27 Mayıs 2006
DANIŞTAY baskınındaki aktörlerin çete geçmişi polisin basiretli çalışması (ve biraz da cep telefonu kayıtları) sayesinde gözler önüne serildi. Hükümet üyeleri her gün şiddeti artan tonla malum çeteyi suçluyor,
"Rejimi değil iktidarı hedef alan komplo var" imasında bulunuyor.
Gazetecilik mazimdeki çete yazı ve kitapları da tanıktır ki, her çete yakalandığında sevinirim. Ne var ki yine her defasında aklıma aynı soru takılır:
"Bu çetenin işvereni kim?" Eğer bu sorunun yanıtını bulamazsam umutsuzluğa kapılırım. Çünkü örgütte siyasi, çetede çıkar ilişkisi vardır.
Bu nedenle polisin ve hükümet üyelerinin öncelikle Danıştay’ı basan çetenin patronunu ve avukatın cinayeti hangi çıkar amacıyla işlediğini açık seçik kanıtlarıyla kamuoyu önüne koyması çok önemli. Avukat ne kazandı veya ne çıkar umut etti? Bu sorunun yanıtı bulunamazsa Danıştay katliamcısı çete de korkarım (tıpkı Susurluk gibi) kimsesiz/sahipsiz kalacak, dosyası tozlu raflardaki yerini alacak. Peki çıkmaz yola sapılırsa her gün
"çözdük çözüyoruz, az kaldı" diye nutuklar atan hükümete mi ne olur? Susurluk’un altında ezilen hükümetleri unuttunuz mu?
2 başkanın kadınla imtihanıSANMAYIN ki Merkez Bankası başkanlarının kadınla ve krizle imtihanı Türkiye’ye özgü. Küresel ekonominin çarı, FED Başkanı
Ben Bernanke’nin son demeci türbülansı nasıl tetikledi sakın unutmayın. Yakından izleme fırsatı bulamadıysanız, bir de biz anlatalım: Şubat ayında işbaşı yapan
Bernanke’nin ilk resmi açıklaması
"faiz artışına mola verileceği" yolunda tercüme edilince küresel piyasaların keyfi yerine geldi, Türkiye gibi ülkelere para akışı sürdü. Ama sonra
Bernanke Beyaz Saray’daki yemekte karşılaştığı CNBC sunucusu
Maria Bartiromo’ya
"Galiba yanlış anlaşıldım" diye dert yanma gafletinde bulundu. Piyasaların faiz konusunda kafası karıştı, asabı bozuldu. Başta Türkiye olmak üzere tüm gelişmekte olan piyasalardan para çıkışı başlayınca, borsalar çöktü, faiz ve kurlar yükseldi.
Bernanke çabuk ayıldı, piyasa ile güven tazelemek amacıyla
"Bir daha sadece resmi kanallardan açıklama yapacağım" diye söz verdi. Anlayacağınız her iki başkan da hem kadınla hem de krizle imtihana çekiliyor. Biri boşboğazlığı yüzünden eleştiriliyor, diğeri mesleki ehliyeti yerine başörtülü eşi nedeniyle tartışılıyor. O yüzden
"Bu türbülans daha ne kadar sürer?" diye soranlara
"İki başkandan birisi piyasayı ikna edene kadar!" yanıtını veriyorum. Her iki halde de Türkiye kazanır ama ipi Durmuş Yılmaz göğüslerse daha iyi olur.
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2006
<b>Mısır-Cezayir<br></b>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Askeri Müze’de Cezayir’i yöneten Osmanlı valilerinin soyağacı önünde Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Emrullah İşler’den bilgi alıyor.
Bir ara "Dayı" sözcüğü geçince soruyor: "Dayı ne anlama geliyor?"
Birlikte öğreniyoruz:
Osmanlı valilerine "dayı" denilirdi. Yani arkanızı dayayacağınız sağlam bir güç.
Aslında bu kadarı bile Osmanlı/Türk-Cezayir ilişkilerini tarife yeter.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2006
Şarm El Şeyh/MISIR<br><br>AKSİ halde o şekil zaten üçgen olmaz.Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın dış politika danışmanı Büyükelçi Ahmet Davutoğlu, bölgesel güç dengelerini hep üçgenle tarif eder. Mesela Davutoğlu’nun "Stratejik Derinlik" kitabına göre nüfuz gücü en yüksek bölgesel üçgenin kenarları Mısır, Türkiye ve İran’dır.
Ve Ahmet Davutoğlu kriteri bu üçgen için de geçerlidir:
Üç ülkeden ikisi aynı safta yer almaz, aynı yön ve amaca ağırlık koymaz.
1960’larda Mısır Sovyetlere, İran ABD’ye yakındı, Türkiye denge unsuruydu.
İran devrimiyle birlikte Mısır ABD’ye yanaştı, Türkiye yine denge rolünü üstlendi.
Bugüne gelindiğinde bölgenin en büyük sorunu Irak’taki yeniden yapılanma.
Arap dünyasının lideri Mısır ve Farisi/Şii İran’ın Irak’ın kaderiyle ilgili vizyon farkı ortada.
Ankara, diplomatik ilişkisi bile kalmayan bu iki ülke arasında Mısır’a daha yakın duruyor.
Erdoğan ile üç bakanının Dünya Ekonomik Forumu’nun bölgesel toplantısına katılımı, aslında Mısır’a biraz rötarlı bir gezi de sayılır. Erdoğan ile eşinin akşam yemeği için Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in özel masasına davet edilmesi, Kahire’nin bu ziyarete verdiği önemin protokol ölçüsüdür.
Erdoğan’la birlikte Mısır’a uçan bakanlardan Hilmi Güler’in özel bir dosyası var. Güler bu gezide 2008’de Türkiye’ye Kilis üzerinden akacak Mısır doğalgazı ile son ayrıntıları ele alacak. Şu anda Humus’a (Suriye) kadar ulaşan doğalgaz, Türkiye ulusal şebekesiyle Yunanistan’a bağlanacak. Zaten Hilmi Güler, enerji politikasını iki eksenli çiziyor: 1) Kaynak çeşitliliği, 2) Transit değil terminal ülke olmak, gelir sağlamak.
Erdoğan gezisinden notlara salı günü Cezayir’den devam edeceğim.
Klon çeteler kimin mirası
DÜN bu köşede Danıştay katillerinin TİT modelini nasıl örnek aldıklarını anlattım. Gelen elektronik postalarda Susurluk hatırlatması vardı. Fevkalade doğru bir uyarı. Zaten TİT gibi cılız yapıları, uyuşturucu ticareti gibi geniş mali kaynak ve üniversite eylemi değil gerçek savaş görmüş kadrolarla buluşturan Susurluk sürecidir. Susurluk, devlet gölgesi arayan çetelere yasal yetkiyi aşma cüreti de verdi, neticede bugünlere gelindi.
Dolayısıyla "bugünkü tek tip klon çeteler kimin eseridir?" sorusuna malumatfuruşluk taslayıp yüzlerce isimle yanıt vermek mümkünse de tamamen abesle iştigaldir.
Prototip Susurluk çetesinin doğum yeri Güneydoğu’daki bataklık kurutulmazsa sadece sivrisinek mücadelesiyle yetinmek zorunda kalırız.
Laiklik sadece başı açıklık mıdır?
BAŞBAKAN dün uçakta Danıştay’daki cinayeti protesto eylemine başörtüsüyle katılmak istediği için dışlanan ama başını açınca sevinçle karşılanan genç kızı örnek verdi, "Bunlar neden yazılmıyor. Başörtüsüyle katılsa ne olur? Bizim derdimiz başı açıkla başörtülüyü el ele yürütmek" diye sitem etti. Lafı uzatmıyorum, Başbakan sonuna kadar haklı.
Eylemci genellikle sürü psikolojisiyle hareket eder, farklıyı dışlar, hatta düşman sayar. Hadi diyelim ki gençler fevri, peki ya durmuş oturmuş laik üstadlar.
Laiklik din ve vicdan hürriyetini savunmak değil mi, o yüzden "laiklik asıl dindarlara lazım" demiyor muyuz? Başörtüsü gibi dinsel motifler laikliğe engelse Cumhuriyetin Diyanet İşleri Başkanı’nın sarığını da mı çözelim?
Başörtüsü tabii ki bilimsel eğitime engel olmamalı, kabul.
Ama aynı örtü laikleri de kör etmemeli.
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2006
ANKARAÇünkü örgüt siyasi, çeteyse çıkar birliğidir. İşbu sebeple Danıştay katliamını siyaseten milliyetçi kesime ihale etme planı tutmaz. Danıştay katilinin, 1) ülkücü çizgide yetiştiğini, 2) mafyaya bulaştığını inkár eden yok. Ancak unutmayın ki aynı milliyetçi kökten siyasi örgüt de çıktı, organize işler de!
Aynı şekilde katilin profilindeki İslami motiflere bakarak Milli Görüş/AKP’yi suçlamak veya tam aksi yöne savrularak "CHP tahriki" bahanesine sığınmak da yanlış.
Kocatepe’yi doğru tercüme ediyorsak; halkın kestiği siyasi faturada lider/parti istisnası yoktur.
Zaten avukat Alparslan Arslan, siyasi konjonktürün tamamının eseri değil mi?
Siyasetin dar sokaktan geçtiği dönemde vizyonu muğlak, kadro bağı gevşek her örgüt müsveddesi zamanla çeteye dönüşmez mi? Tıpkı Türk İntikam Tugayı (TİT) örneğindeki gibi.
Orta yaş kuşağı herhalde hatırlar, TİT 1980 öncesinde herkesin korkulu rüyasıydı.
Devletin polisini (Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul), üniversite hocasını (Çukurova Tıp Fakültesi Dekan Vekili Profesör Fikret Ünsal), Meclis’in milletvekilini (CHP’li Abdurrahman Köksaloğlu), işçi sendikacısını (Kemal Türkler) öldürdü.
TİT adı 1980 sonrasında hemen hiç duyulmadı.
Ta ki İnsan Hakları Derneği’nin eski Başkanı Akın Birdal vurulana dek. 8 yıl önceki bu suikast girişiminin arka zemini, siyasi görünümlü çıkar ağlarıyla örülüydü.
Belli ki eylemciler şu sıralar sıkça tartışılan andıçta yazan isimler için durumdan vazife çıkardı.
Akın Birdal’a kurşun sıkarak, a) şöhrete, b) devlet himayesine kavuşmayı amaçladı.
Çünkü o álemde namın yürümesi ile devlete yakınlık varolmanın ön şartıdır.
İçimden bir ses, TİT modelinin Danıştay baskınıyla hortladığını söylüyor.
Amatör tetikçi, yeraltı bağlantısı ve diğer ayrıntılar ortada. Eğer haklıysam, karşımızda yine şöhret meraklısı ve Kurtlar Vadisi prototipi bir genç var. Siyasi çizgisi sadece kamuflajı.
O yüzden kimse katili işaret parmağıyla göstermesin. Aksi halde kalan en az üç parmağın kendisine dönük olduğunu hatırlatırlar.
Küresel dalgada sörf
19 Mayıs bayramı nedeniyle piyasalarda son iş günü perşembe idi. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, çarşamba gecesi cevaben aradı. Ertesi güne ilişkin beklentisini sordum, "ABD tüketici enflasyonu yüksek çıktı, piyasalar stresli, hatta öfkeli açılır" dedi, tutturdu. Üstelik devamı da var: "Yalnız yarın (perşembe) bir ABD verisi daha açıklanacak. İşsizlik başvuru rakamı beklenenden yüksek gelirse resim yine değişebilir." Başkan Yılmaz’ın bu öngörüsü de doğru çıktı. Durmuş Yılmaz’ın küresel dalga sörfü şimdilik hatasız sürüyor.
Hálá koruma yok
Gazetecilikte "fikri takip", yani haberin devamı esastır. Danıştay katliamında heyet üyelerinin yakın koruma talebinin yerine getirilmemiş olması çok eleştirildi. Dün Ankara Büromuzun iki kıdemli muhabiri Oya Armutçu ile Süleyman Demirkan, Danıştay gazilerine geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. Lojmanlara rahatça girdi, kapıları çalıp hákimlerle görüştü. Hálá koruma yoktu, gaflet sürüyordu. Yetkili sorumsuzların bilgisine sunarız.
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2006
<b>Bali/Ankara</b><br><br>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden Avrupa’nın merkezi Viyana’dan, en kalabalık Müslüman ülke Endonezya’ya kadar uzanan 5 günlük geziyi bir cümlede özetlemek gerekirse, "Türkiye yeniden AB’nin çekim gücüne girdi" öngörüsünü/müjdesini aktarabilirim. Aksi yöndeki analizlere/izlenimlere yol açan gelişmeleri yeniden ve tek tek sayarak tekrara düşmek istemem. Zaman ve yerden tasarruf amacıyla hükmüme doğrudan kanıt sıralıyorum:
1) Erdoğan bir hafta içinde ikinci kez İran Cumhurbaşkanı ile görüştü. AB ve BM mesajlarını aktarmakla yetindi, İran’ın tehdit/meydan okumalarına sözcü olmadı. ABD ziyaretini "arabuluculuk" diye takdim ederek kafa karıştırmaktan kaçındı.
2) Erbakan’ın kurduğu D-8’in AB ve G-8 gibi Türkiye’nin temsil edildiği platformlara alternatif olarak sunulmasını fevkalade yanlış bulduğunu ifade ederek mesafesini iyi ayarladı. D-8 kapanış bildirgesinin İran propagandasına dönüşmesi engellendi.
3) Hürriyet’in "İslami Schengen" başlığına itirazında "Ben İslami bankacılık ifadesine de karşı çıktım" vurgusu çok önemliydi. "Paranın dini, ırkı, milliyeti olmaz, cıva gibi en uygun yere akar" sözleri Merkez Bankası ataması tartışmalarına balans ayarı sayılırdı.
Peki bir süredir hem yerel hem de küresel siyasetçi ve ekonomi aktörlerini, "Acaba Türkiye, AB rotasından çıkıyor mu?" endişesine sevk eden tespitler tamamen hayal ürünü müydü? Kesinlikle hayır. Ne değişti derseniz, Erdoğan’ın pratik ve faydacı siyasetçi refleksi yeniden galebe çaldı galiba... AB ile ilk fasılda müzakerenin açılması artık gün meselesi. Başbakan yüzüp yüzüp kuyruğuna yapıştığı AB balığını elinden kolayına kaçırmaz. Tabii ki AB’deki muhataplarımız tarama sürecini siyasi kritere bağlama yanlışına düşmezse!
10 bin feette nezaket
PİYASADAKİ son dalgalanmada küresel faiz artışı kadar üç iç gelişme de etkiliydi: i) Enflasyondaki artışın süreceği korkusu, ii) Yabancılara bono/tahvil vergisi sorgusu, iii) Çankaya’nın sosyal güvenlik yasasını kısmen veto etmesi. Ancak Viyana yolunda dikkat ettim, Başbakan dövizi ve faizi yukarı çeken bu üç nedenden veto maddesine çok üstü kapalı değindi, "Bizi üzüyor" demekle yetindi. Bali’de A.A’ya açıklama yapan Ali Babacan’ın metninde de vetoya vurgu yoktu. Dönüş yolunda piyasaya mesaj veren Başbakan vetoyu hiç açmadı, diğer nedenleri sıraladı.
Başkanın ismi değil soyadı yok
BALİ’ye uçarken yerel gazetelerin manşetlerinde eski başkan Suharto’nun yolsuzluk davaları vardı. Haberde hep Suharto diye geçtiği için "Acaba isim mi yoksa soyadı mı, neden eksik yazılıyor" diye merak ettim, öğrendim. Eski Başkan Suharto da milyonlarca Endenozya vatandaşı gibi tek isimliymiş... Ne göbek adı, ne soyadı, sadece Suharto. Ne var ki bu ádet yurtdışında yaşayan tek isimli Endenozya vatandaşlarını çok zorluyor. Diyelim ki ehliyet alacaklar veya uçağa binecekler. Boş hane bırakmamak için isim tekrarı zorunlu. Mesela ehliyet Suharto Suharto diye düzenleniyor, biniş kartına da aynısı yazılıyor.
Modern kesim rahatsız ama yine de değişiklik düşünmüyor. Evlilikle birlikte kadınlara ve çocuklara geçen soyadı fikrine pek sıcak bakılmıyor bu coğrafyada. Hatta, "Avrupa aile konusunda bizden çok daha ataerkil, erkeğin hükmü soyadıyla geçiyor" diyenler de var.
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2006
<b>Bali/Endonezya</b><br><br>İKİ lider sadece saat farkıyla bir zamanların turizm cenneti Bali Adası’na ulaştı.
İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad, Cakarta’da mola verdi; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Viyana’dan 16 saatte direkt uçtu.
Ama aynı yerde olmaları, hatta D-8 aile fotoğrafına birlikte girmeleri, ortak gelecek ve kader birliği anlamına gelmedi. Tam tersine, eğer o resme konuşma balonları eklenebilseydi yol ayrımını anlatırdı. Şöyle ki:
Erdoğan bölge ve Türkiye’yi geren nükleer krizin çözümü için yüzünü İran’a değil ABD’ye çevirdi, randevuyu Tahran yerine Washington’dan istedi.
Ahmedinecad, Erdoğan bu planı açıklarken Cakarta Camii’ndeki cemaate "ABD boş konuşuyor, İran’ın gücünü biliyor, saldıramaz" diyerek Saddam taklidiyle meşguldü.
Yazının Devamını Oku 13 Mayıs 2006
BAŞBAKAN’la Viyana’ya yola çıkmadan, danışmanı Ahmet Davutoğlu uyardı: Mesele sadece liderlerin futbol maçından ibaret değil, asıl zirve önemli...
Ne var ki Tokai Üniversitesi’nin spor merkezi Budocenter’de 8 devlet ve hükümet başkanı sahada top peşinde koşup golleri sıralayınca Avusturya basınının (örneğin Der Standard) 1815 tarihli kongreden yana Viyana’daki en büyük toplantı diye nitelediği zirve gölgede kaldı.
Avrupa Birliği ile Latin Amerika arasında müzakere sürecini açması beklenen zirveye 60 ülkeden 1500 delege katılıyor, bir o kadar gazeteci izliyor.
Gerçi Latin Amerika ülkelerinden sadece Şili ve Peru (ki Peru Cumhurbaşkanı maçta Erdoğan’ın takımına bir gol attı) bu zirveye destek veriyor. Kıtanın iki muhalifi Venezüella Başkanı Chavez ile Bolivya Başkanı Morales, Viyana’daki alternatif zirveye katılmayı yeğliyor.
Viyana denilince Türk’ün aklına hemen meşhur kuşatma gelir, hayıflanır.
Ama nedense bugünkü modern, tek ve birleşik Avrupa’nın fikri temelinin atıldığı Viyana Kongresi’ni kimse pek umursamaz. Zaten o kongreyi Osmanlı da ıskaladı, delege yollamadı. Rivayet olunur ki, "Balkanlar’dan toprak istenir, zor durumda kalırız" diye korkuldu. Rusya’ya karşı Avusturya-İngiltere ve Fransa ittifakıyla sınır güvenliğini sağlayacak tarihi fırsat böylece kaçtı, ayrıca korkunun ecele faydası olmadığı anlaşıldı ama heyhat iş işten geçti!
Neyse ki ilkiyle kıyaslanan İkinci Viyana Kongresi’nde Türkiye bu kez sahadaydı.
Aile fotoğrafında vardık, 5 tane de gol attık. Keyfini çıkartın.
Türkçe teşekkür eden rahip kimdi?
VİYANA maçını 7 TV kanalı canlı yayınladı. Herhalde dikkatinizden kaçmadı. Romanya’daki sokak çocukları yararına yapılan maç öncesinde 100 bin Euro’luk sembolik çek, bir rahibe teslim edildi. 15 yıldır Romanya’da yaşayan rahip Georg Sporchill, Almanca konuşmasını tamamladıktan sonra Recep Tayyip Erdoğan’a dönerek Türkçe "Teşekkür ederim" dedi.
Maçtan sonra Avusturyalı rahibe Türkçe’yi nerede öğrendiğini sorduk, bakın ne dedi:
Son 15 yılda sanırım Türkiye’ye 10 defa geldim, Kapadokya’dan Efes’e kadar gezdim. Türkçe’yi de lokantalarda sipariş verecek kadar öğrendim.
Gidiş nedenlerini tartışıyoruz dönüşte haksızlık etmeyelim
VİYANA’da 120 bin Türk yaşıyor, 2 bin 500 Türk öğrenci okuyor.Üniversite harçlarının yüksekliği (yıllık 742 Euro) Recep Tayyip Erdoğan’ın Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel ile yaptığı görüşmede gündeme geldi. Ev sahibi başbakan, ilgileneceği sözünü verdi. Ama Türk öğrencilerin 500 kadarının sorunu yalnızca harçlar değil. Hatta geliş nedenleri farklı olduğu için mezuniyet yaklaştıkça endişeleri daha da artıyor.
Üniversite giriş sınavlarındaki katsayı ve türban nedeniyle Viyana’da okumayı seçen imam hatipli öğrenciler, Devlet Bakanı Ali Babacan ile bir grup gazeteciyi kahvaltılı sohbet toplantısında ağırladılar. Önce bir gözlemi aktaralım: Gençlerde bir burukluk, anavatana kırgınlık hissetmedik, içine kapanık getto yaşantısı sürdüklerini söylemek haksızlık olur.
Tam aksine Viyana’da aldıkları kaliteli eğitimin tadını çıkartıyorlar. Genç bir kız yaşadıklarını, "Batı’da İslam’ı daha iyi anlamak" diye tarif ederek adeta yeni bir Rönesans’tan söz ediyor. Mesajlarına gelince: Türkiye’ye döndüklerinde seçimleri nedeniyle haksızlığa uğramak istemiyorlar. Gidiş nedenlerini hálá tartıştığımıza göre en azından bu kadarını beklemeleri hiç yanlış sayılmaz.
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2006
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisi, "Kürt Sorunu" açılımıyla geçen ağustos ayına rastlayan ziyaretten çok daha başarılı geçti. Bu ilginin sebebini Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın kıdemli başkanı Kutbettin Arzu’ya sordum, yanıtladı:
- Bu ziyaret neden daha başarılıydı?
- Geçen sefer habersiz ve hazırlıksız gelindi, birden çok program vardı, ahali bölündü. İkinci olarak halk şiddetten gerçekten bıktı. Üçüncüsü, barış mesajları veren Başbakan’a ilgi arttı.
- Stadyumdaki kongrede 20 bin kişi var mıydı?
- O statta sadece tribünler 20 bin kişi alır, sahadakilerle birlikte izleyici sayısının daha fazla olduğunu sanıyorum.
- Peki sadece partililer mi ilgi gösterdi?
- Hayır, alandan kente gelişte Başbakan’ın otobüsündeydim. Balkonlarına çıkmış, pencerelerinden bakan çok sayıda vatandaş da Erdoğan’ı selamladı.
- Beklediğiniz ekonomik teşvikleri açıkladı mı Başbakan?
- Ankara’da konuştuğumuz gibi çalışmanın sürdüğünü aktardı.
- Siz Başbakan’a neden teşekkür ettiniz?
- Çünkü orada da söylediğim gibi bizler bölge halkının barış ve kardeşlikten yana olduğunu biliyorduk, Başbakan’ın gezisiyle yaratılan görüntü bunu tescil etti. Artık ekonomik hayat normale döner umudundayız.
15 yıl sonra yeniden Ankara
İstanbul gazetecisiyim; ama çeyrek asırlık meslek yaşantımın 7 yılı başkentte geçti. Bugün itibarıyla ve 15 yıl sonra yine ve yeniden Ankara’ya dönüyorum. (Gidiyorum değil, dönüyorum vurgusuna özel dikkat lütfen!)
Bu köşenin sayısı da Ankara’daki iş yüküne endeksli olarak arttı. Artık sizlerle pazarın yanı sıra salı ve cumartesi günleri de buluşacağız.
Cazibe merkezi askerle korunmaz
Başbakan, Diyarbakır’da barış güvercinleri uçururken Kuzey Irak’taki iki lider de tek hükümet konusunda anlaşmaya vardı. Erbil’deki yerel parlamentoda oybirliğiyle alınan karar gereği kurulacak hükümette Barzani ve Talabani’nin 11’er bakanı olacak, başbakanlığı Neçirvan Barzani üstlenecek.
Güneydoğu Anadolu’yu bölgesel "cazibe merkezi" yapmamız zorunluluğu bu denklemde daha iyi anlaşılıyor. Çünkü Kuzey Irak’taki Kürt oluşumu, adı her ne konulursa konulsun, demokratik ve büyüyen Türkiye’ye alternatif olamaz. Yeter ki demokrasi ve refahın adil paylaşımı patikasına ilerleyelim. İşte o zaman cazibe merkezini yüz binlerce askerle korumak zorunda kalmayız.
Yazının Devamını Oku