Enis Berberoğlu

Günahın cezasını kim verir?

13 Haziran 2006
ANKARAİKİ gün önce bu köşede "Muhafazakár medya, töre cinayetlerini neden görmezden geliyor?" diye sorduk, o cenahtan pek üzerine alınan çıkmadı. Ama çok sayıda okur tepkisi aldık. Yanlış anlamaları önlemek, kimseye gazetecilik dersi verme niyetimiz olmadığını tekrarlamak boynumuzun borcu. Ancak muhafazakár medyaya töre cinayetine kayıtsız kalmama ısrarımızı korumak da öyle. Çünkü top tabir yerindeyse tam da onların sahasında!

Bakın, insanlığın günah ve suç ayrımına gitmesi yüzyıllar aldı.

Eskiden yöneticiler ilah, başkaldırı günahtı mesela.

Sonra aydınlandık, günahın cezasını ahirete bıraktık.

Hukukta suçu ve cezasını tarif ettik.

Töre cinayetine yol açan vakalar... Yani ailenin istemediği evlilik yapan genç kızlar, tecavüze uğrayan kadınlar. Dinen ne kadar günaha girdiler bilemem, ahkám kesemem ama hukuken suçlu değil kurbandırlar. Siz kalkıp kurbanı infaz edeceksiniz, üstelik bir de bu eylemi din hassasiyetiyle izaha kalkacaksınız, öyle mi? Bakalım muhafazakár medya bu yaman çelişkiye ne diyecek?

Kaç kez yazdık, bir kez daha tekrarlayalım.

Laiklik asıl dindarlara lazımdır.

Din ve vicdan hürriyetini yaşayabilmeleri için.

Hatta kimi zaman hayatta kalabilmek için!

Eşkál karışık

GENELKURMAY önünde dağıtılan sarı Atabey zarfları hakkında mütevazı katkımız, "Doğruysa güvenlik kamerasına kayıtlıdır" oldu. Sonra gazetelerde muhtelif zanlı eşkálleri çıktı. Bir gazeteye göre, zarfı veren "En fazla 25 yaşında. Kısa kollu bir tişört giymiş, atletik yapılı, uzun boylu" bir kişi. Diğer bir gazete aynı kişiyi, "Üzerinde kırmızı çizgiler bulunan uzun kollu beyaz bir gömlek giydiği, 1.85-1.90 boylarında, atletik yapılı, 28-30 yaşlarında" diye tarif ediyor. Yani aynı görüntüden söz ediyorlar ama zanlının sadece boyunda anlaşıyorlar. Kamera eşkálde yanılmayacağına göre, ya kaynağın veya yazanların kafası karıştı galiba.

Yarın, bugünden daha zor

BU yazıya son noktayı koymaya hazırlanırken Dışişleri Bakanlığı’ndan Lüksemburg’a hareket edileceği haberi geldi. Uçak dolusu diplomat ve gazeteci, müzakereye başlanmasını kutlamaya gidiyoruz.

Gördüğüm kadarıyla bu kez 17 Aralık ve 3 Ekim öncesi kriz havası yaşanmadı Türk tarafında. Çünkü Fransa’nın çıkarttığı engel kolay ve erken aşıldı, Ankara sadece Kıbrıslı Rumlarla karşı karşıya kaldı. Avrupa Birliği’nin Rumlara teslim olmayacağı zaten belliydi.

Ne var ki asıl tehlike Rumlardan çok, Başbakan’ın "AB’ye onurumuzla gireceğiz" söylemidir. Çünkü mesele onur değil uyum sorunudur. AB değerlerine bizzat Avrupa uymazsa onların ayıbıdır. Biz uymazsak, eleştirmek haklarıdır. Türkiye AKP iktidarında Avrupa yolunda umulandan çok hızlı ilerledi, ama anlaşılan yarın bugünden daha zor olacak.
Yazının Devamını Oku

Töre cinayetine sessiz ortak

11 Haziran 2006
<b>ANKARA</b><br>İSTANBUL zaten koca küresel köy... O yüzden cinayeti, gaspı, tecavüzü, kısacası büyük kent imalatı her suç türünü yadırgamaz hale geldim.

Ama Ankara için farklı düşünürdüm açıkçası. Belki de başkente yakıştırdığım algılama hálá Cumhuriyet baloları, lacili vekiller, gri takımlı memurlardan ibaret kaldığı için Ankara’daki son töre cinayeti çok fena oturdu içime.

Önce Ankara Bürosu’nun genç polis muhabiri Arda Akın’ın yardımıyla aile fotoğrafı çektim. Anne ile baba 25 yıl önce Erzurum’dan Ankara’nın Gülveren Mahallesi’ndeki konduya göçmüş. Kız kardeşini aile kararıyla infaz eden asker ağabey, akrabalarına ait benzinlikte çalışıyor. 44 yaşındaki baba pompacı, oğlan getir-götürcü. Eğitim bilançosu da hazin. Ev kadını anneyle baba ilkokul mezunu, kocası tecavüzle suçlanan Erzurum’daki abla da öyle. Kurban orta 2’den terk, kaçak ağabey lise diplomalı.

Hikáyeyi zaten biliyorsunuz, annenin ifadesine göre genç kız, eniştenin tecavüzüne uğruyor, hamile kalıyor. Çocuğu aldırtıp, kızlık zarını diktiriyor, utanç içinde, pürtelaş kocaya varıyor. Ertesi gün "özürlü mal" gibi eve yollanınca ağabeyi sokağın ortasında kafasına kurşunu sıkıyor.

Demin, "Hikáyeyi zaten biliyorsunuz" dedim ya, ağız alışkanlığından. Eğer Hürriyet, Milliyet, Sabah veya Vatan gibi gazetelerin okuruysanız başkentteki töre cinayetini ayrıntılarıyla izlediniz. Peki ya muhafazakár gazeteler?

Yazının Devamını Oku

MHP takviminde 3 tarih

10 Haziran 2006
<b>ANKARA<br></b>MHP’nin üç hilal formlu genel merkezinin "M" harfli blokunda beşinci kattaki odasında açtığı ajandaya göz atan parti genel sekreteri Cihan Paçacı artık ezberindeki üç tarihi sıralıyor: 22 Ekim, 26 Kasım ve gelecek yıl 28 Ekim...

Belki tahmin ettiniz, MHP’ye göre genel seçim randevusu bu üç tarih arasında verilecek.

Önce en yakın tarihten başlayalım. Paçacı, "Seçim en erken 22 Ekim’de yapılır" diyor ve ekliyor:

Çünkü Ramazan 24 Eylül’de başlıyor, 22 Ekim günü de bayram arifesi.

MHP kurmaylarına göre, 29 Ekim ve 10 Kasım’ı takip eden pazar günü AKP’ye uygun seçim tarihleri değil. Peki seçim bu yılsa, en geç hangi tarihte yapılır? Paçacı o tarihi de veriyor:

Kasım ayının son pazarı, yani 26 Kasım’dan sonra seçim olmaz. Aksi halde iklim koşulları elvermez, sandık güvenliği sağlanamaz.

MHP yönetimi, neden en erken 133 en geç 172 günde seçim istiyor? Paçacı, "AKP dört temel kurumla kavga ediyor, ülkeyi geriyor" diyor ve AKP’nin çatıştığını düşündüğü bu kurumları sayıyor:

Cumhurbaşkanlığı, Üniversite, Yargı ve Ordu.

MHP Genel Sekreteri, "Bu Meclis’ten 2 partinin oyuyla seçilen cumhurbaşkanı ülkeyi sıkıntıya sokar" yorumunun ardından son noktayı koyuyor:

Meclis yeniden güven tazeler, cumhurbaşkanını yeni meclis seçer. Siyasi kriz böylece aşılır.

1999 miladı ve 2006

TÜRKİYE’de fırsatlar ve krizleri tek neden-sonuç ilişkisiyle izaha çalışmak abestir. Ancak özellikle 1999 yılından bu yana Türkiye’nin AB ve IMF ile ilişkisiyle genel gidişat arasında gözle görülür bir irtibatın bulunduğu da kesindir. Miladı 1999 Aralık ayı olarak kabul edersek;

9 Aralık 1999 günü Türkiye IMF’ye niyet mektubu yolladı.

12 Aralık 1999 günü Türkiye Helsinki’de Avrupa Birliği’ne aday ülke statüsü kazandı.

Piyasalar coştu, borsa tarihi rekorlar kırdı.

Peki bu iki çapa sadece pozitif yönlü mü çalıştı, tabii ki hayır, hatırlayalım:

8 Kasım 2000 günü Avrupa Birliği, tam üyelik için yol haritası olarak kullanılacak Katılım Ortaklığı Belgesi’ni açıkladı. Türkiye, Kıbrıs ve Kürtçe TV’yi bahane ederek savsakladı.

15 Kasım 2000 günü yapısal reformların gecikmesinden, IMF ile gerginlikten rahatsızlık duyan yabancı yatırımcılar, bono ve hisse senedi portföylerini bozdu, faiz ve kur tırmandı.

30 Kasım 2000 günü Türkiye ek destek talebiyle yine IMF’nin kapısına dayandı.

Yani 2 çapa yerinden oynayınca öncü deprem yaşandı. Sonra:

4 Aralık 2000 günü iki ayrı IMF heyeti Ankara’da pazarlığa başladı.

7 Aralık 2000’de Nice’te, AB Zirvesi’nde dönemin başbakanı Bülent Ecevit aile fotoğrafına girdi.

Ne var ki gönülsüz ve son anda yapışılan AB/IMF ipi Türkiye’yi 2001 krizinden kurtarmaya yetmedi.

Belli ki son türbülansta -küresel nedenlerin yanı sıra- AB ve IMF sürecindeki tıkanma da rol oynadı.

Aklımız başımıza geldi, AB/IMF çapasına daha sıkı sarıldık... Bakalım krizden fırsata açılan kapıyı aralayabilecek miyiz?
Yazının Devamını Oku

Arka bahçeden yükselen ses

6 Haziran 2006
MEMLEKETİN kanaat önderleri, işadamları AKP’ye tabanından, daha doğrusu arka bahçesinden yükselen isyanı tartışıyor. Siyaseti kaynama noktasına getiren alevlerin çıktığı ocak imam hatipler. Çünkü türban veya katsayı, en hassas sorunlar için tek ve mecburi adres orası. İmam Hatip Mezunları Mensuplar Derneği (ÖNDER) hafta sonunda 600 kişilik kurultay topladı. Dernek Başkanı Yusuf Ziyaeddin Sula (49), Başbakan’ın performansından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türban kararına kadar geniş yelpazede konuştu. İstanbul İmam Hatip mezunu ve halen ticaretle uğraşan Sula ile dün görüştük, kurultay konuşmasındaki başlıkları biraz daha açtı.

Kurultay konuşmanız Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a eleştiri olarak algılandı.

- Mezunlarımızdan hepsine sahip çıkma niyetindeyiz. Siyasi çekişmelere girmeyiz. Mesela Başbakan bizim mensubumuzdur. Onun başarısı bizim için çok önemli. Ancak bizimle ilgili bazı şeyler elde edemiyorsa, yapamıyorsa, şikáyetlerimizi dile getirmekten geri durmayız. Ama ona sahip çıkmadığımız anlamına gelmez.

Sizinle, isteklerinizle ilgili neden bir şey elde edilemiyor?

- Konuşmamda onu da anlattım. Bu ülkede seçim yapılıyor, halk iradesi ortaya konuluyor ama yüzde 49 aşılamıyor, yüzde 51 değişmiyor.

Din subaylığı öneriniz var.

- Bu konudaki raporumuzu Genelkurmay’a da ileteceğiz. Dünyanın bütün ordularında muvazzaf din subayları var, generalliğe kadar yükseliyorlar. Askerlikte dini inanç önemli. Mesela, "ölünce şehit olacağım" derse gözü kara kendisini kurşunun önüne atabilir. Ayrıca yine batıdaki gibi hastanede terapi amaçlı din görevlisi öneriyoruz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararını da eleştirdiniz.

- AİHM kararını eleştirmenin ötesinde bu mahkemenin başka bir kararına değindim. Söz konusu AİHM türban kararı olunca "mesele kapanmıştır" diyenler, örneğin homoseksüellerin askerlik yapmayacakları kararı için "bizi bağlamaz, uymayacağız" açıklaması yapıyor. Bu çelişkiye dikkati çekmek istedim.

7’nci koltuk

TÜRKİYE’nin İran denklemindeki pozisyonu giderek güçleniyor.

Öyle ki BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesiyle geçen hafta Viyana’da buluşan, Tahran’a olası yaptırımlar paketini tartışan Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeir’ın toplantıya Türkiye’nin de davet edilmesini önerdiği bilgisi Ankara’ya ulaştı. Küresel dalgalanmadan fazlasıyla etkilenen Türkiye’nin yeniden batının ve -bu kez Irak olayından farklı olarak- İran’ın da güvendiği bir müttefik sıfatıyla anılmasının ekonomik sonuçları da takip edecektir inancındayız.

İstihbarat savaşları bitmedi

SUSURLUK’un en kötü mirası askeri/sivil istihbarat birimleri arasındaki kan davasıdır. Son olaylar gösterdi ki, aynı devlete çalışan bu birimler arasındaki çekişme kimi zaman siyasi otoriteyi yanıltacak ölçüde yoğun kirli bilgi kampanyalarına kadar tırmanabiliyor.

Daha da vahimi, siyasi otorite henüz bu gerçeği tam anlamıyla algılamadığı için oyunun sonu gelmiyor. Eğer korkularımızda haklıysak, önümüzdeki günlerde yeni perde açılabilir!
Yazının Devamını Oku

Unakıtan: Tedbir zamanı geldi

4 Haziran 2006
ANKARA<br><br>ENFLASYON rakamları hükümette nasıl yankı buldu? Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, "Herkesin tedbir alma zamanı geldi" diyor ve sıralıyor:

Mayıs ayı sonuçları açıklanınca göreceksiniz ki bütçe açığı değil fazlamız var.

Giderlerimizi kesinlikle artırmıyoruz, ek bütçe hiçbir şekilde gündemde değil.

Vergi gelirlerinin hedefi aşan fazlasını harcamıyor, tasarruf ediyoruz.

Yüzde 6.5 faiz dışı fazla hedefinin tutturulması konusunda hiçbir sıkıntı yok.

Maliye Bakanı’nın açıkladığı tedbirler arasında yeni vergi veya oran artışı bulunmuyor.

Çünkü Unakıtan, mayıs ayındaki kur artışıyla birlikte ihracat temposunun yükseleceğine inanıyor, "İhracatla birlikte üretim ve istihdam da artacak. Buna bağlı vergi tahsilatı da" diyor.

Anlaşılan Unakıtan, IMF’nin haziran enflasyonu da yüksek çıkar ve fona söz verilen patikadan sapılırsa ek vergi önlemi isteyeceği senaryosunu baştan reddediyor.

Demek ki IMF’nin bugüne kadar en rahat çalıştığı bakan, tekstildeki KDV indiriminden sonra ikinci cepheye de hazırlanıyor. Ancak cephanesinin eksik olduğunu söylemek de haksızlık olur!

Gazeteci incelemiyoruz

MALİYE Bakanlığı, gazeteci ve siyasilerin vergi/banka hesaplarını incelediği yolundaki haberleri önceki akşam geç saatte yalanladı. Bakana, "Neden gecikildi?" diye sordum, "Önce bizzat inceledim, sonra açıklama yaptık. Özel olarak baktım, hiçbir siyasetçi veya gazeteciyle ilgili inceleme yok" dedi. Ardından ekledi: "Vergi incelemesi yapan denetçi arkadaşların tek tek ne yaptıklarını, hangi hesaba baktıklarını bilemeyiz. Ama bugüne kadar bu inceleme sonuçları ne anlatıldı, ne de açıklandı. Bugünden sonra da olmaz."

Hükümet ve askerin ortak düşmanı

DÜN bu köşede "Ey çeteci biliyor musun, neden yakalanıyorsun?" diye sorduk ve yanıtını "Hükümet ve çetelerin işbirliği değil tam aksine husumeti var, TSK da çeteleri kollamıyor zaten" diye verdik. Bugün bir adım daha ileri gidelim isterseniz: Çeteler sadece yasal iktidarın değil ve fakat Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emir komuta zincirinin de düşmanı. Demek ki tehdit aslında demokratik rejime! Dolayısıyla siyasi otoritenin mantar gibi bitip aynı hızla yakalanan çeteler için askeri suçlaması abesle iştigal. Aksine ortak düşmana karşı komutanlarla işbirliğine gitmesi çok daha akılcı olur.
Yazının Devamını Oku

Ey çeteci biliyor musun neden yakalanıyorsun?

3 Haziran 2006
ANKARABENCE doğru soru bu!Gerçi suç ekonomisinde "altın oran" beşte birdir. Diyelim ki 1 kilo eroin yakalandı, bilin ki 5 katı hálá kaçaktır.

Demek ki kaba hesapla, yılbaşından bu yana üç çete yakalandığına göre, on beş çete daha faaliyettedir.

"Kimdir bu çeteciler?" diye boşuna sormayın, yakınınıza bakın, eşkáli bellidir.

Diyelim ki, 18’inde dağda teröriste kurşun atıp, kurşun yediniz.

Daha 40’ına gelmeden üç kuruş maaşla emekli edildiniz (=hurdaya çıktınız).

Ekmek parası için büyük kente göçüp debdebeli yaşamı kıskandınız.

Birkaç eski emekli tertibin giydiği elbiseye, bindiği otomobile bakıp şaşıp kaldınız, "Ne iştir?" diye merak saldınız.

Bilin ki çeteler için ideal insan malzemesi haline geldiniz.

Türkiye’de sizlerden yüzlerce -umarım haksızımdır- belki de binlerce var.

Şimdi gelelim tekrar aynı kritik soruya:

- Ey çeteci biliyor musun, neden yakalanıyorsun?

Yanıtı bendenizin neredeyse 10 yıl önce yazdığı Yüksekova kitabının önsözünde saklı:

"Mafya küçük silahlı gruplara verilen addır. Ortaçağ Sicilyası’nda arazi sahiplerinin mülklerini korumak için kurulan bu gruplar giderek güçlendi, 18 ve 19’uncu yüzyılda mülk sahiplerinden ürünlerin korunması için haraç almaya başladı. Global Mafya’nın gelir kapısı haraç böyle doğdu.

Sık sık istilaya uğrayan Sicilya’daki etnik kökenli karışık töreler, büyük toprak sahiplerinin baskısı, alternatif adalet sistemi yarattı.

Mafya arabuluculuk hizmetine başladı... Hızlı adalet ve infaz kamuoyunda rağbet gördü.

Mafya’nın arabuluculuk hizmetinden yerel politikacılar da yararlandı.

Böylece Mafya’nın siyasi temsili sağlandı.

Mafya ekonomik yasakların yarattığı fırsatları iyi kullandı.

Örneğin, ABD’de 1920’li yıllarda uygulanan içki yasağı ile Şikago çetelerinin altın döneminin çakışması rastlantı değildir.

Suç ekonomisinde yasaklar, rantı yükseltir. Ama yüksek rant, piyasaya giriş talebini de artırır.

Dolayısıyla mafyanın eli ülkeyi yöneten resmi güçlere mahkûmdur."

Yukarıdaki satırlar Susurluk sürecinin en karanlık günlerinde kaleme alındı. Ama gelelim bugüne...

1) Mafya’yı, çeteyi besleyen yasaklar AB yasaları sayesinde tek tek tarih oluyor. 2) Demokrasi paketleri taşları yerine oturtuyor, yasal iktidarı egemen güçlere karşı eskisine göre daha fazla koruyor. 3) Ülkenin polisinin güveni yerine geldi, gölgesinden korkmuyor. 4) TSK tıpkı Susurluk’ta olduğu gibi çetecileri dışlıyor. 5) Ve en önemlisi iktidar partisi kontrolden çıkmış çeteleşmenin en dişli siyasi düşmanı olduğunu biliyor, en azından şimdilik cesaretini yitirmiyor.

O yüzden ey çeteci, öncelikle takvim ayarını doğru yap, 50 yıl önceki mayıs ayında yaşadığını sanma.

Haklarını demokratik sistem içinde ara, hep hatırlamak istediğimiz gibi, kahramanımız olarak kal lütfen.

Sarı zarfın adresi

GAZETELERİN
yazdığına göre, çete zabıtları sarı zarfla Genelkurmay önünde gazetecilere servis edildi. Acemice verilmek istenilen "kaynak asker" izlenimi bir yana, Genelkurmay ve çevresi kadar hassas bir alanın güvenlik kameraları ile izlenmemesi düşünülemez. Demek ki ya çeteciler bu işi bilmiyor veya şu anda Genelkurmay’ın kayıtlarına geçmiş durumdalar. Bekleyelim, görelim.
Yazının Devamını Oku

Katilin merdiven itirafı

30 Mayıs 2006
<b>ANKARA</b><br>28 yaşındaki bir katil, cinayet işlediği Danıştay’ın beşinci katından kaçarken kaç dakikada zemine iner? Tahminde zorlandıysanız, yardımcı olmak açısından örnek vereyim. Katliama uğrayan Danıştay’ın 2’nci Dairesi’nden çıkan önemli bir kararı öğrenerek canlı yayın kamerasına koşup son dakika haberi olarak aktarmak için geçen süre (CNN-Türk muhabiri Gökhan Bozkurt’a sordum) en fazla 4-5 dakika. Peki Avukat Alparslan Arslan aynı merdivenleri kaç dakikada indi; tanıklara göre neredeyse iki katı sürede. Yani salına salına, telaş etmeden.

Polise göre, katilin soğukkanlı kaçış girişimi profesyonel eğitimi sayesinde.

Yalnız şeytanın mutlaka gör dediği bir ayrıntı var: Katil madem ki dikkati çekmemek amacıyla merdivenleri yavaş iniyor, kalabalığa karışmayı umuyor... O zaman neden heyetin toplantı odasından çıkar çıkmaz karşı duvara ateş ederek duymayan kim kaldıysa cinayetini haber veriyor. Merdivenlerden inerken gürültüyü duyan bir sekreterle sohbete koyuluyor, "Yukarıda merak edecek bir durum yok" diyerek kendisini hatırlayacak tanık bırakıyor?

Gelelim bir diğer soruya... Danıştay’dan yaya olarak kaçmak mümkün iken, katilin aracı bina yakınlarında park halinde bulundu. Kimilerine göre, aracın yakında beklemesi, kaçış planına hizmet edecek zekice bir ayrıntı. Benim gibi şüphecilere göreyse, "Her türlü suç deliliyle (tabanca, gazete kupürü, cep telefonu gibi) hazır bekleyen araç, polise fazlasıyla yardımcıydı".

Katilin suç yerine dönme eğilimine hemen her polis romanında rastlarız ancak katilin olay yerini terkte bu kadar isteksiz ve uyuşuk davranması herhalde literatüre geçmeye layık bir örnek!

Polis takibindeki zanlı cinayete kadar eli kolunu sallayarak geziyor. Suçlu cinayetten sonra adeta "beni yakalayın" diye ağırdan alıyor. Çete kanıtları ortada ama çıkar şeması yok.

Özetle, birileri bizi fena işletiyor.

IMF’nin temmuz şifresi

Piyasalar bu hafta cuma günü açıklanacak mayıs enflasyonuna kilitlendi ama bence haziran sonu rakamları çok daha kritik eşiğin habercisi. Hatırlarsanız IMF 3 ve 4’üncü gözden geçirmeyle ilgili onayı 3 Temmuz’dan sonraki yönetim toplantısına bıraktı. Yani fon da haziran enflasyonunu bekliyor ve yıllık yüzde 8.5’tan yüksek çıkarsa ek önlem istenecek. Hükümet şimdilik hazır olduğu 4.5 milyon YTL’nin iki katını bulacak vergi ve zamma yanaşır mı hep birlikte göreceğiz.

İran’ın dört ayı kaldı

Türkiye-İsrail ilişkileri yeniden ısınıyor. İsrail Dışişleri Bakanı başkentteydi, Türk Cumhurbaşkanı gelecek hafta İsrail’de olacak. Masada ikili ilişkiler kadar İran sorunu da var. İsrail’in mesajı açık: "İran’ın nükleer know-how için sadece dört ayı kaldı. Devamında bomba için ne kadar süre gerekeceği belli değil. Nükleer güce sahip İran sadece İsrail değil dünyanın sorunu. İsrail sorumlu bir devlet olarak uluslararası camianın kararını, yaptırımlarını bekleyecek."
Yazının Devamını Oku

Ali Babacan’ın telefonu keşke gizli kalmasaydı

28 Mayıs 2006
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, parti grubunda Merkez Bankası adına konuşunca piyasanın ayarı bozuldu. Merkez Bankası yazılı açıklamayla "yetki bizde" diye hatırlatmak ihtiyacını hissetti.

Peki sonra ne oldu? Acaba Başbakan, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ile görüştü mü?

Bana anlatılana göre Merkez Bankası’nı Başbakan değil ama Ekonomi Bakanı Ali Babacan aradı. Başkan Durmuş Yılmaz’a, "Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusundaki hassasiyetini" teyit etti. Dolayısıyla siyasi otoritenin Merkez Bankası’nın yetkisine tecavüzü olarak algılanan sözleri düzeltti. Başkan Yılmaz ne yanıt verdi bilmiyorum; ama keşke Babacan bu garantisini piyasalara da açıklasaydı. Belki Başbakan zorda kalırdı; ama piyasalar biraz olsun rahatlardı.

Sanırım piyasanın aklına takılan bir diğer soru, TMSF’nin özelleştirme dövizlerini satarak kur artışına fren çabası haberleriyle Merkez Bankası’nın bir alakasının olup olmadığı... Başkan Yılmaz’a yakın kaynaklar, "Bizim ne kur düzeyi hedefimiz, ne de yönlendirmemiz olabilir. TMSF satışıyla hiçbir ilgimiz yok. Zaten bir kerelik bir satıştan fayda ummak işimiz değil" diyor.

TÜSİAD’ın konuğu CHP

CHP’nin merkez sağa açılmasında adı geçen istasyonlardan birisi de TÜSİAD. Genel Başkan Deniz Baykal, "TÜSİAD ile ilişkiden" söz edince ne olup bittiğini sordum, şu bilgiye ulaştım: AKP’nin 23 Ocak’taki TÜSİAD ziyaretini yakın takibe alan CHP yönetimi, patronlardan randevu talebinde bulundu. TÜSİAD yönetimi de AKP ile aynı formatta, yani genel başkan yardımcıları düzeyinde ziyarete yeşil ışık yaktı. (TÜSİAD’a giden AKP heyetinde genel başkan yardımcıları Dengir Mir Mehmet Fırat, Bülent Gedikli, Şaban Dişli, Nazım Ekren ve Reha Denemeç vardı.) TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı yurtdışı gezisinden haftaya dönecek ve şimdilik haziran sonu olarak planlanan ziyaret tarihi kesinleşecek.

En uzun türbülans listesi

Kur artışı iç fiyatları artırır, enflasyonu yükseltir ama asıl darbeyi ülkenin kredi itibarına indirir, küresel piyasadaki risk primini tırmandırır. Tablodan da anlaşılacağı üzere türbülans süresi uzadıkça zarar artıyor. Son türbülansın üçüncü haftası dolarken risk primindeki artış henüz 0.6 puanı geçmedi. Yani yılbaşındaki düzeyi aşmadı. Eğer kısa sürerse bu türbülansı fazla hasarsız atlatma şansımız hálá var.

Başlangıç Bitiş Süre Risk (hafta)primi artışı (%)

Tekila krizi10.02.9520.03.9551.35

Rusya ve Uzakdoğu10.08.9830.10.98138.62

Arjantin ve Türkiye13.11.0015.12.0050.27

11 Eylül saldırısı12.09.0119.10.0181.80

Brezilya ve Türkiye30.04.0210.10.02214.02

FED faiz artışı06.04.0410.05.0451.58

Kaynak: IMF, Emerging Market Financing ve Fortisbank
Yazının Devamını Oku