2 Temmuz 2006
ANKARA<br>HAYRETTİR, sanki sadece necip Türk milleti değil küresel köyün tüm ahalisi sokağa dökülmüş, "Faizler yükseliyor" diye zil takmış oynuyor... Halbuki daha yüksek faiz demek;
daha pahalı ev ve araç kredisi,
kredi kartına kazık hesap bildirimi,
ulusal borca daha yüksek fatura anlamına gelir.
Dolayısıyla enflasyonla mücadelede zorunlu faiz artışına sevinmek yerine üzülmek lazım.
Peki kim üzülmeli? Mesela, ABD’nin yeni Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke olabilir mi?
Amerikalı ekonomi yorumcularına göre Bernanke’nin "itibar açığı", ilave faiz artışıyla ödeniyor. Yani "daha muteber bir isim o koltukta otursaydı FED faiz artırmak zorunda kalmazdı" deniliyor.
Benzeri yorumlar bizim Merkez Bankası için de yapılabilir mi? Mesela, hükümetin atama sürecini yüzüne gözüne bulaştırması, yeni başkanın enflasyon yükselirken faiz indirmesi, piyasadaki dalgalanmaya müdahalede gecikilmesi... Yaşanan itibar kaybının ancak iki faiz şokuyla telafisi.
Belki hatalar zincirinde bir halka eksik olsaydı, bugünkü faizimiz daha düşük kalırdı.
Neyse geçti artık diyelim ve "faizden kim kazanır?" sorusuna anketle yanıt arayalım.
Los Angeles Times ile Bloomberg TV’nin ortak anketine göre Amerikan halkının yüzde 65’i "faizin daha da yükselmesine karşı". Ne var ki herkes aynı fikirde değil, şöyle ki:
Geliri yıllık 100 bin doların üstünde olanların yüzde 40’a yakını "faiz yükselsin" diyor.
Buna karşılık yılda 40 bin dolardan az kazananların dörtte üçü daha düşük faiz istiyor.
Özetle başlıkta da söylediğimiz gibi, faizi zenginler sever. Serveti korumak, paralarıyla daha fazla kazanmak için.
Kıssadan hisse: Fakire şirin gözükeceğim diye saçmalayan iktidarlar da sonunda zengine hizmet eder.
Parola teamül, işaret komutan
ÇANKAYA seçimi öncesindeki son kritik viraj 30 Ağustos gibi gözüküyor. Erken tahmin risk taşısa da, bu virajın kazasız atlatılacağını düşünüyorum. Genelkurmay atamasında sanki parola gibi herkesin ağzından düşmeyen "teamül" sözcüğünün ne anlama geldiğini bir bilene sordum, dedi ki:
"Teamül aslında mevcut Genelkurmay Başkanı’nın yerine yapılacak atama konusunda isim vermesiyle başlar, Milli Savunma Bakanı onaylarsa Bakanlar Kurulu’na getirir. Yeni Genelkurmay Başkanı, hükümetin teklifiyle Cumhurbaşkanı tarafından atanır."
Yani teamül zincirinin bir ucunda Yaşar Büyükanıt için Şemdinli sonrasında, "Büyükanıt idi şimdi daha büyük anıt oldu" diyen Orgeneral Hilmi Özkök, diğer ucunda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer var. Bu zincir kolayına kopmaz, koparılamaz.
Gelelim işarete, TSK atamalarını düzenleyen 926 sayılı yasanın 49’uncu maddesi diyor ki:
"Genelkurmay Başkanlığı’nın boşalması halinde, en geç 45 gün içinde atama yapılır."
Özkök’ün teamüle uyacağı konusunda hemfikirdik, öyle değil mi?
Peki teamül riske girerse ne yapabilir?.. Mesela erken emekliye ayrılabilir mi?
Eğer bu yolu tercih ederse yerine kim gelir... Bildiniz, yine Büyükanıt.
Yazının Devamını Oku 1 Temmuz 2006
ANKARATAHMİN ettiğiniz gibi soru Çankaya ve Recep Tayyip Erdoğan ile irtibatlı. Madem ki Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması "sistem riski" sayılıyor. O zaman tam tersi halde, yani Başbakan Çankaya hevesinden vazgeçerse risk tamamen ortadan kalkacak, öyle mi?
Kestirme yanıt: Hiç öyle değil!
Bakın beğenseniz de, eleştirseniz de, ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarı en azından gelecek seçime kadar tek parti iktidarının tek parça halinde devamına bağlı.
AKP’nin bölünmesi muhtemelen erken seçimi kaçınılmaz kılar ve muhalifleri sevindirir, ama önce ciddi bir istikrarsızlık dönemi anlamına gelir ki, bunu da kimse unutmasın.
AKP’nin gelecek on beş ayı zaten mayın tarlası gibi: 1) 11 Kasım’da Büyük Kurultay, 2) Mayıs ayında cumhurbaşkanı seçimi, 3) Eğer Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa/çıkabilirse yeni başbakan tayini, 4) Bakanlar Kurulu’nda, 5) Partide nöbet değişimi, 6) Biraz erken veya zamanında genel seçim.
Bu çetin süreçte AKP’li Türk büyüklerinin cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla sokağa dökülmelerine tek engel Erdoğan korkusu. Daha doğrusu Başbakan’ın erken ve örtülü adaylık ilanı.
Eğer Erdoğan adaylıktan çekildiğini bugünden açıklarsa asıl o zaman kıyamet kopar.
Çankaya heveslileri AKP Meclis Grubu’nu ablukaya alır, mübalağa kavga çıkar, kan akar.
Nitekim Erdoğan’ın Strasbourg yolundaki "başkası olabilir" vurgusu gazete manşetlerine çıktığı gün fikir danıştığımız AKP’nin akil adamı, "Kötü oldu" dedi ve ekledi:
"Keşke Başbakan’ın adaylık ihtimali son ana kadar gündemde kalsaydı, diğerleri heves etmeseydi, hem partinin, hem de ülkenin hayrına olurdu."
Dolayısıyla "Yeter ki, o olmasın" ısrarını taşıyanlar, "O değil de kim olsun?" sorusuna da kafa yormalı ve kamuoyuna "kriz yaratmayacak" çözüm önerileri sunmalı. Yoksa Çankaya tartışmalarını sadece memleket sevgisiyle izahta zorlanırlar.
3 Temmuz eşiği
Bu köşede iki haftadır rüzgára karşı durduk, "FED’den sonra Türkiye’ye giriş olabilir, bu kur ve faiz yabancıya çok cazip" diye yazdık. "FED zaten bir önceki metinden kötüsünü yazamazdı" varsayımı tuttu, dün ufak yabancı girişi yaşandı. Şimdi aşmamız gereken eşik, pazartesi günü açıklanacak haziran enflasyonu. Büyükler zaten bilir, küçük yatırımcıya tavsiyem bu rakamı görmeden karar vermesin!
O fakir ve mağdur lider
PARTİ lideri diyor ki:- Parlamento’ya girmek durumundaydık. Kapımızı açtık. Yapmak zorundaydık, niye? Kendimizi anlatmamız, Meclis çalışmalarına katılmamız gerekiyordu. Parlamento’da sesimizin çok daha güçlü çıkacağına inanıyorduk. Kaldı ki bir başka yön, Hazine yardımı alacaktık.
Son cümleyi tekrarlayalım: "Hazine yardımı alacaktık!"
Recep Tayyip Erdoğan tam dört yıl önce AKP’ye diğer partilerden milletvekili transferini işte bu siyasi ve ekonomik gerekçelerle açıkladı. Aradan zaman geçti, AKP’den istifa eden Erkan Mumcu Anavatan’ın başına geçti, Meclis’te grup kurdu. Ama AKP gibi Hazine yardımı alamadı.
Anavatan hukuk yoluna gitti, ama Maliye Bakanlığı peş peşe kaybettiği davalara rağmen ödemeye yanaşmıyor. Siyasette haksız rekabete çanak tutuyor. Anlaşılan bir zamanların o fakir ama mağdur lideri, Türk filmindeki gibi değişmiş, intikam ilahına dönüşmüş.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2006
ANKARA-PARA Politikası Kurulu kararının özeti belli: "Çıkmak isteyene dövizini verelim gitsin." Merkez Bankası’na göre bugün piyasalarda gözlenen dalgalanma ile 2001 krizi arasında fark var.
"2001’de çıkmak isteyen parayı tutamadık, piyasa bozuldu, bugünse sanki içimizde bir ur var, bıraksak bünyeyi zayıflatıyor, çıkarıp atmak en iyisi" görüşü ekonomi yönetimine hákim oldu.
Peki çok değil altı ay önce Türkiye’ye girişte yarışan fonlar bugün ne oldu da çıkışa koşuyor?
Bu noktada Para Politikası Kurulu’nun açıklamasında yer alan, "Türkiye yurtdışındaki yerleşiklerin (yabancıların) ellerinde tuttukları portföy yapısının da katkısıyla daha fazla etkilenmiştir" cümlesinin şifresini kırmak lazım:
1) Para yönetimine göre asıl sorun yaratan, ocak ayından itibaren giriş yapan kısa vadeli sermaye.
2) Merkez’in şubatta 5 milyar dolar satın alması, spekülatif sermayenin girişine davetiye çıkardı.
3) Ama asıl hata, yılbaşından itibaren yabancı parayı vergiyle korkutup swap işlemine yöneltmekti.
Son maddeyi biraz daha açmak gerekiyor: 2006 yılbaşına kadar Türkiye’ye girip döviz bozduran yabancı fonlar, hazine bonosu/tahvili, hisse senedi alabiliyor, mevduat yapabiliyordu. Saydığımız yatırım araçlarında vergi yoktu. Maliye yılbaşında yabancıya yüzde 15 stopaj (vergi) koyarak yatırım tercihini etkiledi. Yabancılar çoğunlukla vergisiz swap işlemine yöneldi.
Sonuçta hem güzel ve vergisiz para kazandılar hem de sadece kur riski almakla yetindiler. (Oysa örneğin hazine káğıdında olsalar satarken kurun yanı sıra faiz zararına da uğrayacaklardı.)
Gelelim çıkış kapısına yakın para miktarına ve Merkez’in hesabına:
Her gece Merkez’de park eden fazla para miktarı 10-15 milyar YTL.
Merkez her gün YTL alım ihalesi açarak bu paranın dövize yönelmesini önleyecek.
Ayrıca yine günlük ihaleyle döviz satacak, sığ piyasada kur artışına izin vermeyecek.
Basit hesapla, çıkmakta ısrarlı para en fazla bir ayda ülkeyi terk edecek.
İtibar takvimi
Merkez Bankası’nın yeni yönetimi ilk testte pek başarılı olamadı. Yine de kendilerine bir "itibar takvimi" belirlediler: "Serdengeçti piyasadaki kredibilitesini 8 ayda kazandı. İşimiz daha kolay, biz dört ayda sağlayabiliriz."
Risk primi Brezilya’dan fazla
PARA Politikası Kurulu 2.25 puanlık artışa nasıl karar verdi? Anlatılana göre, Türkiye’nin reel faizi geçen haftanın son 3 işlem gününde iyice geriledi. Merkez’in beklenti anketinde de yıl sonu enflasyon tahmini bir puana yakın arttı. İşte bu iki gelişme, faiz artışını kaçınılmaz kıldı.
Şu anda Türkiye’nin 3.2 puanlık risk primi, Brezilya’nın 2.61 puanlık düzeyinin üstünde. Yani aslında bırakın Türkiye’den çıkışı, yeni girişler için faiz cazip.
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2006
ANKARA-PİYASALARDAKİ son dalgaya baktığımda aklıma nedense Van’ın Gevaş İlçesi’nden dünya medyası gündemine tırmanan toplu intihar eylemi geliyor: "İlginç olay, İkizler Köyü Sulan Mevkii’nde meydana geldi. Köyün 26 hanesine ait 1480 koyunu otlatan çobanların gözleri önünde, yaşlı bir koyun karşı yamaca geçmek için kendini uçurumdan boşluğa bıraktı. Ardından da koca bir sürü onu takip ederek aynı uçuruma atladı. Çobanların koyunları engelleme çabaları sonuçsuz kaldı. 450 koyun ezilip ölünce üzerlerine düşen diğer koyunlar kurtulmayı başardı."
Türk koyunlarının kaderi İspanya’dan Çin’e kadar yankı buldu. Guardian, The Sun, USA Today, China People’s Daily ve Los Angeles Times gibi gazeteler haber ve fotoğraflar yayımladı.
Ama bugün aynı gazeteler, Türk piyasasındaki toplu ekonomik intihara aynı ilgiyi göstermiyor, itidal çağrısı yapmıyor. Üstelik bu kez uçurumda telef olan Türk koyunları değil, yabancıların parası!
Kaba bir hesap yapalım... Mayıs başı itibarıyla Türkiye’deki kısa vadeli sermaye hareketi (sıcak para) bakiyesi 40 milyar dolar düzeyindeydi.
Kur kaybı yüzde 25-30 desek, 10-12 milyar dolar.
Faiz ve borsa kaybı da 7-8 milyar dolar.
İki aydaki kayıpları anaparanın yarısı kadar.
Ama hálá yangın kapısında üşüşüp birbirini ezenlerin paniğiyle hareket ediyorlar. Kuru ve faizi yukarı çekerek zararı katlıyorlar.
Sürü psikolojisinden kurtulup Türk piyasasının sunduğu reel faizi ve kur seviyesini fark etseler, belki zararına çıkıştan vazgeçip, yeni para girişi vaktinin geldiğini bile görecekler.
Bir de içeriye tavsiyemiz var. Teşbihte hata olmaz, kimse alınmasın.
Gevaşlı koyunların uçuruma atlamasını önleyemeyen çobana ne oldu bilmiyoruz ama piyasaların yeni çobana ihtiyaç duyduğu ortada!
Günün şakası
Biliyorsunuz, Merkez Bankası cuma günü piyasaya biri sabah, diğeri akşam saatlerinde iki kez müdahale etti. Müdahaleye ara verilmesinin mutlaka teknik bir nedeni vardır; ama yabancı bir aracının şakası Merkez’e bakışı ele vermesi açısından önemliydi: "Cuma namazı için ara vermiş olmasınlar.
Bozulan AB koalisyonu
AKP iki ayda aniden yabancıların gözünde nasıl irtifa kaybetti sorusunun yanıtına hiç kafa yordunuz mu? Bendenizin basit bir analizi var:
AB Koalisyonu 3 Ekim’den sonra bozulunca AKP hem ortaklarından, hem de Batı nezdinde muteber tanıklarından oldu.
Şöyle ki, AKP iktidara geldiğinde İstanbul sermayesi ve medyanın büyük bölümüyle AB Koalisyonu oluşturdu. AKP bu sayede aradığı siyasi meşruiyeti yakaladı, iş dünyası AB çapasıyla işleri düzeltti, medyada haliyle fazla eleştiri yer almadı. Ama 3 Ekim’den sonra işler değişti, AKP yola devamda isteksizliğini gizleyemedi, herkes kendi yoluna ayrıldı. AKP, Batı’yı rahatsız eden radikal görüntüleriyle ortada, çıplak kaldı. Elálemi korkutan manzara bundan ibarettir. Yeniden AB ipine yapışılır, eski koalisyon kurulmak istenirse eski başarı sağlanır mı, bana sorarsanız artık biraz zor.
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2006
ANKARANORMAL yurdum insanı pek fazla umursamaz ama Ankara coğrafyasında telefonda kimin kimi bekleyeceği katı protokole bağlıdır. Anavatan’ın eski ve yeni genel başkanları arasındaki telefon trafiğini duyduğumda ben de merak ettim, uygulanan protokolü sordum öğrendim.
Yüce Divan kararı çıktığında önce Genel Başkan Erkan Mumcu, Mesut Yılmaz’ı aradı, ama cep telefonu korumada olduğu için ulaşamadı. Cevabi telefon fazla gecikmedi, Erkan Mumcu ahizeyi kaldırdığında karşısında Yılmaz’ı buldu. Siyasi nezaket gösterdi, rahatsızlığını ifade etti:
- Sayın genel başkan, kusura bakmayın sizin hatta beklediğinizi bilmiyordum.
Kısa bir sessizlikten sonra Yılmaz’ın tok sesi duyuldu:
- Tabii ki önce beni hatta alacaklar, artık genel başkan sensin!
Mesut Yılmaz’ın bu esprili vurgusuyla iyice yumuşayan havada sohbet ikinci bir şakayla devam etti. Yılmaz, Mumcu’ya "Seni izliyorum, çok iyi gidiyorsun. Ama benimle ilgili görüşlerin hariç!" deyince telefonda kahkahalar duyuldu. Taraflar, Yüce Divan’ın kesin kararının ertelenmesi konusundaki üzüntülerini paylaştı, "En kısa zamanda görüşelim" temennisiyle telefon kapandı.
Yani 2002 yılında ANAP’tan istifa eden Erkan Mumcu ile eski genel başkanı arasındaki ilk temas, beklenenin aksine sakin geçti.
Burnunun ucu
Tamam, ekonomide toz duman kalktı, görüş mesafesi azaldı. Ama bu kadarı da fazla değil mi? Haziranın 7'sinde Para Politikası Kurulu olağanüstü toplandı, şok faiz artışına gidildi. Sonra 20'sinde olağan toplantı yapıldı, faize dokunulmadı. İki gün sonra yeniden olağanüstü toplantı var. Burnunun ucunu dahi göremeyene kim güvenir, sorarım size!
AKP beni mi seçecek?
AKP, Çankaya tartışmasının çok erken gündeme gelmesiyle tuzağa düştüğünü fark etti. Karşı hamle olarak "Cumhurbaşkanlığı’nı asıl Deniz Baykal istiyor, üstelik askeri darbeye tahrik ediyor" tezini ortaya atıyor.
Hürriyet Ankara Bürosu CHP muhabiri Okan Konuralp’le birlikte Baykal’ı ziyarette bu iddiaları sorduk, bakın ne dedi:
"AKP ve CHP’nin bugünkü Meclis’teki oy dağılımı ortada. AKP bırakın CHP’li bir ismi cumhurbaşkanlığı konusunda desteklemeyi, Anayasa’yla uyum içinde kendi içinden bir ismi bile cumhurbaşkanı yapmaz. Teşhisim bu yöndedir. Dolayısıyla hakkımda ileri sürülen ’Cumhurbaşkanı olmak istiyor’ iddiaları bu haliyle gerçeklik taşımıyor. Böyle bir beklenti içinde değilim. Ne benim, ne de partimizden bir başka arkadaşımızın cumhurbaşkanlığı makamına oturtulması çabası içindeyiz. Zaten cumhurbaşkanlığı taleple, arzuyla tebliğ edilecek bir makam değildir."
"Bizim yapmak istediğimiz ve dikkat çekmeye çalıştığımız konu, cumhurbaşkanlığı seçimiyle oluşması muhtemel bir kriz. Biz bu krizi ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Cumhurbaşkanlığı makamına Anayasa’nın temel ilkeleriyle, cumhuriyet değerleriyle uyum içinde olan, onlara bağlı bir isim oturacak mı oturmayacak mı? Yoksa meclis içinden ve dışından cumhurbaşkanlığı makamına layık çok isim vardır."
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2006
<b>ANKARA</b><br>KIBRIS sorununun iç ve dış algılamasındaki fark, seçimin tarihini/kaderini belirleyecek.
Çünkü son Lüksemburg zirvesi de kanıtladı ki;
1) Türkiye ile ilgili her kararın Kıbrıs yüzünden son dakikaya kalması artık kabul edilemez. 17 Aralık’ta heyecan, 3 Ekim’de bıkkınlığa yol açan bu süreç Lüksemburg’da haklı isyana dönüştü.
2) Her ne kadar liderler zirvesinden "limanları, havalimanlarını açın" uyarısı çıktıysa da, bizce asıl sorun Kıbrıs değil. Örneğin, azınlık vakıflarına mallarının iadesi çok daha zor.
Yani iç kamuoyunda "Kıbrıs’ı sattınız" baskısıyla bunalan AKP’nin AB’ye karşı eli sağlam. Ankara’nın Annan Planı sürecindeki yapıcı politikasının karşılıksız kalması AB’yi de üzüyor.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2006
ANKARA<br>DÜN bu köşede ABD Büyükelçisi Ross Wilson’un Türk ekonomisiyle ilgili değerlendirmesi yer aldı. Bugünse büyükelçinin, "Irak’ta güvenlik ne zaman sağlanır?" ve "İran krizinde Türkiye’nin rolünden memnun musunuz?" sorularına verdiği yanıtlarla devam ediyoruz.
IRAK’TA YENİ SAYFA
"Irak son birkaç haftada önemli adımlar attı. Savunma, İçişleri ve Ulusal Güvenlik bakanlarının belirlenip onaylanması ve sonrasında hükümetin tam olarak şekillenmesi gibi. Bunlar gerçekten çok büyük adımlar. Türkiye dahil birçokları tarafından lanetlenen kana susamış bir katil olan Zarkavi’nin öldürülmesi de Irak’ın attığı büyük adımlardan biridir. Başkan Bush, Irak’ın yeni bir sayfa açtığını ve bizim de demokratik olarak seçilmiş hükümetin çalışmalarını desteklediğimizi göstermek amacıyla Irak’a gitti."
EL KAİDE YENİLDİ
"Açıkça görülüyor ki güvenlik, Irak’ın karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan birisi. Irak güvenlik güçlerini ve ordusunu yeniden inşa etmede uzunca bir süre harcadı. Milis güçlerini silahsızlandırmak ve düzenli ordu ile güvenlik güçlerine entegre etmede hálá yapılacaklar var. Tabii bunun, etnik ve mezhep ayrılıklarını artırmayacak şekilde yapılması gerekir. Irak Başbakanı Maliki’nin milislerle ilgili çok net ifadeler kullanması umut verici. El Kaide’nin Mezopotamya’da mağlup edilmiş olması ise atılmış bir büyük adım."
ÇABAMIZ İKİYE KATLANDI
"PKK konusuna gelirsek... Bu mesele nisan ayında Dışişleri Bakanı Rice’ın Türkiye ziyareti sırasında da ele alındı. O zaman da belirtildiği gibi, PKK meselesinde çabalarımızı ikiye katlıyor ve Türkiye-Irak-ABD üçlü mekanizmasını bu konuyu görüşmek ve üzerinde çalışmak üzere yeniden canlandırıyoruz. Dışişleri Bakanı Rice’ın söylediği şuydu: "Yeni bir hükümet kurulur kurulmaz."
Ki bildiğiniz gibi yeni bakanlar kısa bir süre önce onaylandı; yani şimdi mekanizmayı çalıştırabilmek için bir fırsata sahibiz ve artık PKK konusunda Türkiye’de ve Avrupa’da yaptığımız çalışmalara ilave çalışmalar yapmak imkánına ve ayrıca Kuzey Irak’taki çalışmalarımıza PKK unsurunu da ekleme imkánına kavuşacağız. Bu konu Irak yetkililerinin desteği ve işbirliği ile yürütülmeli. Artık demokratik olarak seçilmiş bir hükümet var. Bu hükümet komşularıyla iyi ilişkiler geliştirmeyi ve PKK da dahil olmak üzere pek çok güvenlik sorunuyla ilgilenmeyi taahhüt etti."
TÜRKİYE’YE MÜTEŞEKKİRİZ
"Türkiye, son aylarda, İran konusunda kamuoyuna açık bir şekilde konuşarak ve özel olarak da İran’a nükleer silah edinmemesinin önemi, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile çalışması, görüşmeleri yeniden başlatması ve bu konularda tamamen saydam olması gerektiği konularında doğru mesajları ileterek önemli rol oynadı. Geçtiğimiz birkaç ay süresince Türkiye ile çeşitli düzeylerde temaslarda bulunduk. ABD’nin UAEA nezdindeki büyükelçisi ve başka üst düzey yetkililer Türkiye’ye geldi. Dışişleri Bakanı Rice’ın nisan ayındaki Türkiye ziyareti sırasında da öne çıktı. O zamandan beri Dışişleri Bakanları Rice ve Gül birkaç kez görüştü. Ben ve diğer Amerikalı ziyaretçiler burada çeşitli yetkililerle görüştük. Bu konuda çok faydalı temaslarımız oldu ve biz Türkiye’nin oynadığı önemli rol için çok müteşekkiriz."
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2006
<b>ANKARA</b><br>ABD Büyükelçisi Ross Wilson, Türkiye’de altıncı ayını dolduruyor. Dün kurmaylarından Basın Ataşesi Joseph Pennington ve Basın Müşaviri Haldun Armağan’la birlikte ziyarete geldi. Geniş bir yelpazede geçen sohbetimizin ekonomiyle ilgili bölümünü bugün, Irak ve İran yorumlarını yarın aktaracağım.
Büyükelçiye, "Son küresel türbülanstan Türkiye çok etkilendi, ABD yönetiminin ekonomiye güveni devam ediyor mu?" diye sorduk, şu yanıtı verdi:KÜRESEL EĞİLİM TÜRKİYE’YE YANSIDI"Bu konuyu değerlendirirken, özellikle yükselmekte olan dünya piyasalarında bir süredir yaşanan küresel ekonomik sarsıntıyı hatırlatmak isterim. Bu sarsıntı aslında birkaç ay önce başladı. Sarsıntının etkileri ya da bazı problemler burada da görüldü. Türkiye’de meydana gelenlerin nedeni de piyasalardaki genel değişimlerin bir parçası şeklindeydi. Son bir hafta ya da 10 günden beri ekonomide gözlenenler, küresel eğilimlerden bazılarının buradaki yansımasıydı. ABD borsasına bakacak olursak, -elbette dünkü gelişmeleri, yani Merkez Bankası Başkanı Bernanke’nin attığı kararlı adımları bir yana bırakarak söylüyorum- Avrupa ülkelerine bakacak olursak ve Rusya’ya, Brezilya gibi diğer gelişmekte olan piyasalara bakacak olursak, birbirine çok benzeyen durumlarla karşılaşacağız."
EKONOMİNİN TEMELİ SAĞLAM"Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Amerikan Hazine Bakanlığı Müsteşarı, kısa bir süre önce İstanbul’daydı. Kendisi, Türk ekonomisinin dayandığı temel ekonomik öğelerin sağlamlığına duyulan yüksek güveni ifade etti. Türkiye’nin ekonomisine yön verenlerin, ister hükümet kanadında, isterse Merkez Bankası tarafında olsun, olayların gidişatını yorumlama ve alınacak önlemleri belirleme konusunda çok net bir anlayış içinde olduklarını ifade etti."
ENFLASYONLA MÜCADELE KARARLILIĞI
"Aslında pek çoğumuz, Merkez Bankası’nın faiz oranlarıyla ilgili aldığı çok güçlü karardan dolayı olumlu anlamda etkilendik. Bu karar, birkaç yıldır devam etmekte olan güçlü makro-ekonomik politikaları sürdürme ve enflasyonla mücadele konusundaki yükümlülüklerin yerine getirilmesi kararlılığına ilişkin güçlü bir sinyaldir. IMF’nin Türkiye ile yaptığı ekonomik programın devamına ilişkin son anlaşma, aynı zamanda hükümetin piyasaların güvenini tazelemek ve küresel boyuttaki bu türbülansı aşabilmek amacıyla alması gereken doğru adımları içermektedir."
Yazının Devamını Oku