidir. Herkes Kürtler hakkında konuşur ama tek bir Kürt’ü düşünen çıkmaz.

Alt kimlik, üst kültür, çapraz bağ, diyagonal temas.

Hepsi iyi güzel de, Şemdinlili genç üniversiteyi nerede okuyacak?

Bu soruya kafa yormaya nedense hiçbir mütefekkir tenezzül etmez.

Gelin daha güzel bir Diyarbakır hayal edelim

BİR üniversitesi olsun; İngilizce, Arapça ve Farsça eğitim versin. Bölgenin en muteber diplomasını dağıtsın. Yabancı öğrenciler çarşıya pazara bereket getirsin, eğlence yerleri açılsın.

Bir havaalanı olsun; Erbil seferlerini dünyaya bağlasın. Kuzey Irak’tan binlerce turist ABD’ye, Avrupa’ya uçmadan bir gece Diyarbakır’da kalsın, alışveriş yapsın, eğlensin.

McDonald’s’a rakip çıksın; Belediyeye komşu McDonald’s kalsın ama Kaburgacı Selim Usta da bölgesel zincir haline gelsin, rakip çıksın. Yöresel lezzeti küresel kılsın!

Ham hayal demeyin, elinizin tersiyle bir kenara itmeyin.

Unutmayın ki daha yüzyıl önce Anadolu’nun dört bir yanında yabancı dilde eğitim veren onlarca misyoner okulu vardı. Laik Cumhuriyet geri mi kalacak?

Zaten duyduğuma göre, Bilkent Rektörü Ali Doğramacı, Van ve Malatya ile diğer iki Güneydoğu ilinde toplam dört adet İngilizce eğitim veren lise açacak.

Demek ki hayal edince oluyor!
Yazının Devamını Oku

Türk kızı neden Alman okul gezisine gitmiyor

20 Kasım 2005
AVRUPA’nın kültürel vazosundaki çatlak tartışılıyor. Fransa’da varoş isyanı, Almanya’da Kreuzberg cemaati, ister istemez biz Türkleri bu tartışmanın tarafı haline getirecek. O yüzden Almanya’nın biricik Entegrasyon Bakanı Armin Laschet’in (Partisi: CDU, Eyaleti: Kuzey Ren Vestfalya) Spigel Dergisi’ndeki ‘Ortak üst kültür’ önerisini çok ciddiye aldım. İzninizle Alman bakanın ağzından satır başlarını aktarayım:

Çoğunluk kültürü değil: Ortak üst kültür, çoğunluk mantığıyla ve zorla belirlenemez. Herkes ortak değerlere ikna edilmeli.

Yaşlılar ve çocuklar: Göçmenlerin çocuk sevgisi ve yaşlılara ilgisinden ders almalıyız. Onlar da kadın-erkek eşitliğine inanmalı.

İmama sormak lazım: Ama belediye başkanı, yanında ilkokul öğretmeniyle imama gidip ‘Neden Türk kız öğrenciler sınıf gezilerine katılmıyor’ diye hesap sorabilmeli.

Eğer Armin Laschet’in çizgisi benimsenirse, Almanya’nın yeni üst kültür politikasında şu iki açılım öne çıkacak:

1) Tolerans değil alışveriş: Eskisi gibi cemaatlerin ve kültürlerin farklarıyla bir arada yaşamasına tolerans göstermek yetmeyecek, alışveriş gerekecek.

2) Kültürün ortak inşası: Etnik ve dini cemaatler paralel yaşam sürmeyecek, ortak değerler birlikte ve sorgulanarak oluşacak.

* * *

Teoriden pratiğe... Türk milleti rest çekmeyi sever. Hatta rest karşılığında kazanılan zaferler daha kıymetli sayılır.

Mesela Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık’ta Brüksel’de masaya yumruğunu vurup ‘Hazırlayın uçağımı dönüyorum’ diye rest çektiğine... Avrupalı liderlerin telaşla peşinden koşup Türk Başbakanı’nı zor durdurduğuna... AB ile müzakere hakkını böyle kazandığımıza inanıyoruz. Yetmiyor 3 Ekim’de Abdullah Gül’ün ‘İstediğimizi yapmazsanız, masaya oturmayız’ restinin çalıştığını düşünüyoruz. Dahası Erdoğan’ın, Roj TV ihmali gösteren Danimarka Başbakanı’nı kameralar karşısında yalnız bırakmasına alkış tutuyoruz. İktidar ‘AB’yi dövdük’ havası basıyor, muhalefet tam aksine AB’nin istediği her tavizi koparttığına inanıyor.

Avrupa’ya sanki üyelik için değil savaşmaya gidiyoruz. Masayı sevmiyor, her fırsatta kaçmaya yelteniyoruz.

Oysa üst kültür inşası sadece Brüksel veya Kreuzberg kriteri değil.

Bakın Hakkári’ye, Yüksekova’ya, Şemdinli’ye.

Vatandaş merkez siyasete oy atıyor mu, güvenlik birimlerine inanıyor mu, adalete güveniyor mu, medyayı seviyor mu?

Kürtleri ikna edebildik mi, ikna olmak için hazırlar mı?

Üst kültürü yaratamazsak... Yüksekova’nın her taşına asker dizmekle... Devleti bir günlüğüne tatile sokmak arasında savrulmaya devam ederiz.


İsa Yahudi’ydi, arabanız Japon, pizzanız İtalyan, demokrasiniz Yunanlı, kahveniz Brezilyalı, tatiliniz Türk işi, rakamlarınız Arap, alfabeniz Latin.

Ve komşunuzu yabancı sayıyorsunuz, öyle mi?

Alman üst kültür sitesi, www.leitkultur.de


Yöneticiniz 20 kat

fazla kazanıyorsa


Başlıktaki gibiyse şirketiniz Peter Drucker’in prensipleriyle yönetilmiyor demektir. Kapitalizmin papası sayılan Drucker geçen hafta 95 yaşında öldü.

Arkasından yazılanlar işletme biliminin kurucusunun pek bilinmeyen yanlarını da ortaya çıkardı. Mesela Almanya’da hukuk okuduğunu, piyasa muhabirliği yaparken ilk manşetini 1929 bunalımına yol açan borsa çöküşüyle attığını, Nazilere muhalif yayınları nedeniyle ülkeyi terk ettiğini yeni öğrendim.

Bildiklerime gelince; 1) Şirketlerin yetkiyi merkezde toplamaması gerektiğini öğrettiği, 2) Müşteri odaklı üretimi savunduğu, 3) İşçilerin maliyet değil varlık sayılması gerektiğini söylediği. Bazen bakıyorum da, ‘bizim köye kapitalizm uğramadı’ diyenler haklı galiba.
Yazının Devamını Oku