31 Mart 2007
<b>ANKARA</b><br>GENELKURMAY andıcının medyaya yansıdığı gün, Başbakan Tayyip Erdoğan Nevşehir’deydi. Akşam saatlerinde Ankara’ya döndü, mola vermeden ve bel ağrısıyla Bakü’ye uçtu.
Aynı akşam başkentte resmi bir yemekte, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt yan yana düştü. Sohbetlerinde andıçla ilgili tek cümle geçti.
Büyükanıt, "İnanın andıcı hiç görmedim" dedi ve ekledi, "Masama gelmedi".
Askerlikte komutana arz edilmeyen planlama (çalışma) resmiyet kazanmaz.
Nitekim dün Genelkurmay Askeri Savcılığı’ndan yapılan soruşturma açıklamasında, "...metin sahte olmayıp bazı istatistiki değerlendirmeleri de içeren ilgili şube müdürlüğünde (İletişim Dairesi) görevli bir kişi tarafından hazırlanan taslak bir metindir" ifadesi kullanıldı.
Metindeki "görevli kişi" şifresini kırmak daha zordu.
Aldığım ilk bilgiye göre, andıcın medyaya yansıdığı gün bilgisayarlar tarandı. Yakın zamanda terhis olmuş bir yedek subayın kullandığı bilgisayarda andıcın izine rastlandı. Bu kişinin bilgisine başvuruldu. Andıcın 12 Ekim 2006 tarihinde çalındığı ve ABD’ye yollandığı saptandı.
Tabii ki ABD’yi duyanın aklına ilk gelen, Fethullah Gülen’in ismi oldu. Silahlı Kuvvetler bu yolla andıcın Ankara jargonuyla "F tipi komplo" saydığını ima etti. Dahası andıcın medyaya sızdırılma zamanlaması ile Cumhurbaşkanlığı seçimi arasında şu satırla irtibat kuruldu: "Bilgilerin yurtdışı bağlantılarıyla ilişkili olarak ülkenin siyasi ortamı nazara alınmak suretiyle 8 Mart 2007 tarihine kadar bekletildiği ve o tarihte kamuoyuna sunulduğu dikkati çekmektedir."
Geçen salı günü bu köşede "Çankaya’nın diyeti, cemaati tasfiye mi?" diye sorduk.
Emniyet’teki iç savaşı anlatan bu yazının mürekkebi kurumadan Genelkurmay’ın andıç ithamı geldi.
Demek ki işler hızlandı, tabir yerindeyse "düğmeye basıldı". Ama cemaat de boş durmuyor gibi... Amiral Özden Örnek’in yalanlanan günlüklerinin kaynağı da ABD’deki aynı adres olmasın?
Samsun-Ceyhan’a destek
BELKİ sadece enerji piyasasını izleyenler ilgilendi, kamuoyunun dikkatini pek çekmedi.
Ama Burgaz-Dedeağaç boru hattı projesinin imzalarının atılması Ankara’da moralleri bozdu. Rusya’nın yüzde 51 ortaklığı olan projede Boğazlar kurtuldu, ama diğer hatların kaderi tartışmaya açıldı.
Özellikle ABD’nin tavrı merakla bekleniyordu, Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’un Washington’daki konuşması (27 Mart) imdada yetişti:
"BTC boru hattı rüyasının gerçekleşmesinde ülkemin rol almasından gurur duyuyorum. Bir diğer adım ise BTC yolunu izlemeyen alternatif yollar geliştirmektir. Türkiye’nin Samsun-Ceyhan hattı masadaki opsiyonlardan biridir. Ve biz Türkiye’nin sıkışık Boğazlara alternatif olarak bunu sunmasından memnunuz. Bu potansiyel, yatırımcı ve taşımacılar için önemli avantajlar sağlayacaktır."
Büyükelçi’nin bu ifadesi, ABD’nin Rusya tekeline girecek Burgaz-Dedeağaç hattı yerine herkesin ortak olduğu Samsun-Ceyhan’ı yeğlediği anlamına geliyor.
PKK, Ermeni tasarısı, Irak... ABD ile anlaşmazlık noktası çok.
Hiç değilse enerji alanında benzer hedeflere sahip olmamız bu yüzden iyi haber.
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2007
<b>ANKARA</b><br>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'ın Çankaya niyeti tartışmaya daha ilk açıldığında... Hatta daha kesin tarih verelim, Danıştay saldırısından birkaç hafta sonra...
Ankara'da çoğu zaman olduğu gibi kaynağı belirsiz bir komplo teorisi gündeme geldi.
Bilen bilir, duymayanlara aktaralım: "AKP, cumhurbaşkanı seçimi öncesinde parlamento dışı muhalefete güven aşılamak amacıyla devletteki cemaat uzantılarını tasfiye edecekti."
Şemdinli iddianamesini komplo sayan ve sorumlusunu da Emniyet'teki Fethullah Gülen kadroları olarak gören Türk Silahlı Kuvvetleri ile müttefikleri ancak bu şekilde tatmin edilebilirdi.
Öte yandan hükümet kanadının da aynı cemaatle ilgili kuşkuları vardı. Danıştay ve Atabey dosyalarında, ordu ile hükümetin polis tarafından bilinçli kavgaya sokulduğu iddiası yaygındı.
Şemdinli Savcısı'nın tasfiyesi ve Emniyet'teki bazı atamalar, hükümetin bu yoldaki ilk adımları sayıldı, ancak gerisi gelmeyince komplo teorisine ilgi azaldı.
Ta ki Hrant Dink suikastına kadar.
***
Hrant Dink suikastından sadece saatler sonra Emniyet'te İstanbul-Ankara kavgası patlak verdi.
Başkentteki polis istihbarat, suikast bilgisini İstanbul'a aktardığı konusunda ısrarlıydı.
İstanbul polisi ise bu iddiayı kabul ederse çok kelle vereceğinin farkındaydı.
O yüzden bürokratik refleksle iki yönden karşı saldırıya geçti.
1) Muhbirin ihbarını değersiz kılmak için hükümeti "suikast derin devlet işi, duyumla önlemek zaten mümkün değildi" tezine ikna etti.
2) Trabzon Emniyeti'ni, polis istihbaratını tek cephe gibi gösterdi, İstanbul'daki koltuğu "laikliğin son kalesi" olarak ilan etti.
Sonuçta Hrant Dink'in katilinin 36 saatte yakalandığı, silahın elde, nedenin belli olduğu unutuldu.
İstanbul polisinin ihmali yerine, Emniyet'teki kadrolaşma tartışılır hale geldi.
Acaba bir yıl önce konuşulan komplo teorisi gerçek mi oluyor, merakım bu yüzden!
***
Maksadım ne polisteki cemaat kadrolarını korumak, ne de İstanbul polisini yermek. Ancak polis içi hesaplaşmanın tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi çoğu kez soruşturmayı kararttığına tanığım. Hrant Dink'in dosya üzerinde, káğıt-kalemle bir kez daha infazına itirazım var.
Yazının Devamını Oku 25 Mart 2007
ANKARA MATBUATA bakarsanız, Çankaya seçimiyle ilgili gerginlik son haddinde. Sanki iyi saatte olsunların Çankaya talibini uyarması artık an meselesi.
Hatta "Söz uçar, yazarak verin" diyen dahi çıkıyor.
Herhalde Ankara'nın yabancısı olduğum için belki de dinlediğimi anlayamıyor olabilirim.
O yüzden iyisi mi ben size birkaç duyum aktarayım, bakalım siz ne düşüneceksiniz.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Harp Akademileri konuşmasının üzerinden 10 gün geçti. Büyükanıt Paşa'nın kurmay subaylara ne anlattığı hálá merak konusu. Galiba yıllık rutin ve teknik bu konuşma üzerindeki sır perdesi yakında kalkacak. Çünkü Büyükanıt, metni internete koyarak spekülasyonlara son vermeyi planlıyor.
Madem ki söz Harp Akademileri'nden açıldı, taze bir haberi paylaşalım. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de Harp Akademileri'nde konuşacak. Muhtemelen kritik MGK toplantısından üç gün sonra, yani 13 Nisan'da kurmay subayların önüne çıkacak.
Sezer'in konuşması basına açık mı olacak, daha belli değil.
Sezer'le askerin her buluşmasında olduğu gibi yine bazıları heyecanlanacak.
Peki yeni cumhurbaşkanı adaylarının açıklanacağı tarihe üç gün kala yapılacak bu konuşmadan ne beklenmeli? Bana göre, Sezer tabii ki hassasiyetini ortaya koyacak, laiklik ve cumhuriyet değerlerine vurgu yapacak. Ama daha fazlasını düşünmek, Çankaya-TSK komplo teorilerine kapılmak sadece zaman kaybı olur. Çünkü Sezer, 7 yıllık görev süresi boyunca demokrasi çizgisinden bir kez olsun sapmadı, hukuk adamı kimliğiyle maceraya hiç yönelmedi, son anda tersini beklemek abestir.
Komutanlara gelince, Sezer'le ortak noktaları 11'inci Cumhurbaşkanı'ndan muhakkak ki daha fazla. Ancak 30 Ağustos terfi/tayinleri geride kaldı ve askerin Cumhurbaşkanı'na veda süreci, başkomutana duyulan saygı sınırları içinde kalır.
Son bir nokta; askerin arkasına sığınarak muhalefeti ayıp sayan çok.
Ama bu demokrasi özrü sadece muhalefete mi ait, açık söyleyeyim ciddi kuşkum var. Mesela, komutanların yarın TBMM Başkanı'na iade-i ziyarette bulunacağı haberi çıktı.
Acaba haberin kaynağı kim diye merak ediyorum. Komutanlar değil TBMM Başkanlığı ise niyet okumak hakkımız. Bülent Arınç, dışlandığı Çankaya yarışına askerin muhatap kabul ettiği, mesaj verdiği aday sıfatıyla geri dönmek istiyor olmasın?
Karakutunun son adresi
İSTANBUL ve Trabzon Emniyeti arasındaki çatışma büyüyor. İstanbul dün Trabzon'u kritik bir telefon mesajını saklamakla suçladı. İddiaya göre, suikastın karakutusu Erhan Tuncel'e çekilen "7.65 mermi geldi mi?" mesajı İstanbul'a haber verilmedi. Oysa telefon teknik takipteydi.
Bu iddiayı Ankara'da araştırdım, şu bilgiyi aldım: Hrant Dink suikastı zanlılarından Tuncay Uzundal, Yasin Hayal'le buluşuyor. Tuncel'e, "Yasin Abi geldi, seni sordu" diye mesaj atıyor. Hayal'le ilişkisi ortaya dökülmesin isteyen Tuncel bu mesaja kızıyor. Yani tartışılan mesaj metni farklı.
İddialar savcılığa yansıdı. Teknik İzleme Müdürlüğü, savcılığa yazdığımız bilgiyi iletti.
Hrant Dink soruşturmasını yürüten savcının işi gerçekten zor.
Çünkü cinayetin karakutusu Erhan Tuncel, emniyetin iç hesaplaşmasına malzeme edildi.
Bu kavga, iki kritik soruyu gündem dışına itti: 1) McDonald's bombasını imal edip Yasin Hayal'i yönlendiren Büyük Ağabey, nasıl polis muhbiri olarak devşirildi? 2) Neden görevine son verildi?
Aslında ikinci sorunun yanıtı daha önemli. Çünkü Tuncel'le ilişki kesilirken "başka kurumlara çalışma ihtimalinden" söz edildi. İşin Türkçesi, "Jandarma muhbiri oldu, iki başlı çalışılmaz" kaygısıyla hareket edildi. Polis, jandarma, ikisi birden hiç fark etmez. Bu soruşturmayı gerçekten aydınlatmak isteyen savcı, büyük ağabeyin son adresini tespit etmeli. Ancak o sayede suikastın arkasındaki gerçek iradeye (eğer varsa tabii) ulaşılır.
Yazının Devamını Oku 24 Mart 2007
<b>ANKARA</b><br>BAŞLIKTAKİ ifade Hrant Dink suikastının kara kutusu, "Büyük Ağabey" Erhan Tuncel'e ait. Biliyorsunuz, polis muhbiri Tuncel'in "Yasin Hayal, Hrant Dink'i öldürecek" ihbarı 2006 yılının şubat ayında Trabzon emniyetine ulaştı, İstanbul'a iletildi.
Trabzon emniyeti, Hayal'i cinayetten vazgeçirmek için Tuncel'i kullandı.
Ancak Tuncel bir sonraki buluşmada kötü haberi verdi:
"Yasin Hayal'i bu işten vazgeçirmek çok zor gözüküyor."
Bu ihbar da resmi kayda geçti.
Erhan Tuncel'den polise Hrant Dink ile ilgili olmayan duyumlar da ulaştı.
Polis istihbaratının Erhan Tuncel'le son teması cinayetten hemen sonra gerçekleşti.
Trabzon'dan Bartın'a tayini çıkan polis memuru amirlerinin talimatıyla Tuncel'i telefonla aradı.
Cinayeti kimin işlediği henüz belli değildi, istihbaratçı M.Z. Tuncel'e "Hrant Dink'i senin daha önce ihbar ettiğin Yasin Hayal grubu mu öldürdü?" diye sordu. Tuncel öyle bildiği için veya polisi yanıltmak amacıyla, "Hiç alakası yok, zaten Yasin Hayal buralarda" yanıtını verdi.
İşin ilginci bu bilgiler cinayet sırasında kamuoyuna yansımadı.
Ama İstanbul emniyetini kusurlu gören müfettiş raporundan sonra ortalığa döküldü.
Gazeteci haber bolluğundan tabii ki yakınmaz.
Çünkü her bilgi sızdırılma amacından bağımsız olarak gerçeğe hizmet eder.
5 Kasım sendromu hatırda
BU hafta epeyce siyasi malzeme birikti, izninizle başlıklar halinde aktaralım:
* Özal örneği: Çankaya seçimi öncesinde niyet okuma yöntemiyle stratejisi anlaşılmaya çalışılan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "siyasete alet edilmekten" çok hoşlandığı söylenemez.
Peki kendi görüşünü neden açıklamıyor ve fırsatçılara zemin hazırlıyor sorusunun yanıtı yakın tarihte saklı: 5 Kasım sendromu.
1983 6 Kasım seçiminden bir gün önce Kenan Evren'in verdiği "Turgut Özal'ı seçmeyin" mesajının nasıl geri teptiği herkesin hatırında. Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı niyetine açık muhalefetin benzer sonuç vereceği (hem Çankaya hem de genel seçimde) endişesi hákim.
* Siyasi istikrar: AKP Adana Milletvekili ve Genel Başkan siyasi danışmanı Ömer Çelik iş dünyası ve yabancı piyasaları yakından ilgilendiren analizini aktardı:
"Merkez Bankası'ndan yabancı piyasa analistlerine kadar herkes siyasi istikrarın devamını Çankaya'ya çıkacak isim merkezinde tartışıyor. Eğer Başbakan cumhurbaşkanı seçilirse Ak Parti oy kaybeder, yeniden koalisyon dönemi başlar diye korkuluyor. Oysa bu korkunun halkta, seçmende karşılığı yok. Siyasi istikrar bozulmazsa Ak Parti yine birinci parti çıkar, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu sağlar. Bu nedenle seçimi zamanında yaparız, baskın seçim siyasi kapkaç olur."
* Zana'nın tekrarı: Çankaya ile genel seçim arasındaki sürede Kürt meselesi gündeme oturacak. Bu köşeye arada sırada göz atanlar Leyla Zana'yı dikkatle izlediğimizi bilir. Sadece bendeniz değil, çoğu yerli-yabancı kanaat önderi Zana'yı İmralı mahkûmuna potansiyel alternatif gördü. Ancak ne yazık ki Zana 1991 yılında Meclis'in açılışında düştüğü hatayı tekrarladı. Diyarbakır'da karşısında kalabalığı görünce Barzani'ye, Talabani'ye, Öcalan'a övgüler düzdü. Bu sözleriyle alkış alması muhakkaktı. Ama Zana unutmamalı ki, Kürt meselesi gibi büyük sorunlar sadece Kürtlerin alkışıyla değil Türklerin de iknasıyla mümkün. Kürt sorununda muhatap arayışı yine çamura saplandı.
Yazının Devamını Oku 20 Mart 2007
<b>ANKARA</b><br>NEVRUZ haftasını nevroza dönüştürmek isteyene bahane çok. İmralı mahkûmunun zehirlendiği yalanı, Kuzey Iraklı Kürt liderlerle atışmalar, ama daha önemlisi Çankaya seçimi... DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, özellikle Çankaya sürecine dikkati çekiyor:
Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde DTP'yi ve Nevruz'u bir gerginlik kaynağı olarak göstermek isteyen, kaos yaratmaya çalışanlar var. Bir taşla iki kuş vurmayı deniyorlar.
DTP bir ara Nevruz kutlamalarından tamamen çekilmeyi düşündü.
Sanırım olaylar kontrolden çıkarsa muhtemel siyasi faturadan çekindi.
Ama, partinin MYK toplantısında bu eğilim değişti.
Sadece 21'indeki törenlere katılma kararı alındı.
***
Ahmet Türk'le önce Nevruz'u konuştuk:
- Siz genel başkan olarak hangi ildeki kutlamaya katılacaksınız?
- Bütün törenleri tek güne çektik, ben de Diyarbakır'a gideceğim.
- Diyarbakır'da kaç kişilik bir katılım bekliyorsunuz?
- Bilemiyorum, ama 300 binin üzerinde kişi kadar katılır zannediyorum.
- Nevruz mesajınız nedir?
- DTP'nin üzerine giderek gerginlik yaratmak isteyenlere fırsat verilmemeli. Oyuna, tezgáha gelinmemeli. Nevruz özgürlüğün, barışın, kardeşliğin bayramı olarak kutlanmalı.
***
DTP Genel Başkanı'na yaklaşan seçimleri de sorduk:
- Parti olarak bağımsız adaylarla seçime katılmayı ne zaman karara bağlayacaksınız?
- Hep söylediğimiz gibi, bağımsız adaylar son seçeneğimizdir.
- Yüzde 10 barajı olmasaydı geçen seçimde kaç milletvekili çıkartacaktınız?
- Bizim hesabımıza göre 53 milletvekilliği kazanacaktık.
- Peki en çok hangi parti kayba uğrayacaktı?
- Diyarbakır'da Ak Parti 8 çıkardı, 4'e inerdi, CHP hiç çıkartamazdı.
- Gelecek seçimde bölge genelinde durum ne olur?
- Ak Parti'nin bize rağmen çıkarttığı yerler olur, ama CHP'nin hiç şansı yok.
***
Ahmet Türk'le telefonu kapatırken gözüm TV'ye ilişti.
BBC World'de kadın muhabir, Bölgesel Kürt Yönetimi'nin Turizm Bakanı'na soruyordu:
- Turizmle ilgili beklentileriniz çok arttı, neden?
- Aslında üç nedeni var: İklimimiz, zengin tarihimiz ve güvenlik.
Demek ki ekonomik refahın zemini güvenlikten geçiyor.
O zaman neden sınırın bu yanında her mart ayı nevroza kurban ediliyor?
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2007
<b>ANKARA</b><br>AKP'nin Çankaya anketiyle birlikte seçim startı verildi. Sadece Cumhurbaşkanlığı değil, genel seçim taktikleri de çekmeceden çıktı. Çankaya seçimi için gerilim olası, ama sürpriz aday zor gözüküyor.
Ama genel seçimde belirsizlik katsayısı yüksek.
Parlamentoya girecek parti sayısını kestirmek güç.
Koalisyon mu, yoksa tek parti hükümeti mi? Seçim ittifakları işler mi?
Neredeyse her sabah bir seçim anketiyle uyanmamız bu yüzden.
***
TÜSİAD Yönetim Kurulu'na önceki cuma günü iki iktisatçı brifing verdi.
Koç ve Sabancı Holding iktisatçıları, patronlara kötümser hava çizmedi.
Ancak sunumda SONAR'ın şubat ayı sonu itibarıyla tamamladığı ankete de yer verildi.
Bu ankete göre parlamentoya dört parti giriyor, AKP'nin oy oranı yüzde 31.5.
Diğer üç parti çok az arayla sıralanıyor: CHP yüzde 14.8, MHP yüzde 13.2 ve DYP yüzde 13.
AKP, en yakın rakibine göre bir kat fazla oy almasına rağmen 271 sandalyede kalıyor.
Yani dört partili parlamentoda en yüksek olasılık, koalisyon hükümeti olarak gözüküyor.
(Ayrıca ankette DTP'nin bağımsız adaylarla seçime girme olasılığı dikkate alınmamış. Bölgeden seçilecek 30-40 bağımsız Kürt vekilin, AKP'nin sandalye sayısını azaltacağı muhakkak.)
***
Barajın hemen altında sıralanan diğer partilere seçim ittifakı yolu gözüküyor. Kim kimle ittifak hazırlığında, hangi parti diğeriyle birleşsin temennilerini her gün okuyoruz.
Bense bu işi ilk kez deneyene, en iyi bilene danışmak istedim, yani MHP'ye.
Malum 1991 seçiminde MHP, Refah listesinden seçime katıldı, parlamentoya girdi.
Baştan söyleyelim, MHP 2007 seçimi için ittifak düşünmüyor, zaten ihtiyacı da yok.
Ama MHP kurmayları, siyaseten öyle püf noktaları yakalamış ki, ittifak rehberi sayılabilir:
Bir veya birkaç partinin adayları, başka bir partinin listesinden seçildiğinde, Hazine yardımı gibi haklarda sorun çıkıyor.
Bu yüzden seçim pusulasında ittifak yapan partiler için farklı uygulama sunulmalı. Seçmen ittifak yapılan çatı partiye mühür bastıktan sonra ittifaktaki parti tercihini de işaretlemeli.
Böylece sadece ittifakın oy oranı değil, müttefik partilerin tek tek ne kadar oy aldığı da belirlenmeli. Bu oran, ittifak bünyesindeki her türlü paylaşım için esas alınmalı.
Dahası ittifakın iktidar veya ortağı olması ihtimali göz önünde tutularak seçim beyannamesi yayımlanmalı. Böylece seçmen kime, neden oy verdiğini daha iyi anlamalı.
Madem ki ittifak kaçınılmaz, o zaman kuralları daha iyi konulmalı/işlemeli!
Sezer'in hakkı Sezer'e
SEÇİLDİĞİ gün hukuk adamı kimliğiyle selamladık. Hukuka iade-i itibar olarak yorumladık, sevindik.
Çoğu kez bizi yanıltmadı, her vetosuna en az 5-10 sayfalık hukuk dersini andıran gerekçe ekledi.
Ama keşke 7 yıl sonra beş diplomatın siciline düştüğü lekeyle veda etmeseydi.
Dışişleri Müsteşar Yardımcılarını neden veto ettiğini kamuoyu ile paylaşsaydı.
Böylece hayali gerekçelere, dedikodulara dayalı karakter infazına izin verilmeseydi.
Sezer'in hakkı tabii ki Sezer'e... Ve fakat diplomatın hakkı da korunsaydı.
Yazık oldu, bu ülkede insan kolay yetişmiyor, ama çok kolay harcanıyor.
Devlete hizmet cezasız kalmıyor.
Yazının Devamını Oku 13 Mart 2007
<b>ANKARA</b><br>KUZEY Irak'ta geçen hafta ilginç bir masa kuruldu. Bu masada devrik Irak diktatörünü ipe götüren davanın kamuoyuna hiç yansımamış ayrıntıları tartışıldı. Masada konuşulanlar, Kurdistan-Post'ta Yaşar Kaya'nın köşesinde çıktı. Yaşar Kaya malum, DEP'in eski genel başkanı, 14 yıldır yurtdışında kaçak. Kaya'nın katıldığı yemekte kimler vardı, yazısından aynen aktaralım:
"Kırk yıllık değerli bir dostumun evinde bir akşam yemeğinde buluşuyoruz. Saddam'ın Başsavcısı, Kürt Federe Devletinin Roma temsilcisi. Bir Türk işadamı ve Suriyeli Kürtlerden bir doktor ağabeyimiz. Saddam'ın Başsavcısı enteresan bir adam, belli ki iyi bir hukuk adamı, kendisi Arap."
Başsavcı masada önce Saddam davasına nasıl hazırlandığını anlatıyor. Ardından Saddam'ın hücrede bile lüksünden vazgeçmediğini gösteren anekdota geçiyor:
"Bir gün Saddam'ın odasına gittim, tabii ki Amerikalıların elindeydiler. Hal hatırını ve şartlarını sordum, benden sigara istedi, çıkarıp sigara ikram ettim. 'Ben bunu içmem' dedi. Peki ne istiyorsunuz? Küba purosu istedi. Beş adet getirip kendisine verdim. Bir tanesini bana ikram etti. Cebime koydum. Mahkemede yaşam şartlarından şikáyet ettikçe bu puroyu çıkarıp gösterirdim. Saddam'a dışarıdan özel yemek gelirdi. Şartları çok iyiydi."
***
Saddam Hüseyin'in darağacına meydan okuması, düşmanlarını bile etkiledi.
Ama başsavcıya göre devrik diktatör, idamdan iki gün önce korkudan bayılmıştı:
"Son dakikaya kadar Amerikalıların onu bırakacaklarına inanıyordu. Umudunu, 'eşyalarını topla, seni mahkemeye teslim ediyoruz' dedikleri ana kadar da muhafaza etti. İdamdan iki gün önce korkudan bayıldı. Doktorlar ona iğneler yaptılar, ipe giderkenki donukluğu ve soğukkanlılığı bu iğnelerin tesiri ile idi. Dikkat ettiyseniz gözünde ışık kalmamıştı. Amerikalılar onu bize teslim edince idam edileceğini anlamıştı."
***
Başsavcı dava sürerken İngilizlerden gelen "asmayın" baskısını da anlattı:
"Mahkeme devam ederken İngiltere'de başsavcı ve hukukçuların iştiraki ile bir toplantı yaptık. İngilizler 'Apo gibi cezalandırılsın, asmayın' diyorlardı. Ben orada onlara dedim ki, siz hukuk adamlarısınız, bizim işlerimize müdahale hakkınız yok, bu da bir hukuk ihlalidir, sonra İngiltere başsavcısı yaptığım konuşmadan dolayı beni tebrik etti."
Başsavcı davadan sonra neden Barzani'ye sığındığını da açıklıyor:
"İngilizler ve Amerikalılar beni ve birçok arkadaşı güvenlik için kendi ülkelerine davet ettiler, ben reddettim, geldim Kürdistan'a yerleştim. Çok mutlu ve çok memnunum. Kürtler bana kucak açtılar. Geçenlerde kızımı kaydetmek için okula götürdüm, evrakları doldururken bana evimin adresini sordu, 'başta Mesut Barzani'nin evi olmak üzere her Kürdün evi benim evimdir, sen istediğin adresi yazabilirsin.' Bayan memur şaşırdı. Ciddi söylüyorum 'Herhangi bir Kürt evinin adresine bizim adresimiz diye yazabilirsin.' Ben şimdi anavatanımda huzur ve sükûnun olduğu kendi evimdeyim."
***
Saddam'ın başsavcısının tarafsızlığı tartışmalı, aslında dinleyenlerin ve hatta aktaranın da öyle.
Buna rağmen bu metni köşeme neden taşıdım biliyor musunuz? Çünkü artık hiçbir coğrafyada eski diktatörlerin ardından destan yazılsın, gözyaşı dökülsün istemiyorum.
Ayrıca unutmayın, dün 12 Mart'ın yıldönümüydü, belki de hassasiyetim o yüzden!
Yazının Devamını Oku 11 Mart 2007
<b>BAKÜ/ANKARA</b><br>BAKÜ’ye ilk kez gelenlerin neft (petrol) kokusu aldığı söylenirdi, haklıymışlar. Üstelik dahası da var, hava şairin dizelerindeki gibi, kurşun gibi ağır.
Ama galiba en iyisi baştan anlatmak.
***
Azeriler tören işinde usta, program neredeyse dakik yürüyor. Gecikme ancak Türk heyeti gibi az zamana çok iş sığdırmaya kalkanlar (ve tabii ki yetişemeyenler) yüzünden yaşanıyor.
Gülistan Sarayı’ndaki Diaspora Gala Yemeği’ne yarım saat rötarla vardık.
Futbol sahası kadar salonda yüzlerce konuk, kuşsütü eksik sofra bulduk.
Masamızdaki üç genç Azeri ile çabuk kaynaştık, sohbete koyulduk.
Birisi 33 yaşındaydı, Macaristan’da en klas otelde çalışan turizmciydi.
Diğer ikisi talebeydi, biri Çek Cumhuriyeti’nde siyaset bilimi doktorası yapıyordu.
Ve üçüncüsü, aralarında en milliyetçi olanıydı.
1.90’ın üzerinde boy, tanımayanın rahatlıkla Sicilyalı sanabileceği ten ve endam.
25 yaşındaki gurbetçi öğrenci, okuduğu memlekette (izninizle isim ve ülke vermeyelim) Ermenilerle nasıl uğraştığını anlattı durdu. Bir ara protokol masasını gösterdi ve dedi ki:
Bakın onlar tabii ki benden iyisini bilir. Ama memleketimi kendi özümden fazla düşünürüm. Sokağa sorun isterseniz, herkes Karabağ’ı geri istiyor. Gerekirse savaşalım artık.
***
Delikanlıyı dinlerken gözümüz Karabağ türküleriyle coşan İlham Aliyev'e takıldı.
Diaspora Zirvesi'nin açılış konuşmasındaki birkaç cümlesi, gün boyu TV'lerde ilk haberdi:
"Bazı durumlarda adalet ilkesinin tamamen ortadan kaldırıldığını görüyoruz. Buna nasıl karşılık verebiliriz, elbette ki kendi gücümüzle. Başka çare yok. Azerbaycan topraklarında bir Ermeni devleti kuruldu, ikincisine kesinlikle izin vermeyeceğiz."
Aliyev'in bu sözleri tabii ki savaş ilanı anlamına gelmiyor.
Ama yükselen petrol ve doğalgaz gelirleri, Azerbaycan'ın kendine güvenini artırıyor. BM ve Batılı ülkelerden beklentiyle geçen 14 yılın hayal kırıklığı dışa vuruluyor.
Sokak ve protokol, Gala Yemeği'ndeki gibi aynı telden çalıyor.
***
Azeri-Ermeni gerginliğinde yeni çatışma ihtimali varsa...
O zaman iki ülkenin, Rusya ve Türkiye'nin pozisyonları önemli.
Acaba Rusya, geçen sefer olduğu gibi Ermenileri mi destekleyecek?
Yoksa Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri'nin etkisiyle en azından tarafsız mı kalacak?
Bu sorunun yanıtına kafa yorarken...
Azerbaycan'a Türkiye'den son birkaç ayda yapılan üç üst düzey askeri ziyareti de hatırda tutun.
Önce özel kuvvetler komutanı, ardından Genelkurmay İkinci Başkanı ve son olarak da Kara Kuvvetleri Komutanı, Bakü'ye gitti. Bu ziyaretler, Türkiye ve Azerbaycan arasındaki askeri işbirliği ve yardımlaşma antlaşması çerçevesinde gerçekleşti.
***
Bakü'de hava gerçekten kurşun gibi ağır. Korkulan olursa Türkiye, Irak ve İran'dan sonra bir sınırında daha sıcak çatışma riskiyle karşı karşıya kalacak.
Yazının Devamını Oku