AKP hükümetinin kaderci teslimiyeti hızlı tren kazasından kuş gribine kadar her krizde ortaya çıkıyor. Hükümet; 1) Önce zifiri karanlıkta otomobil farına yakalanmış tavşan gibi donup kalıyor, 2) Ardından "Hata bizde değil ki!" itirazı ve günah keçisi yaratma hevesi sergiliyor, 3) Sonunda "Her şey Allah’tan" diyerek mutlak tevekküle sığınıyor.
İster 1 Mart Tezkeresi olsun, ister AB ile zina krizi. Orhan Pamuk davası ya da Ermeni Konferansı.
TÜSİAD’a çekilen rest veyahut Kürt sorunu, hatta üst kimlik mevzuu.
Hepsinde hükümetin en zayıf yönü ortaya çıktı: Kriz yönetimi.
AKP iktidarı şimdiye kadar hiçbir krizi yönetemedi.
Nasıl yönetsin ki, krizin gelişini göremedi, her defasında hazırlıksız yakalandı.
Çünkü siyasetle uğraşsa bile kaderci birey veya kadro gelecekle ilgili değildir.
Yarının fırsat ve tehditlerine kafa yormaz.
Bu meseleleri ilahi otoriteye havale eder.
Ama yarını düşünmeyen riski de bilmez.
Çünkü risk dediğiniz, aslında basit olasılık hesabıdır. Hesaplanabilir getiri ile tehlikenin kıyaslanmasıdır. (Mesela mevduatınıza yüksek faiz veren bankanın batma tehlikesi gibi.)
İslam dünyasının erken dönem büyük matematikçileri ile Batılı çağdaşları olasılık ve risk hesabıyla ilgili değildi. Risk (olasılık) hesabı ancak insanın kendi kaderine sahip çıkmasıyla birlikte, yani Rönesans’tan sonra gündeme geldi.
* * *
Türkiye on beş gündür kuş gribiyle mücadele ediyor.
Daha ilk gün gazete manşetlerine çıkan kuş gribi ihtimali önce yalanlandı, sonra sanki ölümlerden medya sorumluymuş gibi hava estirildi. (Bakınız kriz yönete-me-me formatının ilk iki maddesi.)
Ama bendenizi en çok şu bilimsel gözüken tespit kahretti:
- Erken teşhis koysaydık da yüzde 58 ihtimalle öleceklerdi.
Yani yine ve yeniden "kaderinde varsa ölecek, bize iş düşmez" teslimiyeti!
Virüs bulaşan üç çocuğun erken teşhis ve doğru tedaviyle iyileşip taburcu edilmeleri bile bu kafayı değiştirmedi.
Yüzde 42 yaşam şansı için erken uyarıya, gayrete, hesap vermeye lüzum görmeyen kaderci zihniyet sahibi siyasiler utanmadı bile. O yüzden diyoruz ki; kuş gribi değil ama kaderci yönetim öldürür.
Konuşmak ayrı anlatmak farklı
MEHMET Ali Ağca 11 yıl hücrede kaldıktan sonra gerçekle ilgisi kalmadı. Konuştuğu anlaşılmaz, anlatmaya kalksa yeni bilgi veremez. Ayrıca Ağca’nın iki koçundan Abdullah Çatlı yıllarca devletle kol kola yürüdü, canını verdi, bilgiyi esirgedi. Ağca’nın diğer amiri Oral Çelik kaç yıldır aramızda yaşıyor, sesini duyan yok. Ağca’nın yakın arkadaşı Haluk Kırcı’nın kitaplarından ne öğrendik ki? O yüzden boşuna umutlanmayın, sıradan katile sır sahibi büyük adam muamelesi yapmayın.
Kırmızı şarabı neden içmedim
AYNEN Ahmet Hakan’ın yazdığı gibi: Feriye’de Fehmi Koru’nun verdiği, Başbakan’ın da katıldığı davette kırmızı şarap istedim. Gelen şaraba el sürmeyip kola içtim.
Ama hemen laik gösteri sanmayın, gerisini de dinleyin. Yanımda oturan Ahmet Hakan’ın da tanıklık ettiği gibi şarap siparişi o kadar kolay olmadı. Garson yemeğin başında yaklaşıp, "Meyve suyu mu, meşrubat mı istersiniz?" diye sordu. "İçki servisi yok mu?" diye üsteledim, "Bize bilgi verilmedi" mazeretine sığındı. Belli ki masanın diğer yakasında aynı tartışma kısa sürdü, beyaz şarap servisi başladı. Bizim işgüzar garson da kırmızı şarabımı rötarlı getirdi, keyfim kaçtı, kolaya döndüm. Kırmızı şarap savaşından sadece dakikalar sonra Başbakan bendenize dönüp içki yasağı haberlerini bir kez daha yalanladı, haksızlık ettiğimizden dem vurdu.
Başbakan, garsonla şarap diyaloğumuzu işitse ne düşünürdü/yapardı acaba?
Kırmızı noktalı haritalar, vetolu belediye planları, karşılığında hükümetten boş sözler. Bizim garsonun kafası öyle karışmış ki, yeni kanuna, nizama, yasağa ihtiyaç yok. Başbakan’ın ismi veya fani bedeni, iradesine gerek bırakmadan huzurunda içki servisine engel çıkartıyor. Başbakan istemese, hatta haberi dahi olmasa bile! En ağır yasak da zaten budur.