Enis Berberoğlu

Damdan düşen anlar

7 Mayıs 2006
Çankaya sürecinin AKP’deki izdüşümü artık saklanamaz hale geldi. Benzeri sancılı günleri ANAP gömleğiyle yaşayan Adalet Bakanı Cemil Çiçek uyarıyor: - Her şeyi belli olan bir konuyu 1.5 sene evvel tartışmaya açmak, bu tuzağa düşmek, bence siyasette yapılacak büyük yanlıştır. Bu tuzaktır. ANAP’ta da bu oldu. (Kanal 7-İskele Sancak programı)

Gerçekten de ANAP’ın dağılma miladı 1989’a rastlar.

Merhum Turgut Özal, Çankaya’ya çıkarken arkasında bıraktığı isimlerin uzlaşarak gelecek lideri seçmelerini arzuladı. Ama 18 kişinin katıldığı danışma toplantılarından 18 lider adayı çıktı, ki tarihe "18 Türk Büyüğü" olarak geçtiler. Kimse geri adım atmayınca, Özal partiyi Çankaya’dan yönetmeye kalktı. Sonuç malum: Çok sancılı bir kongre süreci, ardından bırakın seçmeni, partinin tamamını bile temsil edemeyen hükümet ve erken seçim hezimeti.

Yanlış anlamayın, AKP aynı süreci belki daha ustaca yönetir, bilinmez.

Ama TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın şimdiden ilan edilen Çankaya adaylığına... Başbakan’ın iki yardımcısının Arınç’la girdikleri "laiklik" tartışmasına... Başbakan’ın uçaktaki balans ayarına bakıldığında AKP’de "Post Erdoğan" riskinin şimdiden hesaba katılması gerektiği belli.

Daha önce damdan düşenler bu yüzden uyarıyor!

Hocaefendi’nin ağırlığı ne yöne

Fethullah Gülen’in 7 yıllık zorunlu ABD ikametinden dönüşü Türkiye’deki siyasi dengeleri mutlaka bozacak. Ancak bu siyasi sürecin kime yarayacağı henüz belli değil. Çünkü:

1) AKP, Gülen’in dönüşünü muhafazakár kesime bir zafer olarak satacak, seçimde kullanacak.

2) Ama Gülen’le birlikte İslami kutup sayısı ikiye çıkacak. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Şubat sürecinde Erbakan’a karşı çıkacak kadar güce sahip bir rakibi olacak.

Fethullah Gülen’in geçmiş siyasi çizgisi kanıtlıyor ki; Hocaefendi ağırlığını her iki tarafa da koyabilir, ne olacağını zaman gösterir.

İkinci Soğuk Savaş

ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in Litvanya’da Rusya’yı hedef alan konuşması, Moskova’yı çok rahatsız etti. Öyle ki Rus gazeteleri, Cheney’in sözlerini İngiliz lideri Winston Churchill’in Missouri’de konuşmasıyla kıyasladı. Churchill’in "Avrupa’nın ortasında bir demirperde yükseliyor" ifadesi, Soğuk Savaş’ın simgesi demirperde deyimini yaratmıştı. Eğer Ruslar haklıysa ve İkinci Soğuk Savaş günleri yaklaşıyorsa, kanat ülke Türkiye’nin bölünmüş siyaseti büyük risk taşıyor. İnanmayan, 1960 ve 70’lerin kardeş kavgasını hatırlasın.

Milli Görüş’ün patent sahibi

Milli Görüş çizgisi, bir dizi partiye ilham verdi. MNP, MSP, Refah, Fazilet, Saadet... Milli Görüş gömleğini çıkarttığını açıklayan Başbakan ve ekibi, Erbakan Hoca tarafından taklitçilikle suçlanıyor. Oysa Vakit yazarı Abdurrahman Dilipak ile Hulusi Şentürk’ün ortak çalışması "Din Adına Siyaset" isimli kitapta muhafazakár çizginin ilk patent sahibi anlatılıyor. Nuri Demirağ’ın 1945’te kurduğu Milli Kalkınma Partisi’nin parti programından örnek veriliyor: "Önce ahlak ve maneviyat, şahsiyetli dış politika, İslam Birliği fikri, sanayileşme, yolsuzlukla mücadele, Diyanet’in özerkleşmesi, Boğaz Köprüsü vb."
Yazının Devamını Oku

Fenerbahçe kaç kat büyüyecek?

30 Nisan 2006
DİYELİM ki bir başbakan veya muhalefet lideri çıktı ve dedi ki, "Türk insanını dört yıl içinde Avrupa’nın en zengini yapacağım"... Belki siz okur sıfatıyla, meseleyi sadece bu iddiaya gönül koymak veya gülüp geçmekten ibaret sayarsınız. Ama gazeteci aynı lafı ciddiye almak, sorgulamak zorundadır.

Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 25 milyona ulaştığı tahmin edilen (veya ileri sürülen) taraftar sayısıyla siyasi partiden geri kalır hali yok. Bu yüzden eğer Başkanı Aziz Yıldırım, "Fenerbahçe kasasına 2010 yılından itibaren her yıl 400 milyon dolar girecek, Avrupa’nın bir numarası olacağız" iddiasını ortaya koyarsa bu ifadenin her harfi mercek altına alınır.

400 milyon dolar, yani bugünkü pariteyle 320-330 milyon Euro.

Fenerbahçe’nin ilan edilen son yıllık geliriyse 98.5 milyon Euro.

Yani ilk bakışta Fener’in gelirinin dört yılda 3 katına çıkması, Aziz Başkan’ın iddiasını yerine getirmesine yetecek gibi gözüküyor. Ne var ki Fenerbahçe’nin 98.5 milyon Euro’luk gelir rakamına itiraz edenler de var. Örneğin Tuğrul Akşar. 44 yaşındaki bu bankacı, yıllardır futbol ekonomisi hakkında rakamsal analiz yapıyor. Son makalesinde (www.fesam.org) Fenerbahçe bilançosunu irdeliyor ve şu kalemlerin bilançonun gelir tarafından düşülmesi gerektiğini söylüyor.

4.857.495 YTL tutarındaki "gelecek yıllara ait gelir".

Sportif A.Ş.’ye kulüpçe devredilen 19.774.600 YTL tutarındaki gelir.

Sportif A.Ş.’nin kulübe ödemiş olduğu temettü geliri ile FBSK’nın gelir ve gider tablosunda yer alan "temettü gelirleri" arasındaki 14.337.832,64 YTL tutarındaki fark.

Eğer Tuğrul Aşkar’ın analizi doğruysa, Fenerbahçe’nin geliri 98.5 milyon Euro değil sadece 56.5 milyon Euro. Yani ilan edilenden yaklaşık yüzde 50 daha az.

Bu durumda 330 milyon Euro’luk 2010 hedefine ulaşmak için Fener’in gelirinin 3 değil 6 katına çıkması lazım. Peki bu mümkün mü, gelin birlikte tartışalım:

Futbolun bilançosu o kadar karışık değil. Maç bileti, yayın gelirleri, futbolcu bonservisleri. Önümüzdeki dört yılda bu kalemlerden 5 kat daha fazla gelir sağlamak zor gözüküyor.

Futbol dışı ticari gelirlerin de Türkiye ortalamasının çok üstünde artmasını beklemek yanlış. Ama tabii ki Şükrü Saracoğlu Stadı’nda petrol bulunduysa o başka!

Özetle, Aziz Başkan’ın iddiasının rakamsal mantığı izaha muhtaç.

Ama yanlış anlamayın, başkan ile taraftarın ilişkisine kimse ipotek koyamaz. Biri söyler, diğeri dinler, inanır, kimse karışamaz. Yalnız Fenerbahçe, on binlerce ortağı olan halka açık bir şirket.

O yüzden rakam açıklarken ciddiyet şart, küçük yatırımcıyı yanıltmak günahtır.

Polisin değil otobüsün bile girmediği semt var

SANIRIM 20 yıl kadar önceydi. Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyonu izlemek üzere önce Diyarbakır’a uğradım, kıdemli bir istihbaratçıyla buluştum. Odasındaki bölge haritasını gösterdi ve dedi ki:

Cudi’ye dikkat edin, etrafındaki her yerleşim biriminin nüfusu katlanıyor. Oysa ne Cizre’nin, Silopi’nin, ne de Şırnak’ın bu nüfusu kaldıracak altyapısı var. İstihdam sağlaması da mümkün değil.

Ardından şu analizi dile getirdi:

Küçük köylerden göç edip ilçeleri büyük köylere çeviren nüfus susuz, elektriksiz, okulsuz kalacak. Çaresiz göç devam edecek, önce Diyarbakır’a sonra da büyük kentlere.

Güneydoğu’nun boşalması, Türkiye’de siyasetten ekonomiye kadar her taşı yerinden oynattı.

Cudi ve Şırnak bölgesinde yapılan askeri yığınağı görünce o karanlık günleri hatırladım.

Ardından işgücü istatistiklerine bir kez daha göz attım.

Tarımsal istihdamda çok ciddi bir gerileme söz konusu. Çünkü 2005 yazında tarımsal üretimin pazarlanmasında ciddi sorunlar yaşandı. Köylünün geliri düştü. Belli ki göç kervanları yine düzüldü, yoksulların büyük kentlere yürüyüşü başladı. Ziraat Odaları Başkanı Şemsi Bayraktar, "Son 25 yılın en büyük göçü yaşanıyor" diyor.

Geçenlerde CNN Türk’te ilginç bir haber vardı: İstanbul’da varoşlara otobüs seferleri belirli bir saatten sonra yapılamıyor, şoförler güvenli saymadıkları güzergáha girmiyor.

Eskiden tehlikenin büyüklüğünü anlatmak için "kurtarılmış bölgelere polis bile giremiyor" örneği verilirdi. Bugünse aynı semtlere otobüs bile giremiyor.

O köyler hakikaten bizim köyümüz mü? Yoksa...

Büyük Göçün Tablosu

2005 yılında HER 3 kişiden biri, 2006 yılında HER 4 kişiden biri,  TARIMDA İŞ BULDU.

2005 yılında tarımda istihdam, 1 MİLYON 289 BİN KİŞİ GERİLEDİ.

Yarısı evli ve 2 çocuklu olsa, 3 MİLYON KİŞİNİN GELİRİ  KESİLDİ/AZALDI.
Yazının Devamını Oku

Başka çare yok temas muhakkak

23 Nisan 2006
GÜNEYDOĞU’daki kışla duvarlarına çakılı tabelalar nerede yaşadığınızı, hayatta kalmak için nasıl uyanık kalmanız gerektiğini iki basit kelimeyle hatırlatır:<br><br>"Temas muhakkak." Yani savaş kaçınılmaz!

Yıllar sonra bölgeden yine askeri yığınak haberleri, tank-top görüntüleri geliyor.

İstatistiklere göre Türk nüfusunun üçte ikisi 18’inden küçük.

Demek ki silahların sustuğu 10 yıla yakın sürede yeni bir kuşak yetişti.

Terörle mücadelenin üçüncü kuşağa özel rehberini yazmak da varmış kaderde. Keşke yazmaya mecbur kalmasaydık, ama önümüzdeki günlerde şiddeti artacak çatışmaları izlerken, genç kardeşlerimiz bazı gerçekleri unutmasın istedik.

Mesela Güneydoğu, neden Vietnam olmadı?

Bu sorunun birden fazla siyasi yanıtı var mutlaka... TSK, ABD gibi işgal ordusu değil vb...

Ancak askeri açıdan Türk ordusunun ABD’nin düştüğü yanılgıyı tekrarlamadığı da muhakkak.

ABD ordusu Vietnam’da alan hákimiyetini koruyamadı. Vietkong küçük birliklere saldırarak, askerlerin daha büyük merkezlere toplanmasını becerdi. Sonra bu merkezleri kuşatarak, taciz ederek ABD’nin Vietnam’dan çekilmesini sağladı.

Belki hatırlayan çıkar, PKK 1980’li yılların başında aynı taktiği denedi. Sınır karakollarına, mezralara saldırdı, askeri ve devlete sadık nüfusu birkaç merkeze toplanmaya zorladı. Ama TSK çabuk ayıldı, askeri birlikler takviye edildi, Güneydoğu’da askerin postalının değmediği yer kalmadı. Ordu değil PKK yerinden kıpırdayamaz hale geldi. Zafer böyle kazanıldı!

Dolayısıyla TSK’nın bölgedeki askeri yığınağı önce can kaybını artırabilir, ama sonuç itibarıyla kalıcı huzur ve sükûn ortamına hizmet edecektir, korkmayın.

Askeri yığınağın Irak’la ilgisi var mı?

Mutlaka var, ama amaç sanıldığı gibi Irak’tan toprak işgali değil.

Aksine Irak’ta patlak verecek olası bir iç savaş sonucunda Türk sınırına dönük mülteci akını hesaba katılıyor.

Yani toprak iştahıyla değil, 1988 ve 1991 örneğinde olduğu gibi yüz binlerce Kürt mülteci korkusuyla önlem alınıyor.

Operasyon, yaşam kalitesine zarar verir mi?

Özellikle Habur kapısı kapatılırsa bölgenin Kuzey Irak’la yıllık 1.5 milyar dolarlık ticareti durma noktasına gelebilir.

Hem bölge ekonomisi, hem de Türkiye’den beslenen Kuzey Irak kaybeder.

Türkiye 8 yıl sonra yine askeri seçeneğe zorlandı. Dileriz son kez olur.

Seçim denklemi

Biliyorsunuz hep bu yıl erken seçim olacak diye ısrar ettim. Ancak Güneydoğu’da askeri operasyon seçim hesabını bozar. Eğer AKP, terörle mücadelede başarı sağlarsa, Başbakan 2007’de Köşk’e çıkar, AKP zamanında yapılan seçimde şansını korur. Aksi halde AKP de Kürt meselesi girdabında boğulan siyasi partiler kervanına katılır.

PKK’ya karşı dört müttefik

PKK sadece askeri açıdan değil siyaseten de zorda.

Avrupa Parlamentosu ve Batı kamuoyu, PKK’nın terör eylemlerinden rahatsız. Müzakere sürecini başlatan Türkiye’nin toprak bütünlüğü artık AB’nin de meselesidir.

ABD, Türkiye’nin Güneydoğu’da kontrolünü yitirmesini, muhtemel İran savaşı öncesinde asla istemez. Tam aksine Türk ordusunun bölgedeki varlığı, İran silahlı kuvvetlerinin gücünü böler.

Hem İran, hem de Kuzey Irak’taki Kürt liderler Türkiye’ye bu operasyonda yardım eder. İran kendi Kürtlerine mesaj vermeyi, Kürt liderler de siyasi rekabetten kurtulmayı amaçlar.

Yalnız terörle mücadele gül bahçesinde dolaşmaya benzemez, uyaralım. Çünkü duyduğumuza göre İstanbul piyasası, cuma günü "Türkiye, ABD’nin izniyle Irak’a girecek, Musul-Kerkük petrolü bizim olacak" hayaliyle coşmuş. Bu kadarı da fazla!

Harita değil referandum isteriz

AKP, özgürlüklerin merkezi hükümetçe kısıtlanmasına karşı mücadele veren bir parti öyle değil mi? Üniversiteye türbanlı öğrenci kabulünden tutun, Kuran kurslarının yaş sınırına kadar her konuda milli iradeye başvurulmasını öneren kadrolar, neden İstanbul’a yeni cami inşasını o kentin sakinlerine hiç sormaz acaba? Göztepe camiine ihtiyaç olup olmadığına, varsa nereye yapılacağına o semtin seçmeni referandumla karar veremez mi? Yasaklardan şikáyet ederken dayatmadan kaçınmak, özgürlük mücadelesinde samimiyet testi sayılmaz mı sizce de? Gelin yerel demokrasiye bir şans verin.
Yazının Devamını Oku

Cana da cama da değdi, sayın vali

16 Nisan 2006
DİYARBAKIR Valisi Efkan Ala’nın kontrolden çıkan terör, yağma ve talan olaylarına bakışını özetleyen "cana değil cama gelsin; camlar, çerçeveler yerine konulur, ama can yerine konulabilir mi?" sözlerine itirazımı yazmak için ortalığın biraz yatışmasını bekledim.

İlk bakışta çok insani, bilgece ve olayları yatıştırıcı gibi gözüken bu ifadedeki yanlış nerede biliyor musunuz? Otorite kalkanının koruma alanının canla başladığının varsayılması!

Aklıma hemen ABD’den biri akademik, diğeri sokaktan iki örnek geldi.

İKİ OTOMOBİLİN KADERİ

Stanford Üniversitesi’nden Philip Zimbardo ve öğrencileri, on yaşında iki Oldsmobile marka otomobili iki ayrı kentte biri yoksul, diğeri zengin iki semte park etti. Plakaları sökülen, kapıları bilerek kilitlenmeyen araçlar çevrenin insafına bırakıldı. Yoksul ve suç yuvası New York Bronx’taki otomobilin yağma ve tahribi hemen başladı ve üç günde tamamlandı. Oysa California’nın zengin mahallesinde bir hafta süreyle otomobile dokunan çıkmadı. Ta ki Zimbardo ve öğrencileri, bir balyozu kapıp otomobile ilk hasarı verene kadar. Sonrası Bronx’la aynı hikáye.

Yazının Devamını Oku

Fenerbahçe 16’ncıysa Aston Villa’ya ne oldu?

9 Nisan 2006
FENERBAHÇE geçenlerde (14 Mart tarihli gazeteler) dünyanın en zengin onaltıncı kulübü olduğunu ilan etti. Metot açısından ciddi itirazım var. Çünkü Fenerbahçe’nin kullandığı verilere kaynak oluşturan yabancı rapora ulaştım, içinde Fenerbahçe ile ilgili tek bir satıra rastlamadım. Tekrar ediyorum, raporda Fenerbahçe’nin ismi geçmiyor. Yani değil 16’ncılık, Fener ilk 25 kulüp arasında bile sayılmıyor!

Sözünü ettiğim rapor, Deloitte şirketine ait.

Aşağıda internet adresini verdiğim Türkçe siteden aktarırsak, Deloitte şirketi;

150’ye yakın ülkede, 700 ofiste 120 bin kişiyi çalıştıran dünyanın en büyük muhasebe, denetim, vergi, yönetim ve danışmanlık firmalarından birisi.

Müşterileri arasında dünyanın en büyük 25 bankasından 6’sı, dünyanın en büyük 3 sigorta şirketi, en büyük perakende satış zinciri kuruluşu, Dünya Bankası, GM ve P&G de var./images/100/0x0/55ea94fdf018fbb8f8895e96

Deloitte, 9 yıldır dünyanın futbol kulüplerini gelirlerine göre "Football Money League" yani "Futbol Para Ligi" raporunda sıralıyor.

Fenerbahçe yöneticisi Abdülkadir Kuşin de medyaya dağıttığı tabloda bu şirketin raporunu kullanıyor. Yalnız üç önemli farkla:

a) Şubat 2006 raporu yerine Şubat 2005 tarihli bir önceki listeyi kullanıyor.

b) Listeye Fenerbahçe’yi (kendi gelir hesabına göre) 16’ncı sıradan ekliyor.

c) Orijinal listede 16’ncı olan Manchester City ile takip eden Schalke, Marsilya, G. Rangers birer basamak aşağıya kayıyor, Aston Villa liste dışı kalıyor.

Aslında bu garip hesaba en güzel yanıt, yine Deloitte’in son raporunda veriliyor. 2005 raporuna göre kendisini dünya 16’ncısı ilan eden Fenerbahçe, 2006 raporunda da yer almıyor. Yani Fenerbahçe’nin hesabını dünyada sadece kendi yöneticisiyle taraftarı biliyor, kabul ediyor.

* * *

Fenerbahçe
gibi büyük bir şirketin küresel pozisyonunu tarifi çok daha ciddi olmalıydı.

İlan ettiği geliri, kullandığı raporun sahibi Deloitte’ye denetletmeli, uluslararası onay almalıydı. Şampiyonlar Ligi gibi dünya futbol mali liginin de kuralları var! Kimse kendi kafasına göre şampiyonluk ilan edemez. Aksi halde yapılan Çetin Altan üstadın adını koyduğu gibi, "Türk’ün Türk’e propagandası" hevesiyle sınırlı kalır.

Deloitte Futbol Para Ligi’nde 2006 şampiyonu Real Madrid. Parantez içindeki rakamlar aynı kulübün bir önceki yılki sırasını gösteriyor. Fenerbahçe’nin ismi tablodan da anlaşılacağı üzere geçen yılın 16’ncısı Manchester City’nin yerine yazılmış.

Deloitte 2006 raporu için: http://www.deloitte.com/dtt/cda/doc/content/Deloitte%20Football%20Money%20League%202006.pdf

Deloitte 2005 raporu için: http://www.deloitte.com/dtt/cda/doc/content/DeloitteFootballMoneyLeague2005.pdf

Ensari: Talimatla büyüme

Sürpriz büyüme rakamına bir itiraz da eski DİE Başkanı Sıddık Ensari’den geldi.

Ensari diyor ki: "2005’in son üç ayında yıllık ortalama fiyat artış hızı yüzde 1’in altında varsayıldı, bu sayede büyüme yükseldi." Ensari bu hesabın mümkün olmadığını aktarıyor ve devam ediyor: "Ya bariz bir hata var veya talimat. Eğer varsa talimatlı büyüme kabul edilemez."

Yazıya önsöz

Asla fanatik sayılmam, ancak talebelikte Beşiktaş’ın lisanslı sporcusuydum.

Bu yazıya ilham veren Yayın Koordinatörümüz Fikret Ercan, Beşiktaş yöneticisidir.

Fenerbahçe’nin tablosunu hazırlayan Abdülkadir Kuşin, Hürriyet mazisi de olan saygın bir isimdir.
Yazının Devamını Oku

Ya Habur yeniden kapanırsa

2 Nisan 2006
ÇOK kutuplu dünyada düşman kamplar teröre para, silah ve hatta insan kaynağı sağlamakta yarışırdı. Ama 11 Eylül’den sonra koşullar çok değişti. Komşunun teröristi hálá diğerine özgürlük savaşçısı gibi gelebilir. Ancak artık para transferi, silah satışı, eğitim kampı vermek kolay iş değil.

Geriye kalıyor iç kaynaklar. Son bağımsız Türk devleti 2001 krizinde iflas bayrağı çekti. Trafik cezasını postalayacak pul parası dahi bulamıyor, değil ki Güneydoğu’da korucu, itirafçı beslesin, PKK’ya para kaptırsın. Değirmenin suyunun nereden geldiği belli:

Ülkenin batısı Avrupa Birliği rüzgárıyla gelişen ekonomilere kilitlendi.

Güneydoğu’daki ekonomi ise ABD eliyle zenginleşen Kürt otonom bölgesi sayesinde serpildi.

Şaka değil, Diyarbakır merkezli bölge ekonomisinin Kuzey Irak’la ticareti 1.5 milyar doları aştı. 4-5 milyon nüfuslu bölge için büyük para!

Ayrıca bu kaynağın devreye giriş zamanlaması da önemli. Batı’dan yeni yatırım, devlet yardımı kesildiği zaman can suyu gibi imdada yetişti Kuzey Irak pazarı.

Bunları neden anlatıyorum... Başlıktaki soruya yanıt olsun diye.

Çünkü terörün kaynağını bu kez bizzat teröristler kurutuyor bilesiniz.

Mesela Güneydoğu’daki olaylar tırmanırsa, yeni bir temizlik harekátı kaçınılmaz.

Bu harekát sırasında Kuzey Irak sınırının yani Habur’un kapatılması muhtemel.

Habur kapanırsa ne kamyon trafiği kalır Kuzey Irak’la, ne de ticaret. PKK haraç alamaz hale gelir. Bugün bölge işadamlarından, esnaftan duyulan cılız itirazlar isyana dönüşebilir.

Terörün kendi kanında boğulması zaman meselesidir. Üstelik Susurluk çetesini hortlatıp çat-pata soyunmaktan daha garantilidir.

Erken kalkanların ekonomisi

YAKLAŞIK 7 yıldır TV’deki sabah programına yetişmek için yataktan kuşluk vakti kalkıyorum.

Her geçen gün etrafımdaki sabahçı nüfusun geometrik artışını şaşkınlıkla izliyorum./images/100/0x0/55ea946cf018fbb8f8893a1d

Eskiden sadece okul servisleri ve afyonu patlamamış öğrencilerle paylaştığım sokaklar, artık sabah sporu için sahilde yürüyen çiftlerle dolu.

Gazete büfeleri yalnızca toptancı kapıcılara değil erkenci haber tiryakilerine de satış yapıyor. Semtin pastaneleri bile poğaçayı bir saat erkene aldı.

Güne erken başlama merakı bize özgü değil. WSJ haberine göre ABD’de çalar saatler artık 30 dakikayla 1 saat kadar erkene kuruluyor. Hayatın biyoritmi elektrik ve su kullanımına da yansıyor. 13 eyaletin elektriğini satan şirket verilerine göre tüketimde tepe noktası sabah 5 ile 7 arası. Su şirketi saat 5.30’da ilave yüzde 20 talebi karşılamakta zorlanıyor. Çünkü duş ve tuvaletlerin yanı sıra çamaşır/bulaşık makineleri artık yarım/bir saat erken devreye giriyor.

Erken kalkanların ekonomisi hizmet saatlerini de yeniden düzenliyor.

Ofis malzemesi satan dükkánlar sabah saat 7’de açılmaya başlıyor, Californialı psikolog yine aynı saatte hasta kabul ediyor. 25-54 yaş grubunda erken saatte TV izleyenlerin sayısının son 10 yılda ikiye katlandığını fark eden CNN, sabah programını saat 6’ya çekiyor, anchorlar işe sabahın 3’ünde gidiyor. (Bunu neden yazdım ki, inşallah bizimkiler okumaz!)

Eğer hayat küçük zevklerini biz istediğimiz zaman değil ancak fırsat bulabildiğimizde tatmamızı emrediyorsa; hizmet sektörü de buna ayak uydurmalı.

Devlet ibret-i álem hevesiyle rezil oldu

NEDENSE Ankara kafası arada sırada "şöyle bir ibret-i álem ceza vereyim de herkes korksun" hevesine kapılır. /images/100/0x0/55ea946cf018fbb8f8893a1fHerhalde haberini okudunuz, 19 yaşındaki Beşiktaş taraftarı İstanbul Valisi’ne yolladığı fanatik elektronik postada terbiyesizlik etti, hakarette bulundu.

Devletin polisi de işini gücünü yani gaspçıyı, eroinciyi, hırsızı, uğursuzu bir yana bırakıp gencin peşine düştü, derdest etti. Gökhan Elçi isimli genç tutuklanıp 14 gün hapis yattı. Daha ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.

Peki neden yargılanacak bu çocuk? Kamu görevlisine, görevi nedeniyle hakaretten...

Öyle mi, peki polisi kendi silahıyla vuran gaspçı kime hakaret etmiş oldu, İstanbul kara teslim olduğunda hangi kamu görevlisine beddua edildi? Eroinci babalara polis köstebeği haber uçururken hangi mesleğe ihanet edildi? Eğer devlet baba, valinin şahsında namus temizliğine niyetlendiyse öyle perakende olmaz, faturayı toptan kessin, çünkü milletçe suç ortağıyız.
Yazının Devamını Oku

Fark zenginliktir üniformaysa ayırır

26 Mart 2006
ALMAN gazeteci salona, "Bir oyun oynayalım mı?" diye seslendi, ardından ekledi: - Size üç soru yönelteceğim. İçinizden geçen ilk yanıtı hatırınızda tutun...

Ardından saymaya başladı (isterseniz siz de içinizden soruları yanıtlayın):

- Bir renk.

- ...

- Bir alet./images/100/0x0/55eb354bf018fbb8f8b2610b

- ...

- Bir müzik enstrümanı.

- ...

Sıra yanıtlara gelince Alman gazeteci yine salona hitap etti:

- Renk deyince aklına önce "kırmızı" gelmeyen var mıydı?

Salondan tek tük el kalktı, konuk gazeteci devam etti:

- Peki alet olarak "çekiç" düşünmeyen.

Yine az sayıda dinleyici farkını gösterdi, son yanıta gelindi:

- Düşündüğümüz müzik enstrümanı da herhalde "piyano" oldu.

Salondan itiraz yerine hayret dolu gülüşler yükselince testi uygulayan Alman medya yöneticisi, öldürücü finalini sahneledi:

- Bayanlar baylar, bir salon dolusu gazeteci aynı sembollerle/sınırlarla düşünüyorsa, bastığımız gazete ve dergilerin, TV yayınlarının farklılaşması mümkün olabilir mi?

Küresel
ve sınırsız dünyada, fast food kültüründe, farkını yitiren sadece medya mı?

Yoksa dünya artık tek kutuplu, tek tip düzene mi geçiyor derseniz, sanırım ikincisi.

O zaman her nevi fark (Alman gazetecinin de aradığı) aslında zenginlik sayılmaz mı?

Ve herkesin lacivert takımla dolaştığı başkentte türbanlı eş farkına kızılır mı?

Kesinlikle hayır. Zaten türbanlı bürokrat eşlerine 20 yıl önce de (Özal hükümetinde) rastlanır ve fazla yadırganmazdı. Galiba türbanın fark olmaktan çıkıp üniformaya dönüşmesidir asıl tepkiye yol açan. Çünkü malum, üniformada gönüllülük usulü geçmez, zorunluluk esastır. Üniformanın yetkisi kadar sorumluluğu da vardır. Polis ve asker silah kullanır, doktorla hemşire tedavi etmeye mecburdur.

Üstelik üniformanın herkesi tek tipe indiren, ötekiyi dışlayan özelliğini de unutmayın.

Başı açık kadının kocasının devlette terfi edemeyeceğine kanıt gibi duran tesettürlü bürokrat eşlerinin toplu (ve sembol) fotoğrafı... Acaba birilerinin umduğu gibi örnek teşkil ederek İslami hassasiyeti mi artırır; yoksa ahaliyi iyice dinden imandan mı çıkartır?

Sanırım bu soru hakiki müminleri daha çok ilgilendirir, kafa yormalarını gerektirir.

Hani meydanlar türban

yasağı yüzünden doluyordu

Merkez Bankası’na atama kavgası türban meselesini yine kaşıdı.

Üniversite kapısındaki kızlarla tesettürlü bürokrat eşinin ne ilgisi var ki?

Olur mu, birisinin eğitim hakkı, diğerinin eşinin terfisi önlenmek isteniyor.

Aradaki tek benzerlik ne biliyor musun, AKP’nin vücut dilinden anlamaları.

AKP türbanı ne üniversitede, ne de resmi dairede çözebildi.

Peki sence türban hálá yasaksa meydanlar neden boş, nerede binlerce protestocu.

AKP iktidarda olduğu için yumuşak davranıyorlar, başkası olsa kıyamet kopardı diyorsun.

Aynen öyle, karikatür krizindeki gösteriler bile ne kadar cılız kaldı hatırlasana.

Demek ki tıpkı şarkıdaki gibi; masum değiliz, hiçbirimiz.
Yazının Devamını Oku

Başkan mı aranıyor yoksa memur mu?

19 Mart 2006
BAYRAK da semboldür, tespih de.Yakın tarihte bıyık şekli yüzünden (pos bıyık=Stalinist, sarkık bıyık=ülkücü, badem bıyık=İslamcı) hedef alınıp, can verenler bile vardı. Ankara’da bürokrasinin sembölü kravat, siyasetin rengi laciverttir.

Değişmez mi, elbette değişir. Ama işgal ordusu mantığıyla değil.

* * *

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası’na atamayı üç gerekçeyle savunuyor:

1) Devlet Memurları Kanunu’na göre eşin türbanlı olması sakınca sayılmaz.

2) Atamada eşinin türbanı değil adayın liyakatı (layık olması) önemli.

3) Merkez Bankası Başkanı değişti diye ekonomik istikrar bozulmaz.

Her üç gerekçeye de itirazımız var, tek tek sayalım.

* * *

Aslında Başbakan daha ilk cümlede kendisini ele veriyor: Devlet Memurları Yasası’na referansla Merkez Bankası Başkanı’nı memuru saydığını ortaya koyuyor. Merkez Bankası’nın siyasi iktidardan bağımsız bir kurum, başkanının memur olmadığını unutmuşa benziyor.

Yeni başkanın nerelere layık olduğunun ölçüsü ne AKP tabanıdır, ne de Türk piyasaları. Asıl sınav Türkiye’ye bir yılda 50 milyar dolar yatıran küresel ekonomide verilecek, unutulmasın!

* * *

Kafa karışmasın: Türbanı kriter/ölçü haline getiren bizzat hükümetin kendisi. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na başkan seçimi, aile meclisine komşu daveti mantığıyla yürümez.

Eleştirdiğimiz türban değil, altında yatan zihniyet birliğidir.

İktidarda CHP olsa ve Merkez Bankası’na parti meclisinden atama yapılsa tavrımız/isyanımız emin olun ki değişmezdi.

Çünkü yakın tarihteki en başarısız iki başkan dönemin siyasi iktidarlarının sözünden çıkmayan isimler olarak bilinirdi. Birisinin görev süresi devalüasyonla noktalandı, diğeri erken seçimde politikaya atıldı. Özetle iktidara yaranan başkan ülkeye yaramıyor!

Krizle gelen işsizlikle gider

EKONOMİ bahsi açıldığında Başbakan neden bu kadar kızıyor? /images/100/0x0/55ea7799f018fbb8f881d9e7

- Kolay değil; iki yıl süre istedi, dört yıl doluyor, işsizliği çözemedi.

Büyüme henüz üretim ve istihdama yansımadı o zaman.

- Öyle, üstelik çalışmaya hazır nüfus, istihdam artışından hızlı büyüyor.

Ama galiba asıl tehlike, Başbakanlık önünde yeniden oluşan kuyruklar.

- Önce tekstil, şimdi turizm, belki yarın otomotivciler, hepsi yardım istiyor.

Verilen her ilave teşvik Türkiye’nin mali disiplinini bozuyor.

- O zaman cari açık da ciddi risk olarak algılanacak.

-Neden, ne alakası var?

- Cari açıkla kamu açığı el ele büyürse yabancılar korkar.

Çünkü borç verdikleri paranın seçim yatırımına gitmesini istemezler.

İcraatsız çetenin şöhret kariyeri

SON yılların en ilginç çetesi Ankara’dan çıktı. "Sauna Çetesi" denilen teşkilatın neredeyse tamamı tutuklu, ama bilinen tek bir cinayet veya yaralamaları yok. Tehdit, haraç ve santaj konusundaki icraatları bile henüz rivayet kipiyle anlatılıyor. Devlet hastanesinden şizofren raporlu liderleri konuşmasa belki hepsi yarın çıkar. Ama eski medyum yeni çeteci ağzını her açtığında bir meşhurun ismini veriyor, havasını basıyor. Belli ki şimdilik "namım yürüsün" istiyor, eğer çıkabilirse bu şöhrete dayalı icraat amaçlıyor.
Yazının Devamını Oku