AVRUPA’nın kültürel vazosundaki çatlak tartışılıyor.
Fransa’da varoş isyanı, Almanya’da Kreuzberg cemaati, ister istemez biz Türkleri bu tartışmanın tarafı haline getirecek. O yüzden Almanya’nın biricik Entegrasyon Bakanı Armin Laschet’in (Partisi: CDU, Eyaleti: Kuzey Ren Vestfalya) Spigel Dergisi’ndeki ‘Ortak üst kültür’ önerisini çok ciddiye aldım. İzninizle Alman bakanın ağzından satır başlarını aktarayım:
Çoğunluk kültürü değil: Ortak üst kültür, çoğunluk mantığıyla ve zorla belirlenemez. Herkes ortak değerlere ikna edilmeli.
Yaşlılar ve çocuklar: Göçmenlerin çocuk sevgisi ve yaşlılara ilgisinden ders almalıyız. Onlar da kadın-erkek eşitliğine inanmalı.
İmama sormak lazım: Ama belediye başkanı, yanında ilkokul öğretmeniyle imama gidip ‘Neden Türk kız öğrenciler sınıf gezilerine katılmıyor’ diye hesap sorabilmeli.
Eğer ArminLaschet’in çizgisi benimsenirse, Almanya’nın yeni üst kültür politikasında şu iki açılım öne çıkacak:
1) Tolerans değil alışveriş: Eskisi gibi cemaatlerin ve kültürlerin farklarıyla bir arada yaşamasına tolerans göstermek yetmeyecek, alışveriş gerekecek.
2) Kültürün ortak inşası: Etnik ve dini cemaatler paralel yaşam sürmeyecek, ortak değerler birlikte ve sorgulanarak oluşacak.
* * *
Teoriden pratiğe... Türk milleti rest çekmeyi sever. Hatta rest karşılığında kazanılan zaferler daha kıymetli sayılır.
Mesela Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık’ta Brüksel’de masaya yumruğunu vurup ‘Hazırlayın uçağımı dönüyorum’ diye rest çektiğine... Avrupalı liderlerin telaşla peşinden koşup Türk Başbakanı’nı zor durdurduğuna... AB ile müzakere hakkını böyle kazandığımıza inanıyoruz. Yetmiyor 3 Ekim’de Abdullah Gül’ün ‘İstediğimizi yapmazsanız, masaya oturmayız’ restinin çalıştığını düşünüyoruz. Dahası Erdoğan’ın, Roj TV ihmali gösteren Danimarka Başbakanı’nı kameralar karşısında yalnız bırakmasına alkış tutuyoruz. İktidar ‘AB’yi dövdük’ havası basıyor, muhalefet tam aksine AB’nin istediği her tavizi koparttığına inanıyor.
Avrupa’ya sanki üyelik için değil savaşmaya gidiyoruz. Masayı sevmiyor, her fırsatta kaçmaya yelteniyoruz.
Oysa üst kültür inşası sadece Brüksel veya Kreuzberg kriteri değil.
Bakın Hakkári’ye, Yüksekova’ya, Şemdinli’ye.
Vatandaş merkez siyasete oy atıyor mu, güvenlik birimlerine inanıyor mu, adalete güveniyor mu, medyayı seviyor mu?
Kürtleri ikna edebildik mi, ikna olmak için hazırlar mı?
Üst kültürü yaratamazsak... Yüksekova’nın her taşına asker dizmekle... Devleti bir günlüğüne tatile sokmak arasında savrulmaya devam ederiz.
İsa Yahudi’ydi, arabanız Japon, pizzanız İtalyan, demokrasiniz Yunanlı, kahveniz Brezilyalı, tatiliniz Türk işi, rakamlarınız Arap, alfabeniz Latin.
Ve komşunuzu yabancı sayıyorsunuz, öyle mi?
Alman üst kültür sitesi, www.leitkultur.de
Yöneticiniz 20 kat
fazla kazanıyorsa
Başlıktaki gibiyse şirketiniz Peter Drucker’in prensipleriyle yönetilmiyor demektir. Kapitalizmin papası sayılan Drucker geçen hafta 95 yaşında öldü.
Arkasından yazılanlar işletme biliminin kurucusunun pek bilinmeyen yanlarını da ortaya çıkardı. Mesela Almanya’da hukuk okuduğunu, piyasa muhabirliği yaparken ilk manşetini 1929 bunalımına yol açan borsa çöküşüyle attığını, Nazilere muhalif yayınları nedeniyle ülkeyi terk ettiğini yeni öğrendim.
Bildiklerime gelince; 1) Şirketlerin yetkiyi merkezde toplamaması gerektiğini öğrettiği, 2) Müşteri odaklı üretimi savunduğu, 3) İşçilerin maliyet değil varlık sayılması gerektiğini söylediği. Bazen bakıyorum da, ‘bizim köye kapitalizm uğramadı’ diyenler haklı galiba.