Enis Berberoğlu

10 Eylül sabahı Mumcu

13 Ağustos 2006
ANKARA<br>2001 yılının 11 Eylül sabahı Erkan Mumcu ile üç yakın arkadaşı, Ankara’dan kalkan bir uçakla fazla dikkati çekmeden Almanya’ya hareket etti. Gezinin görünür nedeni Leverkusen ile Fenerbahçe arasında oynanacak Şampiyonlar Ligi maçıydı.

Ama dörtlünün asıl gündemi farklıydı. Türkiye eylül ortasındaki IMF toplantısına kilitlenmişti. Fon’dan para gelmezse sadece ekonomi değil siyaset de karaya oturacaktı. Ne var ki akşam saatlerinde Almanya’ya indiklerinde sadece farklı bir ülkeye değil, dengeleri tamamen yerinden oynamış bir dünyaya ayak bastıklarını fark ettiler.

11 Eylül saldırılarını TV’den izleyen Erkan Mumcu kararını hemen verdi:

- Arkadaşlar dünya değişti. Dönüyoruz. Bir gün anılarımı yazarsam, bugün için bölüm başlığını herhalde, "Ben, arkadaşlarım ve Usame" diye koyarım. Mumcu’nun şakayla karışık bu tespiti, aslında kendisi için kaçan siyasi fırsatın ifadesiydi.

Ama Mumcu için kaçan tren Türkiye’ye sayısız nimet taşıdı.

Türkiye’ye para musluklarını kısmaya hazırlanan IMF, toplantıyı önce erteledi, ardından ekim ayı başında ekonomiyi kurtaracak mali paketi onayladı.

Erkan Mumcu yeni süreçte politik hedefini küçülttü, AKP’ye girdi.

Ardından dayanamadı, 2004 yılında istifa ederek Anavatan’ın başına geçti.

Mumcu şu günlerde yeniden "10 Eylül" miladına dönüldüğüne inanıyor.

Çünkü Türkiye’nin, Ortadoğu’nun yeniden yapılanması vesilesiyle değişeceğini ve dönüşeceğini hesaplıyor. Türkiye’nin Batı’yla işbirliği içinde İran’a karşı oluşacak cephenin koordinatörü ve hatta komutanlığına oynayacağının bilincinde. Ancak bu değişim ve dönüşümün yönetimi kolay değil. Siyasi liderlik sıkça iç ve dış kamuoyu baskıları arasında sıkışacak. Erkan Mumcu’ya göre bu işin üstesinden ancak aydınlanma değerlerini de en az ulusal kimliği kadar sindirebilmiş bir siyasetçi gelebilir. Yani kendisini tarif ediyor.

Hatta siyasetteki yerel ve küresel koordinatını tarif edecek unvanı da bulmuş:

- Değişim moderatörü.

Erkan Mumcu yeni 11 Eylül koşullarında başarılı olacak mı, zaman gösterecek.

Ancak hakkını teslim edelim: Siyasetin zemini artık statükodan değişim yönetimine kaydı.

Paşam o da sizin göreviniz

"HERKES
kendisine layık olan Genelkurmay Başkanı’nı özler..."

Orgeneral Hilmi Özkök’ün bu cümlesi, devlete hizmetinin yeterince takdir edilmediğine inanan bir kamu görevlisinin burukluğunu yansıtıyor. Ama kusura bakılmasın, bu ifade kurumsal yönetim açısından hiçbir anlam taşımıyor.

Çünkü ister Erman Toroğlu, isterse bir başkası gönlündeki Genelkurmay Başkanı’nı özleyebilir.

Hatta kimisi sertinden, kimisi mutedilinden hoşlanabilir... Amma ve lakin bir sonraki Genelkurmay Başkanı’nın da -tıpkı kendisi gibi- sivil otoriteye saygılı, AB standardına uygun evsafta olması görevi de bizzat Özkök Paşa’ya aittir. Çünkü Hilmi Özkök, farklı bir Genelkurmay Başkanı profili çizerken, geleceğe çıta koyarken lütufta bulunmadı, sadece işinin gereğini yaptı. Şimdi de "benden sonra tufan, layığınızı bulun" diyemez. Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı koltuğu herhalde Hilmi Özkök ile Erman Hoca’nın kişisel tercihlerine ve/veya küskünlüklerine göre şekillenemez, öyle değil mi?
Yazının Devamını Oku

Uyruğu olmasa da istihbaratı Türk

12 Ağustos 2006
<b>ANKARA</b><br>SUUDİ Kralı’nın Sevda Tepesi için Üsküdar Belediyesi’ne verdiği Emlak Beyannamesi’nde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gözükmesi, evrak memurunun gülümseten bir hatası sayılabilir. Ama inanın ki Kral’ın en yakınındaki kadrolarda, canını ve ülkesini emanet ettiği isimler arasında adıyla sanıyla bilinen Türk kanı taşıyanlar eksik değildir.

Mesela Prens Türki El Faysal. Mevcut görevi Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi... Bir süre Londra sefirliğinde de bulundu. Ama asıl şöhretini Suudi Arabistan İstihbarat Servisi’ni 27 yıl süreyle (1974-2001) yöneterek kazandı. Müteveffa Kral Fahd’ın oğlu ve Dışişleri Bakanı Suud El Faysal’ın kardeşi olan Prens Türki el Faysal (63) yakında emekliye ayrılacak. Annesi Türk olan Prens, Bodrum hayranı. İlginçtir Prens Türki El Faysal, istihbarat şefliğinden 11 Eylül saldırısına sadece günler kala ayrıldı. 11 Eylül’ün mimarı Usame Bin Ladin’in hamisi olması, bu istifayı daha da gizemli kıldı. Suudi istihbarat şefi, Sovyet işgaline karşı savaşmak üzere Afganistan’a yolladığı Bin Ladin’le ilk tanıştığında acaba aile kan bağlarından hiç söz etti mi? Çünkü malum Bin Ladin de, babaannesinin Türk asıllı olduğunu anlatır.

Üstelik biliyor musunuz, CIA tarafından kurulan Suudi istihbarat servisinin ilk şefi de "Türk" diye anılırdı. Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın kayınbiraderi Kemal Adham, Adapazarı doğumluydu. Kral’ın kız kardeşi İffet’le evlenen Adham, gençlik yıllarını İstanbul’da geçirdi ve "Türk" lakabını kazandı.

Kemal Adham’ın ismi yakın tarihin en büyük mali skandalına, BCCI’nın batışına karıştı. İflasından sonra gizli servisleri, uyuşturucu baronlarını finanse ettiği anlaşılan BCCI bankasının ortakları arasında Kemal Adham da bulunuyordu.

BCCI, Adham’ın ilk bankacılık girişimi değildi. Kemal Adham’ın 1973 yılında kurulan First Arabian Cooperation bankasındaki ortağı 20 yıl sonra Türkiye ve ABD’de büyük üne kavuşan bir isimdi: Roger Tamraz. Lübnan’da batan bankasından 200 milyon dolar çalmakla suçlanan, Fransa’da sahtekárlıktan aranan Tamraz, 1995 yılında dönemin Başbakanı Tansu Çiller’le görüştü, Türkiye’de de işler çevirmeye çalıştı.

Bütün bunları neden hatırladım ve yazdım biliyor musunuz?

Suudi Kral’ın Türkiye ziyaretinde görev alan bir Türk güvenlik yetkilisiyle sohbet sırasında, "İki ülke birimleri arasında hiç sorun çıktı mı, anlaşmazlık yaşandı mı?" diye sordum.

Güldü ve yanıtladı: "Hayır, hiçbir sorun yaşanmadı, zaten nasıl olsun ki? Çünkü daha alana iner inmez ’İkinci vatanımıza geldik’ dediler."

Anladım ki Adham-El Türki geleneği devam ediyor.

Sponsorlu hac

ÖNÜMÜZ ramazan. Ardından Ramazan Bayramı, hac mevsimi ve Kurban Bayramı.

Kadıköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’in ilginç bir gözlemi var.

Diyor ki, "Son zamanlarda bazı belediyeler ve kamu kurumları toplu umre gezisine çıkıyorlar. Faturayı bu kuruluşlarla iş yapan müteahhitler ödüyor" (www.gercekgundem.com sitesindeki yazısı).

Tekin haklı olarak soruyor: "Borçlu olan hacca gidemez, peki sponsorlu hac olur mu?"

Bir soru da bizden: "Sevabı belediye ve müteahhit arasında nasıl paylaşılacak acaba?"
Yazının Devamını Oku

Kürt bağımsıza baraj

8 Ağustos 2006
ANKARABAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, seçim ve siyasi partiler yasası değişikliğini Meclis’in açılışına yetiştirmeye çalışıyor. Çünkü eğer paket 15 Ekim’e kadar yasalaşmazsa ilk seçimde, yani 2007’de uygulanması Anayasal açıdan mümkün değil.

Muhalefete yansıyan bilgiye göre pakette, seçilme yaşının düşürülmesi, Türkiye milletvekilliği, yedek vekillik gibi yeniliklerin yanı sıra teknik gibi gözüken bir düzenleme de yer alabilir.

Bağımsızlara seçim barajı gelebilir.

Aslında bu barajın yurtdışında örnekleri var. Mesela, Yunanistan’da yurt genelinde kullanılan oyların belirli bir oranını (yüzde 3) toplayamayan bağımsız aday meclise giremiyor.

Türk siyasetinde bağımsızlara baraj kararı büyük ölçüde DTP’nin seçime nasıl katılacağına bağlı olacak. Katıldığı her seçimde baraj altında kalan Kürt partileri için iki yol var: DPT ya gelecek seçime de parti adaylarıyla katılacak ve anketlere göre yine baraja takılacak. Veya adaylarını "bağımsız" olarak ilan edecek ve baraj sorunu olmadan Meclis’e girecek.

Seçilecek partili bağımsızlar, parlamentoda DTP çatısı altında birleşecek.

İmralı mahkûmu, Kürt oylarının tek sahibi olma iddiasını taşıdığı için seçime parti olarak katılınmasında ısrarlı. Yıllardır süren hezimetten bıkkın ve gelecek seçimde her zamankinden daha düşük oy almaktan korkan parti yöneticileriyse bağımsız aday formülünden yana gözüküyor.

Eğer DTP 2007 seçimine bağımsız adaylarla katılma kararı verirse, önünün kesilmesi için baraj gelebilir. Kesin olarak gelir diyemiyoruz; ama tartışılan güçlü bir ihtimalden söz ediyoruz!

Yaman yaz sıcağına rağmen siyasete ilgisini kaybetmeyenlere konuyla ilgili iki dipnotumuz var:

1) Daha önce de yazdım; 2002 seçimlerine DEHAP adaylarının bağımsız katılmaları halinde parlamento aritmetiğinin nasıl değişeceğini merak ettim, sordum. DEHAP’a atfen, "En az 37, en fazla 44 milletvekili sokardık" tahminine ulaştım.

2) Yunanistan neden bağımsızlara baraj uyguluyor sorusunun yanıtı da ilginç. Atina yüzde 3’lük barajı Batı Trakya Türkleri Meclis’e giremesin diye 1992 yılında icat etmiş. Bağımsız Türk adaylar bu engeli aşabilmek için büyük partilerle anlaşarak meclise girmek zorunda kalıyormuş.

Özkök diplomasisi işledi

GENELKURMAY’a erken atamanın üstünden bir hafta geçti, perde arkası iyice netleşti. İlk günlerde arka fonda kalan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün mekik diplomasisi belirginleşti:

Bana ulaşan bilgiye göre, Özkök atama krizini aşmak amacıyla ilk girişimi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la 8 Temmuz’daki görüşmesinde yaptı. Başbakan’dan "teamüllere uyacağız" sözünü aldı.

Özkök temmuz ayı içinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile yaptığı ikili görüşmede, Çankaya’nın "Genelkurmay Başkanı kararnamesi gelmeden, YAŞ kararlarını imzalamam" tavrını öğrendi.

Çankaya mesajı 27 Temmuz’da Dolmabahçe’de Özkök tarafından Başbakan’a ve Milli Savunma Bakanı’na iletildi. Erken atama formülü benimsendi, Başbakan ve Cumhurbaşkanı isim ve tarihte anlaştı.

Böylece son derece hassas bir süreç, hükümet ile Çankaya arasında doğrudan temas ve gerilim yaşanmadan tamamlandı.
Yazının Devamını Oku

Köşk’ten emeklilik hevesi

6 Ağustos 2006
<b>ANKARA</b><br>ANAVATAN lideri Erkan Mumcu ile Mesut Yılmaz arasındaki yoldaşlık nereye kadar sürebilir? Gelin, tarafların üzerinde anlaştığı stratejik yol haritasının üzerinden geçelim:

1) Merkez sağda güç birliği hevesi, siyaset ve iş dünyasının kanaat önderleri nezdinde yeniden hortladı. Bu rüzgár Mesut Yılmaz’ı 20 kişilik ünlüler ekibiyle Anavatan limanına sürükledi. Erkan Mumcu, "birliği istemeyen oyunbozan" konumuna düşmek istemedi.

Dolayısıyla Mumcu-Yılmaz ikilisi önce merkez sağda birliği deneyecek.

2) Merkez sağ partilerin birleşmesi ve/veya güç birliği, elmayla armudun toplanmasına benziyor. Yani partilerin oy oranlarını üst üste koyarak hesap yanlış. Hatta 1+1 kimi zaman 2’den küçük çıkabilir. Dolayısıyla merkez sağda birlik olmazsa Mesut Yılmaz’ın hedefi Rize milletvekilliği.

Demek ki ikinci adımda amaç, Anavatan’ı tek başına barajı aşacak parti halinde getirmek.

3) Eğer Anavatan barajı aşar ve Yılmaz Meclis’e girerse, hedef büyüyecek. Yılmaz ve kurmayları, gelecek Meclis’in mutlaka yeni bir Cumhurbaşkanı seçmek zorunda kalacağına inanıyor.

Yılmaz, merkez sağı arkasına alarak Çankaya Köşkü’ne çıkabileceğini hesaplıyor.

Ezcümle, merkez sağda birlik diye takdim edilen siyasi operasyon, sonuçta Mesut Yılmaz’ın Köşk’ten emeklilik hevesine dönüşebilir. Ki bu ihtiras, yaşlanan siyasilerde sıkça rastlanan arazdır!

Ehlen ve sehlen tercüme

ÖNÜMÜZDEKİ salı günü 36 yıl aradan sonra ilk kez bir Suudi Kralı, Türkiye’yi resmen ziyaret edecek. Tahtın bir önceki sahibi Kral Fahd, bizden pek hoşlanmazdı. Ziyaret vesilesiyle Fahd’la ilgili yaşanmış ve fakat fıkra kıvamında bir olayı aktarmak istedim.

Yıl 2003, Irak Savaşı arifesinde Abdullah Gül, Körfez’i dolaşıyor. Suudi Arabistan’da temaslarını tamamlarken, son anda Kral’dan randevu geliyor. Fahd uzun süredir hasta, bilinci ara sıra gidip geliyor, o yüzden Türk heyetine görüşmenin çok kısa süreceği bildiriliyor. Nitekim birazdan çok büyük bir odaya alınıyorlar, ortada Kral oturuyor. Artık acıdan mı, yoksa bilinç kaybından mı bilinmez, Fahd sürekli odanın tavanına bakıyor. Gül, çok kısa birkaç nezaket cümlesi ediyor, sıra Kral’a geliyor. Önce uzun bir sessizlik, ardından Fahd’ın dudaklarından sadece iki kelime dökülüyor: "Ehlen ve sehlen..." Ama bu iki kısa selam sözcüğünün hemen ardından gür bir sesle yapılan tercüme başlıyor: "Aziz kardeşim konuk Türk başbakanına ziyaretinden dolayı teşekkürlerimi sunar, iki ülke arasındaki....." Türk heyeti şaşkın, tercümeye ara verilince yine bitkin Kral duyuluyor: "Ehlen ve sehlen..." Ardından yine tercümesi: "Dost cumhurbaşkanınıza da selamlarımızı iletin..."

Trilyonluk petrol servetleri kimlere emanet, insanın isyan edesi geliyor.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın mektubu çok iyi oldu, keşke devam etse

5 Ağustos 2006
Kuala Lumpur/İstanbulANA uçağında sekiz gazetecinin önünde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a soruyorum:

- Bir gazetenin manşetinde yer alan PKK’ya af planını Genelkurmay ve Dışişleri yalanladı ama siyasetçiler sessiz kaldı, PKK’ya bir af hazırlığı var mı?

Başbakan hiç tereddüt etmeden sözümü kesiyor:

- Böyle bir şey gündemimizde yok, planımız da yok.

Aslında sorumun yanıtını alıyorum ama Erdoğan’ın sözlerinin devamında gazetenin "plan" manşetinin neden tartışılmasını istemediğinin ipuçları da var, o yüzden aktarıyorum: "Medya olarak bu tür soruların yanıtını aldığınızda kim ne kazanır, ne kaybeder onu da düşünmeniz lazım."

Yazının Devamını Oku

El Cezire cephesi yeniden çiziliyor

1 Ağustos 2006
<b>ANKARA</b><br>KUZEY Irak veya eski adıyla "El Cezire" meselesi; 1) Kürt sorunu mudur?

2) Petrol hesabı mıdır?

Galiba ikisi de. Çünkü genç cumhuriyet Şeyh Said isyanı yüzünden Musul ve Kerkük iddiasından vazgeçerken;

Petrol zenginliğine sırtını döndü,

Kürt nüfusu, Irak sınırı ile ayırdı.

O gün bugündür, ne zaman Kuzey Irak meselesi açılsa Kürtlerin birleşme özlemi, Türklerin petrol iştahıyla pozisyon alması asla rastlantı değil tam tersine genetik şifre eseridir.

Peki bizde evlat, onlarda kuyruk acısı oldukça nasıl anlaşırız?

Bence geriye, sıfır noktasına dönmemiz şart.

Yani zoraki yaşatılan Irak dağılırken;

Sınırın iki yakasındaki Kürtler birlik kurabilir,

Türkler ve Kürtler eşit ortaklık temelinde devam eder,

Petrol zenginliği, Türkler ve Kürtlerce paylaşılır.

Böylece hem Türklerin, hem de Kürtlerin tarihi hasreti biter.

Kürt denilince sadece PKK’yı hatırlayanlar açısından yukarıdaki üç koşul ya fantezidir veyahut ihanet manifestosu. Ne var ki hatırlatmak isterim ki, PKK terörü tarihteki 29 Kürt isyanının sadece sonuncusudur. (Dileriz öyle de kalır.)

Ayrıca siz bakmayın Kürtlerdeki ABD hayranlığına.

Çok değil 90 yıl önce İngiltere, 30 yıl önce İran şahı ve hatta İsrail de pek popülerdi aynı coğrafyada. Onların işi bitti, döndü, gitti, biz her zaman olduğu gibi yine kaldık baş başa!

AB yolunda demokrasisi gelişen, ekonomisi büyüyen Türkiye Cumhuriyeti, Irak’tan kopan Kürt adasının birleşeceği tek ana kıtadır. Kuzey Irak’ın en fazla 4-5 milyonluk Kürt nüfusuysa Türkiye’ye yük değil zenginliktir. Savaşarak ayrılamayan iki ulusun barışarak bütünleşmesi tek yoldur!

Fındık kabuğu doldu

Başbakan’ı fındık konusunda yanıltanlar herhalde Ordu meydanını görünce çok utandı. Tek bir siyasi parti temsilcisinin bulunmadığı onbinlerin mitinginden çıkarılacak ders belli: Yurt genelinde AKP’nin alternatifi olmayabilir, ama Karadeniz’de de AKP yok oluyor.

Milis yarbayın savaşı

Kuzey Irak’ta Türk askeri 90 yıl önce de vur-kaç savaşı veriyordu. 250 kişilik çekirdek kadroyla ve Kürt aşiretlerinin yardımıyla yıllarca İngilizlere karşı savaşan ve bugünkü KKTC kadar toprak kazanan Kaymakam (yarbay) Özdemir Bey’in öyküsünü Murat Göztokulusu "El Cezire ve Özdemir Harekátı" (Ümit Yayıncılık) isimli kitapta toparlamış, okumanızı öneririm.
Yazının Devamını Oku

Asıl mektubu kim verdi?

25 Temmuz 2006
<b>ANKARA</b><br>KREDİ itibarının en basit ve anlaşılır ölçüsü, ödediğiniz borç faizidir. Faiz düşükse itibarınız yerindedir, yüksekse tam aksine.

Demek ki Merkez Bankası’nın yalnızca borç faizini artırarak kaybettiği itibarını araması abes.

Peki sonunda itibar da zorsa, o zaman faiz artışı neden?

Acaba Güven Sak’ın Erdal Sağlam’a dün anlattığı gibi "Faizler yükseliyor, çünkü koalisyon bozuldu" analizi daha mı gerçekçi?

Bize göre Güven Sak’ın söyledikleri, AKP iktidarının ilk 3 yılında faizin neden gerilediğini izah ediyor.

Bu yüzden son dönemdeki faiz artışına ve sonuçlarına da ışık tutabilir. Güven Sak’ın tezini günlük lisana tercüme edersek, diyor ki:

"AKP iktidara geldiğinde İstanbul sermayesi ve medyanın büyük bölümüyle AB Koalisyonu (Güven Sak dönüşüm koalisyonu diyor) oluşturdu. İktidar partisi bu sayede aradığı siyasi meşruiyeti yakaladı; iş dünyası AB çapasıyla işleri düzeltti, medyada haliyle fazla eleştiri yer almadı. Ama 3 Ekim’den sonra işler değişti; AKP AB reformlarında isteksizliğini gizleyemedi, herkes kendi yoluna ayrıldı. AKP, Batı’yı rahatsız eden radikal görüntüleriyle ortada, çıplak ve korumasız kaldı."

Şimdi gelelim Profesör Güven Sak’ın kimliğine.

Zaten tanımayanlar için hatırlatalım ki;

Güven Sak gelecek aya kadar Para Politikası Kurulu üyesi. Yani işi diğer altı üyeyle birlikte yüksek veya düşük faize karar vermek.

Güven Sak, iş dünyasının çatı örgütü TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun en güvendiği danışmanı, üniversitesinde görevli.

Merkez Bankası’nın hükümete yazdığı enflasyon mektubundaki üslup, öneri eksikliği ve hatta posta adresi bile eleştiri konusu oldu.

Zaten bana sorarsanız hükümete asıl mektubu Güven Sak, Erdal Sağlam’ın köşesinden verdi; teknik değil siyasi hatalara işaret etti.

Hükümetin yerinde olsam bu uyarıyı ciddiye alır -imkánsız demesek bile- zor da olsa AB/Dönüşüm Koalisyonu’nu canlandırmaya çalışırdım.

PKK mecbur bitecek

ÇÜNKÜ, PKK Türkiye’nin yeni El Kaidesi haline geldi.

Sınır ötesi operasyonlara haklı ve meşru zemin sağladı.

ABD ve Irak yönetimi, Türkiye adına PKK’ya ağır darbe indirmek zorundadır. Aksi halde PKK vesilesiyle başlayacak operasyonun menzili Kerkük’e kadar uzanabilir. Türk ordusu girdiği topraktan kolay çıkmamakla tanınır. İşbu nedenle İmralı mahkûmu ile PKK için "tarih oldu" yorumu abartılı değildir. Aksine ciddi bir uyarı taşır:

Kürt meselesinde yeni muhataplar Barzani gibi liderler, Yılmaz Erdoğan gibi aydınlar, Şerafettin Elçi gibi politikacılardır.

Paradigma değişti dikkat; artık eski ölçülerle politika zamanı geçti.
Yazının Devamını Oku

Gülen soyadlı uçak yolcusu

23 Temmuz 2006
<b>ANKARA</b><br>TÜRK siyasetinin taşları ancak Fethullah Gülen’in yurda dönmesiyle birlikte oturur.

Son aylarda gazetelere yansıyan "ABD, Gülen’e Green Card vermiyor, Hocaefendi dönecek" haberleri, belki de Washington’un bu gerçeğin farkında olduğuna işarettir. Sırasıyla düşünürsek;

ABD, Ortadoğu’daki yeni yapılanma için Türkiye’de mutedil Müslüman bir ortak arıyor.

Ne var ki AKP, Irak Savaşı’ndan sonra Filistin-İsrail krizinde de ABD’ye ayak uyduramadı.

Sanılanın aksine Türkiye’de iktidar dış darbeyle değil, iç bölünmeyle yıkılır, değişir.

Yazının Devamını Oku