22 Temmuz 2006
<b>ANKARA</b><br>SAKİN kafayla düşünelim; ABD, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin topyekûn Kuzey Irak’a girmesini neden istemiyor: 1) İran’a açık davetiye olacağı için, 2) Kürtleri rahatsız etmemek amacıyla. Öyleyse diyelim ki 1983 modeline dönüldü, ABD’nin itirazı olmaz.
Hafta içinde önemli bir ABD’li kaynağa şu soruyu yönelttim:
- İlk sıcak takip 1983 yılında Barzani peşmergelerinin yardımıyla yapıldı. Saddam dışında itiraz eden çıkmadı. Aynı model tekrarlansa itirazınız olur mu?
Hiç tereddütsüz yanıtladı:
- Bağdat’ın ve Kürt federe yönetiminin kabul edeceği çözüme neden karşı çıkalım ki?..
Yalnız bu cümleye ABD’li muhatabımın muhtemelen bilip de söylemediği bir analizi eklemek lazım:
Türk ordusu, ABD’nin onayıyla Irak’a girerse sadece kendi düşmanıyla yani PKK ile savaşmakla kalmayacak. ABD ile İran düşmanlığını paylaşmak zorunda kalacak.
PKK değil Barzani
Türkiye, artık tarih olmuş İmralı konuğu ve PKK çetesiyle uğraşırken bölgedeki gerçek rakibini unutmamalı. Güneydoğu’da devletine bağlı, teröre düşman hangi vatandaşımıza sorarsanız sorun Kürdistan’ı kuran Mesut Barzani’nin itibarı Apo’nun kat kat üstündedir. Gerçek tehdidi tarif etmeden üretilen stratejilerin sonu çıkmaz sokaktır. Hatırlatmamızın amacı bundan ibarettir.
Yalova-Şemdinli fay hattı
SON on yılda Yalova’daki güvenlik şeflerine fuhuşa göz yumdukları, hatta şaibeli otel-motellerden haraç topladıkları gerekçesiyle kaç büyük operasyon yapıldı biliyor musunuz?
Sadece emniyet müdürü ve jandarma komutanı düzeyinde sınırlı tutsak bile tam üç operasyon, onlarca gözaltı ve açılan sayısız rüşvet/haksız mal edinimi davaları çıkıyor karşımıza!
1) İlk vukuat, 1998 yılında Jandarma Alay Komutanı Ö.T. ile ilgili patlak verdi. Albay T. hapisteki uzman çavuşu A.K. tarafından, "Beni fuhuş yapılan otel ve motellerden haraç almaya yolladı" diye suçlandı. Albayın Matild Manukyan’ın 240 metrekarelik evinde sadece 20 milyon TL kirayla oturması da ilginçti. Komik kirayı savunmak nedense valiye düştü: "Manukyan’a ait apartmanda üç vali yardımcısı, milli eğitim müdürü ve bir profesör oturuyor. Kadın parasının hesabını bilmiyorsa, evini ucuza kiraya veriyorsa suçlu kiracı mıdır?"
2) Dört yıl sonra yine bir jandarma komutanı Albay S.T., evlilik dışı ilişki yaşadığı sekreteriyle birlikte olan bir çavuşu kavgada ekmek bıçağıyla yaraladı, tutuklandı. Sıradan bir aşk/kıskançlık hikáyesi gibi gelişen olayda sürpriz ihbar mektubu soruşturmanın yönünü değiştirdi. Fuhuş mafyasından haraç topladığı iddia edilen albayın mal varlığı incelemeye alındı.
3) Son olarak önceki gün emniyet şube müdürü ile nüfus müdürü, yabancı hayat kadınlarına sahte belge düzenlemek suçuyla gözaltına alındı. Döviz cinsinden rüşvet ve haraç tarifesine göre ikametgáh káğıtları bin dolara düzenleniyor, evlilik ve boşanma belgeleri için 5 bin dolar isteniyordu.
Yalova veya Şemdinli, aslında aynı fay hattında. İlk bomba veya şaibede biriken enerjiyi boşaltamazsanız deprem ve artçıları kaçınılmaz hale geliyor.
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2006
<b>ANKARA</b><br>SİYASETİN saha müşahitlerinden birisiyle öğle yemeği için buluştuk. Söz döndü dolaştı, önümüzdeki seçimde oluşacak parlamento tahminlerine geldi. Bu yaz sıcağında hálá siyaset okumaya niyetliler için diyalog özetini sunuyorum:
- Bence Ak Parti için konuşulan oranlara bir beş puan daha eklenmeli...
- Neden, tam tersine iktidar yıpranması söz konusu değil mi?
- Yıpranma olabilir ama birinci parti her zaman son anda oyunu artırır.
- Neden artırsın ki?
- Tapuda, adliyede, askerlikte işi olan kanaat önderi iktidara yatar.
- Peki parlamentoya kaç parti girer?
- 3 de olsa 4 de, mutlaka buçuğunu eklemek lazım.
- Buçuk hangi parti oluyor?
- Buçuktan kastım bağımsızlar, 40-50 kişi gelebilirler.
- Kürt bağımsızlardan mı söz ediyorsunuz?
- Onlar da olabilir ama asıl parti sadakatinin bittiğini görmek lazım.
- Ne demek parti sadakatinin bitişi?
- Aslında 1999 seçimlerinde başladı, iki kişilik parti yüzde 21 aldı.
- Peki 2002’ye ne demeli?
- O seçimin oy verme dinamikleri farklıydı, ama bu kez iş değişti.
Bu konuşmadan sonra 2002 seçimlerine DEHAP adaylarının bağımsız katılmaları halinde parlamento aritmetiğinin nasıl değişeceğini merak ettim, sordum, DEHAP’a atfen,"En az 37, en fazla 44 milletvekili sokardık" tahminine ulaştım.
Güzin Abla mirası
BASIN tarihinde bir köşenin anneden kıza miras kalmasının başka örneği var mı bilmiyorum... Ama asıl önemlisi, Güzin Abla markasının, yaratıcısının yaşam süresiyle sınırlı kalmamış olmasına seviniyorum.
Bizim nesil için Güzin Abla köşesi bazen mizah kaynağıydı. Ama unutmayın ki bizleri asıl dehşete düşüren köşedeki yanıtlardan çok yöneltilen sorulardı... Efsanevi, "Ablacığım sevgilim elimi tuttu, hamile kalır mıyım?" gibi. Çalıkuşu Feride ile aynı okuldan mezun ana-kız yıllarca bizi halkımızla yüzleştirdi, romandaki idealist köy öğretmenini aratmadı.
İşte o yüzden bana sorarsanız Güzin Aba mirası sadece kızına değil, tüm yaşam tarzı yazarlarına aittir. Kıymetini bilsinler.
Söz verdim, yazıyorum
GERÇİ Kara Harp Okulu Komutanı Reha Taşkesen olayı Genelkurmay kapısındaki sarı zarf haberleriyle manşetten düştü ama verdiğim bir söz boynumun borcudur. Bu sözümü rötarlı da olsa yerine getireceğim.
Taşkesen’in özel yaşamına bu kadar girilmesine tepkili bir dostu -ismi bende saklı- şu yorumu yazmamı istedi: "Türk Silahlı Kuvvetleri eşkıya ile mücadele azmini kaybetmediğini Reha Taşkesen olayında farklı bir tavırla gösterebilirdi. Paşalar böyle bir komutana her şeye rağmen sahip çıkmalıydı. Ne yazık ki, PKK kadar tehlikeli kendi içlerindeki dedikodu çetelerine yenik düştüler."
Yazının Devamını Oku 16 Temmuz 2006
ANKARAKİMİ önemli zirveler mönüsüyle, ne yenilip içildiğiyle hatırlanır. Mesela gazetedeki köşesinin ciddi formatını sadece futbol fanatizmiyle bozan Hasan Cemal sayesinde, İhsan Sabri Çağlayangil’in sefirlere ekoseli levrek ikramını kimse unutmaz. Ya da 28 Şubat masasında merhum Güven Erkaya’nın önünde duran buzlu rakı bardağını...
Peki ya Recep Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal’ın buluşmasına ne damga vurdu derseniz kişisel yanıtım hazır: Ankara’nın 71 yıllık damak tadı, acıbadem kurabiyeleri.
Deniz Baykal’ın Selanik Caddesi’ndeki Ali Uzun’dan getirttiği acıbadem kurabiyeleri AKP’li konukların o kadar beğenisini kazandı ki ana muhalefet liderinin fındık fiyatı dokundurmaları bile keyiflerini bozmadı: Malum badem çok pahalı, fındıksa bu yıl inadına çok ucuz. "İşte o yüzden fırsatçılar acıbadem kurabiyesini fındıkla yapıyorlar, fındık fiyatlarındaki aşırı düşüş bu sahteciliği teşvik ediyor" diyen Baykal’ın bu sözleri iktidarın iştahını kaçırmadı.
Cumhuriyet kenti Ankara’da İstanbul’daki gibi bin yıllık anıtlar veya yüz yıllık markalarla her gün karşılaşmak zor. Ali Uzun başkentin yarattığı ender markalar arasında... Safranbolulu saray şekercisi Osman Uzun’un büyük oğlu Ali Bey başkentteki ilk dükkanını 1935 yılında açtı. Bugün Ali Uzun markasının üç şubesi var ve işletmeyi kızları yönetiyor.
Deniz Baykal’ın "AKP’lilere yurtdışına giderken özel bir hediye olarak kurabiye veya badem ezmesi alabilecekleri adresi tanıttık" sözünü aktardığımız Nuran Uzun, CHP liderini doğruluyor:
"Evet Deniz Bey müşterimizdir. Genelkurmay ve Hava Kuvvetleri de öyle. Hava Kuvvetleri’ne özel, mavi renkte, armalı kutular ürettik. Dış geziler için badem ezmesini bu kutuda satın alıyorlar. Kenan Evren Paşa zamanında Cumhurbaşkanlığı ile de çalıştık."
Deniz Bey ve Tayyip Erdoğan’ın Çankaya seçimini veya türbanı bile sohbet konusu etmedikleri acıbadem zirvesi belki de kimilerine çok zırva gelebilir. Ama kıdemli bir gazeteci sıfatıyla itiraf edeyim ki, küçük lezzetler siyaseti izlemeyi daha keyifli kılıyor.
Dikkaat Jaws
ERTUĞRUL Özkök’ü arayan ahbabı sormuş:
"Harbiye’deki gibi olaylar West Point’da da oluyor mu?"
Özkök, kanıt sunmadan tahminen kanaat belirtmiş:
"Evet, orada da oluyor."
Bence Özkök haklı, kanıtı da Harbiye’de çapkın üstlere takılan lakapta saklı: Harbiyeliler böylelerini İngilizce Jaws yani "katil köpekbalığı" diye aşağılıyor. Anlaşılan bizimkiler West Point’ten tercüme lakap kullanıyor.
Ama kızınca Kel Mahmut değil de Jaws diye takıldıklarına göre... Her ne kadar aksi iddia edilse de mesele dinsel değil tensel ve hormonal.
Yazının Devamını Oku 15 Temmuz 2006
ANKARAHARBİYE Komutanı Tümgeneral Reha Taşkesen’le ilgili ihbar mektupları kulunuzu yıllar önceye, 12 Eylül günlerine götürdü... Bugün Kara Harp Okulu Komutanı’nı kız ve erkek öğrencilerin el ele tutuşup dolaşmalarına göz yummakla suçlayan askeriyenin 12 Eylül’e ilişkin en magazin gerekçesi neydi bilmem hatırlar mısınız? ODTÜ’de solcu öğrencilerin kampusta el ele dolaşmayı yasaklaması. Solculuk adı altında tebdili kıyafet gezen köylülük darbe mazeretiydi.
Netekim sayın komutanlarımız 12 Eylül sayesinde sadece kız ve erkek çocukların el ele dolaşmasını güvence altına almakla kalmadı, Mamak cezaevinde sağ ve sol mahkûmları zorla kucaklaştırıp, marş söyletip, uygun adım yürütme mucizesini de gösterdi.
Üstlerine göre Taşkesen Paşa’nın diğer suçu askeri öğrenciye bira yasağını kaldırmak, öyle değil mi? Hayrettir, yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum; 12 Eylül’ün resmi gerekçesi, içkili lokantaların kapatıldığı Konya’daki meşhur miting değil miydi?
Şaka bir yana, bu tür abes bahanelerin arkasına saklanmak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hiç yakışmıyor. Ne darbe sürecinde ne de bir mensubunu görevden alırken. Yüksek Askeri Şûra’ya sadece haftalar kaldı. Taşkesen Paşa’nın normal yollardan ve gerçek nedenleri sayılarak emekli edilmesi daha uygun düşmez miydi? Bir haftadır yaşanan tiyatrodan kim ne kazandı ki. Kimse kusura bakmasın ama ne Taşkesen Paşa’ya dönük ithamlar ikna edici, ne de Paşa’nın savunması!
İnsan yaşlandıkça daha az şaşırırım sanıyor ama bu ülkede ne mümkün.
Kadı’nın 2 ortağı
BAŞBAKAN’ın danışmanı Cüneyd Zapsu’nun BİM (Birleşik Mağazalar A.Ş.) şirketinde Yasin El Kadı ile ortaklığı çok tartışılıyor. Ama El Kadı’nın aynı şirketteki iki ortağı atlanıyor: John D. Harte ile George Bitar. Merak ettim, Yasin El Kadı ile aynı dönemde yönetimde bulunan diğer iki yabancının kimler olduklarını öğrendim. Harte, Bank Of America’yı, Bitar ise dünyaca ünlü Merril Lynch’i temsilen yönetimde. Yani küresel sermayenin iki dev oyuncusu Türkiye’deki orta boy bir şirkette El Kaide’nin finansörü olarak ilan edilen Yasin El Kadı ile 3 yıl müddetle ortak iş yapmış görünüyor. El Kadı teröristse Bank Of America ile işi ne.
Veya Bank Of America ile Merril Lynch neden suçlanmıyor?
Tek kazanan var: İran
BAŞKENTTE İsrail’in cezalandırma operasyonu farklı duygu ve kaygılarla izleniyor.
Kısaca sıralayalım.
ABD pozisyonu: Son kriz ABD’nin HAMAS’a karşı sertlik politikasının sonuç vermediğinin kanıtı sayılıyor. Ankara’nın Beşar Esad ve Meşal nezdindeki girişimlerinin ABD-İsrail ittifakının ağırdan alması nedeniyle sonuç vermediğine inanılıyor, yeni girişim için silahların susması bekleniyor.
Filistin kartı: Mezhep farkı nedeniyle Arap dünyasına uzak kalan İran ilk kez Filistin kartını ele geçiriyor, üstelik Irak’ın tamamen güçten düştüğü bir dönemde. Ankara bu yüzden kaygılı.
Türkiye kaybediyor: Türkiye ne yazık ki en azından harita üstünde Ortadoğu’ya yakın sayılıyor. Bu nedenle mali piyasalar bozuluyor, turizmin olumsuz yönde etkilenmesinden korkuluyor.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2006
<b>ANKARA</b><br>Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Giresun’dan sonra Ordu’da da fındık protestosu ile karşılaşınca, "Ben stokçuların başbakanı değilim" diye isyan etti. Oysa tam tersini söylemesi lazımdı, çünkü; 1) Dünyada fındığın rakibi yok, Türkiye’nin de fındıkta rakibi çıkamaz.
2) Avrupa’ya ihracat yapan İstanbullu tüccar fındığa düşük fiyat ister. (Çoğunlukla bağlantıyı erken yaptığı için fiyatı bu rakamın altına zorlar.)
3) Buna karşılık Karadenizli üretici fındığı mümkün olan en yüksek fiyata satmaya çalışır, Türkiye tekel olduğu için stok dahil her yolu dener.
4) Dolayısıyla fındığı stoklamak Sana yağı veya ampulü tezgáh altına saklamaya benzemez, ihraç fiyatını yükseltmeye yarayacaksa halkın, üreticinin yararınadır.
5) Fındık stokçusu Başbakan’ın sandığı gibi birkaç karaborsacı değil, fiyat düşüşü nedeniyle malı elde kalan 3 milyon üretici ile 240 bin ortaklı Fiskobirlik’tir.
6) Bugün "Stokçunun başbakanı değilim" diyenin yarın-öbür gün "Avrupalı çikolatacının, Amerikalı şekerlemecinin ve dahi birkaç tüccarın başbakanı da değilim" diye düzeltmesi gerekebilir.
7) Fiskobirlik’in kötü yöneltildiği ortadadır, Başbakan yerden göğe haklıdır. Ama fındık meselesi Fiskobirlik zararından ibaret değildir.
Olan biten bundan ibarettir. Dilerseniz olacağı da söyleyelim: Türkiye yıllık 2 milyar dolarlık fındık ihracatını gözden çıkaramaz, milyonlarca aileyi kimse mağdur edemez.
Başbakan taammüden yanıltıldığını anlar, fındığa gerekli destek verilir.
Siyasi faturaysa Karadeniz’deki AKP oylarına yansır.
Bıyığın geri dönüşü
KENDİM için istiyorsam namerdim. Zaten benim gibi tarama özürlünün bıyığı da zor terler.
Maksadım sadece Avrupa yolunda bıyıklarını kaybeden necip milletimizi bilgilendirmek.
Geçen akşam önce yabancı bir TV’de, "Bıyığın muhteşem dönüşü" altyazısıyla ayıldım... Sonra internete girip yabancı matbuatta New York’tan başlayarak salgına dönüşen bıyık modasıyla ilgili makaleleri okudum. Her ne kadar bıyık bırakan yabancılar kendilerini "1970’lerin porno yıldızlarına, yaşlı amcalara" benzetecek kadar utangaçsa da, farklı görünmeye bayıldıkları ortada. Yani Bruce Willis tarzı yumurta erkeklerin modası geçiyor, haberiniz olsun.
AB treni raya giriyor
AB’den Kıbrıs bombardımanı başlayıp etraf yangın yerine dönmüşken "Merak etmeyin Türkiye-AB güzergahında tren kazası Kıbrıs yüzünden çıkmaz, olsa olsa siyasi kriterlerin eksik uygulanması kriz yaratabilir" diye uyardık (20 Haziran 2006).
Tahminimiz çıktı, AB Atina’ya baskı yaptı, Papadopulos’un direnci kırıldı, ikili görüşmeler başladı. Meclis’in AB yasaları için erken toplanacağı konuşulur oldu. Yani Türkiye’nin AB treni yeniden raya girdi.
Ama gelelim tahminin ikinci bölümüne, yani siyasi özgürlüklerin kullanımına. Bu satırları yazarken TESEV’in rapor açıkladığı otel üç otobüs çevik kuvvet polisiyle korunuyordu. Sizce ifade özgürlüğünde mesafe almışa benziyor muyuz?
Yazının Devamını Oku 9 Temmuz 2006
<b>ANKARA</b><br>68 yaşındaki Şerafettin Elçi bir Kürt politikacısı. Bu ülkede bakanlık koltuğunu da gördü, hapishaneyi de. Şerafettin Bey, yeni partisinin kuruluşunu Hilton Oteli’nin balo salonunda ilan ediyor. Ama daha önemlisi, Kürt meselesi üzerindeki PKK ipoteğinin kalkacağına dair umut veriyor.
Şerafettin Elçi’ye göre PKK üç nedenle ve haklı bir şekilde "terörist" damgası yedi:
1) Stalinst ideolojiyle disiplini altına girmeyen her Kürt’ü ortadan kaldırılması gereken düşman saydı, Kürtler arasında bile düşman yarattı.
2) Güneydeki Kürtlerin (Kuzey Irak) devletleşmeye doğru ilerleyişini engellemeyi, baltalamayı siyasi hedef seçti, çok büyük kayıplara neden oldu.
3) Hiçbir etik ve ahlaki kurala uymadan, kendilerine uzun yıllar hizmet etmiş arkadaşları dahil (örgüt içi infazlar hatırlatılıyor), pek çok suçsuz, günahsız masum insanı ortadan kaldırdı.
Şerafettin Elçi’nin 8 sayfalık konuşmasında PKK ve terörist sözcüğü iki kez yan yana geçiyor. Elçi PKK için önce "Terörist damgası yedi" diyor, ardından ekliyor: "Günümüzde terörist örgüt damgası yiyen bir hareketin başarı şansı sıfırdır. PKK çözüme engeldir."
Yanlış anlaşılmasın, bu satırları aktarmaktaki maksadım, kesinlikle "Bakın işte biz söylüyorduk, şimdi Kürtler de kabul etti" kolaycılığına kaçmak değil.
Çünkü Güneydoğu’da yeterince zaman geçirdim, devletin hatasını/gafletini, PKK’nın zulmünü gördüm, kendim dahil herkese kanaat notumu verdim. Teyide, şahide ihtiyacım inanın yok!
Ama Kürt meselesinin özgürce tartışılması için Türk aydınının devletiyle hesaplaşması, Kürt aydınının da PKK’nın emireri olmaktan kurtulması elzemdir. Parti çalışma arkadaşları için "Hür Kürtler Grubu" adını seçen Şerafettin Elçi’nin PKK eleştirisi, Kürt cephesinde yaşanacak yüzleşmenin işaret fişeği sayılabilir, o yüzden çok önemsiyorum.
Cazibenin adresi
KÜRT liberali, özelleştirme ve serbest ekonomiden yana politikacı Şerafettin Elçi, siyaseten federatif yapıya inanıyor. Elçi, bu önerisinin hem yönetenlere hem de seçmene aykırı geleceğinin farkında, ancak Kuzey Irak’taki başarılı örneğin zaman içinde daha iyi anlaşılacağına inanıyor. Federasyona ihtiyaç var mı, o konuda şüpheliyim. Ama anlaştığımız nokta belli. Kuzey Irak, Güneydoğu için cazibe merkezi oluştururken çaresiz seyredemeyiz, dengeleyici politikalar şart.
16 yıl önce Cizre’de tanıdım
ŞERAFETTİN Elçi’yi kürsüde dinlerken 16 yıl öncesinin mart ayına, sıcak bir Cizre gecesine döndüm. Cizre’de nevruzun ardından özel timle halk arasında gerginlik çıktı, kan döküldü. Kıdemli foto muhabiri Sökmen Baykara ile ilçeye girdiğimizde çatışmalar sürüyordu, zaten birkaç saat sonra giriş-çıkışlar yasaklandı. Halk meydanda, asker-polis kuşatmada, sokaklarda barikatlar kurulu, elektrik kesik, lastik ateşi geceyi aydınlatıyor. Gazeteci Mehmet Korkmaz kolumdan tuttu, yüksek taş duvarlı bir eve götürdü. Şerafettin Bey’le işte böyle tanıştık. Konukları da tanıdıktı, daha sonra Refah Milletvekili olacak Belediye Başkanı Haşim Haşimi ile DEP’ten önce Meclis’e, oradan da hapse girecek İnsan Hakları Şube Başkanı Orhan Doğan. Elçi ve yerel kanaat önderleri sabaha kadar herkesle görüşerek ortamı yumuşattı, ertesi günkü cenazede kan dökülmesi önlendi. Ne var ki takip eden süreçte 30 bin can kaybına kimse engel olamadı. Yıllar sonra Elçi’ye o geceyi hatırlattım, dedi ki: "O tarihte beni dinleselerdi, ne bu kan dökülürdü, ne de bu düşmanlıklar yaşanırdı." Yerel ölçekteki performansına şahit olduğum için ben bu iddiasını ciddiye aldım, umarım bu kez soydaşları da alır.
Yazının Devamını Oku 8 Temmuz 2006
<b>ANKARA <br></b>YARGITAY Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok’un ABD Büyükelçiliği manzaralı çalışma masasındaki öncelikli evraklar arasında "Türkiye Başsavcılığı" dosyası da var. Aslında bu öneri Ok’a selefi Sabih Kanadoğlu’ndan miras kaldı.
3 yıl önce görevi Ok’a devreden Kanadoğlu’nun sadece savcılar arası eşgüdüm ve kaçakçılık/organize suçlar için bilgi bankası kuruluşunu öngören Anayasa değişikliği teklifi erken seçime kurban gitti. Nuri Ok’un kafasındaki aynı isimli yeni proje ise çok daha kapsamlı. Savcılar piramidinin en tepesindeki isim "Türkiye Başsavcılığı" ile üç hedef koyuyor:
1) Tam bağımsızlık:
Savcı’nın hazırlık soruşturmasından, iddianame yazımına kadarki süreç tamamen teknik kurallara uygun, yerel ve merkezi siyasetin etkisine kapalı olmalı. Başsavcılık yeri geldiğinde yol göstermeli, eğitmeli, uyarmalı.
(Eğer bu model işlerse, örneğin Şemdinli iddianamesiyle yaşanan hukuki yol kazası engellenebilir, yargı hakkındaki lüzumsuz siyasi tartışma yaşanmazdı.)
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2006
ANKARA<br>BAŞBAKAN Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, yakın takip altında. Kendi ifadesiyle "tadını bilmediği" şaraba hoşgörüsü, Anayasal laiklik tarifi, eşinin başörtüsüne yorumu, bizzat kendi partisinde isyan manifestosu sayılıyor. Şener’in her demecinin satır aralarında "lidere ihanetin" ipuçları aranıyor. İşbu ruh halinden ötürü, Bakan Şener’in ATV’de Tuba Atav’la söyleşisi, niyet avcıları için zengin malzeme yaratacağa benziyor.
Çünkü Şener bu söyleşide; eşi Berrin Hanım’ın türbanı için "(eşim)Hayatının her evresinde kendi kıyafetiyle ilgili konularda kendisi karar verir. Benim iradem belirleyici olmaz" ifadesini kullandı.
Biliyorum ki bu masum cümleler Şener’in CHP yardımıyla Çankaya’ya hazırlandığı paranoyasına kapılan AKP cemaatinde "muhafazakárlara dönük balans ayarı" olarak algılanacak.
Yine eminim ki müzmin AKP muhalifleri de "Bakın gördünüz mü, teoride bile başı açık kadına tahammülleri yok" sloganıyla iman tazeleyecek.
Ne yazık ki eser miktarda saha müşahidi, "Yahu aslında adamın lafı malumun ilamı, insan hakları ve evliliğe saygının gereği" diye düşünecek. Ben nasıl ki başı açık eşime karışmıyorsam, Şener de türbana karışmıyor. Yani hepimizin korkulu rüyası olan eşinin-kızının başını zorla kapatan erkek rol modeline karşı çıkıyor. Aslında bu tavır;
her kritik atamada -tabii ki erkek olma şartından sonra- türban kriteri uygulayan zihniyete de,
Danıştay cenazesine gelen başörtülü genç kızı önce protesto edip başını açınca kucaklayan yobazlığa da en anlamlı yanıttır.
Tabii ki anlamak isteyene!
Almazsak, kurtuluruz
Haziran enflasyonu korkulduğu kadar çıkmadı. Üreticiler kur zararını cebimize henüz yansıtamadı. Peki toptan fiyatlar ne zaman sokağa düşer biliyor musunuz? Siz tükettiğinizde... Eğer talep yoksa emin olun fiyat artmaz. O yüzden belki de ilk kez bu köşede "önümüzdeki birkaç ay tüketirken dikkatli olun" diyoruz. Fiyatı artan ürünü satın almayın çağrısı yapıyoruz.
Herkes formasını açıklar mı
TARAFLARI çok önemli değil ama matbuatta hazin bir tartışma var.
Bazıları her nedense yazarları cinsel tercihlerini açıklamaya davet ediyor. Diğerleri okurun bu bilgiden mahrum kalmasını sakıncalı bulmuyor. Meseleyi sulandırmak istemem ama aklıma takılan soru belli: Medyada yazan çizen herkesin forması belli de, sıra mahrem kimliklere mi geldi? Mesela spor yazarları hangi takımı tutuyor, hangi futbolcunun transferine çalışıyor, nemalanıyor. Ekonomi yorumcularının isimlerinin yanında asıl gelir kaynağı olan şirket ve/veya banka isimleri yazılıyor mu? Hangi yazar hangi partiden vekillik bekliyor, hangisi eski bakan. Önce bu gibi herkesin bildiği sözde sırları halledelim, sonra çok lazımsa cinsel seçimlere geliriz. Üstelik kimin gömleğinin altında süpermen forması var, kimin nüfus káğıdı pembe çıkar orası hiç belli olmaz.
Yazının Devamını Oku