BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden Avrupa’nın merkezi Viyana’dan, en kalabalık Müslüman ülke Endonezya’ya kadar uzanan 5 günlük geziyi bir cümlede özetlemek gerekirse, "Türkiye yeniden AB’nin çekim gücüne girdi" öngörüsünü/müjdesini aktarabilirim.
Aksi yöndeki analizlere/izlenimlere yol açan gelişmeleri yeniden ve tek tek sayarak tekrara düşmek istemem. Zaman ve yerden tasarruf amacıyla hükmüme doğrudan kanıt sıralıyorum:
1) Erdoğan bir hafta içinde ikinci kez İran Cumhurbaşkanı ile görüştü. AB ve BM mesajlarını aktarmakla yetindi, İran’ın tehdit/meydan okumalarına sözcü olmadı. ABD ziyaretini "arabuluculuk" diye takdim ederek kafa karıştırmaktan kaçındı.
2) Erbakan’ın kurduğu D-8’in AB ve G-8 gibi Türkiye’nin temsil edildiği platformlara alternatif olarak sunulmasını fevkalade yanlış bulduğunu ifade ederek mesafesini iyi ayarladı. D-8 kapanış bildirgesinin İran propagandasına dönüşmesi engellendi.
3) Hürriyet’in "İslami Schengen" başlığına itirazında "Ben İslami bankacılık ifadesine de karşı çıktım" vurgusu çok önemliydi. "Paranın dini, ırkı, milliyeti olmaz, cıva gibi en uygun yere akar" sözleri Merkez Bankası ataması tartışmalarına balans ayarı sayılırdı.
Peki bir süredir hem yerel hem de küresel siyasetçi ve ekonomi aktörlerini, "Acaba Türkiye, AB rotasından çıkıyor mu?" endişesine sevk eden tespitler tamamen hayal ürünü müydü? Kesinlikle hayır. Ne değişti derseniz, Erdoğan’ın pratik ve faydacı siyasetçi refleksi yeniden galebe çaldı galiba... AB ile ilk fasılda müzakerenin açılması artık gün meselesi. Başbakan yüzüp yüzüp kuyruğuna yapıştığı AB balığını elinden kolayına kaçırmaz. Tabii ki AB’deki muhataplarımız tarama sürecini siyasi kritere bağlama yanlışına düşmezse!
10 bin feette nezaket
PİYASADAKİ son dalgalanmada küresel faiz artışı kadar üç iç gelişme de etkiliydi: i) Enflasyondaki artışın süreceği korkusu, ii) Yabancılara bono/tahvil vergisi sorgusu, iii) Çankaya’nın sosyal güvenlik yasasını kısmen veto etmesi. Ancak Viyana yolunda dikkat ettim, Başbakan dövizi ve faizi yukarı çeken bu üç nedenden veto maddesine çok üstü kapalı değindi, "Bizi üzüyor" demekle yetindi. Bali’de A.A’ya açıklama yapan Ali Babacan’ın metninde de vetoya vurgu yoktu. Dönüş yolunda piyasaya mesaj veren Başbakan vetoyu hiç açmadı, diğer nedenleri sıraladı.
Başkanın ismi değil soyadı yok
BALİ’ye uçarken yerel gazetelerin manşetlerinde eski başkan Suharto’nun yolsuzluk davaları vardı. Haberde hep Suharto diye geçtiği için "Acaba isim mi yoksa soyadı mı, neden eksik yazılıyor" diye merak ettim, öğrendim. Eski Başkan Suharto da milyonlarca Endenozya vatandaşı gibi tek isimliymiş... Ne göbek adı, ne soyadı, sadece Suharto. Ne var ki bu ádet yurtdışında yaşayan tek isimli Endenozya vatandaşlarını çok zorluyor. Diyelim ki ehliyet alacaklar veya uçağa binecekler. Boş hane bırakmamak için isim tekrarı zorunlu. Mesela ehliyet Suharto Suharto diye düzenleniyor, biniş kartına da aynısı yazılıyor.
Modern kesim rahatsız ama yine de değişiklik düşünmüyor. Evlilikle birlikte kadınlara ve çocuklara geçen soyadı fikrine pek sıcak bakılmıyor bu coğrafyada. Hatta, "Avrupa aile konusunda bizden çok daha ataerkil, erkeğin hükmü soyadıyla geçiyor" diyenler de var.