Enis Berberoğlu

Davul zurnayla geliyoruz

6 Mayıs 2007
ANKARABAŞLIKTAKİ ifade, hükümetin önemli bir bakanına ait. Soruyorum:

"Ankara’da herkes Kuzey Irak’a operasyonu konuşuyor."

Samimiyetle yanıtlıyor:

"Davul zurnayla geliyoruz diyoruz. Umarım akıllarını başlarına toplarlar da lüzum kalmaz."

Türk Silahlı Kuvvetleri, sınıra kaydırılan 150 bin askerle yakın tarihin en ciddi tahkimatını yapıyor. Üstelik dosttan-düşmandan saklamadan. ABD’nin 2 yıllık geri çekilme takvimi nedeniyle moralleri bozulan Kuzey Iraklı liderler, bu güç gösterisinden korkar mı, bilinmez.

Öte yandan Güneydoğulu milletvekilleri, PKK’nın terör eylemleri nedeniyle artan güvenlik önemleri ve operasyonlardan rahatsızlıklarını dile getirmeye başladı bile...

Ama seçim sürecinde dahi olsa hükümetin bu sıkıntıyı yüksek sesle ifade edeceğini... Veya konunun Başbakan-Genelkurmay Başkanı görüşmesinde açılacağını hiç sanmıyorum.

Çünkü Ordu’ya bu tür siyasi baskı zaten tutmaz, üstelik vebali büyük olur.

Ne var ki PKK’nın tek taraflı ilan ettiği ateşkes sona ermek üzere.

Dolayısıyla genel seçim ve terörle mücadele takvimi örtüştü.

Dikkatinizi çekmek istediğim asıl kritik husus bu!

Çift sandığa sürpriz fren

BAŞBAKAN ve Genelkurmay Başkanı, 2 saat neler konuştu?

Herhalde zaman içinde Ankara siyasi kulislerine sızar.

Ama örneğin, askerin çifte sandık yasasına açık muhalefeti biliniyor.

İşte tam da bu nedenle İstanbul Zirvesi’nden hemen sonra AKP’nin TBMM’deki yasaya asılmaktan vazgeçmesi hakikaten ilginç.

Gerçi CHP 2 bine yakın önergeyle yolu tıkadı.

Ama AKP de sabaha karşı çalışmak yerine gece 11.00’de pes etti.

CHP’ye göre, "ısrar etmeyin" işareti İstanbul’dan gelmiş olabilir.

Grossman’a imdat telefonu

27 Nisan Genelkurmay uyarısından hemen sonra yurtdışına bir telefon açıldı.

Başbakan’ın İstanbullu danışmanı, ABD’den Marc Grossman’ı aradı.

Eski ABD Bakan Yardımcısı’na muhtıradan söz etti, yardım istedi.

ABD’den beklenen, askerin siyasi sürece müdahalesine sert kınamaydı.

Gerçi Grossman, "Türkiye 28 Şubat’ı bir daha yaşamaz" diyerek üstüne düşeni yaptı.

Ama danışmanın beklediği güçlü ABD tepkisi hálá gelmedi.

Ekrandaki çatlağa dikkat

MERKEZ sağda birlik 24 saatte tamamlandı, Türkiye haritasında batıya koşan kırat amblemi altında toplanıldı. Anayol isminden Yılmaz-Çiller hükümetini hatırlattığı için vazgeçildi.

Dün Cumhuriyet mitingleri ile Mumcu-Ağar’ın basın toplantısı aynı saate rastladı.

TV kanalları ekranı ikiye bölerek iki tarihi olayı aynı anda canlı yayınladı.

Meydanları izlerken Ankara ve İstanbul’dan bu yana dinamik gelişimi fark ettim. Artık mesele "Tayyip’i durdurma" eşiğini aştı, meydanlarda merkez inşa ediliyor.

Meydanlar enerjisini oy olarak boşaltacak parti ve ittifaklar arıyor.

Eğer DYP-Anavatan birleşmesiyle yeni merkez kuruldu diye seviniyorsanız... O zaman bölünmüş TV ekranındaki meydanların bu ittifaka oy atacağına inanıyorsunuz demektir.

Yok öyle değilse, o zaman meydanlar kendi merkezini bulur.

Ben hálá merkezin adresinin CHP olacağını düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku

Merkezin adresi CHP

5 Mayıs 2007
<b>ANKARA</b><br>GALİBA muhtırayı neden yediğimiz daha ilk haftasında unutuldu. Asker daha ileri gitmesin istiyorsak, merkezin yeniden inşası zorunlu. Çünkü çevreden merkeze yürüyen AKP ne yazık ki uyum göstermek yerine, dayatma ısrarından vazgeçmedi.

Dolayısıyla merkez eski adresinden taşındı, kendisine yeni yer bakıyor. Merkez siyasetçiden işadamına, sivil toplumdan seçmene kadar karar zamanı geldi. Sokaklarda yürümek, meydanlarda şarkı söylemek iyi hoş da, sandığa nasıl yansıyacak?

Kentli kadın, yaşam tarzını korumak isteyen delikanlı hangi adreste buluşacak?

Somut seçenekleri sayalım mı... Anketlere göre DYP baraj civarında, Anavatan birleşmesi bence toplam oyu çok yükseltmez. Anavatan’ın MHP listesinden girmesi zor, sonucu etkilemez. Peki ya CHP-Anavatan seçim ittifakına (tabii ki DSP’yi de katarak) ne dersiniz?

Belki de ihtiyacımız cumhuriyet değerleri ile serbest piyasa hassasiyetinin ortak kimyasıdır.

Son anda 24 saat rötar

MERKEZ sağın yakın tarihteki en heyecanlı gecesiydi. Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu görüşmesi sabaha karşı 04.00’te bitti. El sıkışıldı, dün saat 13.00’te ortak basın toplantısı için randevu verildi. Ama sabahın erken saatlerinde Ağar Mumcu’yu aradı, 24 saat daha süre istedi.

Anlaşılan 2 liderin anlaştıkları paket hafta sonu masada kalacak:

Anlaşmaya göre iki parti Anayol isimli üçüncü adreste birleşecek.

DYP 3 Haziran’da Kongre toplayarak Anayol’a geçecek.

Aynı Kongre’de Anavatan kadroları yeni partiye girecek.

Yeni partinin amblemi Türkiye haritası üzerinde kırat olacak.

Yeni haftaya ya birleşik merkez sağla başlayacağız. Veya farklı adres için arayışlar başgösterecek.

(Bakınız ilk başlık.)

Vekil var, seçmen yok

22 Temmuz’da seçimin siyasi muhalifi çok. Ama "Efendim laikler denize gider, ulusalcılar yaylada yatar" diyenlere fazla kulak asmayın.

Bu şikayetler en ciddi teknik itirazı gölgelemesin. Bakın eğer 22 Temmuz’da ısrar edilirse, yeni nüfus sayımı göz ardı edilecek.

Vekil haritası 2000 tarihli sayım sonucuna göre çizilecek.

Oysa bizzat Başbakan bile diyor ki, "Yeni sayımla seçmen sayısı 3 milyon düşebilir."

Eğer 30 Haziran’da belli olacak yeni ve sağlıklı sayım sonuçları kullanılmazsa... Örneğin göç veren iller düşen nüfusuna bakılmadan aynı sayıda vekil çıkaracak.

Buna karşılık nüfusu artan iller eski vekil sayısıyla mağdur edilecek.

Yani inat uğruna seçmensiz vekil seçme mucizesine de imza atacağız.

Hayırlara vesile olsun!

4 kafadan 4 ses

GAZETE başlıkları siyasi tabloyu tarif ediyor: "Arapsaçı, toz duman."

AKP’nin dört kurucu liderine kulak verin, kafa karışıklığının nedenini anlayın.

Başbakan diyor ki: "Cumhurbaşkanını halk seçsin."

Abdullah Gül istiyor ki: "367 bulunsun ben seçileyim."

Bülent Arınç daha fırsatçı: "17’sinde Köşk’e ben taşınayım."

Abdüllatif Şener küsmüş: "Beni oynatmadınız, siz de beceremediniz."
Yazının Devamını Oku

Ön seçim, seçimi sonbahara bıraktırır

2 Mayıs 2007
AKP seçimi mümkün olduğunca öne almak istiyor. 24 Haziran veya 1 ya da 8 Temmuz tarihleri AKP’nin daha fazla yıpranmadan ve mağduriyet kozu eskimeden seçime gitme kararını gösteriyor. Ne var ki, bu kez de muhalefet seçim için ağırdan alıyor. Özellikle merkez sağ birleşme sürecini tamamlamak, CHP ise Çankaya direnişinin sonucunu almak için süre istiyor.

Muhalefetteki büyük partilerin erken seçim çağrısını yanıtsız bırakması zor.

Ancak, seçime katılacak tabela partilerinden birisi muhalefeti rahatlatabilir.

Mesela Yüksek Seçim Kurulu’na başvurarak, "Adaylarımı ön seçimle belirleyeceğim" diyebilir.

Böylece AKP’nin çok erken seçim planı yatar.

Türkiye seçime sonbaharda gider.

Gül: Girdim-çıktım

AKP cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül, Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı ile telefon görüşmesi sırasında odada bulunduğunu yazınca aradı. Gül, "Yanlış anlamayı önlemek için söylüyorum. Konuşmayı başından sonuna dinlemedim, takip etmedim. Girdim-çıktım" dedi.

3. isim belki de yoktu

ÇANKAYA sürecinde herkesin kabul edebileceği "üçüncü aday" en iyi çözümdü.

Örneğin Vecdi Gönül, muhtemelen ilk turda muhalefetin de desteğiyle seçilebilirdi.

Kamuoyunda Bülent Arınç’a tepkinin bir bölümü, Gönül’ü veto ettiği iddiası yüzünden.

Ne var ki, Abdullah Gül’e yakın kaynaklar üçüncü adayın hiç söz konusu olmadığına emin.

Gül’ün adaylığı sürecinin kamuoyunda yanlış bilgiye dayalı tartışıldığını düşünüyorlar.

Abdullah Bey’i adaylığa taşıyan ilk adım aynı kaynaklara göre anket sonuçlarıyla atıldı.

Üç ayrı şirketin anketinde Gül ismi, Tayyip Erdoğan’dan sonra açık ara ikinci sıraya yerleşti.

Abdullah Gül-Bülent Arınç görüşmesinde de üçüncü isim gündeme gelmedi.

Arınç, Gül’e "Duruşum ve çıkışlarım nedeniyle ben aday olamam" dedi ve ekledi:

"Ama senin uzlaştırmacı ve birleştirici kişiliğin var. Sen aday olmalısın."

Gül,
Başbakan’la konuşmasında da aynı sinyali aldı:

"Ben çıkmıyorum. Ailem istemiyor, ayrıca manzara belli. Adayımız sensin."

Gül’
ün yakınlarına göre adaylığın kısa hikayesi böyle...

Eğer doğruysa, kamuoyuna neden yanlış yansıdığını da araştırmak lazım.

Örneğin, "Adaylık rezervim sürüyor, dindar cumhurbaşkanı seçilecek" diye yola çıkan... Gül aday gösterilince, "Artık aday değilim" çıkışıyla güç gösterisi deneyen, muhtırayı yiyince tüm bu süreci yalanlayan pehlivandan başlayalım mı?
Yazının Devamını Oku

Telefondaki üçüncü kişi

1 Mayıs 2007
<b>ANKARA</b><br>BAŞBAKAN ile Genelkurmay Başkanı arasındaki görüşme hakkında çok yazıldı, çizildi.

Ama kimse telefonun iki ucundaki isim dışında bir de canlı tanığın varlığını yazmadı.

Abdullah Gül, görüşme sırasında Başbakan’ın yanında bulunan tek kişiydi.

Tayyip Erdoğan, bakan ve danışmanlarıyla toplantı halindeyken telefon bağlandı.

Başbakan ayrı bir odaya geçerken yanına sadece Abdullah Gül’ü aldı.

Yazının Devamını Oku

Bildirideki istek cümle

29 Nisan 2007
<b>ANKARA</b><br>CEMİL Çiçek, hükümet bildirisini, Başbakan-Genelkurmay Başkanı telefon görüşmesinden birkaç saat sonra okudu. Bildirideki, "Bazı iyi niyetli olmayanların hükümetimiz ile Türk Silahlı Kuvvetlerimizi karşı karşıya getirme çabalarını da boşa çıkarmalıyız" vurgusu dikkatimi çekti.

Araştırdım, bu cümle metne telefon görüşmesinden sonra askerin isteğiyle konulmuş.

AKP, "iyi niyetli olmayanlar" eşkáliyle CHP’yi işaret ediyor olabilir.

Ama askere göre aynı robot resim, örneğin Bülent Arınç ile bazı bürokratlara da uyuyor.

Yoksa AKP, arka bahçesinde mıntıka temizliğini mi kabul ediyor?

Düğmeye basan varmış

"Düğmeye basan mı var?" başlığını kullandık, merakımız aynı günün gece yarısı giderildi.

Zaten siyasette rüzgárın son 48 saatte değiştiği, AKP’nin 367 hüsranından belliydi. Ve doğaldır ki Genelkurmay bildirisinden sonra akla gelen yine kritik 367 eşiği oldu. Acaba AKP ilk turda 367 oyu sağlayıp Abdullah Gül’ü seçtirseydi, ne olacaktı?

Muhtemelen bugün çok daha farklı bir Türkiye’de uyanacaktık.

(Ne kadar farklı, açıkçası tahmin yürütmek bile işime gelmiyor.)

O yüzden tabir yerindeyse, "Topun Erkan Mumcu’ya çarpıp çıkması" en hayırlısıydı.

Algı ve aldatma süreci

Genelkurmay 12 Nisan’da konuştu, 19 Nisan’da Paşa’ya yine fikri soruldu.

Dedi ki, "Mesajımı toplum aldı, alamayanın algılama sorunu vardır".

Peki Genelkurmay mesajın alındığından neden bu kadar emindi?

Bana göre askerin, Çankaya konusundaki ihtimal hesabı çok açıktı.

AKP’den ya Tayyip Erdoğan’ın veya Vecdi Gönül’ün aday çıkacağını düşündüler.

Tayyip Erdoğan’ın adaylıktan vazgeçme eğilimi güçlendikçe Gönül’ü beklediler.

Nitekim Erdoğan, Abdullah Gül ve Paşa’nın buluştuğu 23 Nisan kokteylini hatırlayın. Paşa’nın "Adayı biliyorum" şakasını düşünün ve rahatlığını gözünüzün önüne getirin. Acaba yetkili bir ağız, Paşa’ya "AKP’nin adayı Vecdi Gönül" demiş olabilir mi?

Eğer öyleyse ve aynı gece ibre Abdullah Gül’e döndüyse...

"Sözde değil özde" vurgusuyla başlayıp bildiriyle noktalanan süreçte...

Sadece algılama değil istemeden de olsa aldatma sorunu da var demektir.

AB’siz oyunun kuralı

AKP, AB çapasını bırakınca sürükleniyor, başı beladan kurtulmuyor.

Şimdi de siyasi manevra alanı çok sınırlı. Abdullah Gül’de adaylıktan çekilme havası yok. Dolayısıyla seçime giden kapıyı muhtemelen Anayasa Mahkemesi açacak.

Seçime gidilirken oyunun kurallarının değişeceğini beklemek de yanlış olmaz.

Aksi halde seçim 27 Nisan sürecinin rövanşına dönüşür.
Yazının Devamını Oku

Kazanan ve kaybeden

28 Nisan 2007
ANKARACumhuriyet tarihinde ilk kez cumhurbaşkanlığı seçimi mahkemelik oluyor. Tabii ki hoş değil, şık değil.

Ama 353 milletvekiliyle iktidar partisi cumhurbaşkanı seçemiyorsa, siyasi sürecin iyi yönetildiğini de söylemek mümkün mü?

Pehlivan tuş oldu

Siyasette dünün kahramanı bugünün halk düşmanına dönüşebilir. Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın başına gelen aynen budur.

Tayyip Erdoğan’a "üçüncü aday olmaz" dayatmasıyla sürece katıldı.

Abdullah Gül’ün adaylığı ile AKP’li vekiller kapısında teşekkür kuyruğuna girdi. 40 oyun bilen usta pehlivan sıfatıyla Başbakan’ın bile sırtını yerine getirdiğini ima edince kaşlar havaya kalktı.

Bülent Bey -haydi AKP lügatı kullanalım- layüsel (dokunulmaz) mertebesine yükseldi, fenafillah sayıldı. Amma ve lakin dünkü Meclis tablosu Bülent Bey’e hiç mi hiç yaramadı.

Vecdi Gönül gibi uzlaşma adayından vazgeçilmesinin bedeli anlaşıldı.

Gönül’ü ve hatta Beşir Atalay’ı veto etmenin sonucuna katlanıldı.

Pehlivan kendi oyunuyla tuş oldu.

Neden CHP’ye gitmedi?

Tabii ki yenilgiyi tadan tek pehlivan Arınç değildi. İlk tercihi Vecdi Gönül olan Başbakan neden CHP’ye giderek uzlaşma aramadı?

CHP’nin, Vecdi Gönül ismini duyunca tavır değişikliği ihtimali yok muydu?

AKP kulislerinde bu soru belki yüksek sesle tartışılmıyor.

Ancak Başbakan’ın gururuna yenildiği siyasi siciline işlendi bile.

CHP’nin uzlaşma adayına karşı tavrı ne olabilirdi?

Belki de Deniz Baykal’ın en kritik gündeki şakası ipucu verebilir.

Abdullah Gül aday olduğu gün Baykal’a giderken ekibini iyi seçti. Baykal’ın sıcak baktığı iki ismi Abdüllatif Şener ile Cemil Çiçek’i yanına aldı.

AKP’li iki bakanın elini sıkan Baykal imalı bir şaka yaptı:

- Cemil Bey senin zaten şansın yok, o yüzden gel öpeyim. Ama Abdüllatif Bey’in şansı hálá var, öperek yolunu kesmeyeyim.

Yani CHP, adayın açıklandığı gün bile alternatif uzlaşmaya açıktı.

Mumcu’nun liderlik sınavı

Son 48 saatte Anavatan’da ciddi bir liderlik sınavı yaşandı. Parti Çankaya turlarına katılıp katılmama konusunda ikiye bölündü. Erkan Mumcu hangi tarafa yönelse yüksek fire verecek sanıldı. Ama sonuçta Mumcu’nun firesi merkez sağdaki ortağı Mehmet Ağar’ın çok altında kaldı. Bizce bu tablo merkez sağın mimarisini etkiler.
Yazının Devamını Oku

Asker, siyasi hedef ister

22 Nisan 2007
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Kuzey Irak’a operasyon istiyor. Terörle mücadele açısından bu operasyonu "yararlı görüyor".

Peki ama neden hükümetten, Meclis’ten operasyon izni talep etmiyor?

Akla önce ABD’nin sınır ötesine açık muhalefeti geliyor.

TSK’nın, ABD’yi ortak harekáta ikna süreci devam ediyor.

Ama bana sorarsanız asker başka bir süreci daha bekliyor.

Hükümetin en kısa zamanda karar vermesini umuyor.

Hükümet yani siyasi otorite, ismi üstünde "siyasi karar" verecek.

Daha açık deyişle, operasyonun siyasi hedef/hedeflerini koyacak.

TBMM, askere "Kerkük’e git" emri de verebilir...

"Sınırın 10 km güneyinde güvenlik kuşağı oluştur" da diyebilir.

Düşman topraklarında 450 km ilerlemek, ayrı kuvvet yapısı ve lojistik zincir gerektirir.

Sınır güvenliği çok farklı planlama ister.

Hükümet ne istediğine karar verirse, asker de talepte bulunacak.

Askerin operasyon sessizliğini farklı yorumlamak yanlış olur.

Sivil itaatsizlik tatbikatı

TANDOĞAN mitinginin devamı 29 Nisan’da İstanbul’da.

Bakalım bu kez Başbakan nasıl tepki verecek?

Tandoğan için ilk yorumları umulmadık ölçüde yumuşaktı.

Ama birkaç gün sonra parti grubunda esti gürledi.

Arada derede ne değişti, sadece yakınları biliyor.

Ancak siyasi danışmanlarının analizi belki ipucu verebilir.

Bu analize göre, Türkiye’de gerilim senaryoları artık tutmuyor.

Siyasi cinayetlere " Arkasında acaba kim, neden var?" diye bakılıyor.

Toplum, patlayan bombalardan yılıp sineceğine dikleniyor.

İşte o nedenle kimilerinin yeni taktik geliştirdiği düşünülüyor.

Önümüzdeki günlerde sivil itaatsizlik eylemleri bekleniyor.

(Aman sakın yanlış anlaşılmasın, izinli miting asla sivil itaatsizlik değildir. Başbakan’ın demokratik hak kullanımını küçümsemesi de yanlıştır.)

Mesela, kalabalıklar Atatürk anıtları çevresinde nöbete dursa...

Güvenlik güçlerinin "dağılın" emrine uymasa...

Şiddete başvurmadan eylemini sürdürse...

Adıyla sanıyla sivil itaatsizlik eylemi olur.

AKP’yi asıl korkutan bence bu tür eylem ihtimalidir.

Ameliyat iyi geçti ama

AKP Merkez Karar Yönetim Kurulu’nda söz alan her üye, Başbakan’ı övdü:

- Efendim, maşallah süreci çok iyi yönetiyorsunuz.

Bu düşüncede ne kadar samimiler, ne kadarı lidere yağcılık tabii ki bilemeyiz. Ama siyasi kulislerde süreç yönetimi için anlatılan bir fıkra belki de gerçek hislere tercümandır.

İki doktor karşılaşmışlar, birisi sormuş:

- Ameliyat nasıl geçti?

- Üstat ameliyat iyi geçti ama maalesef hasta masada kaldı.
Yazının Devamını Oku

Yılın siyasi balonu uçuyor

21 Nisan 2007
<b>ANKARA</b><br>YILIN siyasi balonu havada uçuyor, yakında borsa endeksine çarpıp patlarsa şaşırmayın.Başbakan benim de katıldığım Almanya gezisinde Çankaya adaylığı için çok güçlü sinyal verdi. Ama anlaşılan Tayyip Erdoğan'ın adaylığını örtülü ilanı olarak algılanan açıklamaları bazılarının işine gelmedi. Mesela partideki genel başkan yardımcılarının.

Öyle ya, başkan değişirse adamlarına da yol gözükür.

Teşkilata "Sakın anketlerde Tayyip Bey'in adaylığına destek vermeyin" diye baskı kuranlar, bu kez işi daha ileri götürdü. Kritik MKYK toplantısı hakkında haberciler yanlış yönlendirildi.

"Sürpriz olacak, şok yaşanacak" balonu uçuruldu. Kıymeti kendisinden menkul bazı aklı evveller hemen gardıroptan lacilerini çıkardı, nöbete durdu.

Ama bu balona asıl sevinen İstanbullu borsa simsarları oldu.

Paralarını zaten "Erdoğan aday olmayacak" şıkkına bağlamışlardı.

"Tayyip değil, Gül çıkacak" rüzgárıyla Borsa zirveye taşındı.

Siyasi bağlantıların bilinmesi balonun müşterisini artırdı.

Peki işin aslı neydi derseniz.

Bana sorarsanız bugün yani 21 Nisan itibarıyla Tayyip Erdoğan'ın pozisyonunda değişiklik yok.

Çankaya adaylığı niyeti ağır basıyor, önünde engel görmüyor.

Eğer 25 Nisan akşamına kadar önüne mayın döşenmezse kuvvetle ihtimal aday olacak.

Ve eğer aday olursa, sadece muhalefetin ve sivil toplumun değil...

SPK ile İMKB'nin de harekete geçmesi gerekiyor.

Son iki günlük spekülasyonun kaynağını ve boyutunu araştırmak asli görevleri.

Herkes kendi şeytanını taşlıyor

10 yıl önce Gaziantep'te Fuar'da İncil satılan tezgáh bombalandı.

4 yaşında bir çocuk öldü, 24 kişi yaralandı, bombacı imam yakalandı.

İşin ilginci kullanılan el bombasının izi çevik kuvvet polisine dayandı.

Polisin evinde yapılan aramada aynı bombadan 7 adet daha bulundu.

Polis, "Evim kenar mahallede, terörist korkusuyla sakladım" dedi.

Ama soruşturmada bombaların PKK'ya karşı operasyonda örgütten ele geçtiği anlaşıldı.

Kafanız hálá karışmadıysa son sürprizi de ekleyelim: İncil tezgáhına atılan, polisin verdiği, PKK'dan ele geçen el bombası NATO malıydı.

Yani Hıristiyan üretimiydi!

Alın size mahkeme kayıtlı komplo teorisi...

İsterseniz Malatya katliamında bozdurup bozdurup harcayın.

Ama diyoruz ki; silaha, külaha, örgüte, derin devlete takılıp kalmayın.

Bakın muhafazakár medya sol mirası gelenekle her cinayetin arkasında devleti arıyor.

Liberallerse, "Bu kez hangi örgüt" diye meraka kapılıyor.

Sorarım size, her cinayette aynı rutin fetişizm ne kazandırıyor. Hiç.

Aksine belki de en güçlü cinayet sebebini gölgede bırakıyor.

Türkiye'de her kesim yıllardır kendi şeytanını yaratıyor.

Liboş'la başladık, laikçiyle sürdürdük, türbanı mahkûm ettik... Her azınlığı ayrılıkçı ilan ettik, yüzde 99'u Müslüman ülkede misyonerden korktuk.

Bu güzelim ülke lanetliler bahçesine döndü. Herkes kendi şeytanını taşlamaya başladı.

İşte o yüzden cesedin kimliğinde bile anlaşamıyoruz.

Kimimize göre şeytan, diğerlerine göre şehit.

Asıl tehlikeyi görün artık.
Yazının Devamını Oku