Enis Berberoğlu

Altı bomba devlete dokuz bomba sivile

13 Kasım 2005
GÜNEYDOĞU’daki rehavetten tabir yerindeyse bomba sesiyle uyandık. <br><br>Dört aydan kısa bir süre içinde Hakkári il sınırlarında patlayan 16 bombadan sonuncusunun hikáyesini, Şemdinli rezaletinin perde arkasını Hürriyet’in deneyimli habercileri Gülden Aydın ve Levent Arslan’dan öğrendiniz zaten. Ama gözüken o ki, kimsenin gerçeğe merakı kalmadı.

Yeter ki ezber bozulmasın, propaganda malzemesi eksilmesin.

PKK’lı akbabalar cenazeye üşüştü, terörü devlete ihaleye yeltendi.

Devlet gölgesinde yolunu bulan çeteler, vatan-millet-Sakarya nutku attı.

Olan yine garip yöre halkına oldu.

* * *

Biliyoruz bu coğrafyada kimsenin hesaba, kitaba ve dahi rakama güveni yoktur. Ama yine de terörün gerçek hedefinin nasıl ıskalandığını sayısal analizle anlatmayı deneyelim:

15 Temmuz 2005 ile 8 Kasım 2005 tarihleri arasında Hakkári il sınırları içinde patlayan 16 bombanın 6’sı devlet binalarını ve güvenlik güçlerini hedef aldı.

Sadece bir tanesi örgüt propagandası olarak yorumlanabilecek bir eylem yerinin yakınında patladı. Kalan tam 9 patlamada siviller öldü, yaralandı, maddi zarar gördü.

Devlet 6 bombayla yılmaz, Hakkári’den kaçmaz.

PKK da tek bombayla terbiye edilemez, malum.

Peki halka kim neden zulmediyor, ne umuyor?

Dün öğle saatlerinde Hürriyet’i ziyaret eden Mehmet Ağar’ın tespiti önemli:

- Terör örgütü Hakkári’yi kurtarılmış bölge ilan etmeye çalışıyor. Böylece ileride uluslararası askeri müdahaleye zemin oluşturma niyetinde.

* * *

Güneydoğu’da gerçek zaten soğan gibi kat kat kabuğun altındadır.

Ama özellikle Hakkári kan ile rantın harman edildiği yerdir.

Bombaların sivil hedeflerinin dökümüne göz atalım:

Aynı işmerkezine iki bomba.

Bir diğer işmerkezine bomba.

Bir otobüse bomba.

Bir lokantaya bomba...

Akçeli işler söz konusu olunca failin eşkáli hakkında tahmin muhtelif olur.

Ne demek istediğimizi yedi yıl önce Yüksekova kitabının önsözüne yazdık:

‘...Kitabın adı, ‘Kod adı Yüksekova’ olarak seçildi. Çünkü Yüksekova aslında Susurluk’un anasıdır. Çeteler, korucular, itirafçılar Yüksekova’nın yüksek rantlı suç ilişkileri yüzünden doğdu, PKK bu coğrafyada boy attı, mali destek buldu. Devlet örgütü Yüksekova kahramanları ile tanışan, zorunlu olarak birlikte çalışan ve bazen baştan çıkan personeli nedeniyle kirlendi. İtiraf edeyim ki, bazen Türkiye haritasına bakarken sadece Güneydoğu’dan ibaret olduğu kábusuna kapılıyorum.’

* * *

Güneydoğu savaşı durdu, yine başladı.

Çetelerin kökü kurur gibi oldu, sonra yeniden hortladı.

O yüzden hükümet boşuna ‘Şemdinli’yi aydınlattık’ diye övünmesin.

Bataklık kurutulmadan sivrisinek mücadelesinin yararı yoktur.

Savaşın siyasi sorumluluğundan kaçmak mümkün değildir.
Yazının Devamını Oku

Oğuz, Ümit ile Avni ve son ölümcül hata

6 Kasım 2005
ŞIRNAK’ın Uludere’sinde askerlik başka yere benzemez. Dağ başında, çıplak çukurda sabahlanır, ecele yatar misali uykuya dalınır. Oğuz, Ümit ve Avni’nin öyküsünü günlerdir gazetelerde okuyor, TV’de izliyorsunuz. Yaralanınca babasını arayıp helalleşen ve şehit düşen Oğuz. Aynı mevzinin ikinci şehidi Ümit ve cep telefonunun sahibi yaralı kurtulan Avni. Avni o anı anlatıyor:

- Telefon Oğuz’daydı... Arayan olunca bana getiriyordu.

Yani gece karanlığında PKK’ya pusu atan askere çağrı geliyor, birden fazla kişi aynı telefonla haberleşiyor.

Muhtemelen sağır sultan bile duyuyor. Ölümcül hatalardan ilki!

Avni devam ediyor:

- Ümit (ikinci şehit) mevzidekilere çay dağıtıyordu.

Ateş ve sigara da var mı bilinmez; ama ortalıkta çay muhabbeti olduğu kesin.

Ölümcül hatalardan ikincisi!

Avni nasıl yaralandığını aktarıyor:

- Alttan, dere yatağından el bombası attılar.

Demek ki askerin hákim (üstte) pozisyonuna rağmen sohbet, muhabbet ve çay derken PKK’nın yaklaştığı duyulmadı.

Son ve kesin ölümcül hata!

Bu hataları da şehit cenazesiyle birlikte gömüp unutmamak gerek.

Çünkü ucunda ölüm olan bu hataların tekrarı canımızı daha fazla acıtır.

Eminim şehitlerin komutanı da aynı fikirdedir.

Güneydoğu kriteri

Sovyet imparatorluğunun yükselişi ve çöküşü. Duvarın dikilmesi ve yıkılması... Hepsi son 50 yıla sığdı.

Üstelik son 15 yılı duvarın altından çıkan pislikleri elbirliğiyle temizlemekle geçirdik. Susurluk gibi, banka hortumları gibi, İslami terör gibi. Mucize başarıldı, siyasi İslam tabanlı AKP ile ekonomide IMF’ye, siyasette AB’ye çapa çaktık. Geriye sadece Güneydoğu ve Kürt meselesi kaldı. AKP bu son kaleyi de düşürürse tarihe geçer, aksi haldeyse gelecek seçimde siyaset mezarlığındaki yeri hazır.

Açıl susam açıl

SİZİN kaç şifreniz var? Soru mecazi değil, tam tersine fevkalade fiziki. Banka kartınız, bilgisayarınız, posta hesabınız, chat odanız./images/100/0x0/55ead34ff018fbb8f8991e03

Yaşamınızda kaç şifre var? Dahası kaç tane yeni şifreye hazırsınız?

ABD gibi bilgisayar altyapısı yaygın ülkelerde çalışanların 10’dan fazla şifresi var. Bazı şifrelerde sadece sayı, diğerlerinde hem harf, hem de sayı kullanılıyor.

Üstelik çoğu şifrenin belirli aralıklarla değiştirilmesi zorunlu tutuluyor. Ama teknolojiden kaçış olmadığı gibi şifre terörünün çaresi de teknolojik.

Mesela SSO yazılımı. Bu program sayısız şifreyi ezberinde tutamayan, yazmaya da korkanlar için. 75 dolara tek şifre ve bir yazılım satın alıyorsunuz. Program sizin onlarca şifrenizi hatırda tutuyor. Siz tek şifre giriyorsunuz, program geçerli şifreye dönüştürüyor. Çocukluğunda duyduğu tek şifre ‘açıl susam açıl’ olan orta yaş kuşağı için dijital hayatın kábusa dönüşmesi rastlantı değil.
Yazının Devamını Oku

Hani okulları kapatmaya niyetli o bakan vardı ya!

30 Ekim 2005
İDDİA olunur ki eski milli eğitim bakanlarından birisi, ‘Ah ben bu bakanlığı ne güzel idare ederdim, şu okullar bir olmasa’ diyerek tarihe anlamsız dipnot düşmüş.  Ana uçağında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Malatya yorumunu dinlerken aklımıza bu anekdotun gelmesi rastlantı değil. Çünkü Çocuk Esirgeme Kurumu yurtlarındaki kız ve erkek çocukları ayırmak, benzer zihniyet eseri. Çünkü doğrudur, 19 bin çocuğun kaldığı yurtlardaki cinsel taciz, şiddet ve kötü muamele iddiasıyla açılan dava sayısı az değil. Tam tamına 478 adet.

Ama aynı mantıkla, yani taciz veya fuhuş korkusuyla kız-erkek öğrencili, karma eğitimi de yasaklamak mı lazım?

Merak edip Başbakan’a sorduk:

- Uluslararası uygulama nasıl?

- Ben uluslararasını, genelini bilmem.

Aynı konuyu Hürriyet Dış Haberler Servisi araştırdı. Dış muhabirlerimize göre yabancı çocuk yurtlarında cinsiyet ayrımı uzun yıllar önce terk edildi.

AB ülkeleri, kızla erkeğe cinsiyetine bakmadan şefkat gösterebiliyor.

Biz neden geçen yüzyıla dönelim?

Kadın bakan neden yıldı

Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, Başbakan’ın ‘kız-erkek çocuk ayrımı’ önerisi konusunda sessizliğini koruyor.

Malatya işkence skandalını birkaç nedene bağlıyor:

Bir ilin tam üç kez görevden aldığı sosyal hizmet müdürü her defasında mahkeme kararıyla geri döndü. Bakan, ‘artık yıldım’ diyor.

Sosyal hizmet uzmanlarını, kamu personel sınavını kazananlar arasından seçmek zorunda, yeterli/gerekli kaliteyi bulamıyor.

Malatya’da ihaleyle iş yapan şirket suçlanıyor ama sosyal hizmet uzmanlarının da orada olduğu unutuluyor. Neden engel olmadılar?

Erdoğan’ın Malatya formülü: BASALIM, AYIRALIM

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın çocuk sevgisi hakiki ve içten. Sosyal hizmet kadrolarına pek güvenmediği de belli. O yüzden teşhis ve tedavi üslubu da biraz polisiye. Acaba çare olabilir mi, söz Başbakan’ın, yorum sizin:

ÇOCUK ESİRGEME KURUMLARI ÇÖKTÜ

Özellikle çocuk esirgeme kurumları çökmüştür. Gerek Güldal Hanım, gerekse Nimet Hanım’ın dört aylık döneminde buralar yoğun olarak taranıyor. Ben de gidiyorum. Ani baskınlar yapıyorum, öyle önceden haber vermek suretiyle değil. Nimet Hanım şu ana kadar 15 civarında çocuk esirgeme kurumu gezdi. Haber vererek gitmiyor. Ben daha başında kendisine söyledim: ‘Hiç haber vermeyeceksin. Gece gideceksin, gündüz gideceksin. Bunların koğuşlarını, banyolarını, tuvaletlerini kontrol edeceksin.’

KADIN İDARECİYE GÜVENİRİM

Bakın kız-erkek bunlar bir arada yaşıyorlar, bir arada barındırılıyorlar. Biz bunları ayırıyoruz, bir arada yaşamaları mümkün değil. Kızların bulunduğu yuvalarda asla erkek müdür veya öğretmen olmayacak. Tamamen bayan öğretmenler, bayan idarecilerle barınacaklar. Belirli bir yaşı falan yok, hepsinde, neden belirli bir yaşı olsun. Ben kadın idareciye güvenmiyor muyum, güveniyorsam onu oraya koyarım. Ben olaya çok daha geniş perspektiften bakıyorum. Çünkü gittiğim yerlerde yaşadığım, gördüğüm bazı şeyler var.

HER TÜRLÜ ŞEY OLABİLİR

0-6 yaş grubuna bakmayın. Bunun üstündeki yaş gruplarına bakın. 13-14 veya 18. Bu yaşlara kadar gelen, yetişmiş olan bu kızlarımız, bakıyorsunuz öğretmenleri erkek. Her türlü şey olabiliyor. Bunları duyuyoruz, var zaten bunlar. Şu anda benim bakanımın bundan dolayı görevden alıp yargıya sevk ettiği kişi bir bakıyorsunuz yargıdan dönüyor. Bunlar tabii işimizi zorlaştırıyor.

MİLLETVEKİLİNİN REFERANSI BAĞLAMAZ

O kurumlarda görev yapanlar için referans aranır. Çoğu zaman milletvekili arkadaşlar bu konularda refere olunur. Her iktidarın zaten kendi mekanizması içinde kurduğu çalışma üslubudur, şeklidir. Aslolan nedir, bu kişi bu işi yaptıktan sonra gereği yapılmış mıdır? Bu arkadaşla biz çalışamayız. Kim refere ederse etsin beni bağlamaz.
Yazının Devamını Oku

Adı güvenlik, sosyal güvenlik

28 Ekim 2005
HAMPTON COURTBAŞBAKAN Yardımcısı Abdüllatif Şener Langdom Oteli’nin lobisine biraz erken indi. Başbakan’ı beklerken sohbete koyulduk. Türkiye ile AB’nin sorunları ortak hale geleceğine göre Avrupa bütçe kavgası hakkında ne düşünüyorsunuz? (Gülerek) Bizim bütçe mi?

Yok, AB bütçesi...

O konuda kritik olan AB’den hangi alanda ne kadar fon kullanabileceğimiz. Kullanamazsak AB bütçesini finanse eder hale geliriz.

KÜRESEL AB’NİN İKİ YOL KAVŞAĞI

Şener’in sözünü ettiği fonlar Hampton Court’taki gayri resmi AB Zirvesi’nde liderlerin önüne konulan iki kritik tartışma başlığından ilki...Diğerini de en az Tony Blair kadar ünlü bir başka İngiliz şöhretine özgü üslupla tanımlarsak: Adı güvenlik, sosyal güvenlik.

İngiltere ABD ve Çin’le rekabette zorlanan AB’ye ‘küresel kimlik’ kazandırma kampanyasını bu iki cephede açtı: Tarımda teşvik fonlarını azaltma önerisi-zaten karar çıkması beklenmeyen bu toplantıda- tıpkı haziran zirvesinde olduğu gibi Fransız vetosuna takılacağa benziyor. Fransız Cumhurbaşkanı Chirac’ın Financial Times’ta Blair’e cevaben kaleme aldığı makalenin özeti belli: ‘AB’yi serbest pazar haline getirmeyiz.’

İş yasaları ve sosyal güvenlik açığı reformlarıysa Alman seçimi nedeniyle vites küçülttü. Almanya’nın yeni başbakanı Angela Merkel’in seçim beyannamesi aslında Blair’in gönlünden geçen modelin karbon kopyası gibiydi. Daha esnek iş saatleri, yani patrona işçiyi daha az süreyle çalıştırıp daha az ödeme hakkı... İşten çıkarmaların kolaylaşması...Yaşlı nüfusun yüklü emekli maaşı için az sayıda genç çalışandan daha uzun süreli ve yüksek prim toplanması. Belki de tek ve daha düşük gelir vergisi oranı.

Ne var ki Almanya’da başbakanlık koltuğunun sahip değiştirmesi bu ara zirveye yetişmedi. Dolayısıyla Blair masaya yeni küresel rekabete daha yatkın düşünen Merkel yerine Fransızlarla sosyal devlet ortak paydasında buluşan Gerhard Schröder’le oturmak zorunda kaldı-ama galiba son kez!

HANGİ MODEL DAHA UYGUN?

Aralık ayındaki olağan Brüksel Zirvesi’nde başta bütçe olmak üzere yeni Avrupa ekonomik modelinin tartışılacağı zemin olacak. Küresel AB isteyenlerle, merkezi ve daha içe kapalı sistemde ısrar edenler uzlaşmaya çalışacak. Peki hangi model Türkiye’ye yarayacak?

Aslında bu sorunun yanıtı o kadar zor değil. Çünkü küreselleşme ile ekonomik bütünleşme önündeki engeller kalktıkça Avrupa kapıları Türkiye’ye daha kolay ve gönüllü açılır. Pazar ve refah sadece ama sadece rekabetin kuralları çerçevesinde paylaşılır. Avrupa küresel rekabetten korktukça, iş ve aş korkusuna düştükçe, bu kez ekonomik bölücü zihniyet hortlar, yeni bir duvar örülür, Türkiye’nin işi çok zorlaşır.

Ne yazık ki Türkiye Avrupa’nın bu tarihi karar sürecinin tarafı ve parçası değil. Ama üzerine düşen hiçbir vecibe de yok sayılmaz. Örneğin Ankara sosyal güvenlik reformunu neden bu kadar geciktirdiğini sadece IMF’ye değil AB ve Türk iş dünyasına da daha iyi anlatmak zorunda. Bu zirveye 7.5 saatlik yoldan, Yemen’den uçarak sadece 6 saat önce yetişebilen tek lider Türk başbakanıydı. Ama küresel entegrasyon ve rekabet için sadece dış gezi yetmez, iç korku duvarlarını da yıkmak şarttır, unutmayalım.
Yazının Devamını Oku

Koç’un komşusu Şeyh Nasır: AB üyeliğiniz çok önemli

27 Ekim 2005
KUVEYTKUVEYT Emiri’nin Sarayı’ndaki iftar salonuna yürürken Başbakan uyardı: ‘Unutma önce hurma, sonra yemek...’

Masaya baktığımızda Başbakan’ın cümlesindeki yemek sözcüğünün ciddi bir hafife alma olduğunu anladık. Masada tabir yerindeyse kuş sütünün bile sığacağı yer yoktu. Dört kişiye bir oğlak, safranlı pilav, sebze yemekleri, tatlılar.

Sürekli tabakları dolduran garsonlardan fırsat bulup masa komşumuz ve ev sahiplerimizle tanıştık. Kuveyt’i yöneten El Sabah ailesinden Şeyh Nasır zaten yabancı çıkmadı, hemen Bodrum Yalıkavak’taki evinden söz etti.

- Yalıkavak’ta eviniz mi var?

- Evet Bodrum’dan Yalıkavak’a giderken yel değirmenlerini geçtikten sonra insanların bazen piknik yaptıkları bir sırt var ya, işte o sırtın tepesinde...

- Neden o kadar yüksekte?

- Çok serin en fazla 32 derece oluyor...

- Evinize sık sık uğrayabiliyor musunuz?

- Eğer şanslıysam yılda iki hafta kalabiliyorum...

- İzmir üzerinden mi geçiyorsunuz?

- Yok hayır özel uçağımla geliyorum. Çoğunlukla ahbaplarıma uğruyorum...

- Türk arkadaşlarınız mı var?

- Evet mesela Rahmi Koç gibi...

- İş mi konuşuyorsunuz?

- Hayır ben koleksiyonerim, Türk müzeleriyle yakın ilişkimiz var. Topkapı, Sabancı ve Koç Müzesi gibi. Rahmi Bey de merhum kız kardeşi ile yıllar önce beni ziyarete gelmişti.

- Hanedan üyesisiniz ama başka işiniz var mı?

- Başbakan danışmanıyım. Kuveyt’e yeni vizyon arayan ekibin başıyım.

- Yeni vizyonda Türkiye’ye yer var mı?

- (Gülerek) Aynı soruyu büyükelçiniz de sordu. Ona da anlattım.

- Nedir Kuveyt’in yeni vizyonu?

- Bölgesel işbirliği... İran’la görüşüyoruz, Irak’la demiryolu bağlantısı arıyoruz. Diğer bölge ülkelerini işe katmaya çalışıyoruz...

- İyi de Türkiye nerede?

- Büyükelçinize de söylediğim gibi; birleşip topluca size geleceğiz.

- Neden?

- Çünkü Türkiye’nin AB üyeliği çok önemli... Demokrasi, insan hakları, küresel ekonomi ve ticareti bu bölgeye Avrupalı Türkiye taşıyacak.

Yemen’de askeri olmayan tek miras Magrip Barajı

SA’NA

YÖNETİMİ
ABD’ye yakın, halkı Saddam’ı, El Kaide’yi seven. Saatlerce gat çiğneyip uyuşan, asla cenbiyesiz (özel bir kama) sokağa çıkmayan Yemenlilerin başkentindeyiz. Nereye baksak; orada bir kışla, şurada bir müze, kulaklarımızda Yemen türküsü... Hepsi bu topraklara gelip de dönemeyen ecdadımızı hatırlatıyor.

Ama biz o kadar geriye gitmek istemiyoruz... 18 yıl önce merhum Turgut Özal ve Ayhan Şahenk ile birlikte yaptığımız Yemen ziyaretini anımsıyoruz.

Saba Melikesi Belkıs’ın binlerce yıllık mazisi olan Magrip Barajı’nın yeniden inşasına ilişkin töreni düşünüyoruz. Törende projenin hamisi Şeyh Zayed’in yanı sıra kaç Arap lideri daha vardı; o tarihte bile tek tek saymak mümkün değildi.

Ama üzülerek öğreniyoruz ki; bu baraj hamisi Yemen yönetimine kızıp ödeneğini kestiği için son on yıldır savsaklanıyor. 27 milyon dolar ödenek bulundu ama sulama kanalları çok ama çok yavaş ilerliyor. Yazık çünkü o baraj belki de Yemen halkı için kışladan, müzeden çok daha faydalı ve anlamlı bir miras olacaktı.

Sa’na Havaalanı için Alarko-Çin rekabeti

20 bin dolarlık kişi başına milli gelirli Kuveyt’ten 800 dolarlık Yemen’e geçen Türk işadamlarının rekabet heyecanı azalmadı. Taj Sheba Oteli’nin lobisinde Sa’na Havaalanı’nın 140 milyon dolarlık ihalesi için Çinlilerle yarışan Alarko temsilcisi ile Huveyda bölgesinde otoyol inşa eden Ansan ekibi sohbet ediyor. Başbakan’la Askeri Müze’yi gezerken Sana Büyükelçisi Türel Özkoral anlatıyor: ‘Şu andaki ihracatımız 250 milyon dolar ama seneye 500 milyon dolara çıkar... Yatırım ve taahhüt işleri de 1 milyar doları bulur.

Yemen, 2009’da doğalgaz ihracatından yıllık 6 milyar dolar kazanacak. Bu rakam yıllık 7 milyar dolarlık petrol gelirine eklenecek.
Yazının Devamını Oku

Satış yoksa pazarlama başarılı mı?

23 Ekim 2005
PAZARLAMA sözcüğü, doğumunun 40’ıncı yılında siyasi polemik malzemesi oldu. ‘Başbakan, Türkiye’yi pazarlar mı?’ tartışmasında en ehil ve tarafsız hakem, bu sözcüğü Türkçe’ye armağan edendir diye düşündük. Galatasaray Üniversitesi İşletme Dekanı Fuat Çelebioğlu Hoca’nın yardımıyla Profesör Ömer Oluç’a ulaştık. İstanbul İşletme Fakültesi’nin kurucusu, 86 yaşındaki Oluç’a sorduk, yanıtladı:

Pazarlama sözcüğü nasıl doğdu?

- İngilizcesi marketing. Oradan pazarı aldık, faaliyet için ‘lama’ ekini koyduk.

Hemen benimsendi mi?

- ‘Pazarlama-azarlama’ diye dalga geçenler oldu. Amerikalılar itiraz etti. Hatta Tarım Bakanlığı’nda ‘marketing’ diye bir bölüm kurdurmayı bile başardılar.

O günden bugüne ne değişti pazarlamada?

-
O tarihte mal ve hizmetin üretiminden tüketiciye kadarki faaliyete pazarlama deniyordu...Bugünse Psikolojik ve sosyal bir derinlik kazandı. Müşteri memnuniyeti, tüketiciyi koruma gibi.

Peki Başbakan, Türkiye’yi pazarlamalı mı, ne dersiniz?

- Sonunda satış gelmiyorsa, pazarlama başarısızdır.

Çıtayı böyle koyunca Başbakan’a pazarlama niyeti/gayreti nedeniyle kızmak yerine performansına bakmak daha makul ölçü sayılmaz mı? Başbakan ülkeyi/partisini pazarlıyor ama;

Yabancı medyada bırakın övgüyü, tarafsız haber bile az, AB’nin ağzından bal damlamıyor.

İç siyasette AKP’yi sadece kendi tabanı beğeniyor, iktidar kalan herkesle kavgalı.

Başarı sayılacak tek gelişme, Türk şirketlerinin artık daha yüksek fiyata satılması.

Bu yüzden Başbakan pazarlama becerisiyle hava atmak istiyorsa, daha çok çalışması lazım, çok!

2 kurşunluk akıl oyunu

İKTİSATTA Nobel ödülleri, bizde akıl oyunu diye bilinen oyun teorisine gidiyor; boşuna değil. Aslında oyun teorisi gündelik hayatın gerçeği ve bize sadece iki kurşun kadar yakın.

Diyelim ki 50 yıllık evli ve hayatta hiçbir yakını olmayan çiftten kadın alzheimer hastası, kocası da parkinson. Kolay olsun diye kadını (B), erkeği (A) diye analım.

B’nin, A’dan daha uzun yaşama şansı var mı? Çok az. A’nın, B’den sonra yaşama isteği kalır mı? Düşük ihtimal.

Öyleyse A’nın ölümünü B’den sonraya bırakma, ama çok da ötelememe yöntemi ne olabilir.

Bildiniz: İki kurşun... Önce B, sonra A.

Yaşam matematiğine göre A, B’yi öldürürken kurtarıcı, kendisine kıyarken katil çıkıyor.

Dine, ahlaka, vicdana sığmayabilir ama akıl dili öyle diyor.

Van kriteri

AB sessiz

AB, Orhan Pamuk ve Hrant Dink davalarına gösterdiği ilgiyi -ki kesinlikle şikáyetçi değiliz- nedense tutuklu Van Rektörü’nden esirgiyor. Bu kez yargılanan bir çılgın Türk olduğu için mi?
Yazının Devamını Oku

AB’yi istemeyen hiç uğraşmasın yeter

9 Ekim 2005
<B>AB,</B> seçkinlerin yürüttüğü projedir, halkın sesi az duyulur. Zaten Avrupa vatandaşına sorulsaydı, bırakın Türkiye ile müzakere açmayı, son 10 üyeye bile ezici çoğunlukla itiraz ederdi.

Avrupalı liderler, halka rağmen iki stratejik kararla;

1) Doğu-Batı duvarını yıktı,

2) Türkiye’ye, yani İslam’a kucak açtı.

Ama Eurobarometre’nin tablosundan anlaşıldığı üzere Avrupa halkı, liderleriyle mutabık değil. Türkiye’ye yüzde 50’nin üstünde AB desteği sadece iki ülke kamuoyu ile sınırlı.

O yüzden Türkiye’deki AB tartışması zemin bulamıyor, aksine sadece kafa karıştırıyor. Çünkü hükümet, Avrupa liderlerinden aldığı müzakere desteğiyle zafer sarhoşu, <B>‘iş bitti’</B> havasını basıyor; muhalefetse <B>‘zaten bizi sevmiyorlar, asla almazlar, bu tavizler neden?’</B> kör inadı sergiliyor.

Oysa bu tablodan çıkarılacak tek anlamlı sonuç belli: AB treni siyaset (iktidar ve muhalefet) istasyonunu geçti. Yolun geri kalanında siyasiler değil halklar buluşmalı, benzeşmeli.

AB’yi gerçekten, yürekten istiyorsanız sivil topluma şans verin. Avrupalı siyasetçinin ikna edemediği Avrupa seçmenini bırakın Türk halkı kazansın.

AB’yi istemeyenlerse, hiç uğraşmasınlar. Değişime, gelişime direnirlerse zaten fazla zahmete hacet kalmadan hedeflerine ulaşırlar, istedikleri olur, AB’ye giremeyiz.

Yazının Devamını Oku

Avusturya zengin kısmet arıyor

2 Ekim 2005
<B>A</B>vrupa kamuoyunun nabzını ölçen Eurobarometre’nin Avusturya ayağından çıkan ilk sonuç sürpriz değil: Halkın yüzde 80’i Türkiye’nin AB üyeliğine karşı.

Ama ya diğer AB adayı ülkeler; işte asıl ilginç ve hatta biraz ırkçılık kokan rakamlar:

Hırvatistan’ı Viyana hükümeti AB’ye almak istiyor olabilir ama halk kesinlikle karşı.

Hırvatların tam üyeliğine destek sadece yüzde 45, demek ki muhalefet yarıdan fazla.

Aday ülkelerden Bulgaristan’a destek yüzde 21, Romanya’ya yüzde 17.

Yalnız aynı araştırmaya göre Avusturya halkının AB’de kucak açmak istediği ülkeler de var:

İsviçre (yüzde 72), Norveç (yüzde 70).

Demek ki mesele sadece yabancı düşmanlığı değil.

Avusturya masaya fakir akraba istemiyor, zengin kısmet arıyor.

Viyana geleneğini bu kadar aşağılayan várise kızmaya bile değmez!

Halkın sesi

AVUSTURYA basınında Türkiye tartışması okur mektupları köşelerine de sıçradı. Sizler için ikisi Türkiye’ye destek mesajı içeren, ikisi de karşı çıkan dört mektup seçtik:

TÜRKİYE’SİZ OLMAZ: AB Türkiye’nin katılımıyla siyasi, ekonomik ve askeri açıdan güçlenecek. (F.W. Hörbranz)

BURGGASSE KRİTERİ: 15’inci Bezirk’te (Burggasse) bir yıl yaşayınca Türkiye’ye bakış açım değişti. (İsimsiz)

SURİYE KOMŞU MU?: Suriye’yi komşu olarak ister miyiz, almayayım. (Dino, Viyana)

KEBAP YİYORUZ: Kebap yiyip, Türkiye’de tatil yapıp, Türklere sövüyoruz, büyük çelişki. (Peter Sattler)

AB’yi satma zamanı mı?

Yarın AB ile müzakereler açılırsa; beklenti gerçekleşmiş olacağına göre mali piyasalar satış mı yer? Polonya’da böyle oldu. Borsa müzakere sürecinde geriledi; ama yine de gelişmekte olan ülke ortalamasının üstünde bir performans sergiledi. Daha küçük ekonomilerde, Macaristan ve Slovakya’da da aynı trend izlendi, o tabloları köşeye sığdıramadık.

Ama bize sorarsanız, Türkiye’ye sermaye akımı AB hikáyesiyle izah edilecek boyutu aştı. Uluslararası likidite koşulları değişmez, gelişmekte olan ülkelere (bu arada Türkiye’ye) ilgi azalmazsa piyasalardaki ralli biraz daha sürebilir.

Kıssadan hisse; mevcut pozisyonu biraz daha koruyun.
Yazının Devamını Oku