Enis Berberoğlu

Aliyev'in cetvelle çizdiği sınır

10 Mart 2007
<b>BAKÜ</b><br>TÜRKİYE'nin Bakü'deki yeni büyükelçiliği 18 dönümlük araziye yayılıyor.

Büyüklükte Rusya sefaretini geride bırakmış, ABD ile yarışıyor. Nasıl oluyor da, Türkiye nispeten küçük diplomatik misyonuyla bu kadar geniş büyükelçilik arazisine konabiliyor?

İşin sırrını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı dinlerken anladık:

"Haziran 2005’te geldiğimde o zamanki büyükelçimiz bana arazinin dikdörtgen yapısının bozulduğunu, sayın devlet başkanına iletirsem meseleyi çözebileceğini aktardı. Ben de konuyu açtım. Kardeşim cetveli aldı, çizdi, maket üzerinde çalıştı, sorun çözüldü."

İlham Aliyev’in küçük bir itirazı vardı, şakayla karışık müdahale etti:

Yazının Devamını Oku

MİT, ekonomiye bakar mı?

6 Mart 2007
<b>ANKARA</b><br>YILLAR önce, gazetenin ekonomi müdürü iken devletin istihbarat örgütüne sormuştum: - Ekonomiyi de takip ediyor musunuz, piyasayla ilgili istihbarat topluyor musunuz?

Yanıt kısa ve kesindi: "Biz işin o kısmına bakmayız!"

Halbuki Türkiye'yi sarsan, aylarca konuşturan ekonomik skandallar mevsimiydi. İSKİGATE, Engin Civan suikastı, Türk Ticaret Bankası satışı, Korkmaz Yiğit bantları ve batık bankalar.

Her defasında filmin sadece adı farklıydı, aktörler, senaryo hep tanıdık çıktı.

Buna rağmen arşivler güncellenmedi, maskeler düşmedi.

Oysa paranın gücünü ancak sistemli bilgi akışı dengeler.

Parayı takip edecek bilginiz yoksa ve eksikse yandınız.

Düz ovada sürekli soyulur, her yokuşta dayak yersiniz.

***

Bu ülkede, yabancı hizmetçi çalıştırmak isteseniz güvenlik soruşturması yapılır.

Ama vergi cennetinde kurulan şirkete trilyonluk kamu malı satılmasında sakınca görülmez.

Ekonomik istihbarat, Ticaret Müşavirlikleri'nin abone oldukları gazete/dergi haberleriyle sınırlıdır. Yabancı şirketler için veri tabanı yoktur.

Devlet, dağdaki teröristin yedi şeceresini ezberinde tutar da örneğin;

* Çin parası aniden revalüe edilirse (değer kazanırsa) dünyada ve bu ülkede ne olacağını kestiremez; çünkü dersine çalışmamıştır.

* Bir işadamı kapısını çalsa, "Romanya'ya mı, yoksa Bulgaristan'a mı yatırım yapayım, hangisinin geleceği parlak" diye sorsa, apışıp kalır.

* Türk bankacılar, "IMF'nin Türkiye Raporu'nu Washington'daki temsilcilikleri sayesinde edinen yabancılar haksız rekabetle kazanıyor" diye yakınsa haksız ve yersiz midir?

***

Galiba ulusalcılarla ayrıldığımız viraj burası... Ben "yabancılar gelmesin" demiyorum, "şuraya veya buraya ancak şu sınırda girsinler" diye yarım ağız konuşmuyorum.

Sadece son küresel dalganın faturasının 600 milyar dolar olduğunu hatırlatıyorum.

Yaratabileceği iş ve üretim kaybını depremle kıyaslıyor, korkuyorum.

Türkiye'nin entelektüel kapasitesi, 2001'i anlamaya yetmemişti.

Tekrar etmesin istiyorum.
Yazının Devamını Oku

Eyalet yerine başkanlık denseydi kızılır mıydı?

4 Mart 2007
ANKARABAK şu işe, Kenan Evren'i savunmak, Ertuğrul Özkök'ü yazısında yalnız bırakmamak bana mı düşecekti? Baştan söyleyeyim, bendeniz eyalet veya bölge valiliği sistemini faydalı bulmam. Ve fakat bu önerinin altında "bölücülük" aramayı külliyen abes sayarım. Çünkü Kenan Paşa'nın sözünü ettiği bölge valileri, alternatif idari sistemde sadece tek bir basamaktır. O yüzden, "Bölge valisini Kürt seçecekler, bizi bölecekler" evhamına katılmam.

Büyüyen Türkiye'yi merkezden yönetmenin zorluğu ortada, yerel yönetim arayışı hep vardı, olacaktır.

Ankara muhabirliği yıllarımda bölge valiliği önerisi de çok tartışıldı, hálá ezberimdedir:

Öncelikle il sayısı artırılacak.

Bu illerden oluşan eyaletler kurulacak.

Eyalet valileri merkezden atanmayacak, seçilecek.

(İşte tam bu adımda bırakırsanız, Kenan Paşa gibi hakkınızda inceleme açarlar.)

Ama Turgut Özal merhum, bu sistemin siyasi ve idari kilit taşını eksik bırakmazdı.

Eyalet sistemine dayalı başkanlık, rahmetlinin hayaliydi. Çünkü o zaman, merkezde oturan başkan, Türk'ün, Kürt'ün, Laz'ın, Çerkez'in, zenginin, yoksulun, dindarın, laikin ortak paydası olacaktı!

Yani bırakın bölünmeyi, ülkeyi herkesin üzerinde uzlaştığı başkan yönetecekti.

Turgut Özal, padişahlık mirasını başkanlık sisteminin altyapısı olarak görürdü.

Zaten bizler de hükümetleri, "Demirel hükümeti", "Ecevit iktidarı" diye anmaz mıyız?

Tıpkı Yıldırım Bayezid, Fatih veya Üçüncü Selim dönemi gibi. "Peki bu kadar övdüğüne göre neden eyalete karşısın?" diye sorabilirsiniz.

Sebebim, Turgut Özal'ın eyalet sisteminden vazgeçme gerekçesiyle aynı. Türkiye'deki gibi güvenlik ve ekonomik nedenli göç hareketleri eyalet sistemine uymaz.

Örneğin, sizce dünyada en fazla Kürt'ün yaşadığı şehir hangisidir?

Erbil mi, Diyarbakır mı, yoksa İstanbul mu? Tabii ki sonuncusu.

Nüfus hareketleri bu boyutta sürerken, eyalette amaçlanan temsil sağlanamaz, bu bir.

Başkanlık sistemi yerine mevcut parlamenter demokrasiyi tercih ederim, bu da iki.

Hatay'dan geldi, Mısır'a gitti

BİRAZ da fikri takip yapalım. Hürriyet'in pazartesi manşeti, nükleer uzmanı bir İranlı'nın Türkiye'ye geldikten birkaç gün sonra ortadan kaybolma öyküsüydü.

Fatih Çekirge'nin yazdığı haber Ankara'da günlerce konuşuldu.

İran'dan gelen özel ekip, İçişleri Müsteşarı ve polisle görüştü.

Sonuçları aktarmak bize düştü.

Öncelikle bir isim benzerliği söz konusu. Ali Rıza isimli bir İranlı havayoluyla İstanbul'a geldi ve Ceylan Otel'de kaldı, bu doğru.

Ama İranlıların peşine düştüğü Ali Rıza Askari tamamen farklı yoldan, karayolu ile Şam üzerinden Antakya'ya ulaştı ve ardından ortadan kayboldu.

Suriye sınır kapısında, Atatürk Havalimanı gibi yüksek teknoloji imkánları olmadığı için konuk İranlıyı görüntülemek mümkün olmadı.

Ama polis soruşturmasında İranlının, Ortadoğu veya Kuzey Afrika ülkelerinden birisine devam ettiği saptandı. Muhtemelen Mısır'a giden İranlının sponsoru ABD çıkarsa kimse şaşırmayacak.
Yazının Devamını Oku

Sınır ötesine kırmızı ışık

3 Mart 2007
<b>ANKARA</b><br>TRAFİK ışığında üç renk vardır; sırasıyla hepsi yanar. Yeşili kaçırırsanız, sarı ve kırmızıyı beklemek zorunda kalırsınız. Malum Türkiye ile ABD arasında PKK'ya karşı sınır ötesi pazarlığı var.

Teşbihte hata olmaz, ABD'nin pozisyonu neredeyse trafik ışığı hızıyla değişti.

Çok değil yakın zamana kadar Washington, Ankara'nın isyanına anlayışla bakıyordu.

"Türkiye, NATO müttefikimiz. Kuzey Irak'tan sızan terörist gruplar nedeniyle şehit veriyor. Stratejik ortak olarak üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirmemiz lazım" deniliyordu.

Yani ışık yeşildi. Nitekim Dışişleri Bakanlığı'nın en yetkili ağızlarından dinlediğimiz beklenti, "PKK için düğmeye martta basılıyor" başlığıyla bu köşeye yansıdı. (03 Şubat 2007)

Ne var ki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Washington gezisinin ardından diplomasinin duayeni Cengiz Çandar, ABD'li askeri yetkililere atfen, "Işığın rengi kırmızıya yakın sarı" diye yazdı. (Referans Gazetesi, 20 Şubat 2007)

Önceki gün yine Cengiz Çandar'la birlikte ışığın son halini öğrendik: Kırmızı!

Muhatabımıza "Emin misiniz?" diye ısrar ettim, "Işığın rengi değişti" dedi.

* * *

Türkiye
'nin terörle mücadele açısından kimsenin icazetine ihtiyacı tabii ki yoktur.

Ama stratejik ortak ABD'nin tavır değişikliğine yol açan nedenleri de tartışmalıyız.

Dünden bugüne ne değişti ki, ABD ışığının rengi yeşilden kırmızıya döndü.

Sanırım ABD'nin pozisyon değişikliğinde Türkiye'nin Kuzey Irak politikası etkili oldu.

Ankara, 1983 ilkbaharından 2003'teki ABD işgaline kadarki süreçte 16 sınır ötesi harekát yaptı.

Hiçbirisinde hedef, Kuzey Irak'taki Kürt liderler ve peşmergeler olarak seçilmedi.

Hatta tam aksine, ilk harekáttan itibaren peşmergeler Türk ordusuna yardım etti. 1991'deki fiili özerklik bu işbirliğini daha da geliştirdi, Barzani PKK ile savaşta can kaybına uğradı.

Ancak son aylarda Türk askeri yetkilileri, Barzani ve Talabani'yi "PKK dostu" ilan etti.

Dolayısıyla Washington'da sınır ötesi operasyonun hedefi hakkında soru işareti uyandı.

Türkiye'nin askeri operasyonunun ABD güçlerine karşı olmayacağı muhakkak.

Muhtemel ki ABD'den istihbari destek de alınacak.

Ama bu askeri operasyon sırasında Kuzey Irak Kürtleri nasıl sınıflanacak? Daha önce olduğu gibi "müttefik" veya en azından "tarafsız" etiketiyle mi anılacak?.. Yoksa düşman mı sayılacak?

ABD savaş öncesi ve sonrasında tek bir can kaybına uğramadığı Kuzey Irak'ta dengelerin bozulmasından korkuyor, ikna yolu da belli.

* * *

Demek ki
hükümetin Kuzey Irak'la diyalog politikası ilk bakışta akla geldiği gibi sınır ötesi operasyona engel değil. Hatta tam tersine, gerekli zemini hazırlamaya yönelik bir girişim.

Ancak bu kadarı da yeterli değil. ABD'nin önünde bölge haritası ve takvimi var.

Öncelikle Irak'ta, Bağdat'ı daha güvenli hale getirmeyi öngörüyor.

Lübnan, Suriye ve İran'da yeni strateji belirliyor.

Bizim PKK takvimi de haziranı beklemek zorunda.
Yazının Devamını Oku

2007 seçim temaları: Çankaya ve Kürtler

27 Şubat 2007
ANKARATÜRKİYE’de neredeyse her seçimin bir teması vardır. 1995 seçimi, "Refah’ı durdurma" amacıyla merkez sağ koalisyon (Anayol) kurma projesiydi.

1999 yılında seçime iki ay kala Abdullah Öcalan’ın yakalanması, Bülent Ecevit’i iktidara taşıdı.

2002 erken seçiminde Türk seçmeni, ekonomik krizin sorumlusu gördüğü partileri cezalandırdı.

2007 seçimine gelince, belli ki güncel teması Cumhurbaşkanlığı seçimi.

Ama gelecek seçim, Kürt meselesinde çözümü tetikleyebilir.

* * *

Bu kadar iddialı tespitin elbette ki birkaç alt başlığı var. Sıralayalım.

Silahlar susunca Türkiye, Kürt meselesinde derinde yatan soruları tartışmaya başladı.

Kuzey Irak politikası, kamuoyu önünde hiç olmadığı açıklıkla masaya yatırıldı.

Kiminle nasıl muhatap olunacağı, ne denileceği ayrıntılarıyla konuşuldu.

Çankaya, asker ve siyasetçi arasında ciddi görüş farkı olduğu izlenimi bile doğdu.

Ancak gözüken o ki, dışarıdaki atışmalar/sataşmalar MGK bildirisine yansımadı.

Başbakan’ın MGK’dan birkaç saat sonraki açıklamaları, adeta bildirinin kısa özetiydi.

Hüküm 1: Demek ki siyasetin rotası, devlet politikasından çok uzak değil.

O zaman çözüm çok daha kolay!

* * *


Seçim öncesinde vitrin yenileyen DTP, bağımsız aday önerisini tazeledi.

Anlaşılan İmralı’nın, "Kürt oylarını saydıralım" inadı ve ipoteği kırıldı.

DTP’nin seçime bağımsız adaylarla girmesinin iki kritik sonucu olur:

1) AKP geçen seçimde Kürt partisinin barajın altında kalması nedeniyle fazladan 20-30 milletvekili çıkardı. DTP parti olarak katılsaydı bu seçimde işi daha kolaydı. Yine baraja takılması kesin olan DTP’nin bonus sandalyeleri belki de AKP’yi iktidara taşıyacaktı.

Hüküm 2: Kürtlerin tercihi parlamento aritmetiğini kesinlikle etkileyecek.

2) DTP’nin kararı, seçim takviminin öne alınması projesini tamamen gündem dışı bırakabilir. Çünkü AKP, DTP’yi bağımsız aday seçeneğinden vazgeçirmek amacıyla seçilme yaşını indiren yasaya özel madde ekletti. Bağımsız aday seçimini zorlaştırdı. Bu değişikliğin uygulanması, ancak seçimin kasım ayında yapılmasıyla mümkün.

Hüküm 3: AKP, imaj ve oy kaybına yol açabilecek Çankaya tartışmalarından kaçamayacak.

* * *


Muhatap sorununu aşan devlet, Meclis’te bir Kürt partisi, bu parti sayesinde PKK dışında siyasi diyalog ortağı bulacak diğer partiler... Silah yerine fikir, dağ yerine Meclis seçeneği.

Gelecek seçimden umutlu olmamız için birkaç neden.

Dipnot... Dipnot

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Cidde’den dönerken, "Neden Filistin sorununa bu kadar önem veriyorsunuz?" diye sorduk, "Sorunların merkezinde bu yatıyor, Filistin’i çözemediğimiz sürece Kerkük dahil bölgedeki birçok sorun çözülmeyecek. Yani görünen gerçek o" yanıtını verdi. Peki neden bu kadar çok dolaşıyor? Kurmaylarına göre, "Cumhurbaşkanı’nın yerine de geziyor". Belki de Cumhurbaşkanlığı’na ısınma ve kamuoyunu alıştırma turları yapıyor.
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın uçağında Zaman okulu öne geçti

25 Şubat 2007
<b>RİYAD/CİDDE</b><br>BAŞBAKAN, ATA uçağındaki çalışma odasında gazetecileri ayakta ve tek tek el sıkarak karşılarken belli ki sayıyordu. Bir an durdu, sözcüsü Akif Beki’ye döndü: "7 kişi demiştin". Beki, "Evet Başbakanım, Eyüp de geliyor" diye teyit etti.

Referans Genel Yayın Müdürü Eyüp Can ile Sabah’tan Güntay Şimşek’in ATA ile ilk yolculukları. Bu iki ismin kadroya ilavesiyle uçakta Zaman ekolü ağır bastı.

Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, eski yardımcısı Eyüp Can, eski haber müdürü Güntay Şimşek, etti üç... Bir de gazetenin kurucu genel yayın müdürü ve başyazarı Fehmi Koru’yu da eklersek ATA’daki gazetecilerden yarısından fazlası Zaman okulundan.

Dayanamadım, bu gözlemimi Başbakan ile paylaştım:

- Eskiden bir grup gazeteci geziye çıktığımızda Cumhuriyet kökenliler ağır basardı. Şimdi bakıyorum, Zaman’cılar ekseriyeti sağlıyor.

Her ne kadar Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki hemen üzerine alınıp, "Eski Cumhuriyetçi olarak tek başına hepsine yetiyorsun" diye yarı şaka yarı ciddi takılsa da... O da biliyor ki, ATA’ya davet listesi şahıslara değil gazetelere göre yapılıyor.

Gazetelerin görevlendirdiği isimlerin geçmiş görevlerine bakıldığını sanmıyorum.

Demek ki okul/ekol değişiyor ki, bu meslekte normaldir.

* * *

Bugünkü ekonomi medyasında, yöneticilerin neredeyse tamamı Dünya’da yetişti.

Siyasi muhabirlik okulları ise 1980’lerin Cumhuriyet ve Tercüman gazeteleriydi.

Mesela, 1998 Mayıs ayında Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Ukrayna gezisi, eski Cumhuriyet mensuplarının pikniği gibiydi. Hasan Cemal, Okay Gönensin, Sedat Ergin, Bilal Çetin, İsmet Berkan, Cüneyt Arcayürek ve bendeniz sadece hatırlayabildiklerim...

Muhafazakár kesimin gazetecilik okulu Zaman, birkaç yıldır tıpkı geçmişteki benzer okullar gibi yetiştirdiği isimleri ihraç etmeye başladı. Sadece kendi kulvarındaki gazetelere değil, farklı çizgideki medyaya da insan kaynağı sağlıyor.

Kafayı bu işe taktığımı fark eden Fehmi Koru, işe yarayacak ve nostaljik bir tüyo daha verdi:

- Milli Gazete’yi de unutma...

Doğru, Koru ile Vakit’ten Hasan Karakaya bu gazetede uzun yıllar çalıştı.

Madem ki uçaktaki gazeteci envanterini çıkartıyoruz, son iki ismi de unutmayalım.

İhlas Grubu (Türkiye, TGRT Haber; İHA) Ankara Temsilcisi Nuri Elibol, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden binbaşı rütbesiyle emekli. Bense Hürriyet ve Cumhuriyet’in yanı sıra Radikal, Dünya ve Güneş gazetelerinde çalıştım.

* * *

Bu gezi Yeni Şafak Başyazarı Fehmi Koru ile birlikte ilk Suudi Arabistan seyahatimiz değil.

Tam 20 yıl önce hac mevsiminde, İranlı hacı adayları kutsal topraklarda gösteri yapmaya kalkınca sokaklar kan gölüne döndü, hatırlarsınız.

Suudi yönetimi silahlar konuşurken sustu, ardından olan biteni anlatmak üzere bir grup gazeteciyi davet etti. Günlerce otel lobilerinde vaat edilen basın toplantısını bekledik durduk.

O geziden izlenimim, Suudi yönetiminin gazetecilerle konuşmaktan çok ağırlamayı yeğlediğidir. 20 yıl sonra da koşulların pek değişmediğini üzülerek gördüm.

(Bu gezi henüz bitmedi ama 20 yıl önce aramızda en çalışkanı Fehmi Koru idi...

"Mekke’de ne oldu?" kitabı, olaylarla ilgili yazılan ender eserler arasındadır.)

* * *

Riyad’a ilişkin son notum Türk okulundan. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Riyad bölgesindeki 20 bin kadar Türk’ün çocukları için kurduğu okulu gezdik.

Öğrenci sayısı azımsanacak gibi değil; 1450.

Çoğu Hatay göçmeni ailelerin çocuklarına çağdaş eğitim verildiği belli. Yine de Arapça ve İngilizceye biraz daha ağırlık verilse.. Çocuklar hem yetiştikleri ülkeye uyum gösterse hem de küresel rekabete hazırlansa daha iyi olmaz mı?
Yazının Devamını Oku

Kaçak silah cenneti İstanbul cehennemi

24 Şubat 2007
<b>ANKARA</b><br>TARİH 14 Eylül 1997, saat 20.30. Yer Gaziantep Ticaret ve Sanayi Fuarı. İncil ve Hıristiyan dinine ilişkin kitap ve kaset satan Müjde Yayıncılık standına el bombası atıldı.

Dört yaşında bir çocuk yaşamını yitirdi, 24 kişi yaralandı.

Eylemin sorumlusunun Vasat örgütü olduğu açıklandı. Nitekim caniler bir ay sonra yakalandı.

Olağan şüphelilerin öyküsü sıradandı, ama bombanın sicili karanlıktı.

Eylemci bombayı Siirt Kurtalan Çevik Kuvvet Amirliği’nde görevli bir polisten aldığını itiraf etti.

Gözaltına alınan polisin evinde aynı tip el bombasından 7 adet daha bulundu. Polis, "Evim kenar mahallede, her an terörist saldırıya uğrayabilirim. Bombaları bu yüzden saklıyorum" dedi.

Çevik Kuvvet polisinin standart teçhizatında el bombası tabii ki bulunmaz.

O zaman Kurtalanlı polis el bombasını nasıl temin etti dersiniz? Evet bildiniz, PKK’dan.

Daha doğrusu PKK’ya karşı operasyonlar sırasında elde etti, kayda geçirmedi, kendisine sakladı.

PKK NATO tipi, Alman yapımı el bombasını nasıl buldu, işin o kısmı karanlık kaldı.

Ama terör beslenme zincirini halka halka sayarsak; din özgürlüğüne atılan köktendinci NATO bombasının tedarikçisi olan polisin kaynağı PKK idi.

Biraz karışık oldu, öyle değil mi?

O zaman daha basit denklemlerle başlayalım.

* * *

Susurluk silahlarını hatırlıyor musunuz?

Hani koca bir cephanelik kayıptı, bir türlü bulunamadı.

10 adet kısa Ruger tüfek, 10 adet 22 kalibre Beretta tabanca, Uzi’ler ve diğerleri. Devletin envanterine örtülü operasyon amacıyla, Abdullah Öcalan’ın tasfiyesi için girdi.

Ama bu amaç yerine çetelerin haraç toplamasında kullanıldı, Kumarhaneler Kralı’na karşı düzenlenen suikastta iz bıraktı. Yani neye niyet, neye kısmet!

12 Eylül’den önce ordu deposundan patlayıcı çalındı.

Terör tarihine "Esrarengiz Yüzbaşı" olarak geçen bir subay 25 kalıp TNT’yi MHP’li eylemcilere sattı. Patlayıcılar 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi katliamında kullanıldı. Demek ki ödediğiniz vergiler çoğunlukla yol, su, elektrik, ama bazen de bomba olarak geri dönebilir, aman dikkat!

* * *

ABD’nin Irak polisine dağıttığı Glock marka tabancalar Türkiye’de müşteri buluyor.

O yüzden Rahip Santoro cinayetinde kullanılan Glock’un izini sürmek zor olmadı.

Polis tabancayı Türkiye’ye getireni, Trabzon’da katilin ailesine satanı tespit etti.

Katil silahın sicili mahkeme dosyasına konuldu.

Katil elde, silah da öyle, nasılı belli, tek eksik neden?

Ağacı unutmadan ormana bakarsak belki ayrıntıda boğulmayız.

Türkiye’de son bir yılda mala karşı suçlarda yüzde 60 artış oldu.

Şahsa karşı işlenen suçlardaki artış yine yüzde 62’yi buldu.

Bu ülkede sadece geçen yıl 351 bin 949 hırsızlık vakası yaşandı.

Bu rakamların anlamı belli: Devlet sokağı ve vatandaşını koruyamıyor.

İstanbul gecelerinde askerlik hikayesi gibi kapkaç tecrübeleri anlatılıyor.

Siz cehennem alevlerini canlı tutarsanız, kömür atacak birileri mutlaka çıkar.

Markası İsrail olmuş, ABD veya Rus, ne fark eder ki?
Yazının Devamını Oku

Büyük Oyun’da Kalaşnikof ve oyuncak tabancalı yemin

20 Şubat 2007
<b>ANKARA</b><br>HATIRLATALIM, Büyük Oyun İngilizler ile Ruslar arasında başladı. Rusların Hindistan’a (sıcak denizlere) inmesi başarıyla önlendi.

İki dünya gücü arasındaki tampon devletler, Osmanlı ile İran ve Afganistan’dı.

Bu coğrafyadan geçen fay hattı enerjiyi bir devletten diğerine taşır.

Afganistan nezle olsa, İran yatağa düşer, Türkiye mutlaka ateşlenir.

* * *

İmparatorluk mirası topraklarda her mevsimin maceraperesti, çetecisi eksik olmaz.

Çeteciler ile cumhuriyetçiler arasındaki kavga Türkiye’nin kuruluş günlerine kadar dayanır.

Çeteciler Kurtuluş Savaşı’nda düzenli orduya geçişe karşı çıktı.

Meclis’i benimsemedi, son ana kadar padişaha/halifeye sadık kaldı.

Muhalefete karşı hukuk yolları yerine suikastları yeğledi.

Cumhuriyetçilerin yolu, en azından Gazi Paşa’nınki farklıydı.

Savaşın sorumluluğunu Meclis’le birlikte taşıdı.

Nihai hedefi olan Cumhuriyet’in ilanından hiç şaşmadı.

Rejim karşıtlarını mahkemede yargılayarak tasfiye etti.

* * *

Önce Berlin Duvarı yıkıldı, şimdi de Ortadoğu haritası yeniden çiziliyor. Birinci Dünya Savaşı öncesini andıran konjonktürde çete ruhunun hortlaması doğal. Ama belki de tek iyi haber, Soğuk Savaş yıllarında çetecilerin ikinci adresi olan MHP’nin bu kez kapılarını sıkı sıkı kapaması.

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin tavrı gayet açık. Daha geçen haftaki Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısında kuvvacı geçinenleri açıkça eleştirdi ve partisinden dışladı.

Acaba medyaya yansıyan tabanca-bayrak skandalı yüzünden mi diye düşündüm. Ama MHP kurmayları, çoğu siyasetçi meselenin farkında bile değilken Bahçeli’nin sözde kuvvacı oluşumlara mesafe koyduğunu aktardı. Gerçekten arşivi tarayınca ortaya çıktı, bakın Bahçeli bir yıldır neler diyor:

"Milliyetçi hareket varken vatansever güçbirliğine, Kuvayı Milliye örgütlenmesine ihtiyaç var mı? Milli mücadelenin ruhu milliyetçi harekettir. Bu ruhu en iyi milliyetçiler bilir. Konya’dan emekli paşalara sesleniyorum; Ey emekli paşalar, sağda solda kendinize kapı aramayın. Gelin ve MHP’ye katılın. MHP’nin kapısı size açık." (Konya, 27 Mart 2006)

"Milli Mücadele’yi yapan zihniyet Türk milliyetçileridir. Onun adı Milliyetçi Hareket’tir. Hiç kimse kendisine bazı payeler çıkartmasın. Milliyetçi Hareket’in ismini telaffuz etmeyerek yerine bazı tarih kitaplarından, romanlardan veya fikir artıklarından yararlanarak, ülkücü hareketi aldatmaya çalışanlara da buradan cevap veriyorum; mücadelenin adına ister Kuvayı Milliye deyin, ister Milli Mücadele, isterseniz, Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk dernekleri deyiniz. Hepsinin devamı ve ruhu Milliyetçi Hareket’tir." (Çankırı, 22 Nisan 2006)

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün... Ama isterseniz Bahçeli’nin son MYK toplantısında, bayrak-tabanca-yemin olayına alaycı yaklaşımını aktarmakla yetinelim:

- Düşman Kalaşnikof’la yemin ediyor, sen plastik, oyuncak tabancaya el basarak yemin ediyorsun...

* * *

Kurmay subayın, yetiştiği ocağı sanki yok sayarak sözde kuvvacı harekete yönelmesi...

Veya tehdidin büyüklüğünü ıskalayarak, plastik tabancayla yemin etmesi gerçekten hazin.

Eski Türk Ceza Yasası’na göre "Devletin askeri ve emniyet kuvvetlerini tahkir ve tezyif edenler (aşağılayanlar)" altı yıla kadar ceza alırdı.

Bendeniz dahil binlerce kişi bu maddeden yargılandı, çoğu mahkûm oldu.

Meğer hakaretin büyüğü için sözde kuvvacıları beklemek gerekirmiş!

Dilerim MHP örnek olur, TSK mıntıka temizliğine başlar.
Yazının Devamını Oku